|
08-30-2009, 02:04 | #1 |
Dilipak davası ile Kılıç davasının farkları!...(Ali Karahasanoğlu)
Ciddi konuları; derinlerden aldıkları talimat gereği sulandırma merakı depreşenler, birer ikişer sahneye çıkıveriyorlar. Şimdi de Sabahattin Önkibar’ı sürmüşler sahneye.
2000 yılında yazdığı bir yazısı gerekçe gösterilip, Abdurrahman Dilipak 170 milyara mahkum edildi ve tek evi satıldı ya.. Davanın diğer aşamalarında değil, en son aşama olan evinin satılması noktasında sayın Başbakan arayıp, eski bir tanıdığı olarak “geçmiş olsun” dileğinde bulundu ya.. Sulandırma memuru Önkibar da hemen sahneye çıkarak “Altemur Kılıç da bir yazısından dolayı tazminata mahkum olmuştu. Hem de Başbakan’a hakaretten mahkum olmuştu. Başbakan onu aramamıştı. Bu çifte standarttır” diye eleştiriye kalkışmış! Çalıştığı gazetelerin Ankara’daki ticari işlerini takip eden gazeteci kılıklı Önkibar’ı, sayın Başbakan muhatap alıp cevap verir mi bilmem ama, her iki davayı da yakınen bilen bir hukukçu olarak, ben aradaki farkları kısaca özetleyeyim.. Önce tazminatın miktarları, birbiri ile kıyaslanamayacak kadar farklı... Dilipak 2000 yılı değerleri ile 30 milyara mahkum oldu. Kılıç ise, 2004 fiyatları ile 10 milyara mahkum olmuş! Bugün itibariyle Dilipak’ın dosyası 170 milyarı aşmış durumda.. Kılıç’ın dosyası ise 20 milyarda! Arada 8 mislinden fazla fark var! Ki eleştirilen hususların başında da, Dilipak aleyhine hükmedilen tazminatın astronomik oluşu vardı! Bu kadar yüksek bir tazminata hükmedilmesinin yanlışlığı tartışılıyordu. Dolayısı ile, tazminat miktarları açısından, Dilipak kararı ile Kılıç kararı kabili kıyas bile değil! İkinci fark, şahısların kimliklerinde.. Abdurrahman Dilipak, sadece gazetecilik yapan bir basın mensubu.. Altemur Kılıç ise, yabancı sigara şirketlerinin Türkiye temsilciliğinden tutun, hortumlanan Egebank’ın yan şirketi Dempa’da yönetim kurulu üyeliğine, 15 katrilyonluk vergi hortumunun faili Orhan Aslıtürk ile bir şirkette birlikte çalışmışlığa kadar bir sürü olumsuz faaliyeti ile tanınan birisi.. Dilipak’ın ismi, hiçbir mahkeme kararında, hiçbir Yargıtay kararında, “düşünce suçu” dışındaki bir fiilden dolayı geçmez.. Ama ben size hemen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2004/11-158 esas ve 2005/58 karar sayılı, 31.5.2005 tarihli kararını, Altemur Kılıç’ın isminin geçtiği bir “hortum davası”nı hatırlatayım ki, kıyaslamanızı bir daha gözden geçiresiniz.. Davada Altemur Kılıç sanık olarak gözükmüyor ama, hortumlanan şirketin yönetim kurulunda üyelik yaptığı ve o dönemde sorunlu işlemler yapıldığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında açıkça izah ediliyor! Demek ki, kamuoyunda tanınma şekilleri açısından da, Altemur Kılıç ile Abdurrahman Dilipak’ı kıyaslamak, akla ziyan bir iş! Üçüncü fark, olayların geldiği aşamada.. Dilipak’ın dosyasının geldiği aşama, evinin satılmış olması.. Altemur Kılıç’ın dosyasında ise, ev satışı falan yok. Bir ara maaşının kısmi bir bölümüne hacz konulmuş, sonrasında o da kalkmış.. Öyle malvarlığına her hacz konulanı Başbakan arasa idi, yüzlerce isim çıkardı karşınıza. Ama yazısı sebebi ile evi satılan tek gazeteci örneği Dilipak’tır. Sayın Başbakan, hacz sonrasında değil, ev satıldıktan sonra, yani yargısal prosedür tamamıyla bittikten sonra, hatta tahsilat yapıldıktan sonra Dilipak’ı aradığına göre, Kılıç’ın da evi haczedilmediğine göre, iki olayı kıyaslamak hiç mümkün değil. Olayda bir fark daha var.. Altemur Kılıç, davasını kaybederken, hukuki bir hatadan bahsediyor. Ama bu hata, karşı tarafın avukatının tezgahladığı veya mahkemenin vazifesini yapmayarak oluşturduğu, sonuçta da devletin de kusuru olan bir hata değil.. Hatanın tamamı, Altemur Kılıç ve kendi avukatına ait. Çünkü avukatlar vekaletnameyi ve temyiz dilekçelerini usulüne uygun hazırlamamışlar. Ancak Dilipak’ın dosyasında, Dilipak ve avukatının hatası değil, karşı tarafın avukatlarının uyanıklıklarından bahsetmek daha doğru olsa gerek. 3 yıl boyunca Dilipak’ın adresini bulamadık deyip, karar kesinleşir kesinleşmez evine hacze gitmek, karşı tarafın avukatının kurduğu bir tezgah değil de nedir? Bir mahkeme, bu tezgahı görüp önleyememişse, bundan devletin de sorumlu olduğunu söylemeyip, kimi sorumlu göstereceğiz? Dolayısı ile, sayın Başbakan’ın Dilipak’ı araması ile Kılıç’ı aramamasını kıyaslamak, kelimenin tam anlamı ile hokkabazlık!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|