![]() |
#1 |
![]() Belkide Kim Kimdir sayfasındaki en önemli kişilik bunlardır ha ne dersiniz bence öyle. Bu insanlara bir borcumuz var bu sayafada ödemeye çalışsak ne güzel olur dostlar!
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ÖNDEN GİDEN ATLILAR
Issız sıcak çölleri Karşı karlı dağları Çoktan aşıp gittiler Kayboldular uzakta Önden giden atlılar Ben burada kaldım böyle İşleri aceledir Çok uzundur yolları Bense geride kaldım Yetişemedim size Önden giden atlılar Gittiler hep gittiler Aştılar kızgın çölü Toprak tükendi bir gün Denize ulaştılar Çektiler dizginleri Kendileri dursa da Atlar duramadılar Çaresiz kalıp birden At sürdüler denize Önden giden atlılar Önlerinde okyanus Kızgın bir çöl arkada Asıl içlerindedir Zaptedilmez bir deniz Önden giden atlılar Teknik değişti diye Bıraktılar atları Atlarsa bu kıyıda Sanki sevgili gibi Onları beklediler Günlerce beklediler Yeri yırtar ayaklar Göğe fırlar başları Nerden çıktı bu deniz Bizi ayıracaklar Önden giden atlardan Sevgiliden daha zor Ayrılmak bu atlardan Buğulanmış gözlerle Geri dönüp onları Gemilere aldılar Önden giden atlılar Üç gün duramadılar Yaptıkları gemide Karşı kıyıda yeni Güzel atlar buldular Yaktılar gemileri Önden giden atlılar Vardılar Kurtuba’ya İnmediler atından Gülle karşılandılar Ne güzel atlar bunlar Bunca yol çiğnediler Çiçek çiğnemediler Önden giden atlılar Önden giden bu atlar Seni gördüler kalbim Sahabe atlar bunlar Dünyanın beklediği Önden giden atlılar Önden giden atlılar OSMAN SARI [youtube=425,350]http://www.youtube.com/watch?v=I5Oh1MIHHFo&mode=related&search=[/youtube] |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() KEMAL ERİMEZ
![]() Kimi insanlar vardı ki; dünyayı sadece hizmet etme yeri olarak görmüşlerdi. Onlar için önemli değildi arkalarından anılmak... Ağlayanı dahi olmayabilirdi. Kendi milletlerinin adı artık bütün Orta Asya'da, Balkanlar'da, Uzakdoğu'da, Afrika'da, Amerika'da duyuluyordu ya; bu çoktan yeterdi. O ülke semalarında şehidimizin son örtüsü ayyıldızlı tanıdık bir bayrak da vardı ya... Varsın; kimileri bu güzellikleri anlayamasındı. Varsın; bir değil, binler bu uğurda feda olsundu... Bu Türkiye'yi sevda haline getirme yarışıydı... Kimbilir Hacı Abi ve Hacı Abi gibileri bu yarışı yine başka bir alemde, yine başka diyarlarda bütün hızıyla devam ettiriyordur. Biz farkında olsak da, olmasak da... Orta Asya'daki Türk okullarının 'Hacı Ata' olarak tanımladığı Erimez, 1926'da Samsun'un Havza ilçesinde doğdu. İzmir'de bulunduğu dönemde eğitim hizmetlerine destek olmaya başladı. İlerlemiş yaşına rağmen son nefesine kadar başta Orta Asya olmak üzere değişik ülkelerde Türk okullarının açılmasına öncülük etti. Türkiye'de de çok sayıda okul, yurt ve kursa maddi-manevi destek veren Erimez, 13 Mart 1997'de hayata gözlerini kapadı. |
|
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Bir önden giden atlı; Adem Tatlı
Boğaza nazır pencereden guruba bakıyorum. Güneş battı batıyor. Ufukta kızıllık gittikçe koyulaşıyor. Biraz sonra İstanbul semalarında "Sadây-ı Muhammedi" yankılanacak Herkes sürurla oruçlarını açacak. Bense gurubun, bütün insanların ruhunda burkuntu hasıl ettiği şu dakikalarda Adem öğretmeni düşünüyorum. Biz birazdan oruçlunun birinci neşvesini tadacağız Adem öğretmen ise, ikinci, kalıcı ve ebedi neşvesini tattı. O, Rabbine kavuştu, Ebetler yurduna hakiki hicret diyarına göçtü. O bu sene Ramazana değil, Rahmana kavuştu. Hayatta olsaydı yine bir gurbet Ramazanı yaşayacaktı. Ezan duymadan, ışıl ışıl mahyaları görmeden, arkadaşları ile teravih kılacaktı. Hanımı ile sahura kalkacak, yine mahallenin tek ışığı onların mütevazı evin penceresinden yayılacaktı şehrin o sakin sokağına. O ilklerden, önden giden atlılardandı. Bütün bir Asya'nın uçsuz bucaksız çöllerini geçti. Karlı dağlarını aştı, mavi göklerin ülkesine, Orhun abidelerine ulaştı. Çin seddine yaklaştı. O günlerde Türk varlığı adına hiç bir şeye rastlamak mümkün değildi oralarda. Büyükelçiliğimiz bile çok sonraları açılmıştı. Pek çok emsali namsız nişansız, yiğitler gibi gittikleri ülkelerde ilk ve tektiler. Her biri atlarını farklı ülkelere sürmüş, gittikleri ülkenin ümit kandilleri olmuşlardı. Kimilerini ünlü gezgin fotoğraf sanatçısı Arif Aşcı tarihi ipek yolu üstünde, Tanrı dağlarının eteklerinde Türk varlığı adına tek ışık olarak Narinde görüyordu. Kimilerini değerli dostum Şerif Ali Tekalan beyle Hazarın doğusunda Türkmen diyarında, öğrencilerine köyümün yağmurlarını söyletirken. Kimilerini de Göktürklerin Uygurların bir dönem at koşturdukları Orhun Abidelerinin civarında görüyorduk. Adem Tatlı onlardan, o yiğitlerden birisiydi. Hepsi üç beş arkadaştılar. Çok heyecanlıydılar. Önce bir okulla işe başlayacaklardı. Fakat bir türlü mana veremedikleri anlamsız engeller yollarını kesiyordu. Necaşi'nin ülkesine gidenleri rahat bırakmadıkları gibi onları da rahat bırakmadılar. Ama sonunda başardılar. İzin çıktığı gün sevinçten uçacak gibiydiler. Harç kardılar, tuğla ördüler, badana yaptılar. Boğaziçi, Hacettepe mezunu öğretmenler bir işci, bir ırgat gibi çalıştılar. Prof. Dr. Mehmet Sağlam hoca bir Moğolistan ziyaretinde öğrencilerinin başında bulur onları. Yaklaşır usulca birisinin yanına ve sorar. -"Kaç yıl oldu buraya geleli?", -"11 yıl" Hayli zaman oldu diye geçirdi içinden sordu. -"Ne zaman döneceksin Türkiye'ye." Cevap kanını dondurdu Hoca'nın -"Hocam biz dönmeye değil ölmeye geldik" "Bittiğim andı, tüylerim diken diken oldu, utandım". Baktım hoca ağlıyordu. Ve Adem öğretmen dönmedi dönemedi Adanmış ruhlar asırlar önce bir dünya imparatorluğu kuran Cengiz Han'ın memleketinde bu defa sevgiden bir imparatorluk kurdular. Atalarımızın uçsuz bucaksız bozkırlarında barınamadığı için küçük Asya'ya doğru göç etmek zorunda kaldıkları Büyük Asya topraklarına geriye döndüler. Çünkü oralar, onlar gibiler için bir hayal ülke bir ütopya ve bir idealdi. Ergenekon destanın yazıldığı o topraklarda şimdilerde yeni bir destan yazılıyordu. Ergenekon, yuvadan çıkışın, ayrılığın, hasretin destanıydı. Adem öğretmenler ise yuvaya dönüşün vuslatın, kavuşmanın destandır. İstiklal marşımızın okunduğu, bayrağımızın dalgalandığı okulun açıldığı ilk gün. Gül yüzünde güller açtı. Ve Adem öğretmen dönmüyordu dönemiyordu. -Bindikleri araba önce savruluyor toparlanamıyor ve devriliyor. Nefes almakta zorlanıyor "çok acım var" diyebiliyor o tatlı insan ambulans acı sirenler çalsa da nafile doktor çare değil artık tatlı insana. Derken dudaklar kıpırdıyor. - "Beni buralara bu toraklara gömünüz" Belli ki o hep öğrencilerinin sesini duymak, kardelenleriyle birlikte olmak istiyordu. Sonra yavaş yavaş güzel gözleri kapanıyor. Annesi babası kardeşleri Türkiye'ye getirmek için ısrar ediyorlar. Onu köyünün topraklarında sanki kendi kucaklarında gibi hissedeceklerdi. Mezarının otlarını saçlarını okşar gibi seveceklerdi, ama olmadı köyünün yağmurlarında bir daha ıslanamadı Hanımı, çok sevdiği eşinin son vasiyetini bağrına taş basarak yerine getirmekte ısrar etti. O "beni Moğolistan topraklarına gömün" dedi. Kaç defa hanımına “Ben senden memnunum bunu orada O'nun huzurunda da söyleyeceğim” dedi. Hanımı da belli ki onu çok seviyordu taş bastı kendi bağrına ve vasiyetini yerine getirip bıraktı onu Moğolistan topraklarına. Fakat onun da son bir arzusu vardı. Gül yüzüne, gülen yüzüne son defa bakmak istiyordu. Usulca açtılar yüzünü -"Bu gülüyor bu yaşıyor uyandırın bunu" dedi inledi yalvardı ama kimseyi inandıramadı. Kardelenler açmayacak, buzlar erimeyecek diye kim bilir kaç gece ağlamış, kaç gece uykusuz kalmıştı. Hele o ilk günler eline kuru bir ekmek parçası alıp, onu nerede bulabileceğini anlatmak için ne kadar uğraşmıştı önüne ilk gelen insana. Aylar geçiyor Türkiye'den bir şey gelmiyordu. 18 aydır maaş alamamıştı. İmkanlar olsa göndermezler mi diye düşündü. Hanımına “Sen elişi bir şeyler yap, satalım ben de taksi şoförlüğü yapayım" demiş, aylarca geçimini öyle sağlamıştı. Bir başka zaman büyük bir sıkıntıyı sessizce halletmişti. Kimse akıl sır erdirememişti. Sonradan anlaşıldı ki memleketindeki evini satmıştı. Kaç defa koyunlarla ve keçilerle aynı uçaklarda yolculuk yaptı, kaç defa Moğolistan'ın uçsuz bucaksız steplerinde uçarken üzerine devrilen eşyaların altında kaldı. Kaç defa binmeye yürek isteyen eski model uçaklarla toprak pistlere iniş yaptı. Kaç defa toprak pistten. Arkada toz duman bırakarak havalandı gökyüzüne.. Son Türkiye ye gelişinde bütün akrabalarını dolaşmış ve helalleşmişti. Kardelen çiçekleri de yanındaydı. Türkçe olimpiyatlarına katılacaklardı. Yarışmalarda büyük başarı elde etmişler finale kadar gelmişlerdi. Final gecesinde bir kardelen Nurullah Genç'in “YAĞMUR” şiirini enfes yorumlayınca Moğolistan gecenin gündemine oturuverdi. Meclis Başkanımız, içlerinde Adem öğretmenin de bulunduğu 5000 kişilik salonda eğitim gönüllülerinin fedakarlıklarından söz etti. "Bir büyükelçimiz tayin bekliyordu, benden de iyi bir yer olması konusunda yardım istiyordu. Bir haber var mı kabilinden bana uğradı. Ben de şaka olsun diye bir Moğolistan lafı dolaşıyor seninle ilgili deyince elindeki çay bardağı düştü. Benzi sapsarı kesildi. "Ben ne yaparım orada nasıl yaşarım, orası büyük mahrumiyet yeri" dedi. Bu kardeşlerimiz hiç çekinmeden büyük bir şevkle oralara gittiler. Bu bir destandır, bu bir fedakarlıktır." Bu gül yüzlü yiğitler sevdadan atlarına binip gittiler ve dönmediler. Şimdi Altay dağlarından kopan hoyrat rüzgarlar kabrinin başında hüzünlü türküler söylüyor. Artık toprak pistten kalkan uçaklar, ördüğün tuğla duvarlar, badana yaptığın, günler, ağladığın geceler hepsi geride kaldı. Aylarca yanmayan elektrikler, akmayan sular, steplerin soğuğunda sınıflarda palto içinde titreye titreye ders verdiğin günler, koyunlarla ve keçilerle aynı kabinde yaptığın yolculuklar ve bize yadigar bıraktığın gül yüzlü çocuklar hepsi hepsi geride kaldı. Bir de Moğolistan Cumhurbaşkanı'nın senin için hazırladığı şeref madalyası o da oğluna teslim edildi. Abideleri, yazıtları, dikili taşları ile bizlerden izler taşıyan o topraklarda görkemli bir iz de sen bıraktın. Şimdi bir abide gibi duruyorsun asude bir tepenin yamacında. Tatlı tatlı esen meltemler okşuyor kabrinin üstündeki otları bir de boynu bükük kardelenlerin. Sen, mavi gökler ülkesinin koyu lacivert gecelerinde bir çoban yıldızı gibi kutlu yolcuların umut fenerisin. Sen hayallerdesin, gönüllerdesin. Bilmiyorum sen nesin yoksa sen mahcup ve mütebessim bir melek misin? Hâlâ atlar uçsuz bucaksız steplerde dört nala koşuyor ama hiçbiri önden giden atlılara asla yetişemiyor. Önden giden atlılar hep önde koşuyorlar. Harun Tokak |
|
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Önden Giden Atlılar
İstanbul'daki dev çadıra geri döndüğümde küçük bir çocuk, annesinin eline sımsıkı tutmuş, sahneye çıkıyordu. “Moğolistan bozkırlarında koşarken çatlayan Adem Tatlı'nın, Hanımı ile Oğlu Ömer Faruk” dediler. Vefa ödülü verilecekmiş… Kadın, hüzünden bir abide gibi durdu sahnede. Acılıydı ama hicret diyarında şehit vermiş olmanın onurlu duruşu vardı üzerinde. Ödülü sadece almakla yetindi. Tek kelime bile konuşmadı. Teşekkür etmeye bile yüreğinin takati yoktu. Bir kelime beyan etseydi, sanki bütün büyü bozulacakmış gibi bir hâl vardı; sustu… Sadece sustu… Bir sessiz çığlık sarstı, dev çadırın direklerini. Hıçkırıklar yükseldi salondan. Aldığı ödülü acılı günlerde yarıya çekilen bir bayrak gibi vücudunun tam ortasında durdurdu ve sonra küçük Ömer Faruk'una uzattı. Ne dediğini duyamadım ama “Al oğlum, bu senin çünkü babanın davasını sen devam ettireceksin” dediğini tahmin ettim. Yerine oturunca, tuttuğu bütün duygularını bir anda bıraktığını, acılı yüreğini göz yaşı ırmaklarına saldığını, söylediler. Kocasının boş atını görünce, Ali'sini kaparak, Ömer Muhtar'a koşan kadın gibi, bari Ömer Faruk'unu alarak “Ser Süvari”ye koşabilseydi ve “Kocam nerede?” diyebilseydi, diye geçirdim içimden. Kızgın çölleri, karlı dağları aşan atlar, önlerine koca bir okyanus çıkınca kaldılar bu kıyıda. Önden giden atlılar… Sanki sevgili bekler gibi bekliyorlar bu kıyıda, yıllardır… Harun Tokak http://www.samanyoluhaber.com/index....d=51632&sec=51 |
|
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Hacı Kemal Erimez Ağabey'e Bir Mektup
M. Sacit ARVASİ Sevgili Hacı Kemâl Ağabey; Size nasıl hitap edeceğimi bilemediğimden, aklıma gelen ilk sözcüklere sığındım. Siz beni tanımıyorsunuz, bense sizi vefatınızdan sonra, tekrar tekrar seyrettiğim bir video kasetinden tanıyorum, o kadar. Bu kadarlıkla bir insan tanınır mı? Elbette tanınmaz. Bu yüzden siz benim gibi pek çok insanın meçhûlüsünüz. Meçhul ama kahraman! .. Bu satırları şehrin göbeğindeki ıssız bir tepede yazıyorum. Bir şubat akşamı, dışarıdayım ve üşümüyorum. Hava mı bahar havasında, yoksa, yâdınız mı baharı taşıdı bu tepeye bilemiyorum. Birkaç gün önce, dört yıldır beraber kaldığımız bir Rus delikanlısı Andrey; İnegöl'e taşınmış bir Rus kadını ve iki kızından bahsederek tanışmak için oraya gideceğini söyledi. Geri dönüşünde yanıma geldi. Dudağında tarifsiz bir tebessüm, mavi gözlerinde mutluluk vardı. Taşkın bir heyecanla: 'Bir Rus kadını, hem de tesettürlü. Böyle bir şey olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Rus olan, Rusça konuşan Müslüman bir kadın... Annemi ve kız kardeşimi hayal ettim. Şimdi en büyük arzum; babam, annem ve kardeşimle hacca gitmek, ve orada Efendiler Efendisi'ni ziyaret etmek! Dua et ağebey, ne olur, dua et! ' dedi. Yüreğime ansızın yayılan bir sızıyla nemlenen bakışlarımı yere indirdim. Göremedim ama, biraz önce içlerinde mutluluk okuduğum mavi gözlerinin bulutlandığını hissettim. Kimmiş o Rus kadını, biliyor musunuz, Hacı Kemal Ağabey? Yüreklerine sevgiyle aktığınız yüzlerce insandan biri: İrina... Ona şimdi 'Meryem Ana' diyorlar. Küçük kızı Teresa'yı, Ozan Beyle; büyük kızı Aleksi'yi de, Yücel Beyle evlendirmiş ve İnegöl'e yerleşmişler. Onlar da artık Teresa ve Aleksi değil. Biri Elif, ötekisi Merve... 'Bizim Hacı Kemâl'in vefatından bir gün sonra Müslüman olduk.' demiş. Seyrettiğim kasette Tacikler sizin için; 'Bizim Hacı Ata' diyorlardı. Bunu yadırgamamıştım. Fakat bir Rus'un dudaklarında, sizin için çiçeklenen 'Bizim' kelimesi karşısında şaşırmaz mı insan? Rusların Hacı Kemâl'i! .. İrina'nın, yani Meryem Ana'nın bir torunu olmuş, adını Yusuf Kemâl koymuşlar. Kimbilir daha kaç tane Rus, Tacik ya da gönüllerine aktığınız ayrı coğrafyaların insanları torunlarına 'Kemâl' adını verecekler. Vermeliler de... Adınız yaşamalı, ruhunuz da adınızı taşıyan bedenlere hayat olmalı. Sonra bugün, yanıma, çok uzaklara gönderdiğimiz bir Abdullah geldi. Maraş'tan, Burma'ya gönderdiğimiz bir Abdullah... Abdullah, yedi sene önce dilini, dinini, havasını, suyunu bilmediği bu Budist diyarına gittiğini söyledi. Tek başına... Şimdi orada bir kolej yükseliyormuş Hacı Ağabey. 'Yalnızlığınızdan, yapayalnızlığınızdan bir kolej nasıl yükseldi? ' diye sordum. 'Allah' dedi, mihnetle titreyen dudakları... Allah... Bir kutlunun gözyaşlarını coğrafyalarda filizlendiren Allah... Ve devam etti, bizi büyüleyen, uzak diyarlardan gelen Abdullah: 'Burma'ya gittiğimde, on beş gün boyunca bir otel odasında âdeta mahpus kaldım. Ne yapayım deyip duruyordum kendime. Sonra tıraş olur, berberle; alış-veriş yapar, bakkalla; et alır, kasapla dost olurum; ama önce -varsa- kardeş ülkelerin konsolosluklarıyla irtibata geçeyim dedim. Zira Burma'da bizim konsolosluğumuz yok. Ülkemiz adına yalnızız orada. Zaten bütün dünyadan ancak on yedi ülke konsolosluk açmış. İlk olarak gittiğim Pakistan Konsolosluğu'nda bir buçuk saat bekletildikten sonra kabul edildim. Konsolosa Türkiye'den geldiğimi, kıtalararası bir eğitim seferberliği başlattığımızı, bu niyetle burada bulunduğumu anlattım. Konsolosun gözleri bir-den parladı. Ayağa fırlayarak yanıma geldi, kırk yıllık dost hasretiyle bana sarıldı; ardından, 'Bizim Hacı Kemâl'i bilir misiniz? ' dedi. 'Ben Tacikistan'da çalışırken onunla tanıştım.' Bana bazı porselen tabaklar göstererek: 'Bu tabakları bana Hacı Kemâl Kütahya'dan getirip hediye etti.' dedikten sonra, beni arabasına bindirerek orada pek çok insanla tanıştırdı ve bana referans oldu. Böylece yalnızlığımızın hüzün tomurcuğundan Burma'daki kolej fışkırdı.' Kütahya'dan götürdüğün porselenler, fethettiğin bir kalpten; Burma'nın fakir coğrafyasına bir kolej olarak yansıdı Pakistanlıların Hacı Kemâl'i. Siz beni tanımıyorsunuz, doğrusu ben de sizi yeterince tanımıyorum. Ama gönlüm size karşı sevgiyle dopdolu. Babamın vefatından sonra ona hiç ağlayamadım. Fakat şu an sizin için ağlıyorum, gönlümün Hacı Kemal'i. Seksen arkadaşını Bizans İmparatoru'ndan kurtaran Abdullah bin Huzafe'yi, Medine'de karşılayan Hz. Ömer'in, yanındakilere: 'Şimdi hepiniz kalkacak Abdullah'ın başını öpeceksiniz, zira o baş, seksen arkadaşımızın kurtulmasına vesile oldu.' dediği gibi; inanıyorum ki siz de buradan göçtüğünüzde, Ömer'i, Hz. Ömer yapan Gönüller Sultanı; yanına Ebu Bekirlerini, Ömerlerini, Osmanlarını, Alilerini alarak, sizi karşılamış ve şöyle demiştir: Şimdi hepiniz kalkacak Hacı Kemâl'imi alnından öpeceksiniz. Zira o baş, yüzlerce insanın ebedî hayatının kurtulmasına vesile oldu. Saatler, bahar havasını yaşadığım bu şubat gecesinin ikisini vuruyor. Bugün, Sevgililer Günü... İnsanlar gönüllerine sevgili yaptıklarına bugün ne verecekler bilemiyorum. Ben yalnızca bir Fatiha'yla beraber, birkaç damla gözyaşıyla yazdığım bu iki satırlık mektubu buutlar arası bir sevgi 'Sızıntı'sına katacağım. Okursunuz değil mi, Hacı Ağabey? |
|
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Ben o büyük insanı(KEMAL ERİMEZ) ağlarken tanıdım
“Onunla tanışmamız bir ağlama sahnesinde gerçekleşmişti. Yani ben onu ağlarken buldum ve tanıştım. Sokakta, bir kenara çekilip ağlayan beyefendi bir insanla karşılaşmış ve ilgilenmiştim. Bu koca adam ne diye böyle sarsıla sarsıla ağlayıp gözyaşı döküyordu; dikkatimi çekmişti. Yanına yaklaştım, derdine ortak olmak istedim. Ama o kendi halinde kalmak istiyordu. Yakınımızda işyerim vardı, davet ettim, gelmek istemiyordu. ‘Gel bir çay içelim. Sana bir şey sormayacağım. Seni bu halde bırakıp gidemem, ne olur beni kırma.’ diye yalvardım, yakardım ve sonunda ikna ettim. Odama geçip oturduk. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra yavaş yavaş açılmaya başladı. ‘Bir eğitim projemiz vardı. Durumları çok iyi olan bir iş sahibinden büyük bir destek sözü almıştım. Her şey tamamdı; ama şimdi onlar bunu yerine getiremiyorlar. Her şey altüst oldu. Ben şimdi ne yapacağım? ’ diyordu. Biraz daha deşince meseleyi kavradım ve güzel insanın daha fazla üzülmemesi için o yükün altına girdim. O zaman sevincini görecektiniz! ..” Abdullah AYMAZ-ZAMAN GAZETESİ |
|
![]() |
![]() |
#8 |
![]() paylaşmnz için gerçekten tşşkrler bu şiir geçen yıl oknmuştu sanrm ve derceye de grmşti Türkçe olimpiyatlarında doğru olduğunu bldiğimz şeyi yapmak cesaret işi gerçekten...ülkemiz için önemli adımlar atabilenlere ne mutlu kendilernden verdkleri herşeyleryle
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() paylaşımınız çok güzel vede anlamlı...ben adem tatlıyı tanımıyordum öyle bir insanın varlığından çektiklerinden ve de yaptıklarından haberim yoktu...bu sene türkçe olimpiyatlarında eşini vede oğlunu görene kadar...onlar gerçekten bişeyler yapabildiler...bu dünyaya boş gelip boş gitmediler ...
ALLAH rahmet eylesin.... tekrar teşekkürler... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir) | |
|
|