İstihbaratın Önemi:
“ 20 Ağustos 1922.
Yarın akşam Çankaya Köşk’ünde Gazi, Ankara’da bulunan siyasi ricale mühim bir ziyafet verecekmiş. Sabah gazetelerinde: “Ağustosun 21’inci pazartesi günü, Gazi’nin Çankaya’da Köşkünde Ankara’da bulunan ricali siyasiyeye bir ziyafet verecekleri ve birçok zevata bugünden davetiye gönderildiği “ bildiriliyordu.
Bu gece Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Beyi evine akşam yemeğine çağırdı. Ayağım burkulmuş, alçıda idi. Koltuk değnekleriyle gittim. Gazi Paşa da Refet Paşa’nın evinde imiş. Bizim Recep Beyin evinde bulunduğumuzu haber almışlar. Yaver Muzaffer telefonla beni çağırdı. Kendilerine; intizar etmemizi söyledi.
Gazi, gece yarısından sonra geldi:
-“Vakit geç oldu. Oturamayacağım, gideceğim.”
Dedi ve giderken beni, İhsanı ve Recep Beyi başbaşa getirdi, ellerini omuzlarımıza atarak:
- “Ben doğruca cepheye gidiyorum. Düşmana taarruz edeceğim” dedi. Hepimiz şaşırdık ve telaşlandık.
İhsan Bey:
- “Paşam, ya muvaffak olamazsan?” deyince:
- “Ne?.. Bir hafta zarfında onları mahvedip denize dökeceğim!”
Cevabını verdi ve o gün Heyeti Vekile ile görüşüp günün vaziyeti siyasiyesini mütalaa ettikten sonra kendileriyle mutabık kaldıklarını söyledi ve bu aralık Maliye Vekili Hasan Bey’in taarruz için yaptığı mali kolaylıklardan memnunlukla bahsetti.

Yapılacak taarruzdan hükümetten gayrı hiç bir kimsenin haberi yok.
Sabahleyin işittik ki gece sabaha karşı Gazi kimseye haber vermeden otomobilleriyle Ankara’dan Konya’ya, oradan da Akşehir’e gitmişler.
Herkes onun Çankaya’da vereceği ziyafeti beklerken meğer o şimdi Kocatepe’de kurulmuş olan çadırının içinde, 26 Ağustos 1922 sabahı saat tam beş buçukta ordusuna taarruz emrini vermiş. “ (1)
1 - Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor. Sel Yayınları. 20 Nisan 1955
9 Şubat 1921’de Antep’in teslimiyle Fransız Ordusu’na esir düşen Türkler.
Çarlık Rusyası'nın Balkanlar'ı Osmanlı'dan koparmak gayesi ile Balkan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne tohumları ekerek ayaklandırmaya çalıştığını...Bu iş için vazifelendirilen Rus generali Çirnayev'in 1877 yılında Bulgaristan'dan Çar'a gönderdiği gizli raporda "Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bu askerleri ölüme sevkediyorum. Fakat bu insanları sendeleten bir engel var Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar. Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım. Onlarda herhalde bir sihirbaz zekası var. Bir değil birkaç istila bile, onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelmeyecektir" diye yazarak oldukça ibretli bir itirafta bulunduğunu biliyor musunuz?
(Refik,İbrahim; Efsane Soluklar, T.Ö.V. Yay., İzmir/1992, s. 126)
Özdemiroğlu Osman Paşa, Gürcistan seferinde parasız kalmış, askerlerin aylığını verememişti. İstanbul'dan para gelinceye kadar kendi mührü ile köseleden para bastı ve askerlere dağıttı. Paşanın itibarı o kadar büyüktü ki, bu kösele paralar altın yerine geçti ve İstanbul'dan para geldiğinde altın ile değiştirildi.

II. Abdülhamid döneminde Galata'da bulunan “Lavirentos” isimli eski bir gemici meyhanesinin mahzeninde kullanılmayan bir şarap fıçısının içinde gayet büyük ve süt gibi beyaz bir örümcek bulunmuş ve o dönem yapılan tahminlere göre bu hayvanın yaşının 300 civarında olduğu düşünülmüştür
Dördüncü Murat'ın Karga Düşmanlığı.
Eski Saraydan (Şimdiki İstanbul Üniversitesi) Beyazıt Camiine bakan 4.Murat minarenin alemi üzerine konmuş bir karga görür ve atına hızla atlayarak elindeki ciridi Kargaya fırlatır ve kargayı düşürür.Evliya Çelebi bu olaya Şahit olur.
Barışla başlayıp isyanla sona eren bir dönem
Lale Devri ismini literatüre tarihçi Ahmet Refik Altınay'ın kazandırdığı biliniyor. Ancak onun da bu ismi iki Paris'te yazdığı iki gazelinde 'Lale Devri' tabirlerini kullanan N amık Kemal'den aldığı söyleniyor. Barış dönemi olarak bilinen Lale Devri'nin öne çıkan isimleri ise şöyle: Padişah III. Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa, Batı'da gördüklerini Osmanlı'ya aktaran Fransa elçisi Yirmisekiz Mehmet Çelebi, matbaayı kuran İbrahim Müteferrika, Osmanlı tarihinin en önemli nakkaşlarından Levni lakaplı Abdülcelil Çelebi, divan şiirinin ustası Nedim ve çıkardığı isyanla bu devrin sonunu hazırlayan Patrona Halil. Bir dönem savaş gemilerinde leventlik yapıp sonrasında İstanbul'un başıboşları arasında yerini alan Patrona Halil'in sürüklediği isyan sonucu III. Ahmet tahttan indirildi. Damat İbrahim Paşa öldürüldü. İsyan anında sarayda bulunmayan Levni canını kurtarırken Nedim'in kaçmak için damdan dama atladığı sırada düşüp öldüğü biliniyor.
Lale Devri'nin en namlı lalecisi Tabak Ata ismindeki fakir bir adamdı. Seksen çeşit nefis lale yetiştirmişti ve sarayın bahçesindeki lale soğanları ondan alınırdı. Bu çiçek yüzünden İstanbul'un en zengin simalarından birisi olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamlarından Semiz Ali Paşa o kadar şişmandı ki, koca Osmanlı ülkesinde kendisini taşıyabilecek güçte ancak iki at bulunabilmişti.
Dördüncü Murad, 25 yaşındayken yaptığı bir güreşte başpehlivanlık için güreşen iki pehlivanı birer eliyle kispetinden tutarak bir hamlede havaya kaldırmıştır. Bu padişah henüz 34 yaşında vefat etmiştir.
Ortaçağ Avrupa'sında her 10 idam mahkumundan birisi cellatlara aitti. Cellatlar istedikleri parayı vermeleri karşılığında mahkumu serbest bırakma hakkına sahipti.
On dördüncü asrın büyük şairi Şeyhülislam Y ahya Efendi öldüğünde cenazesi o kadar kalabalıktı ki, cenaze alayı yapılmadı. Adım atmakta zorlanıldığından herkes sabit kaldı ve tabutu musalla taşından kabrine kadar elden ele götürüldü
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, on parmağında da elmas, yakut, zümrüt yüzükler taşırdı. Zira mücevhere çok meraklı idi.
Ayasofya kubbesinin üstündeki alem som altından yapılmıştır. Bu alem 16. yüzyılda Sokulu Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır
Hanya Fatihi Silahtar Yusuf Paşa yakışıklılığı ile meşhur olan bir genç vezirdi. Çocukluğunda Dalmaçyalı fakir bir kişi olan Yusuf Paşa, bir kış günü çıplak ayaklarına bir çift eski kundura giydiren kadına vezir olduktan sonra bu partal kunduraların içini altın doldurarak iade etmişti.
At Kestanesi ağaçları Fransa'ya 1615 yılında İstanbul'dan götürülmüştür. Paris Bulvarı bunlarla süslüdür (tabii 1950 yılına göre).
Yabancı bir gemi İstanbul'a geldiğinde liman ve devlet görevlilerinden haksız muamele gördüklerine inanırlarsa gemi kaptanı dürbünle yalı köşkünü gözetler, padişah köşke çıkınca geminin direkleri stünde ateş yakarlardı. Bunu gören padişah, yabancıların şikayetlerini bizzat dinlerdi. Bu duruma “Ateş İstidası” derlerdi
Sokulu Mehmed Paşa, sadrazamlar içerisinde boy rekorunu aşmıştı. İki metreyi oldukça aşan bir boya sahip olduğundan kendisine “Tavil = Uzun Mehmed Paşa” da denirdi.
On dokuzuncu asırda Kürt Ali ismindeki Eminönü'nde yaşayan bir hamal, ayak rekoru kırmıştı. Bir keresinde pabucunun içine yeni doğmuş bir bebeği sığdırmışlardı
Hicri 1028 yılında Budin Valisi Karakaş Mehmed Paşa merkeze bir rapor yollamıştı. Raporda; Macaristan üzerinde daire şeklinde siyah bir bulutun belirip bu buluttan kan gibi kırmızı renkte yağdığı ve 3-4 kantar ağırlığında (1 kantar = 56,452 kg) siyah renkli taş gülleler düştüğü belirtilmişti.
Eskiden cellat kılıcı ya da kemendi altında can veren insanların üzerinde çıkan her şey cellatların olurdu ve bunlar birikince mezat yapılıp satılırdı. Buna “Cellat Mezadı” derlerdi. Halk arasında cellat mezadından alınan şeyler uğursuz sayılır ve pek rağbet edilmezlerdi. Cellat mezadından alınan en uğursuz eşya, kapı ağası Gazanfer Ağa'nın gayet kıymetli pırlanta saati idi. Bu saati ilk sahibinin idamından sonra Tırnakçı Hasan Paşa aldı. O da idam edilince Derviş Paşa aldı ve O da idam oldu. Derviş Paşa bu uğursuz saati kardeşine vermişti. Kardeşi ise bu saatin çarklarını kırıp denize atmak suretiyle saati imha etmiştir
III. Selim döneminin en namlı vezirlerinden Cezayirli Hasan Paşa yanında her zaman evcilleştirilmiş bir aslan ile dolaşırdı.
III. Osman, kadınlara karşı pek kibar değildi. Özellikle gayet iri gümüş kabaralı bir ayakkabı giyer, çıkardığı ayak seslerini duyan saray kadınları köşe bucağa sinerlerdi.
Türkiye'de asa yerine ilk bastonu kullanan kişi Abdülhamid devrinin meşhur ulemalarından Kethüdazade Hoca Mehmed Arif Efendi'dir. Zarafetiyle meşhur olan bu zat, kafir değneği denen bu alet için “Onu ben Müslüman ettim” derdi.
Mektup zarfları ilk olarak 1839 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce mektuplar bükülüp kırmızı bir mühürle mühürlenerek gönderilirdi
Abdülmecid döneminde Fransa'da yaşayan Charles Verne isimli bir Fransız çocuk okuduğu tarih kitaplarından ötürü Türkleri çok sevmiş, hiçbir Türk'ü tanımadan sırf kendi gayretleriyle Türkçe öğrenmiş, neredeyse hiç hatasız şiirler yazarak bir divan vücuda getirmiştir. Henüz 16 yaşındayken bunu yapan Verne, divanını Abdülmecid'e ithaf ederek bir nüshasını padişaha göndermiştir.
İkinci Abdülhamid devrinde İstanbul'da Çıplak Mustafa ve Beyoğlu'nda Madam Opala adında iki meşhur deli vardı. Mustafa yaz-kış çırılçıplak, Opala ise ne elbise bulursa üstüne giyerek gezerdi. Bunlar birbirlerini hiç sevmez, karşılaştıklarında devamlı kavga ederlerdi.
Kanuni Sultan Süleyman, Zigetvar Seferi'nde iken Macaristan'da öldü. Cesedi tahnit edilirken, kalbi, ciğerleri ve bağırsakları çıkarılarak özel bir altın kaba konarak Macaristan toprakları içerisinde meçhul bir yere gömüldü.
Sokollu Mehmed Paşa'nın Karaağaç yalısında yanan gayet kıymetli bir inci tespihi vardı. İmamesi zümrüt ve taneleri yakuttu. Devrin kıymetli bir hattatı, imamesinden başlayarak bu tespihin üzerine Mushaf-ı Şerif yazmıştı.
Alemdar Paşa zamanında idam için Yedikule'ye atılmış Yeniçeri Tığlı Ali, surların en yüksek penceresinden aşağı kuşak atarak inmiş, kuşak bitince aşağıdaki bir incir ağacına, oradan da yere altlayıp kaçarak hayatını kurtarmış ve bir daha ele geçirilememiştir.
Sultan IV. Mehmed zevcesi Hatice Gülnuş Sultan'ı çok severdi. Macaristan seferine giderken onu som gümüşten yapılmış bir araba içinde yanında götürmüştür.
Eskiden gemilerde korsan gözlemek için maymunlar kullanılırdı. İstanbul'da da tersane kapısı karşısında bir maymuncu dükkanı bulunur ve gemicilere maymun satardı.
Sumatra Adası'nın en büyük kilisesinin çanı eski bir Türk topundan yapılmıştı; üzerinde II. Selim'in tuğrası vardır. Bu top, Sumatra Müslümanlarına yardım için gönderilen Osmanlı topçuları tarafından orada dökülmüş ve üzerine de bu ada Müslümanlarının Türkiye'ye tâbiyet alameti olarak bu padişahın tuğrası konulmuştu
Ortaçağ'da Avrupa ülkelerinin ceza sistemi insanîyet dışı idi. Hatta M.Ö. 2500 yıllarında çıkarılan Hammurabi Kanunları'ndan bile ilkeldiler. Verilen cezalar arasında; dörde bölmek, çarka bağlayıp ezmek, kazığa geçirmek, diri diri yakmak, bağırsaklarını deşmek, diri diri gömmek gibi biçimler vardı. Daha da ilginci, bu cezalardan bir çoğu 18. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir.
Kaşıkçı Elması, Kumkapı'da deniz kenarındaki bir çöplükte bulunmuş; bulan şahıs elmas olduğunun farkına varmadığından iki tahta kaşığa değiştirdiği için bu adı
almıştır.