![]() |
#1 |
![]() SİZ ŞÖHRETİ NASIL BİLİRSİNİZ? Ekrandan gördüğünüz, gazetelerden okuduğunuz kadar… Peki hepsi hepsi o kadar mıdır…? … Hayır! O, buzdağının görünen hatta ‘gösterilen’ yüzüdür… Magazin muhabiri olmadığım için, buzdağının görünmeyen yüzünü bir de kişilerle örneklendirirsem bu bana yakışmaz. Üstelik bana özelini dostça anlatan sanatçı dostuma da büyük bir ihanet olur… Biz şimdi, görünmeyen fakat yaralayan değil de bize yansıyan yüzüne bakalım… ******* ‘Bir toplum önce annelerden bozulur’ Evet. Önce annelerden; özellikle de ‘Kızım bi şöhret olsa’ diye debelenen, adeta gözü kararan, ‘Şunlar benim kızımın eline su dökemez’ hasetliğinde kıyaslardan dem vurup, kalbinden diline düşen bir hırsla oradan oraya savrulan annelerden... O anneler ki; yavrusunu daha el kadarken mahallenin diğer kızları ile yarıştırmaz mıydı? Kavgası hem uzak, hem yakın mahallelerdeki annelerken aslında! İşte bu yüzden bir ‘şöhretli’nin annesini seyretmek çok daha dikkat çekici gelmiştir bana. Burada örnek vermeyeyim de siz bildikleriniz ya da tanıdıklarınızla kıyaslayın… ********* Şöhretin en kötü huyu, hırstır. Çünkü hırslanmaya başladığınız anda her şey mübah olmaya başlar… Sıkıldığın ne varsa ondan kurtulmak ve istediğin şeyleri istediğin an satın alma duygusunun verdiği rahatlık, şımarık ve hadsiz kılar insanı… Renkli hayat, fütursuz bir harcama rahatlığı, toplumun artan ilgisi ile beraber çoğalan akrabalar ve bütün sorumlulukları yardımcıların üstüne yükleme kolaylığı... Takdir edersiniz ki bu; herkesin kolaylıkla kaldırabileceği bir şey değildir… ********* Peki ya bunu ekran başında seyreden kızların durumu?… İşte asıl sıkıntı orada başlıyor… Hayatın sadece cıvıltılı yanına şahit olan bu genç kızlar, buzdağının altını ya da kulisi bilmedikleri için görünene, gördüğüne sevdalanıyor. Başka bir söylemle; ‘bu yap-boz sahnelere’ analar kızlarından daha çok sevdalanıyor. ********* Sinemalar, dizi filmler gevşemeye hazır ahlakı daha da sulandırıyor. ‘Olur mu böyle şey’ler giderek ‘Olabilir’e; ‘Olabilirler’ ise ‘Olur olur canım, ne var ki bunda’ya dönüşüveriyor. Peki sonra? Sonrası malumun ilamı. ‘Olur mu öyle şey’ cilere ‘Ne kadar bağnazsın’ denmeye başlanıyor. Çünkü türlü hayatlar ve insan desenleri, filmlerde seyredilenlerden ibaret sayılıyor. Analar ise ‘Amaaan biz neler çektik, bari onlar rahat büyüsün’ gibi bir ifadeyle bozulmanın dinamitlerini kendi çocuğunun yüreğine yerleştiriyor… Göz göre göre, bağıra bağıra... ********** Vakitsiz büyümenin acıları ise sonradan çıkıyor... 20 yaşında merak edilmesi gerekenleri, 15 yaşında öğrenmek her bünyenin kaldırabileceği bir iş değildir. Her yaşın bir doğası var şüphesiz. (Yoksa yok mu??) Erken öğrenme, bunu taşıyamayana, çok sonradan anlayacağı ancak artık yaşamaktan da kaçamayacağı sonsuz acıların fidanlarını diktiriyor… ********** Bir genç kız varsayalım şimdi. Bu kızcağızın evlenme çağına kadar gezip tozduğu insanların sayısı arttıkça, evlenebilirliği azalıyor. Bu ihtimalin azaldığını anlayan genç kız, o yaştan sonra anne olma şansını da yitiriyor. Ve artık ne para ne de şöhret, bir çocuk doğurma gücünü ve erdemini satın almaya yetiyor. Belki de onun küçük, mini minnnacık kafasında çocuk, şöhrete ayakbağıdır ve seven sayısının azalmasıdır… Hayır! Bu nedir aslında biliyor musunuz? Bu, özelini yaşamak adına, en özelini kendi elleriyle boğma/kaybetme duygusudur… ********** Genç kızın annesine bakalım bir de. Anne, torun görme yaşını çoktan Azrail’e kaptırmış olduğundan; o yeis sadece şöhretli çocuğunun, çocuğa hasret ahir ömrünün hazin portresi olarak karşımızdadır işte... Zamanında kimseyi beğenmeyen, 'Ben var ya ben’ sevdasına kapılanlar, o gün geldiğinde aynı cümleyi, ‘Ahh ah, ben varya ben’ diye değiştirmeye; ve dört duvar arasında, acıklı bir sesle, eski bir Türkünün kahır dolu sözlerini hazin hazin söylemeye mecbur kalıyorlar işte… ******** ‘Sadece kadınlar mı peki’ dediğinizi duyar gibiyim… Sadece bir farkla. Görenler sonradan ‘Torun mu?’ diye sorsalar da… Erkekler yaşı geçse de, öyle ya da böyle, bir çocuğa sahip olabiliyorlar. İster önemse ister küçümse tek fark bu işte… ******** Ve anlayana bir hisse; Şimdi hayat da senin, seçim de… İster otur evde baklanı ye, İstersen el yesin, sen izle... Bedirhan Gökçe
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Bu adamı seviyorum.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() ‘Olur mu böyle şey’ler giderek ‘Olabilir’e;
‘Olabilirler’ ise ‘Olur olur canım, ne var ki bunda’ya dönüşüveriyor. Peki sonra? Sonrası malumun ilamı. ‘Olur mu öyle şey’ cilere ‘Ne kadar bağnazsın’ denmeye başlanıyor. Buna kısaca 'yozlaşma' mı diyoruz? Ne zaman başladığı, ne zaman gerçekleştiği kestirilemeyen bir çeşit 'kanser'...Geç farkedilen,müdahale edilemeyen... Önce kişi,sonra aile,sonra toplum...yozlaşıyoruz...değerlerimizi kaybediyoruz.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 | ||
![]() Alıntı:
Alıntı:
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Çürümeye mahkum gençliğin , ömrün ayak sesleri... Toplumsal ahlâk , düşünce ve inanç değerlerinin birer birer yıkılışı ..Maalesef..
Teşekkürler Ayşe .. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 | |
![]() Alıntı:
Eyvallah Eda'cım, yitirdiğimiz değerlerin yanısıra onlara dair bildiklerimizi ya da bilmediklerimizi okumayı bile kayda değer bulmaz ve vakit kaybı görürken zaman ayırdığın için ben teşekkür ederim... :-* |
||
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|