|
09-08-2009, 17:09 | #1 |
“Alın verin ekonomiye can verin”
Radyo ve televizyonlarda bir reklam “dönüyor”. Her biri sahasında isim sahibi kişilerin rol aldığı bir reklam. Ekonomi profesörü Deniz Gökçe bakkal amca; gazeteci-ekonomi köşe yazarı Meliha Okur çiçekçi; Merkez Bankası'nın eski Başkanı Yaman Törüner oyuncakçı; eski bankacı WWF-Doğal Hayatı Koruma Derneği Başkanı Akın Öngör de simitçi rolünde. Her biri seyirciyi küçücük bir şey alarak, bir sakız, bir simit, bir oyuncak, bir gül, ekonomiyi hareketlendirmeye çağırıyor.
Reklamın ikna gücü hemen hemen hiç yok. Hele bir gül alın önerisi fakirler için ayranı yok içmeye diye devam eden ve elbette devamını buraya yazamayacağım atasözünü çağrıştırıyor. Reklamın ikna gücü hiç yok çünkü içinde bulunduğumuz Ramazan ayının uhrevi damarından istifade etmeyi, insanları “önce sen” çağrısına dahil etmeyi hiç düşünmemişler. Dolayısıyla reklamın fazlasıyla seküler dili yardımlaşma ruhuna dahil edemiyor “seyreden”leri. Ekonomiyi canlandırmaya soyunanlar bir kola reklamı kadar “içten” olmayı göze alamıyor. Biliyorsunuz ülkemizde “Ramazan ruhunu”, yaptığı kampanyalarla kendi hanesine dahil etmeye çalışan ilk ürün kola, onu takiben şeker-çikolata sanayi oldu. Şimdilerde aşk ve şevk ile csm operatörleri sürdürüyor bu “geleneği”. Ramazan ayı boyunca “alın verin ekonomiye can verin” diyen didaktik cümleler kurmak yerine; İslam'ın infak anlayışını ortaya çıkaracak, Ramazan'da hediyeleşmenin önemini hatırlatacak metinler ortaya konabilseydi, insanlar arasında muhabbet artar, artan muhabbet ekonomiye katkı sağlardı. Bu katkı bir gül, bir sakız almanın katkısıyla mukayese edilmeyecek boyutlarda olurdu üstelik. Kapitalizmle asla barışmayacağımız yer tam da burasıdır işte. Kapitalizm önce ekonomi önce ekonomi diye inler/ünler, İslam önce insan önce insan diye. İslamiyet'te ticaret helaldir. Özendirilmiştir. Neden? Çünkü alış-veriş esnasında muhabbet artar, alan el de veren el de bir ihtiyacı karşılamış olmanın huzurunu tadar. Oysa kapitalizmde önemli olan bir ihtiyacın karşılanması değildir. Önemli olan piyasaya sürülmüş ürünün ihtiyacı olsun olmasın birileri tarafından tüketilmesidir. Biri hiç alamazken öteki yüz tane almış kapitalist sistem bunu hiç dert etmez. Çünkü ürün insanlar için değildir. İnsan ürünler içindir. II- “Alın verin ekonomiye can verin” diyenler insanı atlayarak ekonomiyi merkeze alıyor. Oysa önemli olan insanın merkezde olmasıdır. Sorumluluk sahibi bir suje olarak merkezde olması. Sorumluluk sahibi suje, geleneksel adıyla mükellef. Her birimizin sorumluluğunu yerine getirmesine ihtiyacı var dünyanın. Kuru kuruya almalara vermelere, nefsini şımartmaya değil. Her birimizde yaptığını en iyi yapan olma şuuru olmadıkça kilitli kaldığımız bu yerden çıkamayacağız. En iyi öğrenci, en iyi evlat, en iyi komşu, en iyi ev sahibi, en iyi öğretmen, en iyi doktor, en iyi tezgahtar ve elbette en iyi işveren. Çalıştırdığı işçinin alnının teri kurumadan hakkını veren işveren. Önce liyakat testi. Diyeceksiniz iyi nedir? İyilik önce sen demekle başlar. Arkasından yapabileceğinin en iyisini yapmakla devam eder. Bireyci olmadan birey olabildiğimizde kapılar açılacak. Başkalarının alanını daraltmadığımızda; farklılığa evet, “ötekiliğe” hayır dediğimizde kim tutar bizi!!! Öteki diye bir şey yok. Öteki benim azgın nefsimdir ancak dediğimizde sırtımızda kanatlarımız olacak inanın. “Dünya yanıyor ben şunu eksik yaptığım için” diyecek kadar kendimizi gidişattan mesul tuttuğumuzda “buradan” çıkacağız. İnanın çıkacağız. Bir yılın muhasebesini yapalım. Yaptığımız en iyi ve en kötü şeyleri düşünelim. En uzaktaki için ağlarken en yakındakini ağlatmamayı başarmak zorundayız. Defterimizi kontrol edelim. Şurada “Hesap günü” ne kaldı. F.K. BARBAROSOĞLU
Konu Fasl-ı Gül tarafından (09-08-2009 Saat 17:11 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|