|
05-20-2009, 01:31 | #1 |
Avukat tutma, hakim tut... Ya da, siyasallaşan yargı! Hasan Karakaya - Vakit
Avukat tutma, hakim tut... Ya da, siyasallaşan yargı! Yanılmıyorsam, “beste”si Ahmet Özhan’a ait olan bir şarkıydı... Sözleri; “Biraz kül biraz duman, o benim işte” şeklindeydi... Ve, “Kerem misali yanan, o benim işte” diye devam ediyordu... Öyle anlaşılıyor ki; “biraz” olan, sadece “aşık” değildir!.. Türkiye’de, “yargıya güven” de “biraz”dır!.. Evet, “yargı”mız da “biraz adil”dir, “biraz değil”dir!.. Ki, bu durum; Prof. Dr. Mithat Sancar ile Dr. Süavi Aydın’ın, “derinlemesine mülâkat” tekniği uygulayarak hazırladıkları “Toplumun Yargı Algısı” konulu bir kitapta anlatılmaktadır... “Araştırma”nın ortaya koyduğu gerçek şudur: “Vatandaşlar, yargıya güvenmekte zorlanmaktadır!” Çünkü yargı “biraz adil”dir, “biraz değil”dir!.. Aynen “şarkı”daki gibi; “Biraz kül, biraz duman!” AVUKAT TUTMA, HAKİM TUT! Araştırma, pek fazla gündeme gelmedi... Bana göre, üzerinde yeterince konuşulmadı ve tartışılmadı... Oysa, sözkonusu araştırma; “toplumun kanaati”ni yansıtıyor!.. Toplum “yargıya güvenmiyor” çünkü; “adaletsizlik” yapıldığına, “parası olan kişinin; suçunun cezasını çekmeden kurtulduğuna” inanıyor!.. Meselâ, bir vatandaş; Türkçede yer alan “hakimi bağlarız” ifadesini hatırlatıp; “Bu söz bile mahkemelerin güvenilir olmadığını gösterir” demiş!.. Malûm, bu tesbitlerin bir benzeri, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından, 9 Eylül 2003 tarihli yazıda şöyle dile getirilmişti: “Geçen gün bir davette şöyle bir konuşmaya tanık oldum. Hepimizin tanıdığı bir kişi, bir başkasına “Uzanlar’a bir şey yapılabilecek mi” diye sordu. Karşısındaki şu cevabı verdi: “Eğer yukarda Allah, aşağıda da adalet varsa, elbet bir şey yapılacak...” Soruyu soran, biraz müstehzi bir ifadeyle cevap verdi: “Yukarda Allah’ın olduğundan eminim de aşağıdakinden aynı ölçüde değil.” (....) “İçimizden en cesuru eski DSP milletvekili Ahmet Tan çıktı. Son zamanlarda yargı hakkında hepimizin kulağına gelen o irkiltici sözü yazıya geçirdi. İtiraf edelim, o sözü hangimiz işitmedi? “Avukat tutmayın, hakim tutun...” Merak ediyorum, dünyanın hangi ülkesinde yargı hakkında böyle bir söz çıkmıştır?” Benim bu konudaki görüşüm ise şöyle: “Türkiye’de kanunlar örümcek ağına benzer... Eşşek arıları deler geçer, bal arıları ise takılır kalır!” “YARGIYA GÜVENMİYORUZ ÇÜNKÜ!..” Prof. Dr. Mithat Sancar ve Dr. Süavi Aydın tarafından yapılan araştırma, yukarıdaki “iddia” ve “görüş”leri doğruluyor!.. Meselâ, Prof. Dr. Mithat Sancar; “İnsanların yargıya niye güvenmedikleri” sorusuna; genel olarak “yargının siyasallaşması”nın gösterildiğini söylüyor ve “güvensizlik” sebeplerini şöyle sıralıyor: “Maddi gücü olanların mahkemeleri etkilemesi, prestijli, güçlü kimselerin hakim ve savcılarca kayırılması, davaların çok uzun sürmesi, güç sahibi kimselerin mahkemeleri yönlendirmesi, (...) verilen kararların sermaye gruplarını ya da devleti kayırır nitelikte olması, avukatlara güvensizlik ve kapalı kapılar ardında iş çevrildiğinin düşünülmesi, insana değer verilmemesi.” İşin garip tarafı; Bu “kanaat”e sahip olan sadece “vatandaş”lar değil... Biz “gazeteci”ler de değiliz... Garip ama gerçek; kendileriyle yüz yüze görüşülen “51 hakim ve savcı”dan çoğunun değerlendirmeleri de bu yönde!.. Birçok hakim ve savcı da demiş ki; “Yargı’nın bağımsızlığına ve tarafsızlığına inanmıyoruz!.. Türkiye’de yargı, gerçekten bağımsız değil. Bunda organik problemler dışında zihniyetin de çok önemli rolü var. Türkiye bir hukuk devleti değil ki yargı bağımsız olsun.” DANIŞTAY HAKİMİNİN GÖRDÜĞÜ RÜYA! “Araştırma”dan yola çıkarak; Türkiye’de “yargı”nın “tarafsız ve bağımsız olmadığını”, buna karşılık “siyasallaştığını” gözler önüne serdiğimize göre; şimdi de gelelim, bunun “güncel yansımaları”na!.. Malûm, 17 Mayıs 2009 günü; Danıştay’da bir tören vardı... Hepsinin birer “Ergenekon Terör Örgütü üyesi” olduğu veya “Ergenekon tarafından yönlendirildikleri” ortaya çıkan “Danıştay tetikçileri” tarafından öldürülen Mustafa Yücel Özbilgin anılıyordu!.. Tetikçi Alparslan Arslan ile onun yardım ve yatakçıları artık birer “Ergenekon sanığı” olmalarına rağmen, “Özbilgin’i anma töreni”nde konuşan Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er, biraz da “ironi” yaparak, konuşmasını “bir rüya gördüm” diye tamamlamış ve demiş ki; “Dün bir düş gördüm. Ülkemin Başbakanı Danıştay’a sahip çıkıyor, türban kararından sonra ‘Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar’, ‘Efendi bu senin işin değil, Diyanet’in işi’, ‘Yasamada, yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. Danıştay’da birçok engelle karşı karşıyayız’ diyenleri hukukun üstünlüğünü tanımaya çağırıyordu. Ülkemin savcıları, insan onuruna sahip çıkıyorlar, soruşturmaların gizliliği konusunda büyük duyarlılık gösteriyordu. Sabahın erken saatlerinde evlerinin arandığı, anlatımların yandaş basına aktarıldığı, devlete yıllarca hizmet etmiş kişilerin gözaltına alınma sürecinde örselenmiş ruhların bırakıldığı, ceplerinde tansiyon hapıyla dolaşmaların yaratıldığı dönemleri kınıyorlardı. (...) Sorunlarını demokratik parlamenter rejim içinde çözen bir Türkiye gördüm. Bu düş Obama’nın değil, bizim düşümüz.” HUKUKÇU MU, MİLİTAN MI, GERİLLA MI? Danıştay’a ataması A.N.Sezer tarafından yapılan Salih Er’i, “düş”leriyle baş başa bırakmak veya “hayırdır inşaallah” deyip, gördüğü rüyayı “tabir” etmek mümkün!.. Ama, ondan da önce Salih Er’in bu “rüya”yı görmesine yol açan “bilinçaltı”na inmek gerekiyor... Malûm, bu ülkede “eğitim”in “Alfabe”si; “Yat yat uyu, uyu uyu yat” ile başlar!.. Eğitime bu “slogan”la başlayan bir insan, “rüya görüyor” diye, elbette kınanamaz!.. Ama, “yargıç” da olsa, hemen herkes “rüya” gördüğü “uyku”dan uyanmalı ve “gerçekle yüzleşmeli”dir!.. Çünkü zaman, “derin uyku”ya dalma zamanı değil!.. Zaman, “gerçekleri görme” zamanıdır... Peki, “gerçek” nedir?.. Gerçek şudur: Danıştay cinayeti “başörtüsü” yüzünden işlenmemiştir!.. Alparslan Arslan; “tetikçi” olmasının ötesinde, “Ergenekon tarafından kullanılmış bir piyon”dur!.. Bu gerçeği görmez de; hâlâ Başbakan’a lâf sokuşturmaya çalışırsan, ne yargıya “güven” kalır, ne de yargıçlara “saygı!” Şunu belirtmek zorundayım ki; “Güven” kavramını bir “güve” gibi yiyip kemiren, bizzat böyle “hakim ve savcılar”dır!.. Sorarım size; bu konuşmadan sonra; Salih Er’in başkanı bulunduğu Danıştay 5. Daire’den, “Başörtüsü!.. İslâmcı basın!.. Hükümet ve Başbakan” lehinde bir söz ve karar bekleyebilir misiniz?.. Görüyorsunuz işte; Salih Er; bir “hukukçu” gibi değil, hatta “militan” gibi de değil, adeta bir “gerilla” gibi saldırıyor Başbakan’a!.. Söyleyin Allah aşkına; Böyle bir yargıcın “tarafsız” olabileceğine, “bağımsız” hareket edebileceğine ihtimal verebilir misiniz?.. Bu sözler, “yargının siyasallaştığı”nın delilleri değilse, nedir?.. “Araştırma” da onu söylüyor ya; “Genel kanaat yargının siyasallaştığı yönünde!” SİYASALLAŞAN YARGIDAN SON ÖRNEK Bu kanaati doğrulayan “son örnek”ten herhalde haberiniz vardır!.. Olayı biliyorsunuz: Kapatılan Refah Partisi’nin hesaplarıyla ilgili dâvâda, genel başkan yardımcıları ve hatta genel muhasip bile beraat etmesine, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili olarak da “kovuşturma yapılmasına yer olmadığına” hükmedilmiş olmasına rağmen, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Osman Kaçmaz bu kararı kaldırdı... Düşünebiliyor musunuz; O dâvâda; aralarında “muhasip”in de bulunduğu “mali konulardan sorumlu genel başkan yardımcıları” beraat ediyor... Bu karar Yargıtay tarafından onaylanıyor!.. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “Abdullah Gül hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığı”na karar veriyor!.. Ama Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi; Abdullah Gül’ün, o tarihte; “dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı” olduğunu, yani “parasal konularda hiçbir hak ve yetkisinin bulunmadığını” bile bile tam bir “siyasallaşma” örneği sergileyerek; Yargıtay’ın kararını da hiçe sayıyor, Başsavcılığın kararını da... Amaç ne?.. Amaç, kafalara “şüphe” düşürmek!.. Peki, bir hakim bilmez mi ki; Cumhurbaşkanları “vatana ihanet” dışında yargılanamaz!.. Bilir!.. Çok iyi bilir!.. Ama amaç “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” olunca, böyle “garabet”ler sergileniyor işte!.. “Tarafgirlik” budur işte!.. “Bağımlılık” budur işte!.. “Siyasallaşma” budur işte!.. Aynen “araştırma”da vurgulandığı gibi!.. Ne yapmak lâzım acaba?.. “Haklı” olduğumuzu kanıtlayabilmek için; ya “avukat tutma, hakim tut” taktiğini deneyeceğiz, ya da “eşşek arısı” olacağız!.. Galiba başka yolu yok!.. Baksanıza; milletin üstüne dün “tank”ları yürütenler, sanki bugün de “yargı”yı yürütüyorlar!.. Millet de bunu görüyor ki; Yargıya “biraz” güveniyor!.. ============== Dua da, bir nasip işi! Herkes “arzu” ettiğine, “vasiyet” ettiğine veya “hak ettiği”ne kavuşuyor... Ömrü boyunca “komünist ve solcu” bilinen Cem Karaca’nın vasiyetini biliyorsunuz: “Alkış istemiyorum... Beni dua ve tekbirlerle defnedin!” Vasiyeti yerine getirildi... Tam da; “bir Müslüman’a yakışır” vaziyette “dua ve tekbir”lerle verildi toprağa... Ya Türkan Saylan?.. O da defnedildi dün!.. Ama “dua”larla, “Fatiha”larla değil; “alkış”larla, “slogan”larla, “piyano” ve “keman”larla!.. Dedik ya, herkes layığını bulur!.. Ne ilginç değil mi?.. Türkan Saylan’ın “cenaze namazı”nı kıldıran “imam” da, daha önce “CHP’den milletvekili aday adayı, DSP’den belediye başkan adayı” olmuş, iyi mi?.. Yani, “çağdaş” kadına, “çağdaş” imam!.. Türkan Saylan’ı bir övmüş, bir övmüş ki, sormayın gitsin!.. Hani, elinden gelse “İslam mücahidesi” filan diyecekmiş ama, herhalde o kadarına ya aklı ermedi, ya da bilgisi yetmedi!.. Her neyse... Sonunda Türkan Saylan’a da kalmadı bu dünya!.. Layık olduğu şekilde defnedildi... “Alkış”larla, “saz”larla!.. Eee, herkesin arkasından “dua” edilip, “Fatiha” okunmaz ki!.. O, bir “nasip” işi!..
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|