![]() |
#1 |
![]() ... ÖNCE FEVZİ ÇAKMAK'I TANIYALIM ![]() ![]() ![]() 1876 doğumludur. Kuleli Askeri Lisesi'ni ve Harbiye'yi bitirip kurmay yüzbaşı olarak ordu saflarına katılır. Arnavutluk'ta uzun süre görev yapar, ardından Balkan savaşları ve Çanakkale'den Kafkas, Sina ve Filistin cephelerine kadar uzanan yıpratıcı bir mesai bekler kendisini. Savaş sonunda hastalanarak İstanbul'a dönmüş ve Genelkurmay Başkanlığı görevine getirilmiştir. Böylece bir Osmanlı Genelkurmay Başkanı, TC'nin de Genelkurmay Başkanlığı'nı üstlenerek arada bir kopukluk olmadığını ispat etmiş bulunuyor. Fevzi Paşa'nın daha İstanbul'dayken Milli Mücadele'ye yaptığı katkılar bu görev süresinde gerçekleşecektir. Neler mi? Mesela Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişliği'ne atanmasını sağlamıştır. Anadolu'ya silah ve mühimmatın kaçırılması işini el altından organize etmiştir. İstanbul hükümeti işgal altında olduğundan Anadolu'da millî bir yönetim kurulması ve Kuva-yı Milliye'nin bu yönetime bağlanması için Cevad Paşa ile beraber karar almış ve kararı Mustafa Kemal Paşa'ya açıklamış, onun da onayını aldıktan sonra yürürlüğe koymuştur. ![]() Fevzi Çakmak'ın Milli Mücadele'deki rolü de nedense geçiştirilmektedir. Halbuki gerek 2. İnönü Savaşı'nın, gerekse Sakarya ve Büyük Taarruz'un stratejisini belirleyen, ön saflarda Mehmetçiğin yanında bulunan Fevzi Çakmak, elinden düşürmediği Kur'an-ı Kerim'iyle İstiklal Savaşı'nın kazanılmasında en önemli amillerden biri olmuştur. Mesela Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 2. İnönü Savaşı'ndan sonra çektiği şu telgrafta Fevzi Paşa'ya 'savaşı sen kazandın' demektedir: "Asker, subay ve komutanlarımızın tarihî kahramanlık ve yeteneklerini yüksek yönetimiyle düşmana üstün ve muzaffer kılan Fevzi Paşa'ya, ben dahil bütün ordunun samimi ve mutlak olan itaat ve saygılarını belirtirim." İsmet Paşa çekilme emrini verip cepheden uzaklaştığı halde Fevzi Paşa duruma el koymuş ve ricati durdurup askeri hücuma geçirmiş, bu da İnönü zaferi adıyla tarihe geçmiştir. Nitekim Sakarya savaşında olsun, Büyük Taarruz'da olsun hizmetleri, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından belirtilmiş, kendisine ısrarla "Paşa Hazretleri" demeyi tercih etmiştir. Talih ne sürprizler hazırlıyor insana: Mareşal'e, 12 Ocak 1944 günü İsmet İnönü'den görevden alındığına dair bir mektup gelir. Derhal istifa eder ve ardından 2 yıl sürecek olan inziva dönemi başlar. 1946'da Demokrat Parti'nin kuruluşuyla birlikte Paşa'nın son 4 yılını dolduracak olan siyasî hayatı başlar. Bu kritik dönemde onun kararlı duruşunu ve demokrasimize katkılarını ön plana çıkarmaya fazlasıyla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Zira siyaset zehrinin askerin iliğine işlediği bir zamanda yetişip de onun kadar askerlik ile siyaset arasına duvar çekebilmiş başka bir isme pek rastlayamıyoruz. Ahlakı, dürüstlüğü ve mertliğiyle temayüz etmişti. Komutan oluşunu şahsi hayatında bir avantaj noktası haline getirmeye karşı olan Gazi Osman Paşa'nın paltosundan çıkmıştı. DP listesinden bağımsız olarak girdiği 1946 seçimlerinde İstanbul'dan en yüksek oyu alarak milletvekili seçilen Çakmak, görülmemiş bir törenle Ankara'ya uğurlandı. Cumhurbaşkanlığı seçimine katıldı ve İnönü'nün rakibi oldu, 59 oy aldı. O günlerde yaptığı bir açıklamada "Kanımın son damlasına kadar millet ve hürriyet için çalışacağım." demişti. Öyle de yaptı. İki yıl sonra Mareşal'i Millet Partisi'nin fahri genel başkanı olarak görüyoruz. Görev yaptığı süre içinde orduyu siyasetten uzak tutmak için çalıştığını, halkın isteği üzerine Meclis'e girdiğini belirtiyor ve milletin iradesi sandığa yansımazsa Türkiye'nin uçuruma yuvarlanacağını söylüyordu. MP bunu önlemek ve halkı iktidara taşımak için kurulmuştu. Son olarak "Biz Hakk'a ve Millet'e dayanıyoruz." diyordu. Ancak yaşı ilerlemiş, siyasetin istediği yüksek tempo Paşa'nın sağlığını etkilemeye başlamıştı. Hastalandı. 1950 seçimleri yaklaşıyordu. Cumhurbaşkanı İnönü kendisini ziyarete gelmek istiyordu. Besbelli halkın Mareşal'e olan teveccühünden pay kapmak istiyordu kurt politikacı. Gelmesin ziyaretime, dedi, istemiyorum. Bu cevap Mareşal'i halkın gönlünde bir kez daha yüceltti. Türkiye'nin tarihinde yeni bir sayfa açılmak üzereydi ki, beklenmedik bir ölüm haberi bomba gibi düştü ajanslara: Fevzi Çakmak ölmüştü. 11 Nisan 1950 günü Türkiye'nin dört bir yanından insanlar akın akın İstanbul'a taşınıyor, on binler cenazesini omuzluyordu. Ezanın bile Türkçe okunduğu CHP iktidarında, sokaklarda Arapça tekbirler getiriliyor, ilahiler söyleniyor, dualar ediliyordu. Bu sırada radyoda halkla alay edercesine hafif müzik yayını devam ediyordu. Yüz binlerce insanın elleri üzerinde götürüldüğü Eyüp'te dedesi Müftü Bekir Efendi'nin yanında toprağa verilmişti. Bir ay sonra yapılan seçimde DP 400'ün üzerinde sandalye kazanmış, CHP 69'da kalmıştı. Bunun üzerine halk o müthiş cenaze törenini hatırlayarak "Bir cenaze CHP'yi sandığa gömdü." diyecekti. Böylece Mareşal, hayatıyla dürüst bir askerin siyasetten uzak durması gerektiğini öğretirken, ölümüyle de siyasetin halka rağmen değil, halkla beraber yapılacağını, bunu anlamayanların nasıl hüsrana uğrayacağını göstermiş oluyordu. 1946'da kendisini Ankara'ya uğurlamak için toplanan kalabalığı görünce gözyaşlarını tutamamış ve "kurtarıcımız" diyenlere gülümsemeye çalışarak, "Yaşayın evlatlarım. Ancak sizsiniz milleti kurtaracak. Ben de sizin naçiz yardımcınızım." şeklinde mukabele etmişti. Askerlikte geçerli olan milleti kurtarma görevini sivil hayata da taşımak isteyen gafillere verilebilecek en güzel cevap bu olsa gerekti. Mustafa Armağan (Zaman, 10.04.2010) ÖLDÜRÜLMESİ 1942'de Başbakan Refik Saydam'ın İstanbul'daki evinde ölü bulunması da, Turgut Özal'ın ani ölümü de çok konuşulmuştur. Gelin görün ki, Mareşal Fevzi Çakmak'ın, genel seçimlere sadece bir ay kala vefatı nedense fazla ilgi uyandırmamıştır. Oysa olayların seyrine baktığınızda tuhaf bir ölümdür bu. Tuhaf ve şüpheli. Üstelik eşi Fıtnat Hanım şüpheleri bizzat anlatmış olmasına rağmen iddiaların üzerine gidilmemiştir ki, nereden baksanız ilginçtir. Nitekim halkın sadece "Mareşal" diye andığı Fevzi Çakmak, siyasete girerken akıbetini adeta sezmiş ve 1947'de düzenlediği basın toplantısında şu çarpıcı açıklamayı yapmıştı: "CHP propagandacıları beni kastederek "o da, Demokratlar da asılacaktır" diyorlar. Evet. Bu gidişin sonunda ben de, Demokratlar da asılabiliriz. Fakat şuna emin olsunlar ki, asılırsak sadece bu memlekete ve millete hizmet etmek istediğimiz için asılmış olacağız." Yoksa bu kâhince sözlerden, Tek Parti diktasını yıkmak için Demokratlar ile birlikte bir ölüm yemini ettikleri anlamını mı çıkarmamız gerekiyor? Yorum sizin. Öte yandan Fıtnat Hanım'ın üzerinde durduğu noktalar şöyle özetlenebilir: 1949 yazında İstanbul'a dönen Paşa, soğuk almış, zatürre olmasından korkulurken, prostattan yatağa düşmüştü. Ameliyat olması gerekiyordu. Böylece Teşvikiye Sağlık Yurdu'na yatırılır. Tam ameliyattan bir gün önce, o zamana kadar ortalıkta görünmeyen bir doktor çıkar meydana. Adı, Fevzi Taner'dir. (Paşa'nın 'Günlükler'inden öğrendiğimize göre asker kökenli bir doktordur.) İlk prostat ameliyatını yapmışsa da, başarısız olmuştur. Basında cayır cayır ameliyatın yanlış yapıldığı yazılmakta ve çeşitli şüpheler ibraz edilmektedir. Mareşal eve geçer. Bülent Ecevit gibi hastanede bozulan sağlığı, evde düzelmeye başlar. Ancak aynı doktor onları yalnız bırakmamaya kararlıdır. Acayip bir teklifte bulunur. Der ki, hastane masrafı çok fazla olacak, paranız yetecek mi? Fıtnat Hanım'ın cevabı gayet nettir: "Gerekirse evimizi satmaya hazırız." Ancak bu esrarengiz doktor, yakalarını bırakmak niyetinde değildir. "Hükümet size istediğiniz yerden bir apartman ve bir miktar para vermek istiyor." deyince kafalar karışır. Bu doktor hangi yetkiyle hükümet adına konuşmaktadır? Besbelli, CHP hükümeti 1946'da kendi saflarına çekemediği Paşa'ya çengel atmaktadır. CHP, hiç değilse Paşa'ya sahip çıkıyor görünme telaşındadır. Hem bu, hem de bu sıkışık zamanında yapacağı teklife evet dedirtirse, 'Bakın, Paşa bizim sayemizde apartman sahibi oldu' diyecek, böylece önünü kesecektir. İktidara karşı muhalefeti tek başına bir parti kadar kudretle yürüten Mareşal'e seçim rüşveti verilmek isteniyordu. Cevap mı? Tabii ki, teklif reddedilmiştir. Ancak Fıtnat Hanım bu her türlü oyunun döndüğü o seçim atmosferinde Paşa'nın bir suikasta kurban gitmesinden korkmaktadır. Ne ki, esrarengiz doktorun yaptığı tıbbî hatanın düzeltilmesi gerekmektedir. Bu defa ikinci ameliyat için bastırırken görürüz doktoru. Diğer doktorlar 'Acelesi yok, yazı bekleyin' derken, o lapa lapa kar altında yapmak ister ameliyatı. Ancak aile, tanıdığı bütün doktor ve tıp profesörlerini çağırır ve onların gözetiminde yapılan ameliyat gayet başarılı geçer. Plan boşa çıkartılmış gibidir. Şimdilik... ![]() Aile hastaneye Fevzi Paşa'nın kan grubundan 10 şişe kan getirttiği halde, Dr. Fevzi Taner, Ankara'dan bir şişe "plazma" buldurur ve yine hastanede yeni çalışmaya başlayan bir başka doktor ve hemşireyle el birliği yaparak onu Mareşal'in damarlarına vermeyi başarır. Bu arada dost doktorları da her şeyin normal olduğunu söyleyerek gönderir. Plan başarıyla işlemektedir. Bundan sonrasını Fıtnat Hanım şöyle anlatıyor: "Ben odaya girdiğimde bir hemşire ile hastabakıcı kan veriyorlardı. Kan verme 10 dakika sürdü. [Ancak] 10 dakika sonra sapasağlam Mareşal gitmiş, yerine başka bir adam gelmişti. [O sırada] Hastanede tek bir doktor bile yoktu." Mareşal'in titremeye başlaması üzerine hastane müdürünün evine koşar Fıtnat Hanım. Hastayı gören doktorun, "Gitti Mareşal. Benim haberim olmadan tek bir iğne bile yapılmayacak demedim mi?" diye bağırmaya başladığını söylüyor. Kan verilmesinden sonra ateşi 41'e fırlayan Fevzi Çakmak'a yapılan tam 30 adet iğne de fayda etmeyecek ve son nefesini "Allah, Allah" diye verecekti (tarih: 10 Nisan 1950, saat: 07.35). Sonra Ankara'dan cenazenin derhal gömülmesi için baskılar başlamıştır. Fıtnat Hanım vermez kocasının nâaşını. Yakında bir ev tutarak oraya taşıtır ve haberi duyar duymaz eve doluşan gençlerle birlikte iki gece başında nöbet bekler. Nihayet Mareşal, ayın 12'sinde İstanbul'un gördüğü en kalabalık cenaze törenlerinden biriyle bir millet büyüğü olarak Eyüp'te toprağa verilir. Acılı Fıtnat Hanım şunu der: "Bize rüşvet teklif eden ve serumu yaptıran doktor Fevzi Taner bir hafta sonra Ankara'dan son model siyah bir arabayla döndü." Ne var ki, doktorun keyifli günleri sadece 1 yıl sürmüş ve bir kaza sonucunda o da hayatını kaybetmiştir. Fıtnat Çakmak bir cümle daha söyler ki, adeta 1 numarayı deşifre etmekte, Fevzi Çakmak'ı İnönü'nün öldürdüğünü ima etmektedir: "İnönü kocamı hiç sevmezdi." Öyle ya, durduk yerde bu cümleyi telaffuz etmesinin bir mantığı olmalı, değil mi? Belki daha çok şey söyledi ama bize bu kadarı yansıtıldı. Tabii bir de şu sözleri: "Şimdiye kadar sustum. Artık millet hakikati öğrenmeli." Öyleyse sormak hakkımızdır: Şimdiye kadar yalanlanmadığı halde, 44 yıldır gazetenin deyişiyle bu 'korkunç ifşaat'ın üzerine neden gidilmedi? Neden bünyesi ve nabzı kontrol edilmedi? Paşa'ya neden ve kimin emriyle plazma verildi? Aniden ortaya çıkan doktor, işini bitirdikten sonra nasıl aniden ortadan kaldırıldı? Unutuyordum az daha: Paşa 1947 tarihli basın toplantısında şunları eklemişti sözlerine: "Cenab-ı Hak'tan dileğim şudur: Bana, bu milletin hak ve hürriyetlerini elinde tuttuğu günü nasip etmeyecekse bir an evvel canımı alarak bana azap çektirmesin." Belki de duası tuttu, kim bilir! Not: Fıtnat Hanım'ın "korkunç ifşaat"ı, ilk olarak 1966 Eylül'ünün 29'unda İzmir'de çıkan bir haftalık gazetede (Hüryol) gündeme getirilmiş, ondan 15 gün önce de başka bir gazetede çıkmıştır. Mustafa Armağan (Zaman, 18.04.2010)
![]() Konu Seyyah tarafından (04-12-2011 Saat 18:20 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Eşinin o günleri anlattığı bir mektup vardı.Çok çarpıcı bilgiler yer alıyordu.
Özellikle getirtilen doktorun hiç bilenmeyen aşılar yapması,aşıların daha kötüye götürmesi,buna rağmen 'iyileşecek' demesi,gizli görüşmeler yapması vs. Hele ki öldüğünde,chplilerin davul zurna çalıp şarkılar söylemesi daha önemli. |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Tarihimizde en çok saygı duyduğum kişilerin başında Mustafa Fevzi Çakmak gelir. Tamamen kaprissiz, tam bir görev adamı. Mükemmel bir asker. Yaptıklarını hatırladığımda, gözlerimi dolu dolu yapabilen ender kişilerden biri. Onun hakkında ne söylesem az gelir. Allah binlerce kez razı olsun ondan. Mekanı cennet olsun.
Mustafa Kemal'i anlamak için, Türkiye'yi anlamak için, tarihimizi öğrenmek için, Fevzi Çakmak'ı çok iyi tanımak gerekir. Atatürk düşmanları için söyleyecek bir sözüm yok. Ne desem nafile. Ama Atatürk'ü seven, onu tanımak isteyen herkes, Fevzi Çakmak'ı iyi tanımalıdır. Çünkü Fevzi Çakmak demek gerçek Atatürkçülük demektir. Fevzi Çakmak ismini çok fazla duyamamızın, onu iyi tanıyamamamızın en büyük sebebi İnönü zihniyetindeki chp'dir. İnsanlarımıza gerçek Atatürk'ü unutturmak için Fevzi Çakmak yok edilmiştir. Yani Atatürk'ün kendi tabiriyle halefim dediği isim yok edildi. İşte bu nedenle chp zihniyetinden tiksiniyorum. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Atatürkçülük! 'ü anlamak değilde amacımız,
Eylemler, niyetler ve sonuçları anlamak için, okullarda öğretilenlerin aksine her tarihi kişiliği, olayı incelemek lazımdır. Tabiki bunu yapmamızı istemeyenler çok fazla, Abdülhamid'in dönemi ile ilgili 30 yıllık belgelerin yakılması gibi bir sürü vaka var, lakin '' Kulun bir hesabı varsa Allahında vardır. '' Herşey zamanla anlaşılır, hesabı sorulur. Fani dünyada olmazsa ebedi dünyada illaki sorulur. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|