![]() |
#1 |
![]() ![]() Herhangi bir konuda başı-sonu, hedef ve gayesi belirlenmiş; disiplinli, derin ve sistemli düşünme mânâsına gelen tefekkür, esasında bir peygamberlik mesleğidir. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun mübarek beyanlarına ve hayat-ı seniyyelerine bakıldığında bu hakikat açık ve net bir şekilde görülür. Mesela tefekkür ile alâkalı bir nurlu beyanında O (sallallâhu aleyhi ve sellem); “Tefekküre denk ibadet yoktur; öyle ise gelin Cenâb-ı Hakk’ın nimet ve kudret eserlerini tefekkür edin! Ama zinhâr Zât-ı Bârî’yi tefekküre kalkışmayın. Zira O, insan düşüncesini aşan bir mevzudur.” (el-Beyhakî, Şuabü’l-iman 1/136) buyurmaktadır. Görüldüğü üzere Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Cenâb-ı Hakk’ın zâtı dışında her şeyi tefekkür sahası içine dâhil etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bizzat kendisinin de eşya ve hâdiseleri sürekli hallaç ederek, hep tefekkür ufkunda tefekkür yörüngeli bir hayat yaşadığını müşâhede ediyoruz. Mesela bir hadis-i şerifte O’nun bu hâli bize şöyle anlatılır: Allah Resûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir gece kalktığında gözleri hüzün dolu bir şekilde, “Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır. Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: ‘Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!’” (Âl-i İmran Sûresi, 2/190-191) âyetlerini okudu; okudu ve gözyaşları içinde derin bir tefekküre daldı. Sabah namazı için ezan okumaya gelen Hazreti Bilal kendisine, “Ya Resûlallah! Kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun? Allah, geçmiş-gelecek bütün günah yollarını Sana kapattı.” dediğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); “Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabb’ime, ihsanı ölçüsünde şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhârî, Teheccüd, 6) Hayatının her karesini böylesine tefekkür atkılarıyla örgüleyen Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), kendisine atfedilen bir sözde mü’minin sözünün hikmet, sükûtunun da tefekkür olması gerektiği tavsiyesinde bulunur. Bu ifadeden mü’minin hâlinin iki hususa bağlandığını görmekteyiz. Bir; mü’min konuştuğu zaman mutlaka belli bir hikmet, maslahat ve hayır gözeterek konuşur. İki; konuşulacak mevzuda böylesi bir hikmet ve hayır söz konusu değilse o zaman mü’min sükûtu tercih eder. Ancak onun bu sükûtu boş boş, tembel tembel durma şeklinde anlaşılmamalıdır. O, sükûtîliğine bir anlamda uhrevîlik boyası çalar, tefekkür etmesi gereken meseleleri düşünür ve neticede onu bir tefekkür zemini hâline getirir. Bu sebeple diyebiliriz ki tefekkür yörüngeli bir hayat yaşama, kâmil mü’minin mütemadi hâlidir. Tefekkürünüz muhtevasına göre kıymet kazanır Ne var ki, asrımızda Müslümanlarda kıtlığı yaşanan en önemli hususlardan birisi tefekkürdür. Bu itibarla insanımızın tefekkür yolunda yaya olduğu söylense zannediyorum mübalâğa yapılmış sayılmaz. Mesela günümüzde ümmet-i Muhammed’in, tarihinde hiçbir zaman olmadığı ölçüde bela ve musibetlere maruz kaldığı bir vak’adır. Ancak Müslümanların beyin zonklatıp, fikir üretip alternatif çözüm yolları araştırarak bu belâ ve musibetlerden sıyrılmak için kayda değer bir şey yapmadıkları da ayrı bir vak’adır. Hâlbuki bu vartadan çıkış ancak tefekkürle olacaktır. Bu sebeple tefekkürü sadece Cenâb-ı Hakk’ın ef’âl ve esmâsının cilvelerini düşünme, lütfettiği nimetleri teemmüle koyulma ve böylece iman ve mârifetimizi derinleştirme şeklinde anlamamamız gerekir. Elbette ki bu hususlar tefekkür adına çok önemlidir; ancak din-i mübîn-i İslâm’ı bütün cihana duyurma.. varsa bunun önündeki gaileleri bertaraf etme.. o gailelerin bertaraf edilmesi adına alternatif düşünceler üretme… gibi hususlar da tefekkür kategorisi içinde mütalâa edilmelidir; mütalâa edilmelidir çünkü bir mü’minin en temel vazifesi i’lâ-yı kelimetullahtır. Yani Allah’ın adının gönüllerde yüceltilip yayılması için cehd ve gayret içinde olmaktır. Elbette ki Cenâb-ı Hak, her zaman mütealdir, O’nun adı zaten zâtında yücedir. Ancak zâtında yüce olan bu yüceliğin gönüllerde duyulup hissedilmesini sağlamak da bir mü’minin varlık gayesi, en temel vazifesidir. İşte bu itibarla diyoruz ki din-i mübîn-i İslâm’ın, bütün bir yeryüzünde gönüllerde bir kez daha şehbal açması için sürekli fikir çilesiyle oturup kalkma, hep o mevzu etrafında tedebbür ve teemmülde bulunma, çözüm adına değişik yol ve yöntemler arama, onunla uykuların kaçması ve o ızdırapla geceleri kalkıp deliler gibi dolaşıp durma.. evet, bütün bunlar hem de âlî derecede tefekkür kategorisine giren hususlardır. Zira tefekkürünüz neye taalluk ediyorsa taalluk eden mevzuun kıymeti ölçüsünde sizin tefekkürünüz de kıymet kazanır. Bir mü’min ızdırapla kıvranıyor ve Efendiler Efendisi’nin namını en üst seviyede insanlığa duyurmak için fikrî cehd ve gayret içinde bulunuyorsa, işte onun bu tefekkürü âlî derecede bir tefekkür demektir. Bu noktada yukarıdaki ifademizi bir kez daha hatırlayabiliriz: Bizim düşüncemizi bağladığımız mevzû ne ölçüde kıymetliyse, tefekkür ameliyemiz de o ölçüde değer kazanacak, kıymetli hâle gelecektir. Sakın Ye’se Kapılma Bildiğiniz gibi, hayatını ibadetle geçiren Esved b. Yezîd en-Nehâî vefat ederken çok korkuyor ve çok ağlıyor. Gelip diyorlar ki; “Nedir bu hıçkırıklar, günahlarından mı yoksa ölmekten mi korkuyorsun?” Bunun üzerine o büyük Hak dostu, “İnne’l-emra ciddün – Hayır hayır, iş çok ciddi; ben günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” diyor. Vefat ettikten sonra rüyada görüyorlar; “Orada ne muamele gördün, nasıl karşılandın?” diye soruyorlar; “Vallahi, nübüvvetle aramda dört parmak bir mesafe kalmış gibi muamele ettiler.” cevabını veriyor. Esved b. Yezid, Alkame, İbrahim Nehaî.. gibi insanlar rıza-yı ilahiye muhalif bir davranışta bulunma korkusuyla yaşamış, hayatlarını havf ufkunda sürdürmüş; hayır adına yapıp ettiklerine ve ibadet u taatlerine hiç bel bağlamamış, imanlı olarak ölememe endişesini hep taşımışlardır ama bütün bunlara rağmen ümitsizliğe de katiyen düşmemiş, rahmet-i ilahiyenin onların imdadına da yetişeceği recasını gönüllerinde hep canlı tutmuşlardır. Allah dostlarının hiçbirisi ye’se düşmemiştir; çünkü Hazreti Üstad’ın ifadesiyle; Yeis, mâni-i herkemâldir.. Ümitsizlik hastalığına yakalananların kemale ve tamamiyete yürümeleri mümkün değildir. İnsanın kendisini yetersiz, eksik ve nâkıs görmesi onu ümitsizliğe değil, bilakis eksiklerini tamamlamak için daha ciddi bir cehd u gayrete sevk etmelidir. Biliyor musunuz, korkudan yüreğimin ağzıma geldiği anlar çok olmuştur!.. “Acaba ölünce bir çukura mı yuvarlanırım, ne olur benim hâlim?” şeklindeki endişeler zihnimi, hayâlimi sarınca saatlerce kıvrandığım, uyuyamadığım geceler vardır. Ama eksiklerime, daha iyi bir kul olma adına fevt ettiğim fırsatlara rağmen, ben hiçbir zaman ye’se, ümitsizliğe düşmedim. Rüyalarda insanlar harikuladeden uçar ya bazen; koşuyorsunuzdur doludizgin, beklemediğiniz anda bir uçurum geliverir önünüze. Aslında o uçuruma yuvarlanmanız muhtemeldir; fakat rüyadaki o fevkalâde uçma kabiliyetinizle aşar geçersiniz bütün uçurumları. İşte, ümitsizliğe düşebileceğim anlar olmuştur, mehib bir dağ gibi ufkumun önüne geçen ve onu karartan hadiseler yaşamışımdır ama Allah’ın rahmeti rüyadaki uçma kabiliyeti gibi imdadıma yetişmiştir her defasında. Rahmet-i ilahiye iki kanat haline gelmiş, en çaresiz anlarımda bile rahmetin enginliğine bağlılık bir kurtuluş kaynağı olmuştur. Sözün Özü Allah Teâlâ, sözün tesirini, söyleyenin hasbîliğine, diğergamlığına ve yaptığı irşad vazifesi karşılığında hiçbir ücret beklememesine bağlamıştır. Çoğu zaman, bir köşeyi veya bir kürsüyü tutmuş, sadece dine hizmet için yaşayan samimi, hasbî ve diğergam bir insan, cılız bir sesle, pek de parlak görünmeyen bazı şeyler anlatır; fakat ma’şeri vicdanda büyük bir tesir bırakır. Çünkü o, müstağnî bir insandır ve muradı da Allah’tır. M. Fethullah Gülen
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Tefekkür etme mesleği bir nevi Peygamberlik mesleğidir. Manidar paylaşım.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Hocamız yine çok manidar ve güzel yazıya ev sahipliği yapmış.Kitaplarını okuduğum zaman kendimi başka diyarlarda gibi hissediyor içimdeki cahili bir bilgine bürünüyor gibi görüyorum.ALLAH kendisinden razı olsun.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Kesinlikle aynı duygulara gark oluyorum kardeş.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Ben insan ne ile haşr olursa ona benzeyeceğine inanırım Bu yüzden müslümanların yes'e kapılmaması için Allah dostları ile beraber olması yani bir tarikata mensup olması gerektiğini inanırım .
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Öyle hayhuylar varki Ezel ağabey her tarafımız derin dehlizler ile dolu , birey kendi halinde bu fitne ile mücadele edemez . Cemaat halinde Allahı peygamberi zikretmek yani onları anmak onun üstümüzdeki ruh hali ile hayatı yaşamak belki bir çok nifaktan bizi korur yoksa ben irademe güvenir yol alırım kirlenmem gibi hamaset kokan sözler ile yola cıkanların bir çoğu yolda kalmıştır.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() YEİS YOK!
İslam, Mayıs 85 Müslümanların başına üşüşen sıkıntıları görüp üzülüyoruz. Düşmanların çokluğu ortada; ya anlayışsız dostlara(!) ne demeli? Bir de "ben müslümanım" dediği halde, düşman safında yer alan, kardeşlerine onlarla birlikte silah çeken, onları arkadan hançerleyenler var. Şu fani dünyanın bir kaç günlük sefasına, muvakkat ikbaline, düşmanların onlara sağladığı bir kaç hasis menfaate aldanıp, ahiretlerini mahv ediyorlar. "Ticaretleri kendilerine hiç de kar getirmedi" (el-bakara Sûresi 16. âyet) Muin-i zâlimin dünyada: erbab-ı denâettir Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten Yeis yok, oturup ağlayacak değiliz. Bu ilahi bir kanundur: Allah teala, kendisine inananları daima böyle sıkıntılarla denemiş, imanlarını olgunlaştırmıştır. Sıkıntılara uğrayanlar takdirin Allahtan olduğunu görüp sabır ve metanet göstermelidirler. Sabredenler sonunda başarıya ve zafere ulaşacaklardır. Mü'mini hiçbir şey yıldıramaz. Mü'min için hüsran yoktur, her türlü hal ve durumda kardadır. Ölse şehid, kalsa gazi, sabretse sevap, şükretse nimet ve bolluk... Hendek (veya Ahzab) harbinde Kureyş müşrikleri ile, müttefik oldukları bedevi ve yahudi kabileleri, korkunç bir izdiham ve kalabalıkla Medine-i Münevvere üzerine yürüyünce bazı kimseler müthiş korkmuş ve şiddetle sarsılmıştı; ama has ve halis müslümanlar: --"İşte bu, Allah ve Rasûlünün bize va'dettiğidir, Allah ve Rasulü ne doğru söylemiş! dediler. O tehlikeli durum onların iman ve teslimiyetlerini arttırmaktan başka bir şey yapamadı." (El-Ahzâb Sûresi, 22. ayet) Kâmil ve olgun mü'minlerden öyle erler ve bahadırlar vardır ki Rasulullah SAS ın yanında bulunamadıkları, katılamadıkları savaşlar için üzülmüşler de kendi kendilerine şöyle ahd ve nezr etmişlerdi: "Eğer müteakip bir cihatta Rasulullah ile bulunursak sebat edip, şehit oluncaya kadar çarpışacağız" Bu kahramanlar arasında Hz. Hamza, Mus'ab bin Umeyr, Talha bin Ubeydullah, Said ibni Zeyd, Osman ibni Affan.. gibiler vardı. --Rıdvanullahi taala aleyhim ecmain-- Onlardan biri olan Enes ibni'n-Nadr RA Uhud harbi sırasında savaş alanına doğru giderken Sa'd ibni Malik'le karşılaşmıştı. Sa'd: --Ey Ebu Amr nereye? diye sorunca: --Hey cennet kokusu hey; o kokuyu Uhud önlerinden geliyor gibi hissetmekteyim... diye cevap vermişti. Savaşa girdi şehd oldu, üzerinde seksen küsûr ok ve mızrak yarası saydılar, tanınmayacak hale gelmiş de ancak kızkardeşi el parmaklarından teşhis edebilmişti. Onlar nefislerini ifa ettiler, geri kalan bazıları da hal-i intizardadırlar. Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersek kahpeyiz millet yolunda bir azîmetten Bilmeyen ne bilsin bizi? Bilenlere selâm olsun! M.Esad Çoşan Gayemiz |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|