![]() |
#1 |
![]() RABB: 1. Efendi, sahip. 2. Terbiye eden, besleyen. 3. Rab, Allah.
RABBANİYYUN: Kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olanlar. RABITA: 1. İki şeyi birbirine bağlayan nesne. 2. İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk. 3. Düzen, tertip. RÂBIT-RABITA: 1. Bağlayıcı, bitiştirici. 2. Nefsini ezip kendini Allah'a bağlamış. RÂCİ: 1. Geri dönen. 2. Dokunan, ilgisi bulunan. RACİH-RACİHA: Değerlerinden üstün, daha önce, tercihli. RA'D: Gök gürültüsü. RADIYELLAHU ANH: Allah ondan razı olsun. RADIYELLAHU ANHÜMA: Allah o ikisinden razı olsun. RADIYELLAHÜ ANHÜM: Allah onlardan razı olsun. RAFİZÎ: Râfizi fırkasından olan, Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliğini kabul etmeyenlerden olan. RAĞMEN: Zıddına, inadına davranma, körlük ve nisbet. RAHAT: Dinlenme, sıkıntısızlık, dinçlik. RÂHİB: Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş. RÂHİLE: 1. Yük hayvanı. 2. Kervan, yolcular sürüsü. RAHİM: 1. Dölyatağı, rahim. 2. Akrabalık. RAHÎM: Esirgeyen, acıyan, merhamet eden. RAHMET: 1. Esirgeme, merhamet. 2. Yağmur. RAİYYE: 1. Otlatılan hayvan sürüsü. 2. Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar. RAKİB: 1. Başka biri ile aynı şeyi isteyen. 2. Bir işte çalışanlarla yarış ederek ileri geçmek isteyenlerden her biri. 3. Murakabe eden, kontrol eden. RASAD: 1. Gözleme, gözetme, gözlem. 2. Pusu tutma. RAÛF: 1. Pek esirgeyici, çok acıyıcı Allah'ın isimlerinden. RÂVİ: Rivayet eden, haber veren. RÂYİHÂ: Koku. RÂZI: Rıza gösteren, kabul eden. RECA: Umma, dileme, isteme, arzu. RECEZ: Müstef'ilün müstef'ilün, müstef'ilün müstef'ilün vezninin bahri. RECÎM: Taşlanmış. RECM: Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş. RECMETME: Taşlayarak öldürme. REFAH: Bolluk, rahatlık. REFREF: 1. İnce, yumuşak kumaş. 2. Kemer saçağı. 3. Döşek, döşeme. 4. Kuşu çok çimenlik. 5. Dalları salkım salkım ağaç. REHBER: Yol gösteren, kılavuz. REÎS: Başta bulunan kimse, başkan. REKABET: 1. Gözleme, gözetleme. 2. Kendi işini yürütmeye çalışma. 3. Benzerleriyle yarışa çıkma. REK'AT: Namazın birimlerinden her biri. REKİK: 1. Kusurlu, tutuk. 2. Peltek, dili tutuk. REML-REMİL: Remil, kum falı: bazı işaretlerle gaipten haber verme. RE'SEN: Kimseye danışmadan, kendi başına, doğrudan doğruya. RESUL: 1. Elçi, haberci. 2. Kendisine kitap ve şeriat verilen peygamber. RESUL-İ ZİŞAN: Şanlı peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.). RESULÜ'S-SAKALEYN: İnsanların ve cinlerin peygamberi, Hz. Muhammed (s.a.s.) REVÂ: Layık uygun, caiz. REVAC: Sürüm, geçerlik, itibarda olma, herkesçe aranılma. REVNAK: Parlaklık, güzellik, tazelik, süs. RE'Y: 1. Görme, görüş. 2. Fikir, bir iş hakkında söylenen söz, oy. REYHAN: Fesleğen, hoş ve güzel koku. REZZAK: Bütün yaratıkların rızkını veren Allah. RIDVAN: 1. Cennet kapıcısı olan melek. 2. Razılık, hoşnutluk. RIZA: 1. Hoşnutluk, memnunluk, razı olma, peki deme. 2. İstek, kendi isteği. 3. Allah'ın yazdığına boyun eğme. RIZK: 1. Yiyecek içecek şey, azık, kut. 2. Allah'ın herkese nasip kıldığı nimet. RİBA: Faiz. RİBAT: 1. Bağ, bazı sinirler. 2. Sağlam yapı. 3. Han vesaire gibi konaklanacak yer. RİCA (RECA): Umma, dileme. RİCAL: 1. Erkekler, adamlar. 2. Yaya olanlar. 3. Rütbeli, mevki sahibi kimseler, hadis ravileri. RİC'AT: 1. Geri dönme, vazgeçme. 2. Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması. RİDA': Örtü, belden yukarıya örtülen örtü. RİKKAT: 1. İncelik, yufkalık. 2. Acıma, yürek etkilenmesi. RİSALET: 1. Elçilik, habercilik. 2. Peygamberlik. RİSALETPENAH: Peygamberimiz. RİŞVET (RÜŞVET): Bir iş gördürmek, haksızı haklı göstermek gibi maksatlarla bir görevliye verilen para, mal veya sağlanan menfaat. RİVAYAT: Rivayetler, Hz. Peygam-ber'den veya ashabından gelen haberler. RİYAZAT: Nefsi terbiye için az yiyip az uyuyarak dünya lezzetlerinden kurtulma. RİYAZET: Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma. RİYAZİ-RİYAZİYYE: Matematikle ilgili. RİYAZİYYAT: Matematik bilgisi. RUHANÎ: Ruha ait, ruhla ilgili, gözle görülemeyen, cismi olmayan. RUHBAN: Rahipler. RUKYE: Afsun, büyücü ve üfürükçülerin okuduğu şeyler, nefes, üfürük, okuyup üfleme. RÜCU': Geri dönme, cayma, fikrini değiştirme. RÜKN: 1. Bir şeyin en sağlam tarafı, temeli, direği. 2. Kolon, direk. 3. Önemli kimse. RÜKÛ: Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi, aşırı saygı gösterme. RÜSUH: İlmin derinliğine inmek, dalmak, ilimde ileri gitmek. RÜSVA (RÜSVAY): Rezil, maskara, ayıpları ortaya çıkarılmış. RÜŞD: 1. Erginlik. 2. Doğru yola gitme.İSBAT-I RÜŞD: Erginliğini ispat etme. RÜTBE: 1. Sıra, basamak. 2. Nicelik, derece. RÜ'YET: 1. Görme, bakma. 2. İdare etme, çevirme. RÜ'YET-İ HİLÂL: Ayı görme.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() SÂ': 1040 dirhemlik hububat ölçeği.
SABA: Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar. SABİ: 1. Henüz süt emen çocuk. 2. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. 3. Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk. SABİÎN (SÂBİE): Yıldıza tapanlar. SADAKA: Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para. SÂDAT: Seyyidler, Hz. Peygamber'in soyundan gelenler. SADDETMEK: Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak. SÂDIK: Doğru, dürüst, sadakatli. SÂDIR: Sudur eden, çıkan, meydana gelen. SADR: Her şeyin öncesi ve başlangıcının en iyisi. Kalp, göğüs, ön.Başkan... Baş. Oturulacak yerlerin en iyisi. SAFA ile MERVE: Mekke-i Mükerreme'de iki tepenin adları. Sa'yin iki ucu. SAFÂ: Mekke'de bir tepe adı. Sa'yin başlangıç noktası. SAFHA: Aşama, değişen durum ve hallerden her biri. SAFÎR: Islık. SAFSATA: Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas. SAGÎRE: Küçük günah. SAHİH: 1. Gerçek. 2. Sağ, sağlam. 3. Tam, eksiksiz. SÂHİR: Büyücü, büyü eden, sihirbaz. SAKALEYN: İnsanlar ve cinler. SAKAR: Cehennemin adlarından biri. SAKÎ: Kırağı, şebnem, çiğ. SÂKÎ: Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan. SALÂH: İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış. SALÂT: Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua. SALÎB: Haç. SÂLİH AMEL: İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş. SÂLİK: Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid. SAMED: Allah'ın adlarından biri, pek yüksek, daim. SANEM: Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın. SÂNİ': Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah) SAR'A: İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı. SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım. SARF-I NAZAR: Bir şeyden vazgeçme, cayma. SAVM: Oruç. SAVM'AA: Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad. SA'Y: Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek. SEBEB-İ NÜZUL: İndiriliş sebebi. SEBÎL: Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer. SEBİLULLAH: Allah yolu, din. SECÂVEND: Kur'ân-ı Kerim'i doğru okumak için yapılan işaretler. SECDE: Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma. SECDEGÂH: Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer. SEDD: 1. Tıkamak, engel olmak. 2.Baraj. 3. Perde. Engel. 4.Rıhtım. 5. Set, tümsek. SEFER: Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe. SEFÎH: Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan. SEHM: Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet. SEHV: Yanılma, hata, yanlış. SEKÎNE: Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı. SEKİNET: Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti. SEKİR (SEKR): Sarhoşluk. SEKT: Susma, bir anlık susma. SEKTE: Susmak, kesilme, ara verme, bozulma. SELBETMEK: 1. Red, inkâr etmek. 2. Kapmak, zorla almak. SELEEF-İ SALİHİN: Önceki salihler. İslâmın ilk devirlerinde yaşamış olan iyi müslümanlar. SELEF: 1. Eskiden olan, önce bulunmuş olan. 2. Yerine geçirilen. 3. Önde olmak, ileri geçmek. SELEM: Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi. SELÎM: Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan. SEMA: 1. İşitme. 2. Mevlevî âyin dönüşü. SEMÂ: Gökyüzü, asuman, gök. SEMAVÎ KİTAPLAR: Gökle ilgili kitaplar, Kur'ân-ı Kerim, Tevrat, İncil, Zebur. SEMEN: Para, kıymet, değer, bedel. SEMÎ: İşiten, duyan. SER: Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis. SERAB: Çölde, sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde veya ufukta su ve yeşillik var gibi görünme olayı. Şaşkın hale gelme. SERHAD (SERHAT): Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu. SERÎ: Çabuk, süratli. SERÎR: Taht. Üzerinde oturulacak yüksek yer. Tahta karyola. SERİYYE: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi. SERKEŞ: Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz. SERTAÇ: Baş tacı olan, çok sevilen. SERVER: Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ. SERVET: Zenginlik, maddî varlık. SEVAB: Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. SEVAP: İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat. SEVKİTABİÎ: Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü. SEYYARE: Güneş etrafında dolaşan gezegen. SEYYİDÜ'L-BEŞER: İnsanların efendisi, Hz. Muhammed. SIBYAN: Çocuklar, sabiler. SIDDIK: Çok samimi. Doğru, inançlı, sadakatli. SIDDIK-I ÂZAM: Ebu Bekir Sıddık. SIDK: 1. Doğruluk, gerçeklik, hakikat. 2. İyi niyet. SILA: 1. Ulaşma. 2. Yurdu, hısım akrabayı gidip görme. SILA-İ RAHİM: Akrabaları ziyaret. SILA-İ RAHİM: Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması. SIRAT: Yol, cadde. SIRAT-I MÜSTAKİM: En doğru yol, İslâmiyet, Hak yol. SİBAK: 1. Bir şeyin üst tarafı, geçmişi. 2. Bağ, bağlantı, sözün gelişi. SİDRETÜ'L-MÜNTEHA (SİDRE-İ MÜNTEHA): Peygamber'in ulaştığı en son makam. SİGA: Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. SİHİRBÂZ: Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir. SİKA: İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse. SİKKE: Basılmış madeni para. SİLLE: El ayasıyla vurulan tokat. SİMA: Beniz, çehre. SİRET: 1. Bir kimsenin iç hâli, hareketi, ahlâkı. 2. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol. SİRKAT: Hırsızlık. SİRR: Sır. SİYAK: 1. Sözün gelişi. 2. Tarz, üslup. SOFESTAİ: Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı. SUAL: Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik. SUDÛR: 1. Olma, meydana gelme. 2. Göğüsler, sadırlar. SUĞRÂ: Daha küçük, pek küçük. SÛ-İ EDEB: Kötü terbiye. SÛ-İ KASD: Kötü kasd, cinayet işlemek, adam öldürmeyi tasarlamak. SULB: Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel. SULH: 1. Barış. 2. Rahatlık. 3. Uyuşma. Uzlaşma. SÛR: Kale duvarı. Kıyamet günü İsrafil (a.s.)'in çalacağı boru. SÛRE: Kur'ân-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri. SURÎ: Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan. SÜBHAN: Allah (c.c.). SÜCÛD: Secdeye varmak, secdeler. SÜFLÎ: Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz. SÜFLİYYAT: Kötü işler, bayağı işler. SÜHÛLET: Kolaylık, kolaylık aracı, yavaşlık, nazik muamele, elverişli, kullanışlı, paraca kolaylık. SÜKÛN: Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek. SÜLÂLE: Soy, sop, bir kimsenin soyu. SÜLÂSÎ: Üçlü, üçe mensup. SÜLÛK: 1. Bir yola girme, bir sıraya dizilme. 2. Tasavvuf yoluna girme. SÜLÜS: Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi. SÜLÜSÂN: Üçte iki, üçte iki kısım. SÜREYYA: Ülker yıldızı. SÜRÛR: 1. Sevinç, neşeli olmak. 2. Tahtlar, yatacak yerler. SÜTRE: Perde, örtü. Namaz kılarken ön tarafa konulan engel. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() ŞAİBE: 1. Leke, kir, pislik, süprüntü. 2. Eksiklik, noksanlık, hata.
ŞAKÎ: 1. Haydut, yol kesen. 2. Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis. ŞÂKÎ: Şikayetçi, şikâyet eden. ŞAKİK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. 2. Ana baba bir erkek kardeş. ŞAKİKA: 1. Ana baba bir kız kardeş. 2. Yarım başağrısı. ŞÂMİL: Kaplayan, çevreleyen, içine alan, genel. ŞA'ŞAA: 1. Parlaklık, parlama. 2. Gösteriş, dış süs, yaldız. ŞAZ: Kural dışı, kurala uymayan, genel düzenden ayrılmış olan. ŞEBEKE: Ağ, kafes, örgüt. ŞECERE: 1. Tek ağaç, kütük. 2. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel, soy kütüğü. ŞEFAAT: 1. Bağışlanmasını dileme, birine arka olma. 2. Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları. ŞEFEVÎ: Dudağa ait, dudakla ilgili. ŞEFFAF: Saydam, bakıldığı zaman arkasındaki cisim görülen. ŞEFİ': 1. Şefaat eden. 2. Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan. ŞEHADET: 1. Şahitlik, tanıklık. 2. Bir şeyin gerçekliğine inanma. 3. Din uğrunda şehit olma. ŞEHİD: Din uğrunda savaşarak ölen müslüman. ŞEHR: Ay. 30 günlük süre. ŞEHRÜ'L-HARAM: Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları. ŞEHVET: 1. Bir şeyi sevip çok isteme, arzulama. 2. Nefis. 3. Cinsî arzu. ŞEKK: Şüphe kuşku, sanı, zan. ŞEKKETMEK: Kuşkulanmak, şüphelenmek. ŞEKL: 1. Şekil, biçim, benzer, taslak. 2. Tür, çeşit. 3. Beniz, çehre. ŞEMS: Güneş. ŞENİ': Kötü, fena, utanılacak ayıp. ŞERAYİN: Atardamarlar. ŞERH: Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma. ŞERH: Açma, yayma, açıklama, açık açık anlatma. ŞERİK: Ortak, arkadaş. ŞERR: 1. Kötülük. 2. Kavga gürültü, 3. Dinin yasak kıldığı iş. ŞEVKET: Haşmet, ululuk. ŞIKK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası. 2. Bir işin iki yönünden her biri. ŞİA: 1. Taraflılar, yardımcılar. 2. Hazreti Ali taraflıları, aleviler, şiiler. ŞİRK: Allah'a ortak koşma. ŞUA: Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın. ŞUARA: Şairler, ozanlar. ŞURA: Müzakere, konuşma yeri, meclis, divan. ŞÜHUDÎ: Görünmeye dair, görünebilir olanla ilgili. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Osmanlica sozluk serilerinin hazirladigin icin tesekkurler dildade :-*
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() TAABBÜD: İbadet, kulluk etmek.
TAACCÜB: Şaşma, hayret etme, tahayyür. TAADDÎ: 1. Geçme, öteye geçme, saldırma. 2. Zulmetme, adaletsizlik. 3. Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma. 4. Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak. TAADDÜD: Çoğalma, birden fazla olma, tekessür etme. TAAM: Yemek, yenen şey. TAAT: İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek. TABABET: Hekimlik, tıp doktorluğu. TABASBUS: Yaltaklanma, alçakça yalvarma. TÂBİ: Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen. TÂBİÎN: Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil. TA'BÎR: İfade, anlatım, anlamı olan söz, deyim, rüya yorma. TÂBUT: Sandık. Ölü taşımaya mahsus sandık. Hz. Musa'ya inen on emrin konduğu sandık. TAC: Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek. TA'DÂD: 1. Sayma. 2. Birer birer söyleme, sayıp dökme. TA'DİL: Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak. TADİLAT: Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler. TA'DİYE: Tecavüz ettirmek, geçirmek. Bir eylemi müteaddi hali koymak. (Gramer terimi) TAGLÎB: Bir ilgiden dolayı kelimeyi başka bir anlamı da içine alacak şekilde kullanma. TAĞLÎZ: Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme. TAĞUT: Allah'tan başka tapınılan her şey. TAHAMMÜL: 1. Yüklenmek, yükü üstüne almak, kaldırmak. 2. Sabretmek, katlanmak. TAHARET: Temizlik, nezafet, temizlenmek. TAHDÎS: Söylemek, rivayet etmek. Görülen iyiliği herkese söylemek. TÂHİR: Temiz, pâk, özürsüz. TAHİYYE: Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası. TAHLİL: 1. Bir şeyi incelemek üzere parçalarına ayırma. 2. Analiz. TAHMİD: Hamd etmek, övmek. TAHRİC: 1. Çıkartma. Meydana koyma. 2. Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları. TAHRİF: 1. Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme. 2. Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma. TAHRİFAT: Bir yazıdaki cümlelerin anlamlarını karıştırma, değiştirmeler. TAHRİK: Azdırma, kışkırtma, kımıldatma, yerinden oynatma, hareket ettirme, yola çıkarma. TAHRÎM: Haram kılma, yasak etme. Mahrum bırakma. TAHRİME: Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri. TAHSİS: Bir şeyi birine mahsus kılma, ona özel yapma. TAHVİL: 1. Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. 2. Borç senedi. TAHYÎL: Akla getirme, zihinde canlandırma. TAHZİR: 1. Yasaklama, sakındırma, önleme. 2. Hazırlama. TÂİFE: Cemaat, grup, kavm, kabile, takım. TAKADDÜM: 1. Önce gelme. 2. İleri geçme. TAKBÎH: Çirkin görmek, beğenmemek, kabahatli bulmak, kötü gördüğünü bildirmek. TAKDÎR-İ İLÂHÎ: Allah'ın takdiri. TAKIYYE: 1. Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek. 2. Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi. TAKİP: Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek. TAKVÂ: "Vikâye"den. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak. TALÂK: 1. Boşamak, boşanmak. 2. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. 3. Nikâhlı karısını bırakmak. TALÂK-I BÂYİN: Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk. TALÂK-I RİC'Î: Erkeğin karısını boşadıktan sonra tekrar karısına dönmesini mümkün kılan boşanma şekli. TÂLÎ: İkinci derecede, sonradan gelen. TÂLİB: İsteyen, istekli, talebe, öğrenci. TA'LİK: Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir zamana bırakmak, Arap yazısının bir çeşidi. TA'LİM: Öğretmek, yetiştirmek, alıştırmak, belli etmek, idman. TALLAHİ: Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü. TALTİF: Lütfetme, bir iyilik ederek gönlünü alma, iltifat etmek. TAMA': Aç gözlülük, şiddetli arzu. TA'MİM: Umumileştirme, herkese bildirme, genelge. TA'N: 1. Hoş görmemek, kötülemek. 2. Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek. 3. Küfretmek. 4. Muhalifin iddialarını çürütmek. TANTANA: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş, gürültü patırdı. TARAFEYN: İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf. TARASSUD: Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme. TARFETÜ'L-AYN: Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa zaman. TARÎK: Yol. Meslek, tarz. TARİKAT: Maneviyat yolu. TA'RİZ: Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek. TASADDUK: Sadaka vermek, doğru olduğu ortaya çıkmak. TASARRUF: İdare ile kullanmak. TASAVVUF: Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek. TASHİF: Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma. TASNİF: 1. Sınıf sınıf etme, sıralama. 2. Kitap yazma. 3. Sınıflama. TASVİR: 1. Bir şeyin şeklini çıkarma, resmini yapma. 2. Resim yaparcasına güzel tarif etme, tanımlama. TATBİK: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. TATHÎR U TEZHÎB: Temizlemek ve süslemek. TATHİR: Temizlemek, yıkayıp pak etmek. TATİL: Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği. TATLÎK: Boşamak, nikahı fesh etmek. TÂUN: Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı. TAVAF: Ziyaret etmek, ziyaret maksadıyla etrafını dolaşmak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmaları. TAV'AN: İsteyerek, zorlamadan, kendi isteğiyle. TAVSİYE: 1. Vasiyet bırakma. 2. Ismarlama, sipariş etme. 3. Birini iyi tanıtma, işinin olmasını dileme. TAVZİH: Açıklamak, açık olarak bildirmek. TAYYİBAT: Temiz olan şeyler. TAZAMMUN: 1. Başka şeyler arasında bir şeyi daha içine alma. 2. Kefil olma. TAZARRU': 1. Bir şeye gizlice yakarma. 2. Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak. TA'ZÎM: 1. Büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. İkram etme, saygı gösterme. TA'ZÎR: 1. İslâm hukukunda hakkında belli bir ceza olmayan suçlardan dolayı uygulanan cezalar. 2. Red, icbar, tedib. TEÂMÜL: 1. İş, muamele. 2. Bir yerde insanlar arasında olağan muamele. TEÂRUZ: 1. İki kişi arasındaki zıddıyet. Karşıtlık. 2. Çatışma. TEBAA (TEBEA): Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi). TEBDÎL: Değiştirme. Başka kılığa koyma. TEBENNÎ: Evlat edinme. TEBERRÜK: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. TEBEYYÜN: Belli olmak, açığa çıkmak, görülüp anlaşılmak. TEB'IZ: Bölmek, bölük bölük etmek, bir kısma ait etmek, parçalamak. TECEZZÎ: Parçalara ayrılma ve bölünme, ufalanma. TECHÎZ ve TEKFÎN: Ölünün kefenlenmesi. TECHÎZ: Gerekli şeyleri tamamlama, donatım. TECİL: Başka zamana bırakma, tehir, erteleme. TECRİD: 1. Soyma, soyutlama. 2. Bir tarafta tutma, ayırma. TECVİD: Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim. TEDÂHÜL: İç içe olmak, birbiri içine girmek. TEDRÎC: Derece derece ilerleme, ilerletme. Azar azar hareket. TEDRİCEN: Yavaş yavaş, azar azar, derece derece. TEDVİR: İdare etmek, yönetmek, döndürmek, çevirmek, devrettirmek. Kur'ân kırâetinde orta süratle okuma tarzı. TEEHHÜL: Evlenme, ehlileşme, ülfet ve ünsiyet eyleme. TEEMMÜL: Etraflıca düşünme. TEFEKKÜR: Fikretmek. Düşünmek. Düşünceyi harekete geçirmek. Akıl yormak. TEFENNÜN: Fen öğrenme. Birçok şeyler bilme, çeşitli şekilde gösterme. TEFE'ÜL: Fal açmak, bazı olayları uğurlu saymak, olacak şeyleri tahmin etmek. TEFRİKA: Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma. TEFRİT: Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak. TEFSİR: 1. Örtülü bir şeyi açmak, yorumlamak. 2. Kur'ân-ı Kerim'in anlamını açıklayan bilim. TEHADDİ: Meydan okuma. TEHAKKÜM: Hükmetme, baskı yapma. TEHECCÜD NAMAZI: Gece uyanıp namaz kılmak, gece namazı. TEHEKKÜM: "Hekeme"den: 1. Alay etme, eğlenme. 2. Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme. TEHLÎL: "Lâ ilâhe illâllah" demek. TEHZİB: Islah etme, düzenleme. TEKABÜL: Karşılıklı olma, bir şeyin karşılığı olma, yüzleşme, karşılık olma, karşılama. TEKÂFÜL: Dayanışma, kefilleşme. TEKBÎR: "Allahü ekber" demek. TEKDÎR: Azarlama, kederlenme. TEKEBBÜR: Kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek. TEKELLÜF: 1. Kendi isteği ile bir zorluğa katlanmak. 2. Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket. TE'KÎD: 1. Sağlamlaştırma. 2. Bir iş için önce yazılanı bir daha tekrarlama. TEKVÎN: Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir. TEKVİNÎ: Yaradılışla ilgili, var oluşla ilgili. TEKZÎB: Yalan isnad etme, yalancı çıkarma, yalan olduğunu belirtme. TELBİYE: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek. TELHÎS: Kısaltma, özetleme, hulâsa-sını alma. TE'LÎF: "Ülfet"den. 1. Uzlaştırma, barıştırma. 2. Kitap, eser yazma. TELKÎH: İlkah etmek, aşılamak, cinsinin üremesini sağlamak. TELMÎH: Bir şeyi açıkca söylemeyip ibarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, bir fıkraya, bir ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. Kapalı söylemek. TELVÎN-İ HİTÂB: Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi. TEMÂYÜZ: Yükselme, üstün olma. TEMCÎD: Allah'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. Ramazan'da sahura kalkmak. TEMDÎD: Devam ettirmek, uzatmak, sürdürmek, süre vermek. TEMESSÜK: 1. Tutunma, sarılma. 2. Borç senedi. TE'MÎN: 1. Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme. 2. Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama. TEMSÎL: 1. Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek. 2. Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes. TEMYÎZ: Ayırma, seçme, iyiyi kötüden ayırd etme. TENÂKUZ: Sözün birbirini tutmaması. Çelişki. TENASUH: Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon. TENASÜB: 1. Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. 2. Anlamca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek amacı ile kullanmak. TENASÜL: Birbirinden doğup üreme, türeme, nesil yetiştirme. TENNÛR: Kapalı ocak, fırın, tandır. TENZÎH: 1. Suç ve noksanlıktan uzak saymak. 2. Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. TERÂHÎ: 1. İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. 2. Sonraya bırakma. 3. Gecikme, geç kalma. 4. Geri durma, geri çekilme. TERAKKÎ: 1. İlerleme, yukarı çıkma, yükselme. 2. Artma, çoğalma, gelişme. TEREKE: Ölen bir kimsenin mallarının hepsi. TERENNÜM: Güzel güzel anlatma, yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek. TERGÎB: Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, özendirme. TERKÎB-İ İZAFÎ: İsim tamlaması. TERKÎB-İ VASFÎ: Sıfat tamlaması. TERTÎB: 1. Düzeltme. Dizme, sıralama, düzene koyma. 2. Hile ile aldatmak. TERTÎL: Kur'ân-ı Kerim'i iyi ve kaidelerine (kurallarına) uygun biçimde tane tane okuma. TESHİR: 1. Büyüleme, sihir yapma, aldatma. 2. Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek. TESLİS: Üçleme, ekanim-i selâse, Allah'ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı. TESNİYE: İkilenen, ikil kelime. TEŞBİH: Benzetmek, benzetiş. Bir nitelikte saymak ve zannetmek. TEŞBÎH-İ MA'KÛS: Tersine dönmüş benzetme, benzeyenle benzetilenin yer değiştirmesi. TEŞCİ: Cesaret verme, şecaatlandırma. TEŞDÎD: Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme. TEŞRİF: Onurlandırma, onur verme, bir yeri onurlandırma, şereflendirme. TEŞRÎ'Î: 1. Şeriat hükümleriyle ilgili. 2. Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili. TEŞRİK: Hz. İbrahim'e nisbet edilen ve yüksek sesle alınan tekbir. TEŞRİK-İ MESAİ: İşbirliği. TEŞYÎ': Uğurlama. Selametleme. TETİMME: 1. Tamam etme, tamamlama. 2. Ek, noksanını tamamlamak için eklenen. TEVATÜR: 1. Kuvvetli haber. 2. Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bakınız: Mütevatir). TEVBİH: Azarlama, tekdîr. TEVCİH: 1. Yöneltme, çevirme. 2. Verme. TEVEKKÜL: Allah'a güvenmek, kadere razı olmak, işi Allah'a bırakmak. TEVHİD: 1. Birkaç şeyi bir etme, birleştirme. 2. Birliğine inanma, bir sayma. 3. Lâ ilâhe sözünü tekrarlama. TE'VİL: Bilinen anlamından başka bir anlamda yorumlama. Başka anlam verme. TEVKİFÎ: Şeriatın belirlediği ve dondurduğu hüküm. TEVKİL: Birini vekil atama, birini vekil etme, vekil tanıma. TEVRAT: Hz. Musa'ya indirilen İlâhî kitap. TEVRİYE: Örtüp gizlemek. TEYAKKUZ: Uyanıklık, tedbir. TEYEMMÜM: 1. Kast. 2. Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi. TE'YİD: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. TEZAD: 1. İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik. 2. Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak. TEZEKKÜR: 1. Akla getirme, hatırlama, anımsama. 2. Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme. TEZHİB: Yaldızlama, süsleme. TEZKERE: 1. Pusla, betik. 2. Herhangi bir konuda izin verildiğini bildirmek için hükümetten alınan kâğıt. TEZKİYE: Temize çıkarma, aklama. TEZYİN: Süslemek, donatmak. TIBAK: Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı. TIFL: Küçük çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş.. TIYNET: Huy, yaratılış. TİH: Çöl, susuz sahra. Sinâ yarımadasındaki çöl. TİLAVET: 1. Okumak. 2. Takip etmek, arkasına düşmek izlemek. TUBÂ: Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç. TUĞYAN: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık. TUHUR: İki hayız arasındaki temizlik süresi. TÛR: Dağ, cebel, Tûr-ı Sina denilen ünlü dağ, Hz. Musa'ya burada vahiy gelmiştir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() UBUDİYYET: Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
UHREVÎ: Ahiretle ilgili, öteki dünyaya ait. UHUVVET: Kardeşlik, dostluk, bağlılık. UKALÂ: 1. Akıllılar. 2. Akıllılık iddia edenler, ukelalar. UKDE: Düğüm, zor iş, muamma. UKUBET: Ceza, azap, işkence, eziyet. ULEMA: Âlimler, bilginler. ULUHİYYET: Allahlık, ilâhlık. ULUM: İlimler, bilimler. ULUM-İ ÂLİYYE: 1. Sarf ve nahiv gibi âlet ve anahtar durumunda olan ilimler. 2. "ayn" ile yüce ilimler, din ilimleri. ULÜ'L-EMR: Emir sahipleri, buyruk sahipleri, kadılar, idareciler, yöneticiler. ULVÎ: Yüce, yüksek, göğe ve manevî âleme mensup. UMDE: 1. Dayanacak, inanılacak şey. 2. Güvenilecek yer, kimse. UMRE: Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti. UMUM: Genel olma, hep, herkes. UMUMÎ: Umumî, herkese ait, herkesle ilgili, genel. URYAN: Çıplak. USUL: Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod. UZLET: Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma. UZV: Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ. ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma. 2. Görüşme, konuşma. 3. Dostluk. ÜMERA: Emirler, beyler, yöneticiler. ÜMİD: Umut, ümit. ÜMMET: Bir Peygambere inanan insan topluluğu. ÜMMÎ: Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse. ÜMMÜ'L-HABÂİS: (Kötülüklerin anası) şarap, içki. ÜMMÜ'L-KURA: Şehirlerin anası, Mekke-i Mükerreme. ÜNSİYYET: Alışkanlık, sokulganlık, düşüp kalkma. ÜNVAN: Lakap, ünvan. ÜSLUB: Tarz, biçim, ifade yolu. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.
VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar. VÂCİBU'L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah. VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere. VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni. VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış. VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı. VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu. VAHİY: İlâhî bilgi Allah'tan peygamberlere gelen özelliği, Allah'ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi. VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, cehennemi haber vermek. VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı. VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut. VÂLİD: Baba, doğurtan. VALİDE: Ana, doğuran. VALİDEYN: Ana-baba. VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest. VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan. VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan. VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek. VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi. VATI': Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima. VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu. VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli. VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe. VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş. VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu. VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan. VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik. VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan. VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri. VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek. VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk. VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk. VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma. VELİYYÜ'L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan. VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek. VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum. VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt. VETER: Yay kirişi. VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı. VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak. VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma. VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme. VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua. VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma. VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük. VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma. VUSTÂ: Orta. VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() YÂD: 1. Anma, hatırda tutma, zikretme. 2. Hediye. 3. Hatıra. 4. Hatır gönül.
YAKAZA: Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık arasındaki hal. YÂRÂN: Dostlar, sadık arkadaşlar, sevgililer. YE'CÜC VE ME'CÜC: Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı. YED: El, (mecazen) güç, kudret, yardım. YEMÎN-İ GAMÛS: Yalan yere bile bile yapılan yemin. YEMÎN-İ MÜN'AKİDE: Akit yemini, and içme. YETÎM: Babası ölmüş çocuk. YEÛS: "Ye's"den: Ümitsiz. YEVM: Gün. YEVM-İ KIYÂMET: Kıyamet günü. YEZDÂN: 1. Allah (c.c.). |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
![]() ZABT: 1. Sıkı tutma. 2. İdaresi altına alma, kendine mal etme. 3. Silah zoru ile bir yeri alma. 4. Anlama, kavrama. 5. Kaydetme, özetini yazma.
ZÂHİB: 1. Gidici, giden. 2. Bir fikre veya zanna uyan, kapılan. ZÂHİR: Açık, belli, görünür, meydanda olan. ZÂHİRÎ: Dıştan görünen, meydanda olan. ZAİL: Sona eren, sürekli olmayan. ZAMİR: 1. Her şeyin iç yüzü. 2. Yürek, vicdan. 3. Gizli fikir. 4. Zamir, ismin yerini tutan kelime. ZÂNİ: Zina eden erkek. ZÂNİYE: Zina eden kadın. ZARAR: Ziyan, eksiklik, kayıp. ZARF: Yer ve zaman bildiren edat. ZAT: Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi. ZAYİ': Elden çıkan, yitik, kaybolan. ZAYİAT: Kayıplar, yitikler. ZEBÂNÎ: Zebanî, cehennemlikleri cehenneme atan melek. ZEBERCED: Zümrütten daha açık renkte bir süs taşı. ZEBH: Boğazlama, kesme, kurban kesme. ZECR: 1. Yasaklama, yaptırmama. 2. Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet. ZEKER: Erkek, erkeklik organı. ZELİL: Hor, hakir, alçak. ZELLE: 1. Ayak sürçüp kayma. 2. Hata, suç. ZEM (ZEMM): Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme. ZEMHERİR: Karakış. ZEMZEME: 1. Ezgili ses, terennüm, teganni. 2. Mezamir'i okuyanların teranesi (Zebur). ZENB: Günah, suç, kabahat. ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme. 2. Aşağılama, inme. 3. Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti. ZEVC: Çift, eş. ZEVCYEN: Karı-koca, iki eş. ZEVİ'L-UKUL: Akıl sahipleri, akıllılar. ZİKR: 1. Zikir, anma, hatıra getirme. 2. Ağıza alma, adını söyleme. 3. Anlatma, ifade etme. 4. Övme, iyilikle anma. 5. Tasavvufi anlamıyla Allah adını anarak zikretme. ZİKR-İ CEMİL: Güzel zikir, övgü. ZİKRULLAH: Allah'ı anma. ZİLLET: Alçaklık, aşağılık. ZİMMÎ: 1. İslâm devletinde yaşayan gayr-i müslim. 2. Haraç veren, raiyye. ZİNET: Süs eşyası, bezek. ZİRA': Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 75-90 santim arasında değişir. ZÎRAHİM-İ MAHREM: Nikah düşmeyen akraba kadın. ZİŞAN: Şanlı, ünlü, gösterişli. ZİYA: Işık, aydınlık. ZUHR: Öğle zamanı, öğle namazı. ZULM: Zulüm, haksızlık, eziyet. ZULMET: Karanlık. ZÜBDE: Bir şeyin en seçkin parçası, öz, özet. ZÜBUR-ZÜBÜR: Kitaplar, yazılı şeyler. ZÜHD: Dünya lezzetlerinden el çekerek ibadetle meşgul olma, sofuluk. ZÜHÛL: İsteyerek veya elde olmayarak unutma, geçiştirme, yanılma. ZÜLCELAL: Celal sahibi, Allah. ZÜLKARNEYN: İki boynuz sahibi, Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen bir hükümdar, iki yönlü. ZÜLL: Horluk, hakirlik, alçaklık. ZÜRRİYET: Soy, nesil, kuşak. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|