|
06-16-2009, 09:34 | #1 |
D.Mehmet Doğan "“Batı Çalışma Grubu” irticaya karşı! "
Sovyet sisteminin çökmesi, soğuk harbin neticelenmesi, Türkiye’de iktidar ilişkilerini yeniden tanımlama ihtiyacı doğurdu. Bu yüzden Cumhuriyet’in geleneksel yönetim oligarşisi, 1993’te yayınlanan Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezine mal bulmuş mağribi gibi sarıldı. Ülke içindeki iktidarlarını bu tez doğrultusunda hareket ederek ve ABD ile hiza tutarak sürdürmeleri pekâlâ mümkündü. ABD’nin etkili çevreleri ile ilişkisi bilinen Huntington, gelecekle ilgili tahminini kendi kurduğu çatışma ekseni doğrultusunda açıkça ilân ediyordu: “Bundan sonraki dünya savaşı, medeniyetler arası bir savaş olacak… Batı, batılı hâkimiyeti sürdürecek, batılı menfaatleri koruyacak ve batılı siyasî ve iktisadî değerleri yükseltecek ölçülerde dünyaya hükmetmek için milletlerarası kuruluşları, askerî gücü ve ekonomik kaynakları fiilen kullanıyor”. Bir zamanlar kendini “hür dünya” olarak ilân eden ve Sovyet sistemi karşısında bütün dünyaya istiklâl ve hürriyet vaad eden kapitalist âlem, o zamana kadar göstermek istemediği yüzünü hayli net bir şekilde açığa vuruyordu. Elbette bu arada itiraf mahiyetinde değerlendirmeler de yapılıyordu. “Modern demokratik hükümet batıda doğmuştur. Batılı olmayan toplumlarda geliştiği zaman, ekseriya batı kolonyalizmi (sömürgeciliği)ve tesirinin mahsulü hâline gelmiştir.” ABD’nin soğuk harb sonrası stratejisini dışa vuran “Medeniyetler çatışması” makalesinde, Türkiye’ye “mahsus” bir yer ayrılmıştır. Bizim övünme sebebimiz olan batılılaşma/modernleşme iddialarımız, “devrim”lerimiz bir batılı tarafından daha önce hiç görülmedik netlikte ve yalın bir gerçekçilikle değerlendirilmektedir: Türkiye, tarihen en derin biçimde bölünük ülkedir... Hayret verici değil mi? Türkiye başka bölünme korkuları yaşarken, Huntington onun gerçek bölünme eksenini açıkça gözlerimizin önüne seriyor: “Diğer bir kısım ülkeler, vasat seviyede kültürel bir tecanüse sahiptirler fakat toplumları hangi medeniyete mensup oldukları konusunda bölünmüşlerdir. Bunlar bölünük ülkelerdir. Liderleri, tipik bir biçimde, kervana katılma stratejisi izlemeyi ve ülkelerini batının üyesi yapmayı arzu ediyorlar fakat memleketlerinin tarih, kültür ve gelenekleri batılı değildir. Bu tür bir bölünmenin en âşikar ve prototipik örneğini Türkiye teşkil ediyor. Türkiye’nin yirminci asrın sonlarındaki liderleri, Atatürk geleneğini takip etmekte ve Türkiyeyi modern, seküler, Batılı bir millî devlet olarak tanımlamaktadırlar. NATO’da ve Körfez Savaşında Türkiye’yi Batı ile ittifaka soktular; AT’ye üyelik için müracaat ettiler. Maamafih, Türk toplumundaki [bazı] unsurlar, aynı zamanda İslâmî bir silkinişi desteklemiş ve Türkiye’nin esas itibarıyle Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca, Türkiye’nin seçkinleri Türkiye’yi Batılı bir toplum olarak tanımlarken Batı’nın seçkinleri Türkiye’nin öyle olduğunu kabule yanaşmıyorlar.” Huntington’un “Medeniyetler çatışması” tezi Türkiye’nin oligarşik iktidar merkezlerinde “Batı Çalışma Grubu” kurularak değerlendirildi. Böylece “Batı medeniyeti” yönünde hareket eden zinde güçler, irtica/İslâm ile mücadele için kendilerine göre bir dış meşruiyet zemini ele geçirmişlerdi. Kanun dışı bu yapılanma, 28 Şubat’ın mimarı oldu. 28 Şubat Türkiye’nin hassas dengelerini sarstı. Ekonomisini çökertti. Bu yüzden değil bin yıl, on yıl bile sürdürülemedi! Türkiye’yi normal seçilmiş bir yönetime geçirmek mecburiyeti hâsıl oldu. Bu arada ABD, Medeniyetler çatışması tezini, en aşırısı İslâm’la topyekün mücadele olarak okumaktan geri durmaya başladı, terörist Müslüman grupları hedef seçtiğini ilan etti. O sıralar Genelkurmay 2. Başkanı olan Bir efendi, “İslâm’ın ılımlısı, aşırısı olmaz hepsi de tehlikelidir ve düşmandır” anlamına gelen nutuklar parlattı. Daha sonraki bir Genelkurmay Başkanı da nüfusunun büyük çoğunluğundan ötürü Türkiye’ye İslâm ülkesi denilmesine kızgınlığını dışa vurdu. Bu tepkiler ABD’yi kendi meşreplerindeki neo-conlar hariç ikna edemedi. Türkiye oligarşisi, ABD’nin strateji değişikliğini bir türlü kabul etmek istemedi. Çünkü, batının İslâm’la savaşı yoksa, kendilerine iç politikada yer yoktu! İrtica ile, yani İslâm’la mücadelenin olmadığı bir dünyada, Türkiye’nin oligarkları kumda oynamaktan başka seçeneğe sahip değildi. Bunun nasıl kabul edilemez bir şey olduğunu, 28 Şubat sonrası Ergenekon yapılanmaları açıkça ortaya koymaktadır. O günlerden bugünlere kim bilir kaç irtica ile mücadele andıcı hazırlandı, kim bilir kimler üzerinde operasyonlar yapıldı ve yapılmakta... Batılılaşma bir mağlubiyet ideolojisidir. Cumhuriyet oligarşisi, bu ideolojinin sonunun geldiğini kabul etmekten başka bir seçeneğe sahip değildir. Başta askerî eğitim ve yargı sistemi olmak üzere, geniş bir zihniyet değişikliğine gitmekten başka çıkar yol yoktur. Türkiye’nin yeni dünyadaki rolü, içeride İslâm’ı bastırmak değildir. Aksine, dışarıda İslâm’la barışık bir Türkiye’nin yolunu açmaktır. vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|