|
11-05-2009, 07:55 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Aynı kadro, aynı ses, aynı itiraz "
Bu ülkede demokratikleşme yolunda adım atmanın, birbirimizi suçlamadan, parmak sallamadan konuşmanın zorluğunu biliyoruz. Hele, ortadaki Kürt meselesi gibi çözeni tarihi bir karakter yapacak, çözüme direneni ise tarihe gömecek bir konuysa.
Daha ilk günden belliydi ki, on yıllardır sorunu üretenler, çoğaltanlar ve bütün bunların dışında durup sorunun devamından bir şekilde istifade edenler; bu meseleyi AK Parti’ye çözdürmemek için ellerinden geleni yapacaklar. Tehdit edecekler, yalan söyleyecekler, geçmişteki sözlerini raporlarını inkar edecekler, istatistikleri çarpıtacaklar, gerçekleri örtbas edecekler... Hiç önemli olmayan şeyleri sanki meselenin bütünüymüş gibi gösterecek, çok önemli adımları ise değersiz gibi takdim edecekler. Çünkü... Herkes biliyor ki Kürt meselesi çözülürse bu ülkenin her meselesi çözülür. Daha kötüsü! Türkiye gerçek bir demokrasi olur ki işte buna da tahammül edilemez. Öyle uzun uzadıya delil aramaya gerek yok. Meclis’teki ilk oturumun 10 Kasım tarihinde yapılmasını bile rejimin ölüm-kalım sorununa indirgeyen bir anlayıştan söz ediyoruz. Türk demokrasisinin karşısında zeka, espri ve ironi kapasitesi böylesine sığ bir direnenler kulübü var, bilelim. Kürt sorunundan Ergenekon’a, sivil anayasadan sivil yargıya kadar her alanda demokrasinin karşısında saf tutanlar kulübü... Kürt sorununda çözüm istemeyen liderle Ergenekon’a avukatlık yapan liderin aynı olması tesadüf mü? Kürt sorununu sulandıran, magazinleştiren liderle Ergenekon’u sulandıran liderin aynı olması tesadüf mü? Aynı liderin sivil anayasaya karşı göğsünü siper etmesi tesadüf mü? Islak imza gerçeği ortaya çıkınca özür dileyeceğine hala, imzacının avukatlığına devam etmesi tesadüf mü? O zatın, bu ülkede yeni olan her şeye en baştan itiraz etmesi bir tesadüf mü? Şimdi biraz daha geri çekilip resmin tamamına bakalım... Kürt meselesinden çözüme direnenlerle Ergenekon’u müdafaa edenler, ıslak imzayı sırılsıklam etmeye kalkanlar, dış politika açılımlarını sabote etmeye kalkışanlar, Avrupa Birliği yolunu dinamitleyenler vs. üç aşağı-beş yukarı hep aynı kişiler. En azından bazılarının nasıl harekete geçirildiklerini, hangi merkezlerden yönlendirildiklerini artık biliyoruz. Her gün yeni bir belge, yeni bir bilgi, yeni bir itiraf çıkıyor ve maskeler düşüyor. Bu ülkede cuntacılıktan, darbecilikten ve bu uğurda her türlü kanunsuzluğu yapmaktan utanmayana, sıkılmayana ve hatta bunu övünme vesilesi yapan bir güruh yaşıyor. Onlara, hukuktan, demokrasiden, insan haklarından ve millet iradesinden bahsetmek nafiledir. Çünkü, varlıkları, iktidarları ve gelecekleri demokrasinin, hukukun ve özellikle de millet iradesinin yokluğuna bağlıdır. Bakmayın ellerindeki bayraklara, resimlere... Türkiye ne dün, ne bugün, ne de yarın asla bir İran olmadı ve olmayacak ama bir “azınlık” her sabah bu ülkeye İran kompleksi yaşatmak için elinden geleni yapıyor. Sadece kendi zihnindeki korkuları bir ülkeye mal etmek için usanmaz bir çaba sergiliyor. Yine aynı kadro... İran tehlikesinden bahsedenlerle üretilen o tehlikenin kompleksiyle gettolaşanların aynı kişiler olması da tesadüf değildir. Bir demokratikleşme gerektiği zaman Kürt’ten de nefret ediyor, dindardan da, Ermeni’den de hazzetmiyor Avrupalı’dan da... Çoğulculuktan, farklılıktan, çeşitlilikten, farklı sesler duymaktan korkuyor. Koskoca bir ülkeyi esir olduğu tek sese, tabi olmaya zorluyor. 1930’ların keyfi genlerine o kadar işlemiş ki, yeni milenyumun gongunun çaldığını bile duymuyor.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|