![]() |
#1 |
![]() ![]() "Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller… Aşk… kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası… Aşk… Elif Şafak’tan arayışa, gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman. " Yayın Yılı: 2009 420 sayfa ISBN:6051111070 Dili: TÜRKÇE
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Teşekkürler efendim.. Okumayı arzuladığım kitaplar arasında..
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() + vereceğim insallah abi
![]() sağol ![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Okumak isteyene tez davranmasını, niyeti olmayana da okumasını tavsiye edeceğim bir kitap. Hisettiğim bu güzel duyguları daha fazla insanın anlamasını isterim
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Kitabı okurken Mevlana ve Şemsi Tebrizi'nin hayatına daha da fazla ilgi duymaya başladım ve her gece yatmadan önce Mesneviyi okuyorum artık.. Yalnız Aziz ve Ella aşkının daha düzgün yaşanmış olmasını dilerdim gördüğüm tek eksik nokta bu diyebilirim. Kesinlikle okunmaya değer...
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() evet duymulştum bu kitabı ama okumak nasib olmadı inş nasib olurda okurum tskler
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() bu kitabı okumuştum,güzel denilebilir...
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() bencede cok güzel ve hoş bir kitap ilk çıktığında sadece pembesi vardı şimdi erkekler için griside cıktı
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() Elif Şafak'ın kitaplarına para vermedim. O kitabı almak için verilen paralara da yüreğim yanar. Diğer kitaplarını şimdilik bir tarafa bırakarak bu meşhur daha doğrusu meşhur edilen (!)kitabın da ki sosyo-psikolojik zehiri paylaşmak istiyorum.
![]() “AŞK ile aldatmak ve Elif Şafak” Elif şafak'ın Aşk isimli romanını okurken Yavuz Bülent BAKİLER' in “Kılık Kıyafetin sarmadı beni” dizelerini düşündüm. “Bizden renk bizden ses olmadığını” vurguluyordu şiir. Güzel Türkçemizde kılık, kılk, kılınç'ın anlamı ahlak, huy, tavır, iş, amel olarak ifade ediliyordu. Divanü Lügati't Türk, Kutadgu Bilig, yazılı ve şifahi kültür eserlerimiz Milletimize bu ifadeyi asırlarca hatırlattı. Halkımız “kılık kıyafetine yani ahlakına ve şemaline dikkat etmeyi” öğütledi evlatlarına. Fakat “Elif Şafak”ın 100.000 pembe, 200.000 gri ve daha kaç siyah baskısının yapılacağını bilemediğimiz “AŞK” isimli romanında bu değerlerin hiç önemi yoktu. Elif Şafak'ın kitaplarına para vermedim. Velev ki bir arkadaşım veya yakınım yanlışlıkla aldıysa onlardan ödünç alır okur geri veririm. O kitabı almak için verilen paralara da yüreğim yanar. Diğer kitaplarını şimdilik bir tarafa bırakarak bu meşhur daha doğrusu meşhur edilen (!)kitabın da ki sosyo-psikolojik zehiri paylaşmak istiyorum. “Şafak” kitabında hastanın tedavi edildiği ameliyatının yapıldığı ve son anda hastaneden taburcu edilirken hastaya virüslü bir enjektörü batıran gizli bir eldir. Diyeceksiniz ki bu hükme nasıl varıyorsun? Eğer roman dikkatli ve hitamına kadar okunursa maksadın Tasavvuf aşkını insana tanıtmak, ilgi uyandırmak ve sevdirmek olmadığını anlayabilirsiniz. Tabii ki Tasavvuf hareketi İslam düşüncesinde mümtaz bir yere sahiptir. Milyonlarca insan O yolun açtığı gönül gözleri ile İslam'la müşerref olmuşlardır. “Şafak” ise ne anlatır aşk romanında? İnternetten kopyala yapıştır yöntemi ile bunun gibi nice kitaplar yazılabilirdi. Kitap günümüzde ve 1200lü yıllarda geçen iki olay üzerine kurgulanmış. 1200lü yıllardaki olayı “aziz” ismindeki günümüz tasavvuf araştırmacısı diyebileceğimiz bir gezgin tarafından yazılır. Olay Mevlana ve Şems'in arasındaki İlahi Aşk'ı, dostluğu anlatır. Bunlar konunun ilgilileri tarafından da bilinir. Günümüz de geçen bölümü ise “ella” isimli Amerikalı evli bir bayanın ailesi ile olan ilişkisi ve “aziz” isimli yazara karşı hissettiği duygular ve aşktır. Romanda “aziz” geçmişine tövbe etmiş “Mevlana ve Şems”i araştırmış yazıya geçirmiş örnek bir model olarak gösterilir. Fakat “şafak” bu örnek şahsiyete Boston'da “ella” ile bir otel odasında buluştuğunda nasıl bir rol verir. ella'da ki karmaşık duygular ve bunalımlar ailesine ihanet etmek isteyen bir insanı yansıtır. Özellikle sayfa 369 da “aziz”'in şu tavırları onlarca anlatılan tasavvuf örneklerini kurallarını ise yer ile yeksan etmektedir. “aziz uzanıp ella'nın saç topuzunu tutan iğneyi çekti sonra da onu usulca kanepeye doğru itti, böylece sırt üstü dümdüz uzanmasını sağladı. ella aniden Aşk Şeriatı'nı hatırladı. Ama bir şey söylemesine fırsat kalmadan aziz elleriyle ella'nın bedeninde gittikçe genişleyen daireler çizmeye başladı. Aşağıdan yukarıya, ayak bileklerinden yüreğine doğru genişleyen çemberler…Parmak uçları sıcacıktı. Dokunduğu yere tuhaf bir enerji yayıyordu. Parmakları mum gibi yanan adam…” Şimdi okuyucuya soruyorum? Bu kitap da ne anlatıldığı iddia ediliyor. Tasavvuf hayatının iki zirvesi Mevlana ve Şems'i bize dolaylı olarak tanıtan “ aziz” isimli günümüz aşk ve irfan ehli insanların olabileceği. Peki bu insanın ella ile arasında geçen sahneyi “şafak”ın kurgusu olduğunu düşünürsek okuyucuda oluşan olumlu düşünce şöyle bir sonuca bağlanmaz mı? Demek ki İnsan-ı Kamil dediğimiz bir insanın evli bir bayanla sayfa 369'da aralarında geçen topuklarından göğüslerine kadar devam eden ten temasında hiçbir sakınca yoktur. Lütfen tasavvuf ehlinde böyle bir şey olabilir mi? “aziz'in parmakları karnından yukarıya kaydığında ella göğüslerinin daha diri, daha dik olmamasına hayıflandı” Demek “şafak”ın anladığı ve bu topluma öğretmek istediği tasavvuf bu imiş. Bunun reklamını yapan takva iddiasında olup istikametlerinin ne olduğu bilinmeyen gazetelere ve yazarlara ise ne söyleyebilirim? Onlar yüce Allah'ın ve Güzeller Güzeli Resulu'nun Cemaline Şems'i Tebrizi'nin Mevlana'nın cemaline nasıl bakacaklar.? “Allah indinde Din İslam'dır” ayetine karşı romanın bitiş sayfasındaki “hilal ay, altı köşeli yıldız, haç, yin yang vd.” maksad-ı şafak'ı ne güzel anlatıyor. Vahdet-i Vucut ne elif şafakların enjekte etmeye çalıştığı gibidir ne de simgeleri bir araya getirerek zihinleri bulandırmak istendiği gibidir. Mevlana “Muhammed Mustafa'nın ayağını tozuyum” "Kur'an'ın bendesiyim" derken her halde “dinler arası diyalogcuların” söylediğini söylemiyordu. Mevlana ne demişti: “Bu canım var oldukça ben Kur'an'a tutsağım Muhammed Mustafa'nın yolundaki toprağım Benden başkaca bir söz nakledenler olursa Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım” Şemsi Tanımak isteyen ise O'nun Makalat'ını (Konuşmalar)okur ve İslam'ın Güneş'ini orada görür. Yoksa kitapda anlatıldığı gibi Şems ne fal bakar ne de evlilik gecesi kitapda kendisine atfedilen sözleri söyler. Sayfa 372 Yazar'a göre Kimya der ki “bakire değilim sanırlar”. Yazara göre Şems'in tepkisi: “Ne demekti bu? Cemiyetin bu saçma sapan kuralları kanımı donduruyordu. Bu tür köhnemiş törelerin, insanı