|
07-30-2009, 01:15 | #1 |
Askerî rütbe isimleri nasıl tesbit edildi? D.Mehmet Doğan - Vakit
Astsubayların “çavuş” kelimesine takmalarına şaştım. “Çavuş” unvanının erbaş, zabıta ve itfaiyecilerde de kullanılmasından memnun değillermiş. Daha rahatsız edicisini söyleyeyim: Yol çavuşu, inşaat çavuşu da var! Çavuş bir kere, türkçe bir kelime. Çav-mak, haber taşımak kökünden geldiği sanılıyor. Eski askerî rütbe sıralamasında yükseklerde olduğundan şüphe yok. Fakat zamanla anlam kaymaları olmuş, biraz tenzil-i rütbe etmiş. Yandım çavuş yandım senin elinden Çok sallanma kasatura fırlar belinden Yunus Emre “Âşıkların yıldızı herdem Çavuş’a benzer” diyor. Burada Çavuş çok meşhur bir yıldızın adı. Batılıların Venüs, arapların Zühre dediği, türkçesi Çulpan olan meşhur gezegen... Astsubayların rütbe isimleri değişecek mi? Çok fazla ihtimal vermiyorum. Doğrusu, tarihî derinliği olan bir kurumun zırt pırt unvanları, isimleri değiştirmesi normal bir durum değildir. Ordumuz tarihinin eskiliği ile övünüyor. En genç kuvvet olan Hava Kuvvetleri bile, dünyanın ilk hava güçlerinden. Buna rağmen, bugün kullanılmakta olan askerî rütbe isimleri, 1930’lardan kalma. 1930’larda, Erkânıharbiye “Genelkurmay” (ne demekse!) yapıldığı gibi, zabit de “subay” oldu! Rütbe isimleri değişti. Güya öztürkçeleştirildi. Peki bu nasıl oldu? “Orduda şimdi kullanılan birçok unvan, rütbe ‘subay’ dahil, uydurmadır ve bir içkili toplantıda ayak üzeri, sabaha karşı tesbit edilmiştir desek tepkinin arkası kesilmez” demiştik. İşte hikâyesi: 1934 yılında Perapalas Oteli’nde bir balo verilmektedir. “Sabahın dördüne doğru. Perapalas salonları tam mânasıyla neşeyle dolup taşıyordu. Atatürk de bu neşenin içine dalmış eğleniyordu”. “Dans edip masalarında dinlendikleri bir sırada; başyaver Celâl Bey’e yine bizim masamızı işaret ederek emirler verdiğini gördüm. Biraz sonra Celâl Bey, yanımıza gelerek Atatürk’ün beni istediğini tebliğ etti. Derhal emirlerini yerine getirdim. Beni karşısına oturttu. Konuşmaya başladık. İstiklâl Savaşı’ndaki bir hatıramızı kendilerine hatırlatınca pek memnun oldular. İçki ikram ettiler ve buyurdular ki: (Binbaşım, yeni askerî terimlerle meşgul oluyor musunuz?..” Meşgul olduğumu arzettim. (Peki...) dediler... (Öyleyse neferden başlayalım... Buna ne diyelim?..) O zaman bir tümen komutanının soyadını, bir komutan için pek uygun bulurdum. Bu kelimeden ilham alarak: (Sayın Cumhurbaşkanım... Nefere Er demeli...) dedim. (Bravo!.. Hakikaten Türk askeri ER’dir ve her zaman er meydanında bunu ispat etmiştir... buyurdular”. (Ve şimdi rütbelere geçelim. Onbaşıya ne diyelim?..) (Efendim on erin başı ve Türkçe olduğuna göre bunu aynen kabul etmek uygun olur). (Tamam... Ya çavuşa?..) (Efendim... Türkiye haritasını incelersek, yüzlerce çavuş köyü görürüz. Ve çavuşluk yalnız ordumuzda değil... Millet arasında bilhassa köylerimizde en mütena bir vasıftır). (Çok doğru... Bunu da aynen kabul ediyorum)”. “Başçavuştan sonra, (mülazım) kelimesine geldi. Aziz Atatürk beni zor duruma düşürmeden hemen söze başladı: (Eski Türk kabilelerinde savaşılırken, en önde giden ve en cesur olan kumandana Teğmen derlerdi). (Evet efendim. Bizde de muharebede en önde giden o cesur mülazıma (Teğmen) demek tam yerinde olur) dedim. (Bunun üzerine şu görüştüklerimizi defterinize not eder misiniz?..) Nota başladım. (Neferden itibaren her rütbenin eski kullanılan tabirini, yanına Fransızcasını ve daha sonra da yeni kelimesini yazmaklığıma işaret buyurdular. -Ne yazık ki, o gece not ettiğim defterime o aziz Atamızın imzasını koydurmak aklıma gelmemişti. Heyecandan... Zaten o defterim, Erzincan zelzelesinde yok olmuştur. Fakat Genelkurmay arşivlerinde bu konuşmamız mevcuttur-. Konuşmamız devam ediyordu. (Yüzbaşı, Binbaşı, Yarbay ve Albay) terimleri kabul edildi. Sıra (Paşa-Mirliva)’ya gelmişti. Aziz Atatürk: (Paşa kelimesinden hiç hoşlanmam ve nefret ederim bu kelimeden... Ağzıma almak istemem...) buyurdular. Bütün medenî dünyanın kullandığı (General) kelimesini teklif ettim. Derhal kabul buyurdular”. (Sadık Atak: “Paşa ve General”. Hava Kuvvetleri Dergisi, Mart 1972, sf. 82-83). Dünyanın en köklü silahlı kuvvetleri, birden rütbe ve unvanları değiştiriyor... Değiştirilenler ne? Aday, namzet demek olan “mülazım” atılıyor, değ-mek kökünden “teğmen” üretiliyor! Tamamen türkçe olan “Kolağası” atılıyor. (Galiba sonra onun yerine önyüzbaşı denildi.) Neyse ki yüzbaşı, binbaşı gibi türkçe rütbeler olduğu gibi bırakılıyor. “Kaymakam”, muhtemelen sivil bir unvan olarak da kullanıldığı için, “yarbay” yapılıyor. Güya yarbay, yardımcı-bay’ın kısaltması. Yarbay, albay’ın yardımcısı... Albay da alay ve bay kelimelerinden oluşuyor. Eskiden ne denirdi? “Miralay” veya “alay beyi”! Miralay’dan sonraki ilk rütbe paşalığın ilk kademesi olan “mirliva”dır. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında “mirliva-tuğgeneral” idi. Eğer türkçeleştirilmek kastedilseydi, “sancakbeyi” olabilirdi. Dikkat edilirse, “bey” kelimesinden bilhassa kaçılıyor. Onun yerine “bay” denilmesi tercih ediliyor. Neden? Çünkü paşa gibi, efendi gibi, ağa gibi Osmanlı unvanı sayılıyor. Türkçe olmak onları kurtarmıyor. Yerine konulan “bay” batı türkçesinde kullanılan bir kelime değildir. Mânası “zengin” demektir. Asla bey karşılığı değildir. Assubaylara kötü habere dönelim; beyliği siz almak istiyorsunuz. 1930’lardaki düzenlemeye kadar, paşa, bey, ağa, efendi sıralaması vardı. Paşadan sonraki yüksek rütbelilere “bey” diye hitap edilirdi. “Bey”in türkçede çok güzel anlamları var. “Bay” ise, kanun zoruyla kullanılan bir sıfat. Artık kimse birbirine “bay” diye hitap etmiyor. Ancak tuvalet kapılarında “bay” veya “bayan” yazıyor! Çavuşlarım, size “bey”liği kaptırmazlar!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|