03-20-2011, 00:53
|
#1
|
|
Aile Sigortası denen "parlak" fikir
Bakıyorum da, CHP'nin aile sigortası çıkışının ne kadar zekice ve ne kadar doğru bir "buluş" olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir.
Eminim şu anda AK Partili kimi vekiller bile, "neden biz akıl edemedik" diye dizlerini dövmekte. Sanki hükümetler şimdiye kadar karşılıksız para dağıtıp oy toplamayı akıl edememiş de bir tek CHP akıl etmiş! Parlak fikre bakın: Halkı maaşa bağla, yoksulluk sorununu çöz. Yok büyümeymiş, yok üretimmiş, yok yatırımmış, yok gayrı safi milli hasılaymış, uğraşmaya ne gerek var...
İşin garibi, öteden beri gelir transferi politikalarına karşı olduklarını söyleyenler, ekonomide popülist politikaların kamudaki kara deliklerin baş sebebi olduğunu yazıp çizenler, 2002 krizinin ardında "devletin görev zararları" adı verilen koca koca açıkların yattığını bilen iktisatçılar... Hepsi oportünistçe susuyor. Çünkü kimse "kötü kişi" olmak istemiyor; kimse yoksul insanlara gerçekleri söylemeye cesaret edemiyor.
Bu projenin CHP'nin oylarını ne kadar zıplatacağını bilemem. Her aileye ayda 600 lira doğrusu şimdiye kadar gördüğümüz en büyük seçim rüşveti. Bedava para baldan tatlıdır, etkili olması beklenebilir. Peki sonra ne olur?
Ben söyleyeyim: Eğer bu proje hayata geçecek olsa, Türkiye ekonomisi on yılda batar. 2010 verilerine göre 10,5 milyon sigortalının 4.4 milyonu asgari ücretle çalışıyor. Yani asgari ücretliler toplam sigortalıların yüzde 44'ünü oluşturuyor. Şimdi sorarım size; asgari ücretin net 629 lira olduğu bir yerde, devletten 600 lira bedava para almak varken kim 629 liraya bütün bir ay çalışsın? Kılıçdaroğlu'nun aile sigortası devreye girdiği anda, asgari ücretle çalışan herkes işinden ayrılıp evinde yan gelip yatar. Daha da büyük bir çoğunluk kayıt dışına kayar. Sadece asgari ücretliler değil düşük maaş alan milyonlarca insan sigortalı işini bırakıp kaçak çalışmaya başlar. Hem kayıt dışı çalışıp maaşını alır hem de "vatandaşlık maaşı"nı... Sahtekârlıktaki ve kayıt dışı ekonomideki büyüme birbiriyle yarışır. Bütçede öyle büyük bir kara delik oluşur ki IMF de Dünya Bankası da kapatamaz. On beş milyon yoksula bedava para dağıtan o "sosyal devlet" on yıl içinde Sovyetler Birliği ekonomisinden daha beter bir çatırtıyla çöker. Enkazın altında kalanlar da en başta o yoksullar olur.
X x x
Peki, Aile Sigortası denen bu "parlak" proje (getireceği ekonomik çöküntü bir yana) ahlaken doğru mudur?
Daha önce de yazdım, tekrar etmekte yarar var: Yoksulların düzenli maaşa bağlanması fikri yeni değil. Kimileri buna "vatandaşlık hakkı" diyor. Bu fikri savunanlar, dar gelirli kesimlere hayır kuruluşları tarafından çeşitli biçimlerde ve adlar altında aktarılan yardımların gurur kırıcı olduğunu, böyle iane gibi para ya da yiyecek vermek yerine "sürekli ve düzenli" maaş ödenmesini öneriyorlar. Bu maaşın da bir yardım değil, "hak" olduğunu savunuyorlar.
Yani bu mantığa göre, her insanın bir ülkenin vatandaşı olmaktan kaynaklanan bir vatandaşlık maaşı hakkı doğuyor.
Böylece "hak" kavramının sosyal devlet savunucuları tarafından vahim bir çarpıtmasıyla karşı karşıya geliyoruz.
Bir insanın içinde yaşadığı toplumdan (karşılığını vermeden) düzenli bir gelir talep etmesi bir hak olamaz. Açları doyurmak ne devletin ne de siyasetin görevidir. İnsanlar kendi karınlarını kendi doyurur. Üretmek de, gelir kapısı yaratmak da tek tek insanların kendi görevidir. Devlet ve siyaset sadece, herkesin çalışma ve kazanma hakkını serbestçe kullanmasının önündeki engelleri temizler. Kendi yoksullarına sahip çıkmak, yaşlısıyla hastasıyla sahipsiz çocuğuyla toplumsal dayanışma içine girmek esas olarak toplumun işidir. Hayır yapmak tek tek bireylerin kendi kararlarıyla -kime yardım edeceklerini kendileri seçerek- gönüllü olarak yürütecekleri bir faaliyettir, öyle olmalıdır. Burada devlete düşen görev olsa olsa toplumun içinde zaten var olan dayanışma ve yardımlaşma ruhunu açığa çıkaracak formüller bulmakta yardımcı olmak, yani hayırseverlerin önünü açmaktır. Onların yerine geçmek değil!
Peki sosyal devlet savunucularının "vatandaşlık maaşı" dedikleri şeyi bir hak olarak görmesinin temelinde yatan ne? Bunun ardında toplumdaki gelir eşitsizliğini "gayrı ahlaki" bir durum olarak görmeleri yatıyor.
Önce hemen belirteyim ki, dünyada açlık sınırında yaşayan insanların varlığından üzüntü duymak ve onlar için bir şeyler yapmayı istemek başkadır bazı insanlar açlık sınırında yaşarken zenginin daha zengin olmasını "gayri ahlaki" bir durum olarak görmek başka... Gayrı ahlaki bir durum olarak algılıyorsanız, zengin dünyanın yoksul dünyaya el uzatmasını "suçluların bir diyeti" olarak görürsünüz, birincisinde ise insani değerlere sahip oluşunun bir sonucu olarak... Eğer suçun diyeti olarak görüyorsanız, zenginin (yani suçlunun) yoksula (yani kurbana) el uzatmasını zorunlu kılacak mekanizmalara yönelirsiniz; diğerinde ise gönüllüğü esas alırsınız.
Unutmayalım ki eşit olmayan gelişme, kapitalizmin içinde taa başından beri vardır. Gelir dağılımı tablolarındaki eşitsizlik de öyle. Bu tablolarda ortaya çıkan farkın birkaç puan büyümesi için özünü değiştirmez. Eğer bu ahlak dışı ise insanlık yüzlerce yıldır ahlaksız bir düzen içinde yaşıyor demektir. O zaman, kapitalist kârı hırsızlık olarak gören arkaik düşünceye geri dönmüş oluruz.
Eğer bunu yapmayacaksak kabul etmek zorundayız ki, ekonomik süreçlere ekonomi dışı zorbalıklarla müdahale edilmedikçe bu süreçlerin sonunda ortaya çıkan tabloları "ahlaklı" ya da "ahlaksız" olarak nitelendirmek, bu sonuçların "suçlular"ından ya da "kurbanlar"ından söz etmek ekonominin mantığıyla çelişir. Ve ekonominin içine ahlakı zorla tepiştirmeye kalktınız mı da, ortaya çıkan şey zora dayandığı için açıkça ahlak dışı olan komuta ekonomisidir.
"Yaşamak, geleceğini kurmak ve birey olarak mutlu olmak" gibi bireyin kendi sorumluluğunda olan şeyleri "hak" olarak adlandırıp bireysel sorumluluk konusu olmaktan çıkarmak ve bütün bunlardan toplumu sorumlu kılmak ise kolektivizmin bütün kaba sabalığıyla hortlatılmasından başka bir şey değildir.
Gülay GÖKTÜRK / BUGÜN
http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/...-makalesi.aspx
|
|
|