insana kırdıran adetlerin, Allah'ın yarattığı mükemmel eserle ilgisi yoktu.” Şafak'a ve şafak gibilere göre olmayabilir di. Fakat Bunu Allah Velisi Şems'e söyletmeye hiç mi hiç hakkı yoktu. Şems-i Tebrizi Makalat isimli eserinde “Benim hiç kimseden dünya ile ilgili bir isteğim yoktur. Bende Hazreti Peygamberin armağan kabul etmesi adetine uygun davranışta bulunmak arzusu vardır.” (Şems-i Tebrizi Konuşmalar.Hürriyet yayınları cilt.1.1974.sf.194) demektedir. Bilgisayarın tuşlarına parmaklarımı vururken Aziz Türk Milleti üzerine daha ne kadar oyunlar oynanacak ve milletimize bunu fark ettirmemek için gözler nasıl boyanacak diye düşünüyorum. Boyamak için Aşk'ın tertemiz rengini bile kirletmekten utanmayacaklar. Türk ve Dünya edebiyatından muhteşem kalemleri tanıtmaya hiç kimse bu kadar hevesli olmamıştı. Üç dört yıl evvel “ Ferrarisini Satan Bilge” “Ferrarisini geri alan Bilge” kitapları ile halkımız altı ayda ruhi olgunluk maceraları ile aldatılıyordu. Önceleri Kitaplar yok sattı. Sonra gazeteler hediye etmeye başladılar. Halbuki Yunus Emre'nin sembolikde olsa “kırk yıl” odun taşıması “hakikat cevherinin” Tabduk gibi Tabduk'suz, Yunus gibi Yunus'suz bulunamayacağını tembihliyordu. Şimdi ise elif şafak ve eselerini sunmak için bir birleri ile yarışanları kendi söyleşileri ile baş başa bırakıyorum. Belki de bunları bir çoğumuz okumuş da olabiliriz. Gazeteler internet siteleri birbiri ile yarış ederek kitabı tanıtıyorlar tavsiye ediyorlar. Bulunduğum ildeki kitapçılar kitabı yok satıyor. Dini hassasiyetleri olan kitabevi mensuplarına bile yukarda bahsi geçen sayfaları okutunca sonuç değişmiyor. Sadece istek fazla PARA KAZANIYORUZ diyerek geçiştiriyorlar. Peki sahteler hakikilerden daha fazla talep ediliyorsa hakikiler niçin ön plana çıkarılmıyor diye sorunca yine sukut un tokatı geliyordu. Saf Gönüllü Temiz Yürekli Türk Milletinin güvendiği gazeteler“elif şafak”'a ve benzerlerine sutunlarını açıyorlar. Milli Haysiyetimiz, Milli Şuurumuz ruhumuzun derinliklerinden sökülüp atılmaya çalışırken sessizliklerini koruyorlar. Yıllarca ve halen Aziz Türk Milletinin dini hassasiyetlerine hitap eden Zaman gazetesinden iki örnek vermek istiyorum. “Roman içinde roman, aşk içinde aşk” Ali Pektaş 04 Mart 2009, “Yazar Elif Şafak da yarın okurlarla buluşacak son romanı 'Aşk'ta, kalemini bu kavramın farklı katmanlarında gezdiriyor. Aşk, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor okuyucusuna. Şafak, günümüzle geçmiş arasında bir köprü kurarak, bugünün insanının sorunlarını ve sorularını roman kahramanlarının hayatlarıyla ve Şems'in '40 Altın Kuralı'yla cevaplıyor: Bu romanda okura yüreğimi açtım. Tasavvuf benim sırrımdı, o sırrı aşikar ettim. Şems ve Mevlana hakkında bir kitap yazayım arzusuyla kaleme almadım bu kitabı. Ben "aşk"ı anlatmak istedim. Buydu çıkış noktam. Hem dünyevî hem manevî boyutlarıyla aşkı yazdım. Zıt gibi görünen karakterleri yan yana getirerek evrensel bir öz yakalamayı arzuladım. 