AK Gençliğin Buluşma Noktası


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-30-2008, 18:38   #1
Kullanıcı Adı
NuR-eFSaN
Standart >>> mevlana ve ölüm . . .
mevlana ve ölüm

Kur'ân-ı Kerîm'de "Her canlı (nefis) ölümü tada-caktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz," (Ankebût, 29/57) âyetiyle ölümün her canlı varlık için mukar-rer olduğu belirtilir. "Biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz." (Bakara, 2/156) âyeti de ölümü bir yok oluş değil; insanın aslına rücûu, Allah'a kavuşması, gerçek hayatı ve ebedîliği kazanması olarak niteler. Hz. Peygamber'İn: "Müminler kafiyen ölmezler Ancak fânî bir âlemden, bakî bir âleme intikâl eder-ler." hadisi de aynı muhtevadır. Bu yüzden Mevlânâ, ölüme kara gözlüklerle bakmaz. Mesnevmin ilk beyitierindeki "ney" metaforu gibi, insan dünyada iken gurbettedir. Ölüm, onu asıl vatanına ve sevgilisine kavuşturur.
Tasavvuf düşüncesinde ölüm iki türlüdür: İradî ölüm ve zarurî ölüm. Zarurî ölüm; insanın tabu ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır, iradî veya
ihtiyarî ölüm ise; "Ölmeden önce ölünüz" prensibiy-le "Fenâfillâh" a erişmek, riyazet yoluyla nefsi (ben-liği) öldürüp, Hakk'ın varlığında yok olmaktır. Mevlânâ iradî ölümü Fihi Mâfîh'te şöyle izah eder:
"O'nun yanında iki ben sığmaz. Sen: 'Ben!' di-yorsun; o da 'Ben!' diyor. Ya sen öl, ya O ölsün ki, ikilik kalmasın. Fakat O'nun ölmesi imkânsızdır. Bu ne hariçte, ne de zihinde mümkün olur. 'Çünkü O, ölmeyen bir diridir!' (Furkân, 25/58)
O; o kadar lutufkârdır ki, imkân olmuş olsaydı senin için ölürdü. Fakat mademki O'nun ölmesi imkânsızdır, o halde bu ikiliğin yok olması ve O'nun sana tecelli etmesi için, sen öl.



İki canlı kuşu birbirine bağlarsan; aynı cinsten ol-dukları için iki tane olan kanatlan, dört olduğu halde uçamazlar. Çünkü ikilik mevcuttur. Halbuki buna ölü bir kuşu bağlarsan uçar. Zira ikilik kalmamıştır. Güneşte o lütuf vardır ki, yarasanın önünde ölür; fakat bunu imkân olmadığından: 'Ey baykuş! Benim lutfum herkese ermiştir, sana da ihsanda bulunmak isterim. Sen Öl. Çünkü buna imkan vardır. Böyle ya-parsan benim yüceliğimin nurundan nasibini alırsın. Baykuşluktan çıkıp, yakınlık Kâfinin Anka'sı olur-sun' diyor." (Fîhî Mâfih, 38-39)
"Nefsini öldürüp, Hak ile bakî olmuştur. Bu se-bepten Hak sırlarına âşinâdır.
Riyazette tenin ölümü hayattır. Ten yok olursa, ruh ebedîleşir." (Mesnevî, 111/3386-87)
Mevlânâ; tabiî ölümü de bu hayattan ayrılıp, ölümü olmayan ebedî bir hayata ulaşma olarak ni-teler. İnsan genel anlamda iki unsurdan mürekkep-tir: Ruh ve beden. Ruh mücerrettir. Zamana ve mekâna bağlı değildir. Bu itibarla ölümsüzdür. Ruh bu sıhhati Cenâb-ı Hak'tan almıştır. Hayy ve Bakî (diri ve ebedî) sıfatlarının sahibi olan Yüce Allah, kendi ruhundan insanlara ruh üfürmüştür (Hicr, 15/29). Bu sebeple ölüm ile bedenin yok olması, Cenâb-ı Hak İle insan arasındaki perdenin kalkmasıdır. Nitekim bir fizik kanunu olarak hiç bir varlık yoktan var olmaz, var ise yok olmaz; ancak bir hâlden diğer hâle geçer. Dolayısiyle ölünce beden kafesinden çıkan ruh, aslına rücû eder.
Mevlânâ bu fikirleri: "Ölüm kavuşmadır; cefa etmek, kin gütmek değil" (Rubailer, 38); "Ölürsem ben, öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, dirildim; dost aldı, götürdü beni." (Rubailer, 100) sözleriyle dile getirirken, kendisinin bu âlemden ayrıldığı geceye de "şeb-i arûs" (düğün gecesi) denilmiştir.
Mevlânâ'nın şu gazeli onun ölümle ilgili düşüncelerinin en veciz ifadesidir:
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit bir şüpheye düşme.
Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem, işte o zaman yazık yazık demenin sırasıdır.
Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır.
Beni kabre indirip bırakınca; sakın elveda, elveda deme. Zira mezar cennetler topluluğunun perde-sidir.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batmak görünür; ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür; ama o, canın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
Hangi kova kuyuya salındı da, dolu dolu çıkmadı? Can Yûsuf u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hay u huyun, mekânsızlık âleminin fezasında-dır."'8>
Mezarı canın kurtuluş yeri, ölmeyi batan güneşin yeniden doğmaya hazırlığı olarak niteleyen Mevlânâ; Ölüm ile uyku arasında da bir benzerlik kurar. "Uyku ölümün kardeşidir." sözüne ait fikirleri-ni şöyle dile getirir:
"Ey kardeş, çünkü 'Uyku, ölümün kardeşidir.'. O kardeş, bu kardeşten belli olur." (Mesnevi, İV/3084)
Sabahleyin uykudan uyanmak da, mahşerde di-rilmenin bir örneğidir:
"Sûrun üfürülmesi Hakk'ın bir emridir. Onunla bütün halkın bedenleri yerden kalkar.
Sabah uyanınca aklımız nasıl bedenimize geliyor-sa, herkesin canı da öyle bedenine girer.
Her ruh, kendi bedenine girer. Kuyumcunun ruhu, terzinin vücuduna girmez.
Alimin canı, o âlimin bedenine; zâlimin ruhu, o zâlimin tenine girer.
Ayak bile karanlıkta kendi ayakkabısını keşfeder-ken, can niçin tenini bilmesin?
Sabah vakti küçük haşırdır. Büyük hasrı ondan kıyas et.
Uyku ve uyanıklık, akıllılar için Ölümle mahşere iki şahittir.
Küçük haşr, büyük hasrın; küçük ölüm büyük ölümün örneğidir." (Mesnevi, V/l781-96)
Uyku ve uyanmak ile, mademki her gün ölümün bir benzerini yaşıyoruz, o halde bundan ders alıp, ölümü karşılamaya hazırlanmalıyız:
"Ölüm için ihtiyat gerekir. Akıbeti, hasrı gören-ler için de zevk u safa.
Ölümü Yûsuf gibi gören, canını feda eder. Kurt gibi görense, doğru yoldan ayrılır.
Ölüm, herkese kendi rengindedir. Saf ayna iyiyi de kötüyü de gösterir.
Güzel yüz aynada güzeldir, çirkin yüz de çirkin.
Sen ölümden korkup kaçıyorsun. Bil ki seni asıl kendi çirkinliğin korkutmada.
Gördüğün kendi çirkin yüzün, ölümün yüzü değil. Canın o suretten ürktü.
İyi de, kötü de senden yetişmiştir. Çirkin de, güzel de kendi elinle kazandığındır." (Mesnevi, III/ 3458-65)
Sen müminsen, tatlı isen; Ölümün de mümin olur. Kâfir ve acı isen, ölümün de kâfirdir." (Ariflerin Menkıbeleri, II/12)
Mevlânâ; insanların ölüm gerçeğini görüp, dos-tun huzuruna eli boş çıkmamalarını, ebedî hayat için hazırlık yapmalarını öğütler:
"Hiç bir ölü, Öldüğü için hasret çekmez. Ancak tâatinin azlığına yanar.
Yoksa Ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safa meclisine ulaşmıştır.
Bu daracık matem yurdundan ferahlayıp, geniş bir ovaya göçmüştür.
Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin?
Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hak onlarla beraberdir. Su ve çamurdan (bedenden) kurtulmuş, nur ile dostturlar.
Bu hayat için bir iki nefesin kaldı. Bari gayret et de, ercesîne öl." (Mesnevi, V/1774-79)
"Hayat îmânla ebedîdir. Yoldaşın îmân olursa ölmezsin." (Mesnevî, III/3399)
Mevlânâ; iradî ölüm, zarurî ölüm, ölüm korkusu ve ölüme hazırlığı şu iki mısrada özetler:
"Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın."
(Rubailer, 181}

 

NuR-eFSaN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-30-2008, 18:39   #2
Kullanıcı Adı
NuR-eFSaN
Standart >>> mevlana ve ölüm . . .
Mevlana ve AKIL


Aşk konusunda belirtildiği gibi Mevlana , akıl-aşk mukayesesinde aşkın üstünlüğünden yanadır. bunun dışında aklı hem övdüğü, hem de yerdiği görülür. Bütün sofiler gibi Mevlana' nın yerdiği ve karşı çıktığı akıl; hissi ve maddi alemle ilgili olan tecrübi ve tabii akıl değil , bu alemin ötesine ait hükümler veren ve İlahi hakikati idrak etme iddiasında olan nazari ve metafizik akıldır. Bu konudaki itirazların büyük bir kısmı da , bilginin tek kaynağı olarak aklı esas alan ve aklın mutlak bilgi kaynağı olduğunu iddia edenlere ve filozoflaradır.

Akıl genel olarak ikiye ayrılır: Akl-ı cüz'i ve Akl-ı Külli. Cüz-i Akıl , insan düşüncesi, yani ferdi akıldır. "Hakikat -i Muhammediye" de denilen Külli akıl ise yaratıcı kudretin faal olarak görülmesine denilir.



Akl-ı kül her şeyi ortaya koyan , bulan , meydana getirendir. Cüz-i akıl , her zaman öğrenmeye muhtaçtır, Küll-i akıl ise öğretmendir. Peygamberler Akl-ı Küldür. Cüz-i Aklı Küll-i Akla Peygamberler ve Veliler bağlar. (Fihi Mafih, 220)Yeryüzünde görülen her şey külli Aklın gölgesidir. Mevlana'nın Cüz-i akla değer vermesi; "Külli akıldan bir parça olmasından, kaynağını , gücünü ondan almış olmasından dolayıdır. Diğer yandan akıl ; melek cinsindendir, ruh gibi latiftir:



"Akılla melek birdirler . Hikmet icabı iki surette göründü.
Hikmet icabı iki surette göründü.
Meleğin kuş gibi kanatları var. Akılsa , kanatsız uçmada.
Onlar birbirine yardım eden iki dost gibidir.
Hem melek , hem de akıl Hakkın keremi olup ; Adem'e yardımda bulunmuşlar ve secde etmişlerdir.
Nefis ve şeytan , bu iki kafirse Adem'e hem düşman oldular hem de haset ettiler. " (Mesnevi III, 3215-19)

Burada belirtildiği gibi aklın değerli olmasının bir diğere sebebi de nefsin zıddı oluşudur :

"Aklın hususiyeti neticeyi düşünmektir. Nefis ise akıbeti düşünmez. "(Mesnevi, II / 1569)

"Akıl galip olursa , nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek zayıf düşer. " (Mesnevi, II / 1877)
Ayrıca ;

"O yüce Peygamber ; 'Akıl ; oruçtan da , namazdan da yeğdir." diye ne güzel buyurmuştur.
Çünkü akıl cevher , onlarsa arazdırlar. Namaz ve oruç akıllılar için farz olunmuştur. " (Mesnevi, V / 456-457)

Diğer yandan Mevlana ; "Akıl ; Hakk'a ulaşma yolu değildir. " (Mesnevi I/ / 557) diyerek , aklın yetersizliğini dile getirir. Kastedilen Cüz-i Akıldır :

"Cüz-i akıl , keskin şimşek gibidir. Onun ışığı yolda rehber olamaz.
Şimşeğin nuru rehber olamaz, belki o buluta ağlamasını emreder.
Bil ki akıl şişeği de ağlamak içindir, ta ki yokluk , varlık için ağlasın !
Çocuk aklıyla mektepte bir şeyler öğrenir, yoksa kendi kendine bir şey öğrenemez.
Hatta , aklıyla hekime gider ama aklı tedavisinde işe yaramaz. " ( Mesnevi, III / 342-346)

"Bu aklın görüşü mezara kadardır. Basiret ehlininki ise sur üfleninceye kadar ." (Mesnevi, III / 3334)

Zekilik taslamak denizlerdeki yüzücü gibidir. , ekseriya o sonunda boğulur gider.
Yüzücülükten vazgeç, kin tutma . Bunu ırmak veya Ceyhun sanma , deryadır bu !
Hem öyle uçsuz bucaksız ve derin bir derya ki yedi deniz ona nispetle saman çöpüdür.
Aşk , has erlerin gemisidir. Onun afete uğraması nadir , kurtuluş ihtimali fazladır.
Akıllılığı bırak da , hayrete itibar et. Akıllılık zan , hayranlıksa nazardır.
Aklı Mustafa (S.A.)' nın yolunda kurban edip ; 'Allah bana yeter' le iktifa et"
( Mesnevi, IV / 1424-1429)

Mevlana bu sözlerle cüz-i aklın , insanı Cenab-ı Hakka yaklaştırmada yetersiz olduğunu , bu konuda aşkın gerekliliğini dile getirir. Esasen insana mahsus cüz-i aklın derecesi herkeste değişiktir:

"İnsanların akılları birbirinden farklıdır. Nasıl ki güzellerin görünüşleri de başka başka . " (Mesnevi, III / 1542)

"Bazı akıl güneş gibidir.. Bir diğeri Zühre'ye , kayan yıldıza benzer.
Bazı akıl ışıksız , yanmayan bir mum gibidir. Bir başkasıysa yıldız gibi parlar. " (Mesnevi , V / 762-763)

"Bir çok akıl birleştiği zaman, tek akıldan daha üstün olur. "

"Bu aydın akıllılar kandil gibidir. Elbette yirmi tanesi, bir tanesinden fazla aydınlık verir. " (Mesnevi, VI / 26-38)

İnsanın mutlaka aklımı , aydın bir akılla birleştirmesi gerekir. Zira ancak yaratılışta aklı keskin olanlar eğitimle bu melekeyi geliştirirler. :

"Aklı, ilim ve tecrübe arttırır; böylece insanlar daha bilgili olur ! derler.
Oysa bu batıldır. Zira küçük bir çocuk , herhangi bir tecrübeye sahip değildir.
O çocukken , hile ve tedbirlerle nice ihtiyarı aciz ve şaşkın bırakır.
Ancak yaratılıştan olan üstünlük , çalışıp çabalamakla artar. " (Mesnevi III, 1546-1549)

Mademki akıl , ölçüsü herkese göre değişen nispi bir kavramdır ve birden çok akıl bir araya gelince üstünlük kazanır, o halde :

İnsanın aklı , kolu kanadı gibidir. Aklı olmayan başka bir aklı rehber edinmelidir. "
( Mesnevi, VI/4109)

"Akıllılarla sohbet kuvvet verir. Şeker kamışı , şeker kamışından olgunlaşır. " (Mesnevi, II / 2300)

Neticede ; Mevlana'ya göre akıl hudutludur. Ancak bazı akıllar üstündür ki , bunlar da veliler ve peygamberlerdir. Yalnızca onlar insanın cüz-i aklını külli akla , yani Hakikat-ı Muhammedi'ye , yaradılış sırrına ulaştırabilir. Bu iki akıl arasındaki bağı teşkil edenler peygamberler ve veliler, onların yolları da aşktır. Öyleyse insan mahdut aklıyla yol almaya kalkışmamalı; aklın küçük adımlarını bırakıp , aşkın kanatlarıyla ilerlemelidir.
NuR-eFSaN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-30-2008, 18:47   #3
Kullanıcı Adı
NuR-eFSaN
Standart >>> mevlana ve ölüm . . .
Mevlana ve AŞK

Kelime olarak aşk, sarmaşık demektir. Bir nesnenin bir nesneyi sarmasıdır. Maşuk da âşıkını sarmaşık gibi saracaktır. Bu sarış, âşığın maşukta yok olmasıyla son bulacaktır. Sarmaşık nasıl sarıldığı yeri kaplarsa, aşk da girdiği kalbi, daha doğrusu kalpten başlayarak insanın bütün vücudunu sarar. Aşk, her durum ve hâliyle kişiyi hakikate erdirir. Sevmenin ne olduğunu öğretir. Mevlâna’ya göre aşk, öyle bir kimyadır ki o ancak can madeninde bulunur. Aşk, varlığın en esaslı, en sırlı sebebidir.

Kudsî hadis olarak da ifade edilen bir beyanda Allah Teala Hz. Peygamber salllallahu aleyhi ve selleme: “Sen olmasan, sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım.” şeklinde hitap eder. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Allah celle celâlühün en sevgili kuludur, habibullahtır. Bu sebeple kâinatın mayasının aşk olduğunu söyleyebiliriz. Yine, kudsî hadis olarak aktarılan bir başka beyanda yer alan “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı (âlemleri ve insanı) yarattım.” ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegâne maksadın Allah’ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça anlatır. Mademki kâinatın yaratılışı ve devamı sevginin neticesidir, öyleyse her insan bu sonsuz sevgiden nasibini almalıdır. Bu düşünceden hareketle Mevlâna, her insanın bu sevgi dairesine dâhil olmasını hedefler. Ancak bu sevgi; yaratıcıyla, kâinatla ve insanlıkla bütünleşen, hiçbir zaman azalmayan ve zedelenmeyen hakiki bir sevgi olmalıdır. Tasavvufta “kesbî” olarak nitelenen bu sevgi; mecâzî veya beşerî aşk değil, “İlahî aşk”tır.

Mevlâna, tasavvufun tanımı için şöyle der: “Tasavvuf aşk ve vecdle ilahî vuslata erişmektir. Can ve beka âlemidir.” “Aşk ve vecd ile ilahî vuslata ermek” yani bu tanıma göre tasavvuf, seven ile sevilenin birleşerek tek vücut hâline gelmesidir. İki iken bir olmaktır. Tasavvufun özü aşktır. Tasavvuf coşkun bir aşk hâlidir. Mevlâna da tanımında bu hakikate işaret ediyor. Tasavvufî manada aşk ve vecd hâlini yani coşkunlukla Hakk’a ulaşmak olarak tanımlamıştır.

Mevlâna, “Aşk deliliktir biz delinin delisiyiz.” der. Aşk duygusu o kadar ulvî bir duygudur ki fâni varlık karşısında duyulan, hissedilen her şey bu merhalede teslimiyete ulaşacaktır. Artık kişi hakiki varlık karşısında sonunun mutlu bir şekilde biteceğini ümit ederek ilahî aşk yolunda yürümeye başlayacaktır. Yani Allah celle celâlühün tecellisi olan kul, kendi benliğinden sıyrılıp mutlak hakikatle birleşecektir.

Mevlâna, bu aşkın en son merhalesi için ise şöyle der; “Eğer benden başka senin gözlerinde sen kendi nakşını görürsen onu hayal bil, defet, sür gitsin. Bu aynı zamanda vahdet-i vücud yani vücut birliği, iki iken bir olma hâlidir. Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatılır: Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi “kimsin?” diye sordu. Kişi “benim” deyince “git” dedi. Şimdi zamanı değil burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir? İkiyüzlülükten kim kurtarabilir? O yoksul gitti tam bir yıl yollara düştü. Sevgilinin ayrılığı ile kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı. Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapının tokmağına dokundu. Sevgilisi “kapıdaki kim?” diye bağırdı. Adam “A gönüller alan, kapıdaki sensin!” dedi. Sevgilisi “Mademki bensin gel içeri gir; zira ev dar, iki kişi sığmıyor” dedi.

Mevlâna bu birlikteliği şu şekilde özetler: “Senin gözün gönlüme göz olunca bu görmeyen gönül göz kesildi. Gözün ta kendisi oldu.”
Mevlâna’ya göre sözün menşei üçtür: nefis, akıl ve aşk. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır. Aklın sözü, akıllılarca makbuldür ve birçok faydaların kaynağıdır. Aşkın sözü ise söyleyeni mest, dinleyeni kendinden geçirip neşelendirir.

Aşk ile tasavvufî mertebeler aşılacaktır: Mevlâna “Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan aşk, bir güzel merdivendir a oğul!” derken bu hakikate işaret eder. Allah celle celâlüh katında aşkın değeri çok üstündür. Mevlâna “Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır ” der. Ayrıca herkesi âşık olmaya davet ederek “Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!” diyerek aşka meyli olmayanlara acımaktadır. Hâsılı, kâmil bir ubudiyet içinde olan kulun nihaî hedefi ilahî aşk olmalıdır.
Aşk yolunun peygamber yolu olduğunu belirten Mevlâna, “Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın; aşkla öl ki diri olasın.” sözleriyle bu manadaki aşkın kişiyi ölümsüzleştirdiğini ifade eder.

Mevlâna “İlahî aşk ateşi gelip de, kendinden başka ne varsa yakıp yandırırsa, işte o zaman gönlünde ne varsa, yanınca sevin, tatlı tatlı gül” sözleriyle aşkta esas olanın sevgiliden başkasını düşünmeme ve ilgilenmeme olduğunu anlatır. Aşkın varlığı, kalpte sevgiliden başkasını yakar ve yok eder. Aşkın aslı yok olma, kendi benliğinden geçmedir. Gerçek aşka ulaşanlar geçici aşklara meyletmezler. Hakiki aşk kalpteki diğer sevgilerin tamamını yok edecektir. Nitekim Kur'ân’da “Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır.” mealindeki ayetle de hakiki aşkta, kalbin mutlak sevgiliyle dopdolu olması gerektiği anlatılır.

Her güzelliğin kaynağını aşka bağlayan Mevlâna şöyle der: “Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete gelmedikçe hiçbiri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır. Eğer gökyüzü âşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf lekesiz olur muydu? Eğer güneş de âşık olmasaydı onun yüzünde bir parıltı bu ışık olur muydu? Yeryüzü ve dağ âşık olmasalardı her ikisinin gönlünden bir ot bile bitmezdi. Eğer deniz aşktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi? Elbet bir yerde donar kalırdı.”
Aşkın hayat verdiğini, gönülleri yumuşattığını söyleyen Mevlâna Celaleddin Rûmî, Divan’ında aşkla ilgili şunları söyler: “Âşıkların gönülleri ateşe benzer, bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır. Aşkla, taş yürekler bile yumuşar, yumuşar da gönül taş bile olsa mücevher kesilir. Aşk yüreklere hayat verir. Aşk atına bin, artık yolu düşünme çünkü aşk atı pek rahvandır.”

Aşkın bedeli sevgili uğruna canını verebilmektir. Mevlâna, “Aşka tutulan can derdine düşmez” der.
NuR-eFSaN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi