|
06-01-2009, 12:53 | #1 |
Ali Şeritati Kimdir..?
Ali Şeriati Kimdir? Ali Şeriatî Şiî kültür ve medeniyetine mensup bir kimsedir. Bazen bir Şiî, Sünnîler tarafından reddedilir, fakat Şiîler tarafından benimsenir, tutulur. Şeriatî öyle bir kimsedir ki, onu ne Sünnî, ne de Şiî bir Müslüman benimseyebilir. Bundan yirmi beş sene kadar önce Şeriatî’nin meşhur ve hacimli kitabı İslam Şinasî’nin Türkçe tercümesini okurken, bir sayfasında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yazar aynen şöyle diyordu: “Allah gerçek bir Janus’tur...” Janus’un mânası nedir? Ansiklopedilere bakınca, bunun iki çehreli bir Roma putunun adı olduğunu öğreniyordunuz. Bir Müslüman Yüce Allah’ı nasıl olur da bir puta benzetebilirdi? Üstelik de “gerçek Janus” diyor. Yani tevili mevili yok. Azıcık akaid ve ilmihal bilgisi olan bir Müslüman, Hak Teala hazretlerinin sıfatlarından birinin “Muhalefetün lil-havadis” olduğunu bilir. Türkçe mânası: “Yüce Allah yaratılmış, sonradan olmuş hiçbir varlığa benzemez” demektir. Allah’ı bir şeye teşbih etmek küfürdür. Hele O’nu bir puta benzetmek küfrün en katmerlisidir. Allah kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah’ı bir puta benzeten, hem de bu benzetmede “gerçek” sıfatını kullanarak teşbihi pekiştiren bir zatın bozuk itikatlı olduğunu söylemek için din alimi olmak gerekmez. Şeraitî sırf bu cümlesi ile itikat bakımından çok bozuk bir kimsedir. Onun bu benzetmesinin tevili yoktur. Onu bu konuda savunmanın imkânı da yoktur. Bendeniz bir Sünnî Müslüman olarak kendisini tenkit ediyorum, Şiîlik dünyasında durum nedir? Şiî ulemâsından merhum Ayetullah Mutahharî Şeriatî’yi sert şekilde tenkit etmiştir. Şeriatî’nin İslam Şinasî kitabı yayınlandığında İran’daki, Irak’taki Şiî uleması kitabı eleştirmişlerdi. Çeyrek asırdan beri Türkiye’mizde Ali Şeriatî’nin kitapları tercüme ediliyor ve kendisi büyük bir İslam mücahidi olarak tanıtılıyor. Onun kitapları Türkçe’ye nasıl tercüme ediliyor? Aynen, harfiyen mi, yoksa içinden bazı yerleri çıkartılarak mı? Maalesef ikinci şekilde çevriliyor. Peki “Allah gerçek bir Janus’tur” cümlesini niçin bırakmışlar? Ya farkına varmamışlar, yahut çevirenler de aynı inançtadır. Ali Şeriatî hayranları bizim bu tenkitlerimize şu cevapları veriyor:
Bir Müslümanın birinci vazifesi Allah’a saygılı ve sâdık olmak değil midir? Yüce Allah, bir puta benzetilmekten elbette hoşnut ve razı olmaz.Allah’ı bir Roma putuna benzeten kimse mücahid değil, zındıktır. Kaldı ki, Şeriatî’nin bir Savak (Şahlık rejiminin istihbarat teşkilâtı) ajanı ve muhbiri olduğuna dair deliller ve iddialar vardır. İran’da Şiî mollalar, din alimleri, ayetullahlar tarafından sert şekilde tenkit edilen bir zatın Türkiye/Müslümanlarına mücahid, İslâm önderi, örnek olarak gösterilmesi gerçekten hayıflanacak bir haldir. Ne günlere kaldık..!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
06-01-2009, 12:55 | #2 |
Osmanlı İSLAM Anlayışı ve Uygulaması
Osmanlı İSLAM Anlayışı ve Uygulaması
1950'li yılların Türkiye'sinde bir Müslüman "Mezhepler lüzumsuzdur, hattâ puttur, mezhepler ve fıkıh Müslümanları bölüyor. Sünnete lüzum yoktur, tek kaynak Kur'ân'dır, tasavvuf şirktir, zındıklıktır, sapıklıktır..." gibi laflar etseydi ona zır deli derlerdi. Bugün Müslümanlar içinde böyle diyenler var ve fazla tepki de toplamıyorlar. Türkiye Müslümanlarının bir kısmı bugünkü karışık bulanık ve dağınık hale nasıl geldi? Tarih boyunca İslâm'ın çeşitli yorumları olmuştur. Yakın zamana kadar Türkiye'de hâkim olan Osmanlı yorumu idi. Osmanlı devleti için, 1306'da vefat eden Mekke Şafiî reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan hazretleri "Fütuhat-ı İslâmiyye" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur'ân ve Sünnete en uygun devlet Osmanlı devletidir" (Adı geçen kitabın Osmanlı devleti bölümünün başında...) 1970'lerden sonra ülkemizde dışarıdan İslâm yorumları ithal edildi, Osmanlı yorumu dominant yorum olma vasfını kaybetti, sonunda bugünkü karışıklık, kargaşa, kaos ve anarşi çıktı, Müslümanlar birbirine girdi. Hangi İslâm ülkelerinden, hangi cereyanlar geldi? İran'dan Humeynicilik geldi. Pakistan'dan Mevdudîcilik geldi. Mısır'da din ile siyaseti özdeşleştiren aktivist İslâmî akım geldi. Suudi Arabistan'dan, adına ister Vehhabîlik, ister Selefîlik deyin Muhammed ibn Abdilvehhab doktrini ve mezhebi geldi. İbn Teymiyecilik geldi. Mason Cemalüddin Efganî'yi Müslümanları kurtaracak büyük önder olarak gösteren cereyan geldi. Çeşitli yerlerden tasavvuf düşmanlığı geldi. Bazı batılı mühtedilerin doktrinleri geldi. Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın tarihsellik akımı geldi. Dışarıdan bu gibi cereyanlar, mezhepler, fırkalar gelirken içeride de Sabataycılar ve onların kendilerine benzettiği tatlısu Müslümanı dinde reform, dinde değişiklik ve yenilik, ılımlı İslâm, light İslâm çığırını açmak için çalışıyorlardı. 1970'ten bu yana ne kitaplar yayınlanmadı ki... Üçüncü asırdan sonra Müslümanlar ilah, rab, din, ibadet temel kavramlarında sapıttılar, şimdi doğrusunu ben buldum tezli kitaplar. Ebü'l-Hasen Nedvî bu iddiaya "İslâm'ın siyasî Yorumu" adlı kitabında cevap vermiştir. (Bedir Yayınevi, 0 212/519 36 18) Nice Şiî ahondunun bile reddettiği Ali Şeriatî adlı adamın, Türkçe'ye (sözde aşırı yerleri ayıklanarak) tercüme edilmiş bir kitabında "Allah gerçek bir Janustur" (Janus iki çehreli birRoma putudur) denilerek küfür sözü edilmiştir. Bu kitap da Müslüman gençliğe şifa niyetine yutturulmuştur. Mısırlı bir yazarın bir eserinde şöyle bir cümle yer alıyordu: "Namazlar ve dualar tembellik çağlarının ürünüdür." (Daha sonraki baskılarda "Salavatlar ve zikirler" şeklinde değiştirilmiştir.) Bu furya içinde yüze yakın bozuk mealler, tercümeler, tefsirler çıkartıldı. Şu anda, otuz kırk yıllık bir birikim olarak kitap piyasasında binlerce bozuk, yanlış, karışık, ayak kaydırıcı sözde İslâmî kitap mevcuttur. Osmanlı'nın İslâm yorumu şu ana temeller üzerine kuruluydu:
Tanzimat'tan sonra İslâm'dan uzaklaşma başladı. Gazi Sultan Abdülhamid-i Sani hazretlerinin tahttan indirilmesinden on sene sonra devlet teslim bayrağını çekti. Tarih boyunca İslâm'ın uygulamada çok yorumları olmuştur. Emevî İslâmlığı, Abbasî İslâmlığı, Fâtimî İslâmlığı, Safevî İslâmlığı, Memlûk İslâmlığı, Endülüs İslâmlığı, Hint yarımadasındaki Babürî devletinin İslâm anlayışı, Arabistan'daki Vehhabî İslâm anlayışı gibi. Bütün bu İslâm yorumlarının, anlayışlarının aslına en uygunu, en başarılısı, Dahlan hazretlerinin dediği gibi Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kitab'a ve Sünnet'e en uygun olanı Osmanlı uygulaması ve anlayışıdır. Hiçbir İslâmî uygulama Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin uygulaması gibi olamaz. O, İslâm'ı yüzde yüz bilen, anlayan ve uygulayan idi. Ondan sonra bazı kayıplar olması tabiîdir. Türkiye Müslümanlarının zilletten izzete esaretten hürriyete, geriden ileriye çıkmaları için Osmanlı İslâm zihniyetini, anlayışını, yorumunu benimsemelerinin şart olduğunu düşünüyorum. Boş lafları, edebiyatları bırakalım ve gerçekçi olalım. İşte Suudî Arabistan'daki, İbn Teymiye ve Muhammed ibn Abdilvehhab doktrinine dayanan Vehhabî uygulaması önümüzdedir. Osmanlılar, Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî'ye hürmet ediyorlardı. Vehhabîler ise ona Şeyh-i Ekfer (en kâfir) şeyh diyorlar. İnsaf edelim... Osmanlılar elbette Ashab-ı kiram radiyallahu anhüm ecmâîn derecesinde ve rütbesinde değildiler. Lakin İslâm'a muhlisen lillah çok hizmet etmişler, Tevhid bayrağını üç kıt'ada şanla şerefle dalgalandırmışlardır. Ehl-i Sünnet'e uymayan, bozuk, şazz, aşırı, marjinal yorumlarla bugünkü zilletten kurtulmamız mümkün değildir. Şu bir kısım İslâmcıların, şu kendilerine siyasal İslâm denilen güruhun hal-i pür melâline bakınız. Ne demek istediğimi anlarsınız. ABDÜLAZİZ BEKKİNE HAZRETLERİ MEŞÂYİH-İ nakşibendiyyeden, mazanne-i kiramdan, sülehadan örnek Müslüman Abdülaziz Bekkine Hazretleri Zeyrek'te küçük bir camide imamlık yapıyordu. Cahil bir genç iken bir kere ziyaretine götürülmüştüm. O tarihlerde imamların maaşı çok azdı, geçimleri çok sıkıntılıydı. Şeyh Bekkine hazretlerinin bir keçisi vardı. Onun sütünden yararlanıyordu. Keçiye yem alacak imkânı olmadığından pazar yerlerine atılan sebze ve meyve artıklarını akşama doğru toplar, hayvancağıza yedirirmiş. Hazret bir mâneviyat güneşi idi. İhlaslı bir Müslümandı. Dünyaya, dünya zenginliklerine yönelik değildi. Kimseden bir şey istemez ve kabul etmezdi. Müslüman gibi yaşadı, Müslüman öldü. Nur içinde yatsın. İlmî vardı, tasavvuf tarafı vardı. İcazetli alim ve şeyh idi. Sevenleri vardı. Mânevî hizmetleri için kimseden ücret talep etmedi. Fâkirâne yaşadı. Ne mutlu böyle fakirlere. Fakirlik vardır, sultanlıktır. Uzak ve yakın tarihteki gerçek ve örnek büyüklerimizden ibret almalıyız. Rehberimiz ve modelimiz onlar olmalıdır. Onlar, sahih icazetlerle, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun O'na) ulaşan bir silsileye bağlıdır. Onların eteklerine yapışan, onların öğütlerini dinleyen kimse kurtulur biiznillah. Gerçek büyükler dini, ticarete ve geçime alet etmezler. Dini, nefsaniyete ve benliğe alet etmezler. Dinî, riyaset ihtirasına ve şehvetine alet etmezler. Onlar, Hâliq için yaptıklarının ücretini mahluqattan istemezler ve almazlar. Onlar mütevâzı olurlar, şöhretten kaçarlar. Onlar gizli hazinelerdir. Onlar bizim veliyyinimetlerimizdir. Selâm olsun hepsine., Mehmed Şevket EYGİ |
|
06-01-2009, 12:56 | #3 |
Ali Şeriati Hem Sünnîlik, Hem Şiîlik Açısından Bozuktur
Ali Şeriati Hem Sünnîlik, Hem Şiîlik Açısından Bozuktur
Ali Şeriatî Şiî kültür ve medeniyetine mensup bir kimsedir. Bazen bir Şiî, Sünnîler tarafından reddedilir, fakat Şiîler tarafından benimsenir, tutulur. Şeriatî öyle bir kimsedir ki, onu ne Sünnî, ne de Şiî bir Müslüman benimseyebilir. Bundan yirmi beş sene kadar önce Şeriatî’nin meşhur ve hacimli kitabı İslam Şinasî’nin Türkçe tercümesini okurken, bir sayfasında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yazar aynen şöyle diyordu: “Allah gerçek bir Janus’tur...” Janus’un mânası nedir? Ansiklopedilere bakınca, bunun iki çehreli bir Roma putunun adı olduğunu öğreniyordunuz. Bir Müslüman Yüce Allah’ı nasıl olur da bir puta benzetebilirdi? üstelik de “gerçek Janus” diyor. Yani tevili mevili yok. Azıcık akaid ve ilmihal bilgisi olan bir Müslüman, Hak Teala hazretlerinin sıfatlarından birinin “Muhalefetün lil-havadis” olduğunu bilir. Türkçe mânası: “Yüce Allah yaratılmış, sonradan olmuş hiçbir varlığa benzemez” demektir. Allah’ı bir şeye teşbih etmek küfürdür. Hele O’nu bir puta benzetmek küfrün en katmerlisidir. Allah kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah’ı bir puta benzeten, hem de bu benzetmede “gerçek” sıfatını kullanarak teşbihi pekiştiren bir zatın bozuk itikatlı olduğunu söylemek için din alimi olmak gerekmez. Şeraitî sırf bu cümlesi ile itikat bakımından çok bozuk bir kimsedir. Onun bu benzetmesinin tevili yoktur. Onu bu konuda savunmanın imkânı da yoktur. Bendeniz bir Sünnî Müslüman olarak kendisini tenkit ediyorum, Şiîlik dünyasında durum nedir? Şiî ulemâsından merhum Ayetullah Mutahharî Şeriatî’yi sert şekilde tenkit etmiştir. Şeriatî’nin İslam Şinasî kitabı yayınlandığında İran’daki, Irak’taki Şiî uleması kitabı eleştirmişlerdi. çeyrek asırdan beri Türkiye’mizde Ali Şeriatî’nin kitapları tercüme ediliyor ve kendisi büyük bir İslam mücahidi olarak tanıtılıyor. Onun kitapları Türkçe’ye nasıl tercüme ediliyor? Aynen, harfiyen mi, yoksa içinden bazı yerleri çıkartılarak mı? Maalesef ikinci şekilde çevriliyor. Peki “Allah gerçek bir Janus’tur” cümlesini niçin bırakmışlar? Ya farkına varmamışlar, yahut çevirenler de aynı inançtadır. Ali Şeriatî hayranları bizim bu tenkitlerimize şu cevapları veriyor: - O büyük bir mücahittir. - Savak tarafından şehid edilmiştir. - Hayatını İslam’a adamıştır. Lütfen bu edebiyatı bırakalım da, onun Allah’ı iki suratlı bir Roma putuna benzetmesi zındıklığı üzerinde duralım. Bir Müslümanın birinci vazifesi Allah’a saygılı ve sâdık olmak değil midir? Yüce Allah, bir puta benzetilmekten elbette hoşnut ve razı olmaz. Allah’ı bir Roma putuna benzeten kimse mücahid değil, zındıktır. Kaldı ki, Şeriatî’nin bir Savak (Şahlık rejiminin istihbarat teşkilâtı) ajanı ve muhbiri olduğuna dair deliller ve iddialar vardır. İran’da Şiî mollalar, din alimleri, ayetullahlar tarafından sert şekilde tenkit edilen bir zatın Türkiye/Müslümanlarına mücahid, İslâm önderi, örnek olarak gösterilmesi gerçekten hayıflanacak bir haldir. Ne günlere kaldık!.. Bilalvârî Ezanlar ASR-I SAADET’in bayrak şahsiyetlerinden biri Müezzinlerin Pîri Bilal-i Habeşî radiyallahu anh efendimizdir. İstanbul’da büyük camilerimizin müezzin mahfelinde “Yâ Bilal Habeşî” levhaları, okumak bilen Müslümanların dikkatini çeker. Hazret-i Bilal Efendimiz çok güzel ezan okurlarmış, onu dinleyenler bu süflî dünyadan mâneviyat ufuklarına uçarmış. Resulullah efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra, onun hasretine yüreciği dayanmamış, Medine’den Şam’a göçmüş. Aradan yıllar geçtikten sonra kutsal şehre bir iş için dönmüş. Onu görenlerden biri “Yâ Bilal!.. Ne olur bize bir Ezan okuyuver...” demiş. Teklifi kabul etmiş, yüksek bir yere çıkmış ve o güzel, yanık ve heyecanlandırıcı sesiyle “Allahu ekber...” diyerek okumaya başlayınca şehirde yer yerinden oynamış. İnsanlar evlerinden dışarı fırlamış, herkes ağlamaya başlamış. Kadınlar ve çocuklar “Resulullah dirildi!..” diye bağrışmış. Velhasıl öyle bir heyecan fırtınası esmiş ki, lisanla tarifi mümkün değil. Herkesin tüyleri ürpermiş, gözlerden yaşlar damla damla akmış. Bayılanlar olmuş. Kimisi gömleğini yırtmış. Bu heyecan fırtınası içinde Bilal ezanı bitirememiş. Ağlayarak inmiş. Ezanlar günde beş kez bize Yüce Yaratan’ımızı hatırlatır. Günde beş kez, en büyük velinimetimiz, Efendimiz, rehberimiz, önderimiz Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizi hatırlatır... Bize hayatın ve kâinatın sırlarını ve ölüm gerçeğini hatırlatır... Ahıreti hatırlatır, Hesap Kitap Gününü hatırlatır... Cennet ve Cehennemi hatırlatır... Büyük sorumluluğumuzu hatırlatır... Dünya imtihanını hatırlatır... Bu yüzdendir ki, Ezanları ümmet-i merhumenin (Allah’ın rahmetine nail olmuş Müslümanların) sesleri en güzel olanları, okumayı en iyi bilenleri, bu konuda en ehliyetli ve liyakatli olanları okumalıdır. Ezanlar bir kısmımızı ağlatmalıdır. Ağlamak bir farz-ı kifayedir... Bilalvârî okunan ezanlar vücudumuzdaki bütün tüyleri diken diken etmelidir. Güzel okunan lâhutî ezanlar bizi süfliyattan ulviyata çekmelidir. Bilal’ın okuduğu gibi okunan Ezanlar halkı fevc fevc (akın akın) camilere çekmelidir. Şehirde günde beş kere Ezanlar heyecan ve maneviyat fırtınaları estirmelidir. Şu 72 milyonluk halk içinde camilerde güzel ezan okuyacak sesi düzgün, müzik kulağına sahip, usul ve erkan bilen, gönülleri ihtizaza getirecek ehliyetli ve liyakatli kimse yok mudur? Hiç olmaz olur mu? Vardır vardır vardır... İlgililerden ve sorumlulardan çok rica ediyoruz. Bunları bulsunlar, bunları yetiştirsinler, bunlara Bilalvârî ezanlar okutsunlar. Ezan dinlerken heyecanlanmak istiyoruz. Tüylerimizin ürpermesini istiyoruz. Gözlerimizin yaşarmasını istiyoruz. Bu mânevi zevkleri bize çok görmeyiniz. Biz bunlara çok muhtacız. (Not: “Bu kadar önemli aktüel siyasî hadiseler varken Ezan üzerinde uzun uzadıya durmanın mânası yoktur” diyorsunuz ve çok yanılıyorsunuz. Bozuk ve kokuşmuş düzenin en önemli hadisesinin, iki rekatlık gayr-i müekked bir namaz kadar değeri yoktur. Dedikodu yapmakla, gıybet etmekle, çeşit çeşit gevezelik ve zevzekliklerle hiçbir yere varamayız, hiçbir ecir kazanamayız, aksine günaha gireriz. İmamı Rabbani hazretleri (kaddesallahu sirrehül-aziz) “Şeriatın en küçük teferruata ait bir hükmü en büyük keşif ve kerametlerden yüksek ve kıymetlidir” buyurmuşlardır. Ezan fıkhın, Şeriatın bir parçasıdır. Keşiflerden kerametlerden yüksektir. Günah, zevzeklik ve isyanlarla mukayese bile kabul etmez. Baki selâm ederim...) Mehmed Şevket EYGİ |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
ali seriati, kimdir, konu |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|