2008 senesinde Boston'da yaşayan üç çocuk annesi mutsuz bir Yahudi Amerikalı kadın için Mevlana ne ifade ediyor, bu sorunun cevabını kovaladım.” İkinci söyleşi: “Elif Şafak: Aşk, bu dünyayı aşan bir duygudur” Sevinç Özarslan 07 Mart 2009, “İnternette herkes Aşk romanınızın çıktığını birbirine haber veriyor. Beklenen şarkı gibi, beklenen bir roman mıydı? İlla bir aşk romanı değil ama muhakkak bir roman beklentileri vardı. Çok e-mail alıyordum. Yolda görünce çevirip soruyorlardı. Çünkü Siyah Süt, tam bir roman değildi. Otobiyografik eserdi. Bence Türkiye'de çok iyi bir roman okuru var. Bunların büyük bir bölümü de kadın. Aralarında aşk üzerine yazmamı isteyenler oluyordu. Ama aşkı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak düşünmeyin. İlahi aşkın da içinde olduğu bir roman beklentisi vardı. Ella gibi kadınlar çok fazla Avrupa'da ve Amerika'da değil mi? Evet, Ella gibi kadınlar çok fazla. Türkiye'de de çok fazla. Isparta'da ya da Rize'de yaşayan bir ev kadınına Ella gibi karakter ne ifade ediyor? Ella ilk bakışta Amerika'da Boston'da yaşayan Yahudi bir kadın. Zengin bir hayatı var. Ama bir sıkışmışlık, eksiklik hissi içinde. Bu hissi belki Burdur'daki, İstanbul'daki, İzmir'deki kadın da biliyor. Zahirideki ayrımları kaldırdığınızda altta kalan hikayeler benzer ve evrensel. Birbirimizle bu noktalarda empati kurabiliriz. Mutsuz bir evliliğin içine hapsolmuş ama oradan çıkmak için veya kendini dönüştürmek için çaba göstermeyen, hayatı akışına bırakan çok insan var. Cesaretleri yok belki de, Ella cesaretli bir kadın. Evet cesaretli bir kadın ama savaşçı bir kadın değil. Hatta bütün hayatı boyunca mütevazı ve munis bir yaşam sürmüş, sessiz biri. Öyle bir kadının dönüşümü beni çok heyecanlandırıyor. Bir de bütün hayatını planlar, programlar yaparak geçiren bir kadın. Böyle birçok insan tanıdım. Çantalarına ajandalar, özel notlar koyan, üç ay sonrasını inceden inceye planlamış. Böyle bir kadının "yarın" saplantısından vazgeçmesi ve şimdi, şu an aşkı yaşamayı tercih etmesi oldukça radikal bir dönüşüm. Bu kitabın en önemli bölümüydü benim için. Çünkü Aziz ona yarın vaad eden bir adam değil. Aslında kimse kimseye yarını vaad edemez bu dünyada. Ama öyle zannediyoruz ve öyle yaşıyoruz.” “şafak”, “ella” gibi anneler Türkiye'de de çok diyor. Söyleşiyi'yi yapan gazeteci hayır yok diyemiyor. Nedir “iffet” nedir “haya” ? Vatan gibi bayrak gibi hürriyet gibi Mukaddesler mukaddesidir bunlar. Bu Kavramları, bu değerleri Türk Milletinin bildiği gibi ne eski Yunan'ın filozofları ne Yeni Batı'nın sosyologları bilebilir. Şafak'ın annelerimize sunduğu “aziz” modellerine Isparta'da, Rize'de, Burdur'da, İstanbul'da, İzmir'deki annelerimiz itibar etmez. Sarı Denizden Ak Denize kadar hiçbir Türk Anası itibar etmez. Haremine el değdirmez. Evladını ak sütü ile emzirdiği memesine değil el değdirmek “aziz” modelini kilimine, halısına bastırmaz. Şafak'tan önce toplum olarak öncelikle tasavvuf klasiklerini okumalıyız. Muhyiddin ibn Arabi “İlahi Aşk” isimli klasiğinde “kadın” mürşidlerinden bahsederken nasıl bir edep sergiliyordu. Aşk şerefli bir makamdır varoluşun aslıdır derken tepeden tırnağa zahirden batına evvelden ahire aşk'la doluyordu. Mevlanaları, Şemsleri Yunusları, Niyazi Mısri'leri Rabiaları ve daha nice Allah dostunu destanlaştırmış romanlaştırmış nice yazarlar yazarlarımız mevcut. “Samiha Ayverdi” “Nezihe Araz” “Emine Işınsu” ve “Annemarie Schimmel” gibi kaleminin ve birikiminin hakkını veren fikir ve edebiyat insanları bunlardan birkaç bayan kalemlerimiz. Bu gönül insanları Tasavvufi şahsiyetleri kaleme aldılar. Hiç birini “şafak”kadar gazeteler, yazarlar tavsiye etmedi, takdir etmedi. Kiminin intisaplı olduğu tasavvuf yolunu eleştirdiler kiminin katılmadıkları veya eleştirdikleri satırlarına takıldılar kaldılar. Samiha Ayverdi'nin eserlerinden bazıları yetmişli yıllarda Kültür Bakanlığınca basıldığında “Akşemseddin'den” “Mevlana” dan hiçbir şey anlamadıklarını sözleri ile isbat eden sözde aydınlar politikacılar çıkmıştı. Samiha hanım Allah Aşığı, Türk aşığı, Türkçe aşığı idi.Tabii Samiha Hanımın “Türkiye'nin Ermeni Meselesi” ve “Misyonerlik karşısında Türkiye” isimli dev gibi eserleri de vardı. Elif şafak'ın ise “Baba ve P…” isimli romanı vardı. Türk milletine hakaret dolu satırlarını bir gecede sabaha kadar okurken yüreğim ve ciğerlerim yırtılacak sanmıştım. şafak'ın “Baba ve P…”romanındaki ithamların bu kadarını dürüst hak sahibi ermeni bir insan yapmazdı. Okuyan düşünen bir ermeni, komitacıların hayalleri ve haçlıların aldatması ile Türk Milleti'ne en zor günlerinde neler çektirildiğini bilirdi. şafak, Türk Milletinin vicdanında halen beraat etmedi, edemiyecek. Tekrar konumuza dönersek yakınlarda Hakk'a yürüyen Nezihe Araz'ın “Dertli dolap” eserini gençlik yıllarımda kaç arkadaşıma tavsiye ettiğimi unuttum. “Aşk Peygamberi Mevlana'nın hayatı” isimli eseri de Türk klasiği olmayı hak etmişti. Nezihe Araz'ın para psikolojik, spirtualist eserleri tartışmaya açıksa da tasavvufi eserleri takdire şayandır. Allah uzun ömürler versin Emine Işınsu'nun Tasavvufi romanlarını kaç insan okudu. Kaç insana hediye ettik, tavsiye ettik. Annemarie Schimmel, Mevlana ve Muhammed ikbal uzmanı idi. İkbal ile ilgili eserleri ve Mevlana'nın hayatını anlatan “Ben Rüzgarım Sen Ateş” eseri Türk okurunun dikkatinden uzak kaldı. O'nun daha ziyade sayıların gizemi ve benzeri popüler olabilecek eserleri tanındı, tanıtıldı. Aziz dostum, tıbbiyeden arkadaşım “Dr. Hayati Bice”'nin “Global Planlarda Tasavvuf” (http://www.haber10.com/makale/16375) isimli makalesini okuyunca ifadelerimin stratejik açılımını da bulacağınızı düşünüyorum. Çoğu kez olduğu gibi sahteler meydanları doldurmuş durumda. Onların isminin elif olması şafak olması bizleri aldatmasın. Unutmayalım Kainatlarda, Alemlerde ve insanda daima hakikatle sahtelerin mücadelesi vardır. Özü (müsemması) Elif olanları şafak olanları bulmamız duasıyla. Tanrı Türk Milletinin Yar ve Yardımcısı olsun. O'nu Hz.Muhammed Mustafa yüzü suyu hürmetine, Peygamberler hürmetine, Ashab-ı Güzin hürmetine, Ehl-i Beyt hürmetine ,alimler hürmetine, şehidler hürmetine, masumlar hürmetine, veliler hürmetine Kainatlara hediye olacak kıvama kavuştursun. Sözlerimi medeniyetimizin geleneği olan şu cümle ile bitirmek istiyorum: “Her şeyin doğrusunu Hz. Allah (CC) bilir.” Yanılgılarımdan O'na sığınırım. Sevgi, selam, dostlukla Hilmi Özden http://www.habervaktim.com/haber/973...iren_yazi.html bu kitabı okudum çok begendim ilginc bir kitap çok sevdiginiz vakit onada kulp buldu ben kitabı okursan mevlanayı Şems merak ediyordum vakitciler ve hilmi bir kac sahnede olan öpüşme ve yatma sahsenisi ilgileri cekmis yobazın fikri neyse zikride o olur |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
![]() İyi bir roman. Ama roman. Ama sadece roman. Akıcı bir üslup. Aksiyonu eksik değil. Cinayet var. Entrika kol geziyor satırlarda. Cinsellik ve hatta erotizm bile var. Dinsellik had safhada. Yeri geliyor, keskin ve sarsıcı bir vaaz dinliyorsunuz. Yeri geliyor, vahyin en derindeki akıntılarından mistik kokular alıyorsunuz. Bu dünya ve öte dünya öyle içiçe ki, bir anda kendinizi ahiretten dünyaya bakarken buluyorsunuz. Müthiş! Aşk'a gelince, ön kapaktan arka kapağa kadar her satıra sızmış. Flörtüöz takılmalar, dokunmalar, öpüşmeler... Siber boyutlara kadar taşmış romanın aşk/ın boyutları...
Böyle bir roman her yerde kolayca bulunur. Yazanların, yazabilenlerin ellerine sağlık. Henüz bir roman bile yazamamış bir adamım. Belki de kıskanıyorum. Rabbim hassetten korusun. Beni ilgilendirmez de yazılanlar. Bana düşmez de hesap sormak... Hele eleştirmek asla haddim değil. Ama... Modernist düşüncelerin sığ ve paspal uzantılarını yalakalık ve sululuk üzerinde akan söylemlerini Hazreti Mevlânâ'nın ağzına koyuyorsan, Helal ve haram sınırlarının kasıtla aşındığı, aşıldığı laubali el hareketlerine, kaçamak bakışlara, doğallık ve içtenlik kılıfına gizlenmiş şehvet kıpırtılarına Hazreti Şems'i özne yapıyorsan, Bir de "sufilik" ve "sufi" gibi kavramlar üzerinden sanki "müslümanlık" ve "müslüman" hiç yokmuş gibi, olsa bile kale alınası değilmiş gibi, ana akım dinî yaşantıyı kenara itip Hz Mevlana ve Hz. Şems üzerinden, kadınların "dinsel dans" ederek kıvırtmalarının teşvik edildiği, sanki tesettür hiç olmamış, namazı hiç duyulmamış, şarap içilse n'olurmuş ki vurdumduymazlığını ince ince besleyen, "mühtedi" bir adamın hem de ömrünün son demlerinde bile isteye zina edebildiği kaçkın ve serkeş bir "yeni din" telkin ediyorsan, Herkese -evet, evet herkese- farz olan "tasavvuf"u, bir tür "alternatif İslam" gibi, sanki birilerinin lüksü ve hobisiymiş gibi "şeriat"ın yani İslam'ın karşısına ve yerine koyma teşebbüslerine katılıyor ve katkıda bulunuyorsan, Kadının, vahiyce net olarak tanımlanış, isteyenin azıcık kafa yorma pahasına pekâlâ hakikatini öğrenebileceği asıl ve asil yerini, Hazreti Mevlana'nın ve Hz. Şems'in hanımları üzerinden ırgalamaksa niyetin, Romansı kurgular hatırına iffetle anılması gereken bir İslam büyüğü ve hanımının "gerdek gecesi" detaylarını kanlı çarşafa varıncaya kadar görmüşcesine, göstermek isterlercesine, en azından gösterilmesini dert edinmediklerini ima edercesine fantezi konusu haline getirmekte sakınca görmüyorsan, Ayrıca, inanmadığım ve inanmak istemediğim iddialara göre, içimizden biri ve bir müslüman olarak, tüm bunları bize üstten ve dışarıdan bakan bir oryantalist edasında ve sistemli olarak icra ediyorsan... ..."aşk"ın sonunu getirdin, aşk'ı aşkın'ın karşısına koydun demektir. İnsanın içine işleyen üslubunun; farklı, itilmiş ve unutulmuş olanı gören/gösteren sıradışı bakışının, bizim "buralı" olarak kanıksadıklarımızı bize yeniden hatırlatarak aklımızı bıçak sırtında tutan tahlil yeteneğinin, birilerinin tanımladığı "Aşk"ı değil, bizim "Muhabbet"imizi anlama/anlatma yolunda istihdam edilmesi için dua etmekten başkası gelmiyor elimden, dilimden... Kalbimin ettiğini ise saklamayayım. Kalbimde buğz yok değil yazdıklarına... Yazılanların tahrip gücünü sezdiği kadar, hikayeleştirilerek "gizlenen", vahiyle bağı koparılarak "silikleştirilen", sığ tercümelerle "klişeleştirilen" malum Rumi figürüne katkısını da "görüyor." Buğzum var ama kinim yok; olsun da istemiyorum. Zira, Hz. Mevlana'nın yorumuyla "buğz" hastalık yapan bakteriye ya da virüse düşman olmaktır; "kin" ise hastaya düşman olmaktır. Vahiy buğzu emreder, kini kınar. http://www.senaidemirci.net/yazilar....&makaleid=2572 Kitaba karşı fikirlerim değişdi.. Aylar önce aldım okumak için henüz okumadım.. Okumayı düşünüyorum lakin bu önyargı ile.. Yazık hayal kırıklığına uğradım.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
aşk, elif şafak, roman |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|