![]() |
#1 |
![]() İnanın, hâlâ anlayabilmiş değilim... Bu "hiddet", bu "şiddet", bu "öfke" ve bu "celâl" niye?.. Farkında olmadan, bir kuyruğa mı bastık, yoksa bir "kuyruk acısı"nı mı depreştirdik!.. Ne "saldırgan"lığımız kalmış, ne de "çarpıtmacı"lığımız!.. Hani, var ya, "biz neymişiz be abi" ki, iki gündür Hürriyet'in sürmanşetindeyiz!.. "Yargıya ve devletin kurumlarına meydan okuyan bir gazete" imişiz!. "Mahallemizin bir nevi kabadayısı" imişiz!.. "İnsanları ve kurumları korkutuyor"muşuz!.. İyi hoş da; Aydın Doğan'ı bu kadar kızdıracak, Hürriyet'e bunları yazdıracak ne yaptık biz?.. Aydın Doğan, zaten "böyle bir fırsat" kolluyordu ve "içindekileri dökmek" istiyordu da, "Vakit'in haberi"ni mi bahane etti, yoksa "içine attıkları"nın hepsini bir çırpıda püskürtmek mi istedi?.. Evet, bir “karın ağrısı” veya bir "kuyruk acısı" mı vardı ki; Vakit'i hedef alan "saldırgan" ifadeler kullandı?.. öRNEK BİR GAZETECİLİK YAPTIK! Sahi, biz ne yaptık?.. Hürriyet'i ve Aydın Doğan'ı böylesine öfkelendirecek, böylesine saldırganlaştıracak ve böylesine gözü dönmüşlüğe sevkedecek ne yaptık?. Ne yaptığımızı biliyorsunuz... Dün de ifade ettiğimiz gibi; 12 Ocak Cumartesi günkü manşet haberimizin başlığı "Kirli gazetecilik" idi... Bu haberimizde, Refahyol Hükümeti'nin Adalet Bakanı sayın Şevket Kazan'ın dile getirdiği "iddia"lara yer vermiştik. Sayın Şevket Kazan diyordu ki; "28 Şubat sürecinde medya patronları hükümete aracı gönderip, devlete olan teşvik borçlarını ötelememizi istiyorlardı... Eğer bunu yaparsak, bizim hakkımızda güzel manşetler atacaklarını söylüyorlardı... Tabii, biz bu teklifleri reddettik, bu yüzden hedef alındık." Devam ediyordu sayın Şevket Kazan; "Aydın Doğan ile Dinç Bilgin'in; bizimle mücadele etmelerinin öncelikli sebebi parasaldır!.. Gerek Doğan, gerek Dinç Bilgin Grubu'nun almış oldukları teşvik kredilerinin süresi geçmiş ama ödememekte ısrar ediyor, bunun için de 28 Şubat taraftarlarının yanında olmayı koz olarak kullanıyorlardı." Evet, sayın Şevket Kazan, muhabirimiz Yusuf Melih'e özetle bunları söyledi ve biz de manşeti attık: "Kirli gazetecilik!" HABERDE KESİNLİKLE çARPITMA YOK! Tabiî, "Kazan'ın iddiaları"na yer verirken, "karşı taraf"ın, yani "Aydın Doğan'ın cevabı"na yer vermemek, sadece "eksiklik" değil, aynı zamanda ona yapılmış bir "haksızlık" olacaktı. Kısacası, “tek taraflı haber” vermiş olacaktık. Uzatmayalım... Sayın "Şevket Kazan'ın iddiaları" ile birlikte, "Aydın Doğan'ın savunması"nı bir arada verdik. Ancak; Vakit'in 12 Ocak tarihli haberine, sayın Şevket Kazan, 18 Ocak tarihli Millî Gazete'den cevap verdi... özet olarak, "Vakit'in, sözlerini çarpıttığını" iddia etti... Açık ve net söyleyelim: Haberimizde herhangi bir "değiştirme" veya "çarpıtma" kesinlikle yok... Tam aksine, sözkonusu haber, "Şevket Kazan'ın kontrolü ve onayından sonra" yayınlanmıştır!.. Bunun "böyle" olduğuna dair "bant kaydı" da elimizdedir!.. Dediğimiz gibi, bunu “Müslüman”lara dinletebiliriz!.. BUNCA SALDIRININ “OLAY”LA İLGİSİ NE? Şimdi, benim anlayamadığım şu: Şevket Kazan, bir "iddia" ortaya attı ve biz de "haber tek taraflı olmasın" diye, Kazan'ın iddialarını Aydın Doğan'a sorduk ve "onun cevabı"nı da aynı haberin içinde aktardık... Aydın Doğan, o kadar "öfkeli ve sinirli" olmalı ki; bize gönderdiği "yazılı cevabı"nda, Şevket Kazan'ın iddiaları için "Zırva" ifadelerini kullandı... "Zırva 1, Zırva 2, Zırva 3" Biliyorsunuz, bu "zırva"ları da aynen yayınladık!.. Kısacası, "örnek" bir gazetecilik yaptık... "İki taraf"ın da görüşlerini "aynen" aktardık!.. İyi, hoş da; Bu olayın, "saldırganlık"la, "çarpıtmak"la, "mahallenin kabadayısı olmak"la ve "meydan okumak"la, kısacası Vakit'le ilgisi ne?.. Nihayetinde Vakit'in yaptığı; sadece ve sadece "Kazan'ın görüşleri"ni aktarmaktan ibaret!.. üstelik, bunu yaparken "senin görüşlerini" de vermiş!.. Yani, "objektif bir gazetecilik" yapmış!.. Senin bir meselen, senin bir derdin, senin bir problemin, senin bir karın ağrın veya kuyruk acın varsa; git, kozlarını Şevket Kazan'la paylaş!.. Eğer ortada bir "yanlış" varsa, "sözlerine sansür" varsa, Vakit'e de bulaşabilirsin!.. Ama, yok!.. Vakit, senin kaleminden çıkan "zırva"ları bile yayınladı... Cevabının girişinde; "Eğer sayın Şevket Kazan bunları gerçekten söylediyse ve söyledikleri çarpıtılmadıysa kendisine cevaplarım şunlardır" demişsin!.. "çarpıtma!.. Asparagas" Vakit'in lügatinde yoktur... "Kazan'ın bunları söylediği" bant kaydında da olduğu için, bu ifadeyi kullanma gereği duymadık... Amacımız, "sansür" değildi... Ama Hürriyet, büyük bir ustalıkla "zırva"ları örtbas etti, yani sansürledi ve doğrudan "cevap"ları yayınladı!. Oysa, "zırva" ifadelerini yayınlasaydı, "bir gazete patronunun kişiliği" daha net çıkardı ortaya!.. Her neyse... Sağlık olsun!.. AYDIN DOĞAN'IN ASIL DERDİ NE? Ama; bir yandan Vakit gazetesini "mahallemizin kabadayısı" olmakla ve "herkese meydan okumakla" suçlayıp, yani "meydan okuma"nın kötü bir şey olduğu izlenimini verip, bir yandan da, sayın Şevket Kazan'a yönelik olarak "Size açıkça meydan okuyorum" demekteki "yaman çelişki"yi kamuoyunun takdirine bırakıyorum!.. Ne yani, Vakit meydan okuyunca kötüdür de, Aydın Doğan okuyunca iyi midir?.. Ama, dedim ya; Bu "gürültü"nün, bu "bir bardak suda fırtına koparma" çabalarının altında "başka bir sebep" olmalı... Merak ediyorum; "Aydın Doğan neyi gizlemek, neyi örtbas etmek istiyor?" Veya; "Dilinin altındaki asıl bakla ne?" çünkü efendim, "haberle ilgisi olmayan sıfatlar"la Vakit'e saldırmak, ortada bir "karın ağrısı"nın veya "kuyruk acısı"nın olduğunu gösteriyor!.. Sizin anlayacağınız, "Aydın Doğan'ın derdi" başka!.. HüRRİYET'İN ASPARAGASLARI Haa, yine de, "ilgisiz sıfatlar"la Vakit'e saldıracaklarsa, varsın saldırsınlar!.. Ama, ben de "eski defterleri karıştırmaya" başlarım!.. Hem de, taa "20 yıl öncesi"nden yani 1988'den başlayarak!.. Madem lâf ağzımızdan çıktı, o halde "ayrıntı"sını da anlatalım: Evet, yıl 1988. Hürriyet’in 1. sayfasında bir “fotoğraf!..” Tam da “sağ” üst köşede!.. Hürriyet; “dünyada ilk kez” diyordu “fotoğraf” için. Hürriyet; dünyada ilk defa “PKK’lıların eğitim yaptıkları Bekaa’ya girmiş” ve buradaki “eğitim kampının görüntüleri”ni dünyada ilk fotoğraflayan “büyük gazete” olmuştu!.. üstelik; küçük yuvarlak içinde “Copyright” ibaresini de koymuşlardı fotoğrafın altına. Yani; demek istiyorlardı ki; “Bu fotoğrafın bütün yayın hakları Hürriyet’e aittir... Kaynak gösterilerek bile yayınlanamaz!” Bununla da yetinmediler. Fotoğrafla birlikte ayrıntılı bilgiler verdiler “PKK’lıların eğitim kampı” hakkında... Ancaaak... Birkaç gün sonra şapka düştü, kel göründü. Hürriyet’in; hem de “Copyright” damgası basarak yayınladığı fotoğrafın, Bekaa’da değil, Güneydoğu’da çekildiği çıktı ortaya!.. üstelik; o fotoğrafta yer alan “eli silâhlı” kişiler de “PKK’lı teröristler” değil, onlara müdahale için bölgede bulunan “güvenlik güçleri” idi!.. Evet, “korucular”dı!.. Dahası da var; o fotoğraf; bir “eylem öncesi” değil, sadece “hatıra” amacıyla çektirilmişti!.. Uzatmayalım. “Pek fena kullanıldığını” anlayan dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni çetin Emeç, herhalde sinirden küplere binmiş olacak ki, şöyle bir “özür” yazısı yazdı. Dedi ki; “İstihbarat kuruluşları ile bazı basın organları ilişkiye girebilir... Zaman zaman da, istihbarat kuruluşları gazeteleri yanıltabilir!..” O yazının en vurucu cümlesi de galiba şuydu: “MİT, bizi yanılttı... Maalesef mandepsiye getirildik!..” Biliyosunuz; “mandepsi” kelimesinin “argo”daki karşılığı “tuzak, oyun, dalavere” demek!.. Evet; çetin Emeç, açık olarak yazdı: “Oyuna getirildik, tuzağa düşürüldük!..” MAHALLENİN KABADAYISI NE YAPAR? Sadece çetin Emeç mi?. Hürriyet, Ertuğrul özkök döneminde de birçok "asparagas haber" yayınladı, birçok defa "mandepsi"ye bastı!.. Hangi birisini sayayım!.. "Yalan Rüzgârı" başlıklı yalan haberi mi?.. "Mini etekli diye diri diri yaktılar!" yalanını mı?.. "5 dakika önce" diye manşet atıp, 2 gün sonra "özür" dilemelerini mi?.. Yoksa, "Tesettür faciası" başlıklı asparagası mı?.. Evet, hangi birisini sayayım!.. Bunların "ayrıntı"larını yazarsam var ya, "yazı dizisi" olmaktan çıkar, Brezilya'nın "pembe dizi"lerine döner!. Haa, buna rağmen "mahallemizin kabadayısı" olmaktan hiç de şikâyetçi değiliz!.. çünkü biz; oturduğumuz "mahalle"yi her türlü "kirlilik"ten, her türlü "yalan"dan, her türlü "asparagas"tan, her türlü "yolsuzluk"tan, her türlü "iğrençlik"ten ve "baskı"dan korumaya çalışıyoruz!.. Bunun için "mahalle kabadayısı" isek, bunun için "herkese meydan okuyor" isek, ne mutlu bize!.. Bu, bize verilmiş "şeref madalyaları"dır!.. Hem sonra; “mahallenin kabadayısı” olmak, “mahallenin pornocusu” olmaktan iyidir!.. ---------- Prof. olmak isteyen Doçent! Kulağıma "söylenti"ler geliyor... İddialara göre; Doç. Dr. Semih Sargın; güya Ankara'da "Profesör" olamamış da geçen Cuma günü Malatya'ya gitmiş!.. Güya, "kendisini zorla Prof. yaptırmak" istiyormuş!.. Bunun için de, İnönü üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu başta olmak üzere; “rektör” ve "bazı dekanlar" üzerinde "baskı" kurmaya çalışıyormuş!.. Ben, inanmadım tabii... Bir insan, hiç "baskı" kurarak "Profesör" olabilir mi?.. Olmak isteyebilir mi?.. Ama, "ateş olmayan yerden duman çıkmayacağını" da gayet iyi biliyorum... Zaten iddia sahipleri, "baskı iddiaları doğru" diyorlar, "o kadar doğru ki, bazı dekanlar istifa noktasına geldi!" Olabilir mi?.. "Profesör" olmak isteyen bir "Doçent" böylesine "güçlü" olabilir mi?.. Madem o kadar güçlü, niye Ankara'da değil de Malatya'da "profesör" olmaya çalışıyor?.. Her neyse.. Ben iddiaları yansıttım... Taraflardan bir cevap gelirse, onu da yayınlarım!.. Hasan KARAKAYA / VAKİT 22/01/2008
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunların pislikleri dağları aşar da aya ulaşır |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|