Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-20-2010, 20:11   #357
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Eğrilen kardeşleri düzeltecek kılıç biz olmaz isek ezilip gitmekten kurtulamayız… “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşimize yardım etmemiz” gerekmiyor muydu? “Zalime yardımın da onu zulümden vazgeçirmek” olduğunu bilmiyor muyuz?

Evet, bizim birbirimize müdahale etme hakkımız vardır… Kardeşlerimizi, yaşadıkları şerle, münkerle baş başa bırakamayız, merhamet müdahale etmeyi gerektiriyor… Kimse bu “Benim özelimdir”, “özgürlük alanımdır” diyerek kendini bunun dışında tutamaz… Bugün herkes kendince bir “dokunulmazlık” zırhına bürünmüş durumda…

Hoşgörü gündemlerinin gürültüsü içinde sorumluluklar güme gidiyor… Din kişinin özeline indirgensin isteniyor. Allah’ın hoş görmediğine nasıl hoşgörü ile bakabiliriz? Bu durumda münkerin önü açılıyor ve insanlar savunmasız… İşte “emri bil ma’ruf, nehyi anil münker” toplumun kendi içerisinde bir otokontrol sistemi olarak fonksiyon icra edecektir… İmani, insani ve vicdani bir yükümlülük olarak rol üstlenecektir… Bu sayede toplum kendi içindeki günahkârları dışlamadan rehabilite etme yöntemini uygulamaya başlamış olacaktır…

Toplumsal yozlaşmaya karşı en etkili çözüm ve güvenilir sigorta bu önlemdir…

Bu bakımdan “toplumsal barış” adına toplumun yanlışlarını onaylamak zorunda değiliz...

“Çoğulculuk” adına, doğrularımızı gündemden düşürmek yoluna gidemeyiz...

“İnsan hakları” söylemi sadece hak ihlallerini değil, insanların maruz kaldığı ifsadı da göre bilmelidir…

Toplumsal çürümenin temelinde, topyekûn Müslümanların bu farzı terk etmelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Münkerin her türlüsü toplumu tehdit ediyor… Görsel, işitsel, sanal, yasal, legal, sosyal, siyasal ve kültürel tüm münkerler, tüm kirler toplumsal varoluşu tüketiyor…

Bugün yangın bacayı değil, paçayı sarmış durumda… Bu yangını söndürmek hususunda herkesin elinden geleni yapması lazım… Karınca duyarlılığı ile ateş-i Nemrud’a doğru harekete geçmek esastır...

Münkerin medyatik gücü, ekonomik gücü, iktidar gücü, fiziki gücü gözümüzü yıldırmaması lazım… Hangi korkular bizi elsiz, dilsiz ve tepkisiz kıldıysa önce korkularımızı ve kaygılarımızı atmamız gerekiyor...

Tedbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyelerimiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz?

İslam’ın şiarı, Müslüman’ın şuuru nasıl bir duruş öneriyor?

Kötülerin kötülükte gösterdikleri cesareti biz doğrularımızı ve değerlerimizi hayata geçirmede gösteremeyeceksek İslami kimliğimize sirayet eden zilleti nasıl atabiliriz?

Münkere itiraz etme yükümlülüğümüz var… Şerre karşı çıkma mecburiyetimiz bulunuyor…

Sükûtun altın olduğu günler geride kaldı… Tam aksine suskun kalmanın bir ucunun şeytanlaşmaya kadar uzandığını biliyoruz… Evet, “sukut orucu” nu bozmamız gerekiyor… “Zor zamanda konuşmak” zorundayız…

Münkere duyarsız duran, o suçun ortağıdır… Şayet münkere “hayır” diyemeyeceksek biz de hayır kalır mı?

Hala İslam’ın doğrularını, değerlerini gündemleştirmede gecikiyorsak bir bildiğimiz olmalı? Evet, biz işini bilen insanlarız(!) Kendimizi riske atmaya değmez… Hele hele fincancı katırlarını ürkütmeye hiç gelmez… Çünkü çok akıllandık(!)… Çok tecrübe(!) kazandık… Çok uyanık(!) olmak gerekiyor… Bu durumda yapılacak bir iş de yok demektir… Evli evine, köylü köyüne…

“Zaten iman etmişiz; Allah belasını verecektir… Onların hakkından gelecektir… O halde bize ne oluyor ki?” Ama unuttuğumuz bir şey var; Allah bizim elimizle kirlilikleri ve kötülükleri gidermek istiyor… Şimdi elimizi bu işten çekebilir miyiz? Asla! Çünkü bu çağın öncelikli farzı, iyiliği emretmek kötülüğü engellemektir… Bugün buna “farzlar ötesi farz” diyen alimlerimiz var… Kişinin kendisinin “iyi bir Müslüman” olması yeterli değil. İyinin aktif ve yetkin olması şarttır…

Cahiliye Mekke’sinde de pasif iyiler vardı, ancak hayata bir etkileri ve müdahaleleri yoktu…

Bugün de kimilerine göre “iyi insan” profili; uysal, uyumlu, sorgulamayan, eleştirmeyen, tepki vermeyen, itiraz etmeyen, “evet, efendim”ci prototiplerdir…

“İslam’ın insanı”nın farkı burada kendini gösteriyor… Hayata yönelik iddia ve itirazlarının bedeli neyse göğüsleyerek yaşamdaki çarpıklıkların ve yanlışlıkların izalesine yoğunlaşır… Tabi ki, bu görevi yaparken kırıp-dökmez, ezip-geçmez, sövüp-saymaz… İtici, kırıcı, kavgacı olması da gerekmiyor... Hikmetle hakikatin savunucusu, hidayetin sunucusu olur…

Bu ibadeti eda ederken ne kimseye zorbalık, ne de yobazlık var… Bedevice değil medenice… Kabaca değil kibarca…

Ramazan Kayan










Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla