|
05-06-2009, 13:42 | #1 |
Suç duyurularının perde arkası!
O dönemde yaşadıklarımızın arka planında neler döndüğünü, tam da bugünlerde ortaya çıktığı şekli ile tahmin edebiliyorduk.
Ardı ardına suç duyuruları.. Şener Eruygur imzalı şikâyet dilekçeleri.. Cemil Çiçek imzalı, Adalet Bakanlığı havaleli suç duyuruları.. Ve Bağcılar Savcılığı’ndan açılan ceza davaları.. Adalet Bakanlığı, adeta posta memuru muamelesine tabi tutuluyordu. Bir yandan posta memuru muamelesi, bir yandan ise savcıya baskı kurma aracı.. Düşünebiliyor musunuz; Jandarma Komutanlığı, daha doğrusu o tarihlerde o koltuğu işgal eden Şener Eruygur, şikâyet gereği duyduğu bir yazı veya haber için, direkt ilgili savcılığa dilekçesini göndermesi gerekirken, suç duyurusunu kasten Adalet Bakanlığı’na yapıyordu.. AK Partili Adalet Bakanı da sağolsun, bir defasında bile “Siz bu dilekçeleri niye bize gönderiyorsunuz? Biz dilekçe alma merkezi miyiz? Dilekçenin nereye verileceğini bilmiyorsanız, gelin bakanlık bünyesindeki hukukçularımız yetkililerinize brifing versinler. Yok; dilekçenin nereye verileceğini biliyor da, bizi aracı kılmak için böyle bir yolu deniyorsanız, ‘Kamu kurumlarını, lüzumsuz yere meşgul etme’ sebebi ile, yetkililer hakkında soruşturma açılmak üzere suç duyurusunda bulunacağımızı bilginize sunarız” demedi! Diyemedi! Öyle ya, Türkiye’de bir yılda milyonları aşan suç duyurusu yapılıyor.. Bunların % 1’i bile, ilgili savcılık yerine, Adalet Bakanlığı’na dilekçesini verse, sırf bu sebeple bakanlık kilitlenir! Ama dilekçelerin Adalet Bakanlığı vasıtası ile savcılığa gönderilmesindeki maksadın ne olduğunu, o tarihte de yazmıştık, yine tekrarlayalım.. Amaç belli idi.. Amaç, soruşturmayı yapmaya yetkili savcı üzerinde baskı kurmak idi. Direkt yetkili savcıya yapılacak suç duyurusuna kıyasla, Adalet Bakanlığı’ndan havaleli gönderilen bir suç duyurusunda, savcı kendisini biraz daha bağımlı kabul edecekti.. Nitekim de öyle olmuştu.. Şener Eruygur imzalı kaç suç duyurusu gelmişse, aynı miktarda dava açılmıştı. Bir tanesinde bile, savcı soruşturmayı yaptıktan sonra, “Ben burada suç tespit edemedim. Takipsizlik kararı veriyorum” dememişti. Hatta daha fazlasını söyleyeyim, Jandarma Komutanlığı makamındaki Şener Paşa’nın, işini ne kadar ciddiyetle takip ettiğini göstermesi açısından da ilginç bir bilgi vereyim.. Bir defasında, aynı tarihli, aynı yazı için, iki suç duyurusu yapılmıştı.. Birinci suç duyurusu; yazının yayınlandığı gün. Diğeri de, yalaka kartel gazetelerinden birisinin bir hafta sonra yazdığı hedef gösteren yazısı akabinde.. Adalet Bakanlığı da, gelen bütün suç duyurularını, havale yapıp, aynen gönderiyor ya.. Hiç araştırmamışlar, “Bir hafta önce de, aynı yazı için bir suç duyurusu almıştık” diye.. Savcılığa intikal eden tüm suç duyurularının, otomatik davaya dönüştüğünü daha önce hatırlatmıştık. Bu suç duyurusunda da öyle olmuş! Savcılık makamı, daha önce aynı yazı için dava açtığını unutup, yeni suç duyurusu için, bir dava daha açmış! Şimdi aynı yazı için, iki ayrı davada yargılanıyoruz! Güler misiniz, ağlar mısınız! Suç duyurularının bakanlık aracılığı ile yapılmasının, savcıları baskı altına alma amacına matuf olduğu çok açık bir şekilde ortada iken, o tarihlerde ne İllegal Basın Konseyi, ne de Gazeteciler Cemiyeti, bu uygulamalara karşı çıkmamıştı! Bakanlık havaleli dilekçelerle yapılan suç duyurularının amacının; “Dava açmayın da görelim. Bizim yaptığımız suç duyurusu sonrasında, Vakit yazarlarına ceza vermeyin de görelim” olduğu ayan-beyan ortada iken, gazeteci dernekleri, bu gerçeği görmezden gelmişlerdi.. Hatta, darbecilerden yana tavır almışlardı... Gazeteci meslektaşlarını yalnız bırakmışlardı.. Tabii ki, “Bizi niye desteklemediniz?” diye, darbe yanlılarından bir talebimiz olması düşünülemez. Biz doğruları yazarken, kimsenin destek vermesi şartını koşmuş veya o beklenti içine girmiş değiliz.. Ancak; gazeteci geçinenlerin, çifte standartlarını hatırlatmak için bu noktaya işaret etmekle yetinmiş olalım.. Kısacık bir not daha verelim.. Merak etmiş olabilirsiniz, suç duyurularına konu olan haber ve köşe yazılarının içerikleri ne idi? Yok canım, Jandarma’ya veya TSK’ya hakaret falan değil.. Sıradan eleştiriler bunlar... Örneğin Ergenekon ek klasörlerine girdiğinizde, Eruygur’un yaptığı suç duyurularından birinin de, benim “Arama kararı verenler, AİHM’in hükmettiği tazminatı da ödeyecekler mi?” başlıklı yazım olduğunu göreceksiniz.. Ne demişiz o yazıda? “Kur’an öğretiliyor diye, şu evi bu evi basıp, arama yapıyorsunuz.. Ancak evleri arananlar, yarın AİHM’e gider ve haksız aramaya muhatap olduklarını ispatlar ve tazminat kazanırlarsa, o tazminatı devlet mi ödeyecek, yoksa hukuka aykırı aramaları yapanlar mı?” diye sormuşuz! Ne var ki bu soruda? Bunu da suç duyurusuna konu etmiş Şener Paşa.. Ne diyelim, onun vazifesi suç duyurusunu imzalamak. Cemil Çiçek’in vazifesi, hiç sektirmeden suç duyurusunu havale etmek. Savcının vazifesi, mükerrer olup olmadığına bakmadan iddianameyi yazmak. Ha; bu arada, kartelin de vazifesi, ahlâksızca saldırılar yapıp, “TSK’ya sistemli saldırılar yapan Vakit gazetesi” diye kin kusmak! Bize düşen de, bunlara direnmek!.... Ali Karahasanoğlu - Vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|