|
07-24-2009, 16:08 | #1 |
Rüzgâr Eken Fırtına Biçer
RÜZGÂR EKEN FIRTINA BİÇER
ALPEREN GÜRBÜZER Ülkemiz genellikle her on yılda bir laiklik tehlikede bahanesiyle her türlü darbeye davetiye çıkarılıyor. Her nedense sürekli yangına körük veriliyor. Belli ki tarihten ders alamamışız, hafızamızı yitirmişiz adeta. Üstelik dünün “hürriyet elden gidiyor’’ sloganı bugün “laiklik elden gidiyor’’ serzenişine dönüşmüş durumda. Tarihten ibret alabilseydik ihtilal çığırtkanlarına bugün geçit vermiyor olacaktık. Tarihi kimliğimize ters düşen tepeden yönlendirmeci tutumlar milletimize darbe olarak yansıtılmaktadır çünkü. Türkiye’nin süper güçlerle boy ölçüşememesi ve dünya politikası belirleyememesi gibi gerçeklerin arkasındaki asıl ana neden suni gündemlerle oyalanmamızdan kaynaklanmaktadır. İçi boş sloganlar uğruna zaman kaybına uğratılıyoruz. Ne hikmetse; ‘Rüzgâr eken, fırtına biçer’ sözünden bir türlü ders alamadık. Yeniçeri Ocağının tarihte kuruluşundaki ruh mayasını yitirmesiyle birlikte zaman içinde devletin başına bela olmuştu. Yeniçeriliğin kışkırtıcı hüviyete bürünmesi sonucunda bu Ocağın 1876’da kaldırılması darbeler geleneğimizin ilk nüvesini teşkil eder. Aslında Yeniçeri Ocağının toptan imhası yerine ıslah edilmesi yönüne gidilmesi daha aklıselimlik olurdu diye düşünüyoruz. Yeniçeriliğin bir darbe ile kökten imhası bundan sonra çıkabilecek her hadise için emsal teşkil etmesi bakımdan yararlı olmamıştır. Çünkü darbe geleneği tarihi misyonumuza terstir. İşte Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasıyla başlayan bu kötü uygulama ileriki evrelerde I.Meşrutiyet, 31 Mart Vakası, Halaskaran Zabitan Paşa isyanı, Mahmut Şevket Paşa suikastı gibi bir dizi darbe ve isyana benzeyen hareketleri tetiklemiş, ardından da Osmanlı’nın ipi çekilmiştir. Üstelik her girişilen harekette ‘şeriat-hürriyet-adalet’ gibi kıymet ifade eden sloganlar adına yapılmış, ama gel gör ki bu güzel sözler bir takım çirkin ve siyasi emellere alet edilerek hem kendilerini yaktılar hem de devleti. Yani hem rüzgâr ektiler hem de fırtına biçtiler. Nitekim hürriyet, adalet vs. için ortaya çıkanlar, ülke dışına kaçmışlardır. Yani koca Osmanlı çınarı yerle bir edilince halk tarafından linç edilmesi endişesiyle Jön Türkler soluğu yurtdışında almışlardır. Asker millet olma özelliğimizin kullanılarak yapılan darbelerin çilesini sonunda hep bu aziz milletimiz çekti. Zira Osmanlı dış darbelerden ziyade, içeride nükseden yeniçeri çalkantılarıyla sürekli kan kaybına uğrayarak 1595–1826 zaman diliminin acı meyveleri neticesinde ömrünü tamamlamıştır. Bünyeye bir kere mikrop girmeye dursun, hızla üreyen mikroplar vücudu esir alarak sayıları onu bulan darbe türü isyan girişimleri neticesinde devleti Aliye’yi bitirmeyi başarabilmişlerdir. Böylece yeni gelişmelerden bihaber kalarak asker kullanılarak yapılan darbeler sebebiyle çağa damga vuramaz hale geldik. Yeniçeri kullanılarak darbe yaptırma alışkanlığımız yeni kurulan çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyetimizin halkasına da sıçramıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla yeni bir devlet kurmanın heyecanın yaşadık. Sandık ki artık bundan sonra ortalık hep gülük gülistanlık olacak. Bir baktık ki tarihte Yeniçeri ocağını kullanarak şeriat adına darbe yaptıran zihniyet bu seferde Cumhuriyetimizin tarihi sürecinde de hız kesmiyor.. Yeniçeri hortlamasının ilk mayasını milli şef lakabıyla meşhur İsmet İnönü’nün hayatında bütün çıplaklığı ile görmek mümkün. Tek partili döneminin uygulamaları milleti canından bezdirecek bir hal alınca “Yeter artık söz milletindir’’ sözünün uygulamaya koyulduğu 1946 dönemi yeni sancıları da beraberinde getirmiştir. İsmet İnönü halkın mesajından ders alıp köşesine çekilmeyi tercih etme basiretini gösterecek yerde, kurulan yeni hükümeti askeri tahrik ederek devirmeyi yeğlemiştir. Totaliter zihniyetlerden elbette demokrat tavır beklemek hayaldir. Nitekim “Hürriyet isteriz’’ sloganı darbeye kılıf bulmak için kullanılmış ve bu konuda Menderes’in yakasına bile yapışılmıştır. Çok partili hayata geçişimiz bile Milli Şefin iradesiyle gerçekleşmemiş, dünyada gelişen konjonktürel şartlara paralel olarak ülkemizde ister istemez demokrasiye geçiş yapmaya itilmiştir. CHP dış zorlamalar olmasa ülkeyi tek parti hayatıyla sonsuza kadar yürütme hevesinde idi. Halkın Milli Şef uygulamalarına tahammül edemeyişinin bariz delili CHP’yi hür iradesiyle sandıkta alaşağı etmesidir. Zinde güçler halkın seçtiği DP’yi ancak bir darbe sonucu alaşağı edebilmişlerdir. Fakat halk sonradan 27 Mayıs ihtilalini de sandıkta mahkûm etmiştir. Rüzgâr eken fırtına biçer sözü burada da bütün çıplaklığı ile tecelli etmiştir. Şöyle ki 27 Mayıs ihtilalin rüzgârın arkasına alan Milli Şefin yarım yamalı bohça misali kurduğu koalisyonla işbaşına gelseler de iktidarda istedikleri gibi cirit atamıyorlardı. Doğrusu rahat değillerdi. Milli Şef kendisine yönelik hem askeri, hem de halk kaynaklı eleştirileri bastırmak için orduyu kısmen kullanmayı başarabilmişse de, sonunda asker de halk da ayrılığa düşmüştü. Öyle ki, 27 Mayıs ihtilali cuntacılarından Talat Aydemir bile İnönü’ye karşı rahatsızlığını dile getirebiliyordu. Demek ki Milli Şef kurnazlığı bir noktaya kadarmış. 27 Mayıs 1960 ihtilali demokrasimizin kesintiye uğramasının ilk miladidir. Her şeyden öte bu olay Türkiye’de halkın büyük sevgisini kazanmış Menderes’in idamına sebep olmuş ve bu derin yara hala milletin sinesinde devam ediyor. O unutulmadı, unutulmaz da, gönüllerde yaşıyor, yaşayacakta. Çünkü o demokrasi kahramanıdır. Ama gel gör ki 27 Mayıs ihtilaline meşruiyet kazandırmak adına, okullarda çocuklarımıza sanki yakın çağ tarihimizin en büyük devrimi şeklinde ders olarak övgü ile bahsedilerek yâd edilmiş, bu yetmezmiş gibi yediden yetmişe herkese her yıl Mayıs ayanda bayramını kutlattılar bile. Halkın seçtiği bir başbakan idam ediliyor, üstelik bu olay bayram şekline dönüştürülerek kutsiyet kazandırılıyor. Neyse ki 12 Eylül sonrası 27 Mayıs Bayramı tedavülden kaldırılarak bu ayıba son veriliyor. 12 Eylülde bir kusur aramamak gerekiyorsa yaptığı tek iyilik belki de bu menfur olayı bayram olarak kutlanmasına son vermesidir. Demokrasiyi hazmedemeyenler her halükarda bir şekilde askeri tahrik ederek her defasında “Cumhuriyeti yaşatmak ve kollamak’’ sloganının ardına sığınarak yeniçeri misali kazan kaldırıyorlardı. Necip Fazıl’ın Yoğurttan ve mukavvadan kurulu bir hükümete hançer saplamak adını verdiği 27 Mayıs ihtilali, ihtilalden daha çok CHP-Medya- Cuntacı işbirliğine dayalı bir eylemdir. 27 Mayısın ardından asker içinde nükseden 14’ler grubunun varlığı yapılan darbe girişiminde askerin kullanıldığının işaretlerini vermiştir.14’lerin tasfiye edilmesiyle önlerinin açık olacağını hesap edenler ileriki dönemlerde hesap edemedikleri tek şey milli iradeden gerekli şamarı yemiş olmalarıdır. Sandıktan gerekli olan cevabı almalarına rağmen yine de huylu huyundan vazgeçmez misali bu sefer de 12 Eylülü yaşadık milletçe. Rüzgâr eken fırtına biçer sözü 12 Eylül içinde geçerli. İhtilale davetiye yağdıranlar ihtilal sonrası demokrasiyi arar oldular.27 Mayıs ihtilali görünüm itibariyle hem millete hem de DP’ye yapılmıştı, fakat 12 Eylülün bir yönü var ki sol da terazinin bir kefesine konulmuştur. Terazinin kefesinde kendini gören sol, evdeki hesap çarşıya uymadığının farkına varınca ancak Turgut Özallı dönemlerde 12 Eylüle reddiye döşeyebilmişlerdir. Artık aklımızı başımıza toplayıp ihtilal ve darbe yapmanın zevkine alıştırılmış subaylarımızı kullanmaktan vazgeçip, çözümü milli iradede aramayı tercih edelim. Dün şeriat adına yapılan girişimler, bugünde Kemalizm ve Laiklik adına yapılmaya çalışılıyor. Gördük ki ne şeriat geldi ne de Kemalizm. Demek ki ortada birtakım bilmediğimiz menfaat ve çıkar ilişkileri ağı öz konusu. Şeriat, ya da sözde Atatürkçülük sadece işin kılıfı... Belli ki büyük bir nimetin paylaşımı uğruna yapılan darbelerden ders alamamışız. 28 Şubat post modern darbe sonrasında batık bankaların yönetim kurullarından darbecilerin çıkması elbette ki düşündürücü. Maalesef 28 Şubata karşı çıkanları acımasızca ezdiler, andıçladılar, 28 Şubatın yalakalığını yapanlarda rüsva edildiler, işte Dinç Bilgin bunun en tipik misali. Geçicide olsa iktidarın nimetlerinden faydalananlar 28 Şubat sonrası nimetlerinin gittiğini gördüler. Oysa ta baştan rant kavgalarının yarınlarımızı karattığını erdemliğini görebilmeliydiler. Her şey bitmiş, olanlar olmuş, nice çamlar devrilmiş pişman olmuşsun neye yarar ki? Zamanında burnumuza kadar gelen pis kokuları berhava edecek basireti gösterebilmenin yanı sıra yeter artık söz milletindir diyebilme cesareti sergileyebilmeliydik. Türk Silahlı Kuvvetleri, gerek bir takım rantiye odaklarınca, gerek bir kısım medya, gerekse statükocu partiler kanalıyla tahrik edilerek ihtilal düğmesine basması hedeflenmiştir. Beynin iki yarım küresi gibi Türkiye’deki insanlarda hızla iki kutup eksenine ayrıştırılmak istenmiştir. İhtilale zemin hazırlamak uğruna Türkiye suni gündemlere kurban veriliyor hala. İşte Türkiye’mizin çehresi bu... Her şey ikilikler üzerine inşa ediliyor, Birilerince sağcı- solcu, laik-anti laik gibi ikilikler oluşturulup kurulan senaryoya göre dizayn edilmeye çalışılıyoruz... Oysa bizim kültü birikimimiz farklı kimliğe sahip insanları öteki görmeye izin vermiyor zaten. O halde zorla bizi birbirimize düşman ettirmeye çalışmanın âlemi ne? Doğrusu anlamış değiliz. Hiçbir fikir atmosferinden endişe etmiyoruz, biz sadece fikirlerin tartışmasından korkan statükocu çevrelerin darbe çığırtkanlıklarından kaygılanıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki sağda da, solda da değişimden yana, katılımcılıktan yana, dünyaya açılımdan yana entelektüellerimiz var. Türkiye için bu aydınlarımızın varlığını şans telakki ediyoruz. Asıl bünyemizi tehdit eden ne sağ, ne sol, ne şu, ne bu, asıl mesele statükocu zihniyetin galebe çalmasıdır. Hantal Türkiye’den girişimci Türkiye’ye giden yolda en büyük engel statükoculardır. Dikkat edin ihtilallerin temelinde statükocu zihniyetlerin feveranları etkili olmuştur. Yine de Rüzgâr eken fırtına biçer sözü ümidimiz, elbette ki bu fırtına statükocuları tarihin harabelerine gömecektir. Sivil toplum hareketlerinin ayak seslerinin günden güne artması bu muştuyu veriyor bize zaten. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-25-2009, 21:51 | #2 |
Kusura bakma kardeeşim ama bir dahaki sefere başlık büyük olursa mesajını sileceğim çünkü çok uyardım.....
|
|
07-27-2009, 16:32 | #3 |
haklısın. inşallah dalgınlıktan yapmam.
|
|
07-27-2009, 16:46 | #4 |
inşallah sizi çok uyardım.....
küçük başlıkla konu açmaya başlamıştınız ama son ikisi gene büyük.... uyalım inşallah |
|
07-28-2009, 10:32 | #5 |
aslında bu dalgınlık, wördde büyük başlıkla yazdığım makaleyi kopy-yapıtır yaptıktan sonra, forum sayfasına Wördde büyük başlığı tekrar kopy yapıştırma yapmamdan ötürü. Aksini yapsam forumu başlığını tekrar elle yazmam gerekiyor. Anlıyacağın kolaycılık alışkanlık olmuş bende. Yinede bu mazaret olmamalı idi. Teşekkürler.
|
|
07-28-2009, 12:12 | #6 |
İnşalla yapalım kardeşim......
|
|
07-29-2009, 11:15 | #7 |
inşallah.. Rabbim inşallah Nice hayırlı yazılara imza atmak nasip eylesin
|
|
07-05-2010, 21:26 | #8 |
ihtilaller toplumun önünde pranga.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|