|
05-20-2009, 10:24 | #1 |
BİR BÜYÜK MEDENİYETLE BULUŞMAK
BİR BÜYÜK MEDENİYETLE BULUŞMAK
ALPEREN GÜRBÜZER Teknolojik gelişmeler dünyayı adeta küçük bir köye dönüştürüyor. Şüphesiz teknolojinin bu noktaya gelmesinde insanlığın uğraşı ve terakkiyeti sözkonusu. İnsanlık kültürden medeni olmaya doğru yol katederek bugüne gelebildi ancak. Kültür belli bir kıvama ulaştığında medeniyete kavuşur zaten. Tabiatı işleyerek kültürü elde eden insanoğlu, bununla da yetinmeyip medeniyet hamlesini gerçekleştirmek için de çaba sarf etti hep. Zira medeniyetlerin oluşmasında sadece tek tip kültür değil, farklı kültürlerin bir araya gelerek ortaya çıkardığı ortak payda gerçeği de var. Tek tip kültürden medeniyetin oluşabilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır çünkü. Demek ki kültür alışverişlerinin karşılıklı yoğrulmasıyla medeniyet doğabiliyor. Kuran-ı Muciz’ül Beyan da; insanların bir erkekle bir dişiden yaratıldığını daha sonra birbirleriyle tanışıp münasebetler kursunlar diye kabilelere(şubelere) ayrıldığını hususuna işaret etmesi, aynı zamanda kültür alışverişlerinin medeniyete yol açacağını ipucunu veriyor bize. İnsanlığın iç içe daireler halinde yaratılması birbirini inkâr veya düşman ilan etmek değil, bilakis medeniyet olmak içindir. Batı ile doğu beynin iki yarım küresi gibidir. Batı’da daha çok mekanizm, doğu da ise maneviyat ağırlıkta bir değerdir. Bu iki yarım kürenin birleşmesi ile aksiyon doğar ki, bunun insanlığın yararına olacağı muhakkak.. Nasıl ki İslamiyet’in bir güneş misali doğmasıyla çöl insanı hayat bulmuş ve hatta o insanlar bedeviyetten medeni olmuşsa, doğu ve batı insanı önyargılardan sıyrılıp birbirini anlamaya çalışmasıyla birlikte bir büyük medeniyet etrafında buluşması heran mümkün. Batının ahlaktan mahrum medeniyete soyunması beraberinde sonu gelmez manevi buhranlara yol açmıştır. Doğunun da sadece teknolojiden uzak ahlaki hayatın çizgileri ile yetinmesi iç kapanıklığa sebep olmuştur. Müminler batıda gelişen teknolojinin müslümanın yitik malı olarak görseler de hala teknolojik hamle başlatmış değiller. Yine de İslam âlemin bu noktada batıdaki medeniyetin asıl sahibinin Müslümanlar olduğunun idrakiyle teknolijiyi dışlamaması kazanç sayılmalıdır. Batılılar ise sahip olduğu teknolojinin kaynağının İslam olduğunu görmezden gelip inkâr edenler olduğu gibi hakkını teslim edenlerde var. Anlaşılan hiçbir medeniyet karşılıklı kültür alışverişin dışında boy veremiyor. Batı sadece İslam âlemine ön yargılı kalmayıp geçmişte kendi içinde medeniyet için çırpınan insanlara karşı önyargılı davranarak onları engizisyona mahkûm etmişlerde. Sokrates ve Galile bunun en belirgin tipik misalleri. Ortaçağda skolâstik bataklığın içinde yüzen batı, İslam âlemi ile yaptıkları haçlı seferlerinde ister istemez dolaylı ya da dolaysız bir şekilde İslam medeniyeti ile tanışması neticesinde Rönesansını gerçekleştirebilmiştir. Eğer o büyük tanışma olmasaydı hala batı karanlık çağını yaşıyor olacaktı. Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte batı medeniyetine katkımızı artık batılı ilim adamları da dile getiriyor. Batı’nın gerçeği örtme çabaları şimdiye kadar elinde bulunduğu güçlü propoganda araçları sayesinde gerçekleşmişti. İşte bu menfi propagandalar İslam âlemini aşağılık duygusuna itmiştir. Yine de gelecekte sağduyunun galip geleceğine inancımız tam, bize ait olan medeniyet değerlerinin birçok yabancı ve yerli ilim adamlarının çalışmalarıyla bir gün er veya geç aydınlanacaktır elbet. Yürürlükteki eğitim sistemimiz yüzünden batı medeniyetinin arkasındaki asıl ilham kaynağının İslam olduğu gerçeği gizlenmiş ve genç nesillere her şeyin batılıya ait olduğu ezberletilmiş maalesef. Batı bize böyle tanıtılınca haliyle yönümüzü de batıya çevirdik, hatta tavafımızı da batı kulübü etrafında yaptık. Şaşmamak gerek, pozitivizmin sunduğu bilgiler batıya mal edilmiş bir kere, bu durumun olması tabiidir. Bu da yetmezmiş gibi nerdeyse kültürel değerlerimizin patentini de batıya bağlayacak noktaya geldik. Batının üstünlüğü mutlakmış gibi sunuldu genç nesillere. Dünyaca ünlü yazar Emanuel Shavar hem bir Türkolog hem de Yunus Emre ve Mevlana’nın düşüncelerine hayran biri. Nasıl hayran olmasın ki? Mevlana’nın onüçüncü asırda atom çekirdeğinin etrafında dönen elektronların yanı sıra güneş ve etrafında dokuz gezegenden bahsetmesi ilmin o devirlerde ne büyük boyutda olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor. Hayran olmamak elde mi. Daha birkaç asır önce yedi gezegenden bahsedilirken Mevlana Selçuklu döneminde dokuz gezegeni konu etmesi derin ve bir o kadar da büyük mutasavvıf düşünür olduğunu gösterir. O halde uyanışa geçmemiz gerekiyor, üstümüze örtülen örtüyü atmamız lazım. Yeniden diriliş için ruh kökümüzden kopmadan evrensellik adına iyi olan her gelişmeye talip olmalı. Fakat köksüz gelecek istemiyoruz, zira bahçemizin çiçeklerle donatılmasında İslam mayası şart gibi. Greko-latin mayasıyla çağlara kanatlanacağımızı sanıyorsak aldanıyoruz. Rehberimiz Kur’an’ın öngördüğü ilim olunca çağlar diz çökmek mecburiyetinde kalacak ve engin dalgalar sükûn bulacaktır elbet. Büyük bir medeniyetle buluşmak iştiyakı içimizde yer ettikçe özümüze hızla dönebiliriz. Atiye(geleceğe) ait olan her güzel olguyu benimseyerek modern çağın en üst seviyesine sıçrayabiliriz de. 476 yılında Batı Roma imparatorluğun yıkılmasıyla yerine Doğu Roma imparatorluğu (Bizans) geçer geçmesine, ama batı 1453’e kadar bile ortaçağ karanlığı içinde yüzüyordu. Malum olduğu üzere ortaçağ da hâkim olan iki sınıftan biri asiller diğeri ise papazlardır. Yani Asillerden oluşan derebeylik sistemi ve dini yönden kilise sultası vardı. Nitekim köylü ve işçi asillerin kontrolü altında olup, ilim ve teknik ise papazların tekelinde idi. Durum vaziyet bu olunca batı âleminin teknikten bihaber olmaları pek tabiîdir. Dolayısıyla Abbasi halifesi Harun Reşid Şarlman’a çalar saat göndermiş, saatı gören Frank imparatoru kilise zihniyetinin etkisiyle şeytan icadı diyip saati parçalamışta. Dahası var, Kopernik dünyanın hem kendi ekseninde hem de güneş etrafında döndüğünü kilise sultalarından korktuğu için gizlemiş, bu konudaki kitabı XVIII. asra kadar yasak kitaplar listesine alınmışta. Ta ki ölümünün ardından gerçekler ortaya çıkana kadar yasak devam etmiştir Hakeza Galile’de dünya dönüyor dediği için baskılara maruz kalmış, o da ölene kadar bir eve hapsedilmiştir. İşte görüyorsunuz Ortaçağ Avrupa’sı bu. Ya İslam âlemi? Müslümanlarda o günleri en parlak devirlerini yaşıyordu. Fakat daha sonraları öyle anlaşılıyor ki Haçlı seferleri batının gözünü açmış, hatta bir savaşta Maricourtlu Peter Petrus mıknatıs ve pusulayı Müslümanlardan görme şansı elde ederek kendi coğrafyasına (Fransa’ya) taşıyarak batıya takdim etmişte. Örnekleri sıralamaya devam edebiliriz de. Mesela ilk kâğıt üretimi Yahya İbn-i Fadıl Bermeki tarafından gerçekleştirilerek Harun Reşid devrinin o ihtişamlı dünyasına renk katıp altın çağımız gerçekleşmiş. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth etmekle kalmamış, kurduğu medreseler(üniversiteler) sayesinde Ali Kuşçu gibi âlimlerin önderliğinde astronomi âlimlerin yetişmesini sağlamıştır. Kelimenin tam anlamıyla batı ortaçağda karanlığa bürünürken biz ise aydınlık dönemlerimizi yaşıyorduk. Medeniyet ruhumuz ne zamanki zaman aşımına uğradı, o zaman dünya haritasını ilk çizen ne Piri Reisler, ne de mikrobu keşfeden Akşemseddinler yetiştirebildik, geçmişimizin ihtişamı tek teselli kaynağımız oldu sadece. Batı bu büyük medeniyetle bir şekilde tanışıp, asiller ve kilise sultalarının hegemonyasından kurtularak Rönesansını gerçekleştirip bugünkü batı medeniyetini kurdu diyebiliriz. Dün çalar saate şeytan icadı diyen zihniyet, Rönesansla bir anda o handikaptan kurtulurken, biz ise geldiğimiz nokta itibarıyla teknolojik icatlara gâvur icadı gözüyle hor bakıp, bugünümüzü batının ortaçağına çevirmişiz. Batı âlemi bilgi çağı ya da bilgi ötesi âlemi düşünürken, bizim hala yerinde saymamız medeniyet ruhumuzun sönmesine işarettir. Oysaki bir büyük medeniyetle buluşmak sevdamız olmalıydı, ama olmadı. Osmanlı’nın tarım kökenli bir kültürü temsil ettiğini söyleyenler Mimar Sinan’ın şehir kültürü adına ortaya koyduğu camii, köprü, medrese gibi eserlerin görmezden geliyorlar. Bugün Mimar Sinan’ın yaptığı camii’nin önünden geçenler yaptığı çeşmelerden kana kana su içtikleri halde bütün bunları yok sayabiliyorlar. Oysaki ortaya konan eserler hem kentin tarihsel dokusunu hem insan kimliğini belirlemede büyük bir öneme haiz. Üstelik hala atalarımızın yaptığı binalarda eğitim yapıyoruz, farkında bile değiliz. Geçmişimizin bize sunduğu mekan ve kültürel semboller geleceğimizin teminatıdır, bir bilseler.. Osmanlı madem çok önemli kent kültürü oluşturmuş (asla kır’ı değil), hatta kent mantığı ile hareket etmiş, o halde bizde atalarımız gibi bilgi ötesi anlayışı ile çağlara ferman okuyabiliriz pekâlâ. Muhtaç olduğumuz medeniyet ruhu fazlasıyla genlerimizde mevcut çünkü. Velhasıl; bir büyük medeniyetle buluşmak bugün değilse ne zaman? Zaman çabuk geçiyor, haremiler bize ait olan her şeyi çalmadan çabuk davranmakta fayda var. İnsanlığın yeniden bizim nefesimizle soluklanmasına ihtiyacının görür gibiyiz. O halde gün yeniden diriliş vakti, titreyip kendimize dönme zamanı. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
05-20-2009, 10:32 | #2 |
Güzel bir yazı olmuş.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık... (+) |
|
05-21-2009, 10:28 | #3 |
teşekkür ederim. İlginiz için Allah razı olsun.
|
|
12-12-2009, 20:26 | #4 |
slm
Yeni bir medeniyet hamlesine ihtiyaç var.
|
|
12-13-2009, 00:26 | #5 |
Dünya tarihinde derin bir iz bırakan bir medeniyetin çoçuklarıyız....sağlam temeller üzerine kurulmuş medeniyetler uzun solukta geleceğe taşınabilir ve yaşanır...medeniyeti batının ruhsuz, maneviyatsız yaşantısında ve teknelojisinde ararsak işte o zaman yakalamak istediğimiz medeniyetimizin gerisinde başkaların boyunduruğuna mahkum oluruz...
Sanatıyla, ilmiyle,teknelojisiyle,mimarisiyle İslam medeniyetinin de büyük öncülüğünü yapmış bir ruha sahibiz çok şükür...yıllarca bütün dünya basını İslam ile terörü bağdaştırarak İslam medeniyetini yok saysada..Osmanlının elini çektiği her yerde Ortadoğu başta olmak üzere kan ağlıyor...buda anlatılanlarda öte bir zamanlar yaşanan İslam medeniyetine olan özlemi körüklüyor.. İnşallah köklenmiş olan medeniyetimiz yeniden filizlenecek...kökü toprağın altında bu milletin sinesinde yaşıyor...kurumuş bir kaç dalı kesip yeniden filizlenecek ve çevresinede meyvelerini sunacak.. Yazı için sonsuz minnet Alperen üsdadım...kaleminiz daim olsun....+ |
|
12-13-2009, 20:13 | #6 |
yüreğinize sağlık. Çok güzel bir paylaşım. Allah razı olsun.
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|