Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08-14-2011, 04:57   #27
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
Avrupa'da İslam Korkusu ve Irkçılık


Norveç'teki ırkçı/dinci saldırgan birçok masum insanı katlettikten sonra gözaltına alındığında, soğukkanlılıkla yaptıklarının "...toplumları uyandırmak ve gerçeklere dikkat çekmek için 'korkunç ama gerekli olduğunu' ve bu sebeple yaptıklarından dolayı pişman olmadığını" söylemiştir. Saldırganın kendi ifadeleri, dünyanın içine girdiği tehlikeli dönemi de bir kere daha gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Herşeyden önce, bir hiç uğruna öldürülen bunca masum insan için büyük üzüntü duyduğumu da belirtmek ister, ölenlerin ailelerine sabır ve başsağlığı dilerim.
Ortada herkesin dikkatle izlemesi gereken tehlikeli gelişmeler mevcuttur:
1- Avrupa'da ve dünyada sinsi sinsi artan bir İslamafobya mevcut. Norveç'teki bazı gösteri yürüyüşlerinde gençlerin eski Haçlı şövalyeleri gibi giyinmiş olmaları gözden kaçmamalıdır.
2- Avrupa'da ve özellikle Batı dünyasında yükselen bir ırkçılık gittikçe popüler olmaya başlamıştır. Mesela, ırkçı partiler (neo-Nazi) milli meclislerdeki temsil sayılarını arttırmaya başlamışlardır.
3- Özellikle Avrupa'da yeni bir sömürgecilik hırsı (neo-colonialism) ve girişimi başlamış bulunmaktadır. Gittikçe artan bir tempo ile adeta "açık bir politika" haline gelmektedir.
4- Gittikçe küreselleşen ve maddiyatın kölesi haline gelen dünyada, bu gidişatı önleyecek manevi denge unsurunun bulunmaması. Bunların tek tek incelenmesinde yarar vardır.
Sinsi İslamafobya:
Avrupa'nın bir çok ülkesinde hızla kendini hissettirmeye başlamıştır. Bu artış özellikle 2005 yılından sonra tırmanışa geçmiştir. Yeni Papa göreve gelince makam adı /sıfatı olarak kendisine "Benedictus" adını seçmiştir. "Yeniden düzenleyen, iyileştiren" anlamına gelen bu isim yaptığı çalışmalara uygun olmuştur. Papa 16. Benedik, "3. Millenyumu yani 2000'li yılların Asya ve Afrika'nın Hıristiyanlaşma yılları olacağını" ilan etmiştir. Hemen arkasından da Avrupa Birliği'ne, AB'nin bir "Hıristiyan Birliği" olduğunu hatırlatarak, Anayasasında bunun böyle belirtilmesi gerektiğini bildirmiştir. Belki bu konular günlük medyada çok tartışılmamıştır ama gereken yerlerde etkilerini yapmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası ülkelerini, geliştirmek, ekonomilerini kalkındırmak isteyen Avrupa devletleri, kendi ülkelerinde yeterince iş gücü bulamayınca kapılarını yabancılara açarak, "misafir işçi" sıfatı altında işgücü ithal etmişlerdir.
Ekonomik gelişmeler oldukça ülkelerdeki halklar "misafir işçileri" artık yük veya "onların işlerini kapan yabancılar" olarak görmeye başlamışlardır. O zamana kadar sağladıkları faydalar unutulmuş ve toplumda sinsi bir düşmanlık başlamıştır. "Misafir işçi"lerin büyük bir kısmı Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerdir. Avrupa'da kaldıkları yıllar uzayıp, nüfusları da arttıkça, manevi ihtiyaçlarını karşılamak için camiler yapmaya, dini eğitim merkezleri açmaya başlamışlardır. Çoğu zaman eski, terk edilmiş fabrikalardan bozma binalar camiye çevrilmiştir. 2005'den sonra bunlar daha göze batmaya ve özellikle de minareler istenmemeye başlamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse:
* İsviçre'de camilerin yanına minare yapmak-"şehrin siluetini değiştiriyor" gerekçesi ile yasaklanmıştır.
* Avusturya bu yasağı aynen almış ve uygulamaya başlamıştır.
* Danimarka, Hollanda gibi yerlerde İslam korkusu ve düşmanlığı aşırı noktalara taşınmıştır. (Karikatür krizi gibi)
* ABD'de Florida'da bir rahip merasimle Kur'an yakmıştır.
* Norveç'teki mason ırkçı genç ise, artık tüm Müslümanların bu topraklardan (Avrupa'dan) kovulması ve aynen Haçlılar döneminde "Tapınak Şövalyeleri"nin yaptığı gibi Müslümanlarla mücadele edilmesi gerektiğini, 1500 sayfalık bir manifesto ile açıklamış ve yayınlamıştır.
Yükselen Irkçılık:
1945 sonrası Avrupa devletlerinin ekonomik ve sanayi kalkınma hamlesindeki ağır iş temposuna dayanacak, yeterince genç nüfusun Avrupa'da olmaması sebebi ile yabancı işçilere kapılar açılmışır.
İki dünya savaşı arasında başka kıtalardaki toprakları sömürge gibi kullanan birçok Avrupa devletinin halkları, ülkedeki zor işleri yapmaya yanaşmamıştır. Eski sömürgeciliğin rahatını aramışlardır.
Gelen yabancılar, sessiz hizmetkarlar olarak, verilen ücretleri minnetle kabul edip, çalıştıkları müddetçe hiç bir sorun olmamıştır. Ama onlar da eğitim alıp, herkes gibi o ülkenin şartlarından yararlanmaya başladıkları andan itibaren "rakip" gözü ile görülmeye başlanmışlardır.
Avrupa ve Batıda ırkçılık bu şartlar altında artmaya başlamıştır. Irka ve renge dayalı aşağılama ve ayırımcılık çok eski bir olay olup, özellikle de Avrupalılar ve Amerikalılar arasında yaygın olan bir uygulamadır. Avrupalılar, diğer ırkların daha aşağı yaratıklar oldukları ve bu sebeple "Beyaz Adamın" yardım ve önderliğine muhtaç olduklarını önce kendilerine ve sonra da dünyaya inandırmışlardır. "Avrupa'da ırkçılığın yükselişi" Avrupa'nın ekonomik kaderi ile yakından ilgilidir.
Yeni sömürgecilik hissi:
Başka ülkeleri sömürmek üzere geliştirdikleri "sömürgecilik politikalarının" sosyal ve psikolojik alt yapısını "ırkçılığa dayandıran" Avrupalılar, özellikle 60'lı yıllardan itibaren bu sömürgelerini kaybetmeye başlamışlardır. Yıllar süren eski rahat lüks ve zengin yaşamları gittikçe azalmış ve 2000'li yıllardan sonra da iyice inişe geçmiştir. Bugün Avrupa ekonomileri iflasın eşiğindedir.
Ülkelerindeki ekonomik durumun seviyesi, iş imkanları kadar, "yabancıların da en az kendileri kadar iyi olmalarını" kabullenememe durumu Avrupa'daki ırkçılığın hızla artışına sebep olmaktadır.
Birçok yerde ırkçılık ve koyu dini taassup (islamafobya) birbiriyle kaynaşarak, bir "sosyal zehir" meydana getirmektedir. Buna bir de "sömürgecilik isteği ve itisi" de karışınca bu üçlü karışım sosyal dengeleri alt-üst edecek bir silah haline dönüşmektedir.
Bunun en etkin kullanımı, Libya'da Fransız, İngiliz, Hollanda ve İtalya ile birlikte ABD'nin saldırıları sırasında müşahade edilmiştir. Sudan ve diğer Afrika ülkelerinde de aynı şey uygulanmaktadır. "Arap Baharı" adeta Avrupa'nın bu itisine fırsat veren bir kaos ortamını oluşturmuş, onlar da bundan faydalanmışlardır.
Küreselleşen dünya:
Küreselleşme, maddiyatçılığın herşeyin üstüne çıktığı bir ekonomik dönem olarak düşünülürse, üstte konu edilen tüm olaylara adeta hem ortam oluşturmuş ve hem de ondan yararlanmış bir denge ve düzeni ifade etmekte olduğu görülür.
Maddiyatın merkez haline geldiği, küreselleşen bir dünyada manevi değerlere, vicdan ve adalete pek yer kalmamıştır. Bunların olmadığı yerlerde de diğer değer ölçülerinden bahsetmek güçtür.
Bugün Norveç'te yer alan menfur olay sadece bir "çılgın"ın münferit bir olayı olmayıp, korkulacak bir yeni akım ve dönemin haberci işareti olarak kabul edilmeli ve hızla buna karşı önlemler alınmalıdır.


MİLLİGAZETE
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır