|
06-18-2010, 21:01 | #1 |
Teşkilat-ı Mahsusa
Elli devletin temelinde TEŞKİLAT'IN HARCI VAR
Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılına imza atan örgüt, Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Enver Paşa'nın emriyle İttihat ve Terakki'nin seçkin eylemcileri tarafından kurulan örgüt, Meşrutiyet'in ilanında önemli bir rol oynamakla kalmadı, İtalyanlar tarafından işgal edilen Libya'da, daha sonra Balkanlarda, Birinci Dünya Savaşı'nda ve Kuva-yı Milliye'de önemli rol oynadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılına imza atan örgütlerden biri Teşkilat-ı Mahsusa'dır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin en seçkin fedai ve eylemcileri tarafından kurulan gizli örgüt, Meşrutiyet'in ilanında önemli bir rol oynamakla kalmadı, aynı zamanda İtalyanlar tarafından işgal edilen Libya'da, Balkanlarda ve Birinci Dünya Savaşı'nda inanılmaz bir direniş ve kahramanlık örneği sergiledi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yer altı faaliyetlerinde pişmiş olan eylemcilerden teşkil edilen "Özel Teşkilat" 1913'deki Babıali Baskını'nda da önemli rol oynadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidar olmasıyla resmileşen ve uluslar arası nitelik de kazanan Teşkilat-ı Mahsusa, Hind kıtasından Afrika'ya, Orta Doğu'dan Balkanlara, Arap Yarımadası'ndan Orta Asya'ya uzanan İslam dünyasını Osmanlı etrafında birleştirmeyi amaçlıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa'cılara göre Teşkilat, tanıdık bildik bir gizli servis, bir ajanlar topluluğu değildi. Onlar bir dava etrafında biraraya gelen, güçlerini ve yeteneklerini bu çerçevede birleştiren idealist-lerdi. Onların tek gayesi imparatorluğu ayakta tutmaktı. Hangi etnik kökene ve dine mensup olursa olsun, imparatorluk sınırları içinde herkese yer vardı. Sömürge altında yaşayan Müslüman halklar kendi istiklallerini kazanmalı ve kardeş ülkelerle dayanışma içinde olmalıydı. ÖRTÜLÜ ÖDENEKTEN BESLENDİ Gizli Teşkilat'ın giderleri Harbiye Nezareti'nden ve örtülü ödenekten karşılanıyordu. Teşkilat'ın adı resmi olarak Umur-ı Şarkiye Dairesi'dir. Merkezi, Nuri Osmaniye Caddesi, Şeref Sokak'ta, Tasvir-i Efkar gazetesinin karşısındaki bir binadaydı. Harbiye Nezareti'ne bağlı olarak kurulan teşkilat, İttihat ve Terakki'-nin Meşrutiyet öncesi yer altı çalış-malarının bir ürünü, hatta deva-mıydı. Kara Kemal'den Yenibahçeli Nail'e, Kuşçubaşı Eşref'ten Süleyman Askeri'ye, Yakup Cemil'den Ömer Naci'ye kadar, Cemiyet'in pek çok ünlü fedaisi daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa'da yer aldı. 30 BİN ELEMANI VARDI Teşkilat-ı Mahsusa üzerine çok önemli bir çalışma yapan Amerikalı araştırmacı Dr. Philip Stoddard'un elde ettiği bilgilere göre, Teşkilat'ın Hilal olarak adlandırılan İslam dünyasının her yerinde faaliyet gösteren 30 bini aşan mensubu vardı. Resmi yazışmalarda "Hafi Teşkilat" olarak da zikredilen Teşkilat-ı Mahsusa'nı en dikkat çekici yanlarından biri de ideolojik söylemleriydi. İttihat ve Terakki, Trablusgarp Harbi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını önleyecek tek çare olarak İttihad-ı İslam projesini devreye soktu. Bu proje kapsamında, başta İngiltere olmak üzere Fransız, Hollanda, Rus ve İtalyan sömürgesi altında yaşayan Müslüman ülkelerde İslam İhtilal Komiteleri kuruluyordu. Teşkilat-ı Mahsusa içinde çeşitli etnik köken-lere sahip idealist subayların yanı sıra yüzlerce aydın, şeyh ve din adamı yer alıyordu. Bedi-üzzaman Said Nursi'den Mehmet Akif'e, Dürzi prens Emir Şekip Arslan'dan Mısırlı Şeyh Abdulaziz Çaviş'e, Tunuslu Şeyh Salih Şerif et-Tunusi'den Libyalı Şeyh Ahmet es-Sunusi'-ye, Hintli Muhammed Bereketullah Efendi'den Ebul Kelam Azad'a, Pakistan'ın ilk devlet başkanı Muhammed Ali'den kardeşi Şevket Ali'ye, İbnürreşid'den Şeyh Mehdi'ye pek çok ünlü isim Teşkilat'la bir şekilde ilişkiliydi. Herşey Osmanlı'yı korumak için Teşkilat-ı Mahsusa'nın yapısı Osmanlı'nın etnik yapısını içindebarındırıyordu. Hepsinin ortak gayesi, imparatorluğu ayakta tutabilmekti. Kafkas kökenli Kuşçubaşı Eşref, Teşkilat'çıların bu yapısına dikkat çekerek, "Ben ne Dağıstan rüyalarını gören bir Çerkes, ne Arap, ne de Rum'dum; ben Türkçe konuşan Müslüman bir Osmanlıydım" diyordu. Fuat Bulca da, Teşkilat-ı Mahsusa'nın esas vazifesinin imparatorluğun ayakta kalabilmesi için bağlanılmış olan büyük davaları gerçekleştirecek şahsiyetleri teşkilatlandırmak olduğunu belirterek şöyle diyordu: "Türk İstiklal Savaşı ile ilk fiili neticesini veren, II. Dünya Harbi nihayetinde ise bütün dünyaya yayılan ve sayısı elliyi geçen müstakil devlet kurdurmuş olan milli uyanışların fikri oluşunda, bizim Teşkilat-ı Mahsusamız'ın büyük himmeti vardır." Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar da Teşkilat'ın adamı Ülke ekonomisinin millileşti-rilmesi de Teşkilat'ın ilgi alanı içindeydi. İstanbul'da Kara Kemal Bey, bu amaçla esnafı örgütlemiş, yerli sermayeye dayanan şirketler kurdurdu. Celal Bayar, Teşkilatı Mahsusa'nın İzmir şubesindeydi. Başlıca görevi Teşkilat ve Parti arasındaki iletişimi sağlamak, yanı sıra İzmir ekonomisini Türkleştirmekti. Kara Kemal ve Celal Bayar Teşkilat-ı Mahsusa'nın Ticariye grubundaydı. Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar "Ben de Yazdım" isimli hatıratında Kuşcubaşı Eşref'in gönderdiği bir özel dosyada yer alan bilgilere yer verdi. Buna göre Teşkilat-ı Mahsusa, 1913'te Batı Trakya Hükümeti'ne son verildikten sonra yeniden ikinci defa ve Enver Paşa'nın emriyle kuruldu. Dosyada Eşref Bey, şunları belirtiyordu: "Gelelim yeni Teşkilat-ı Mahsu-sa'mıza. Enver'in emrinde bir kurul ve Süleyman Askeri reis, ordudan subaylar, hükümet ricalinden yetkili bazı kişiler, yabancı Müslüman memleketlerinden Hilafete bağlı zevattan tanınmış ulema, tanınmış siyasi, milliyetçi ve memleketin kurtulması uğrunda çalışan kimselerle memleketleri için de hidematiyle kendini göstermiş, teferrüt etmiş olanlardan kurulu." Eşref Bey'in verdiği listede önemli isimler vardı. Örneğin Hindistan'dan Muhammed ve Şevket Ali kardeşler, Sih-Ghadr Partisi'nin lideri Dar Hayal bile Teşkilat'la ilişkilidir. Eşref Bey bazı isimleri açıklamıyordu. Halihazırda bu zatlar önemli mevkileri işgal ediyorlardı. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu Teşkilat-ı Mahsusa'nın efsanevi şefleinden Eşref Bey, işin en başından beri içindeydi. Teşkilat zaten büyük ölçüde Eşref Bey'in deneyimlerinden yararlandı. Kendisi Teşkilat-ı Mahsusacı'ların ruh yapısını ise şöyle anlatır: "Birer eski tüfekti bu adamlar-kendilerini vazifeye, vatan hizmetine adamış, ucuz kahramanlıklara, süslü lakırdılara ve sahte tavırlara yüz vermeyen samimi, gerçek vatanseverlerdi. Onların vatanseverliği derin ve içten yaşanan bir duyguydu.(..) Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu. Davamızın haklı bir dava olduğuna inanmıştık. Sonunda kazanamayacak oluşumuzu göz ardı etmek gayreti içindeydik. Etrafımızdaki dünya yıkılıp gitmeden hiç olmazsa birkaç tane daha küçük zafer elde edebiliriz diye düşünüyorduk." Enver Paşa'nın talimatıyla kuruldu Teşkilat-ı Mahsusa resmi olarak 1913'te Enver Paşa tarafından kuruldu. İlk başkanı Süleyman Askeri, İkinci Başkanı Ali Başhampa, son başkanı Hüsamettin Ertürk'tür. Esasında Teşkilat, büyük ölçüde Kuşcubaşı Eşref'in eseriydi. Teşkilat-ı Mahsusa ismini öneren Veteriner Rasim Bey'di. Kuşçubaşı Eşref'in de katıldığı bir toplantıda Rasim Bey, "Bu hareket, kendisine has bir teşkilata dayanıyor. Gayesi kadar, ona katılabilmenin şartları da belirli vasıflar ister. Öyle ki başka düşünce ve fikirde olanların bu düzen içinde barınabilmeleri imkansızdır. Bu laalettayin bir hürriyet mücadelesi de değildir. En tehlikeli sahalarda ve anlarda icab eden tedbirleri kendi şuuru ile benimseyen, mutlak müsavatın hakim olduğu, politikadan uzak bir vatan hareketidir. Bence ona en uygun isim Teşkilat-ı Mahsusa'dır" diyordu, Teşkilat kısa sürede benimsendi. Cemal Kutay'ın "Lavrense Karşı Kuşcubaşı" adlı kitabında yer aldığına göre Şam'da kolağası olan Mustafa Kemal, Kuşcubaşı Selim Sami'yi sahte bir mürur tezkeresi ile Teşkilat yapmak için İzmir'e gönderirken, yazdığı tavsiye mektubunda "Bizim Teşkilat-ı Mahsusa için.." diyordu.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
06-18-2010, 21:09 | #2 |
Gizli görevle Libya'ya giden Atatürk halı tüccarı kılığındaydı
Halı tüccarı kılığında Mısır'a giden Mustafa Kemal'in ve diğer gerillacıların sahte kimlik ve pasaportlarının temin edilmesinden, ünlü Teşkilat-ı Mahsusacı Kara Kemal sorumluydu. İttihat ve Terakki'yi İttihad-ı İslam projesine teşvik eden Trablusgarp'ın İtalyanlar tarafından işgal edilmesiydi. İttihat ve Terakki, iktidarın dizginlerini ele geçirdiklerinde bu projeye bel bağladı. İttihatçı eylemciler Libya'da kazandıkları tecrübeden Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında da yararlanacaklardı. Enver Paşa'nın liderliğindeki Özel Teşkilat, Libya'da silah, cephane ve profesyonel asker kıtlığına rağmen, mükemmel bir gerilla harbini örgütleyerek, 200 bin kadar İtalyan askerini sahil şeridine kilitlemeyi başarıyordu. Trablusgarp'ta, sonradan çoğu Teşkilat-ı Mahsusa'cı olan ünlü isimler gerillacılık yaptı. Bunların başında Mustafa Kemal Paşa, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Kuşçubaşı Eşref ve Hacı Selim Sami, Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca, Yakup Cemil, Nuri Conker, Rauf Orbay gibi isimler yer alıyordu. Ünlü Masonlardan Ord.Prof. Mim Kemal Öke de yüzbaşı rütbesinde Derne cephesindeydi. Prof. Ayhan Songar'ın babası Nazmi Bey ve ünlü seyyah Abdurreşit İbrahim de Libya'ya giden gönüllü mücahitler arasında yer alıyorlardı. "FUAT, TRABLUSGARP'E GİDİYORUZ, SEN DE GELİYORSUN" Trablusgarp direnişi için Özel Teşkilat, Enver Paşa tarafından gerçekleştirildi. Enver Paşa ve Ali Fethi Okyar binbaşı, Mustafa Kemal Paşa Kolağası rütbesindedir. Özel Teşkilat'ın kuruluşunu Atatürk'ün akrabası Fuat Bulca, Cemal Kutay'ın yayınladığı "Trablusgarp'te Bir Avuç İnsan" adlı anılarında anlatır. Bulca, Mustafa Kemal'in muavinidir. Mustafa Kemal'in Bulca'ya ilk sözü şuydu: "Trablusgarp'e gidiyoruz, sen de geleceksin" olur. Mustafa Kemal, şöyle diyordu: "Enver'in planı şu: Bizler kendi arzumuzla ve hususi bir teşkilat olarak müdafaayı ele alacağız. Harbiye Nezareti de bizi istifa etmiş sayacak. Orada teşkilat yapacağız. Biliyorsun ki ben daha evvel de Trablusgarp'te bulundum. Haleti ruhiyeyi bilirim. Eğer ciddi olarak müdafaaya girişirsek başta Sunusiler olmak üzere halk bize yardım eder. Enver Urbanı teşkilatlandıracak, onların dillerini ve adetlerini bilen arkadaşları beraberimize alacağını söyledi. Eşref bey de geliyor. Mıntıkaları harita üzerinde taksim dahi ettik. Sen benim muavinim olacaksın. Bu akşam Beşiktaş'ta Enver'in evinde toplanacağız. Mahrem tut. Hiç kimse birşey bilmiyor. Mahmut Şevket Paşa'yla Enver temas ediyor. Ali Fethi de Cezayir'e geçecek, oradan deniz vasıtasıyla münakele imkanlarını araştıracak." Enver Paşa'nın Almanya'da bir hanım arkadaşına yazdığı mektuplardan 9 Ekim 1911 (İstanbul) Trablus zavallı memleket. Kaybetti şimdilik. Kimbilir belki de ebediyen... Peki o zaman niye gidiyorum? İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlaki görevi yerine getirmek için. Bu satırları ayrılmamdan kısa bir süre önce yazıyorum. Bunlar en gizli sırlarımdır. Ne kadar zor ve nankör görevlerin beni beklediğini ancak birkaç kişi biliyor. (İskenderiye'den) 21 Ekim 1911 Yarın nihayet gitmeye hazır olacağım, dostunuzun gireceği kılık hakikaten hoşunuza gidecek: uzun mavi elbise, başımda beyaz başörtüsü, beyaz maşlak, altın işlemeli kordon. İşte tam bir Arap şeyhi kıyafeti. 11 Kasım 1911 Dün akşam 13 saatlik bir gece yürüyüşünden sonra geldim ve aşiret reisleri sonuna kadar İtalyanlara karşı savaşmaya devam etmek için yemin ettiler. Bir yıllık erzak temin edildi, cephane bol, zafer de yeterince var. (Kendi Mektuplarında Enver Paşa, M. Şükrü Hanioğlu, Der Yayınları) Trablusgarp'ın kapıları Askeri'ye nasıl açıldı? Mısır'ın liman kenti İskenderiye, Trablusgarp'e geçişin kilidi idi. Özel Teşkilat'ın subayları İskenderiye'den hududa, oradan da Trablusgarp'e geçeceklerdi. Teşkilat mensupları subay olduklarını gizlemek zorunda olduklarından sahte kimliklerle yolculuğa çıkacaklardı. Mustafa Kemal halı tüccarı, Süleyman Askeri genç bir molla kılığına bürünmüştü. 1915'te Teşkilat'ın Osmancık Gönüllü Taburu'nun başında Irak'ta şehit düşen Kısıklılı Yüzbaşı Cemil hoca kılığındaydı. Mustafa Kemal yolcuğa çıkmadan önce Fuat Bulca'ya şöyle diyordu: "Hükümet acziyet içinde. Bunu Harbiye Nazırı elem ve üzüntüyle itiraf etti. İstanbul'dan hiçbir yardım göreceğimizi zannetmiyorum. Enver de aynı kanaatte... Evvela o gitmek istiyor. Eşref beyin Mısır'daki muhitinden ve dostlarından istifade edeceğiz. Sevkiyatın tehlikesiz oraya varması için Mısır'ın muhtelif yerlerinde teşkilat yapacak. Takma adlarımızla bu unvanlara uygun mesleklerimizin listesi hazırlanıyor." SAHTE PASAPORTLAR KARA KEMAL'DEN Kara Kemal, Özel Teşkilat'ın İstanbul'daki işleriyle ilgilenecekti. Özel Teşkilat'a seçilecek subayların iaşeleri, yolculukta kullanacakları kıyafetler, sahte kimlik ve pasaportların tanzim edilmesi onun işiydi. Hazırlıklar gizli tutuldu. Özel Teşkilat'ın Hükümetle, İttihat-Terakki merkezi ile irtibatından da Kara Kemal ve Şükrü Bey sorumluydu. Kara Kemal Bey'in Karagümrük'teki evi, Özel Teşkilat'ın güvenli eviydi. (Kara Kemal, 1926'da Atatürk'e suikast davasından aranırken intihar etti. Maarif eski nazırı Şükrü Bey de aynı davadan idam edildi.) Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin sevkiyat sorumlusuydu Enver Bey'in evinde yapılan gizli toplantıda Mustafa Kemal, Ali Fethi Okyar, Kuşcubaşı Eşref, Mümtaz Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca ve birkaç subay vardır. Toplantıda büyük bir harita başında çalışılıyordu. Teşkilat, Mısır üzerinden Libya'ya sızacaktı. İngiliz kontrolü altındaki Mısır'dan geçişler tehlikeliydi. Başka bir çare de yoktu. Mısır'da Eşref Bey'in çevresi işe dahil edilicekti. Mısır'ı iyi tanıyan biri daha vardı: Ömer Fevzi Mardin. Fevzi Bey, Özel Teşkilat'ın İskenderiye'deki sevkiyat ve ikmal sorumlusu tayin edildi. Teşkilat, Trablusgarp'e karadan ve denizden bağlanan yollar üzerindeki merkezlerde güvenilir elemanlar görevlendirecekti. Özel Teşkilat herkese açık olmayacaktı. Profesyonel çeteciler ve idare etme niteliğine sahip güvenilir subaylar yer alacaktı. Enver Paşa, hazırlık için Eşref Bey'in önceden gitmesini istedi. Enver Paşa'nın son sözleri şöyleydi: "Hepimiz yekdiğerini tebrike layıkız. Nizam ve disiplini muhafaza etmek için mutehalli olduğumuz şuura azami riayet içinde, tam bir kardeşlik ve uhuvvet havasını temsil edeceğiz. Allah bizimle beraberdir." İtalyanları kuş gibi avladı Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Bey Libya'da keskin nişancılığı ile ün saldı. Pusuya yatan Nuri Paşa'nın, tek başına 100'den fazla İtalyan askerini öldürdüğü dilden dile dolaştı. Kuşcubaşı Eşref de "Uçan Şeyh" ünvanını Libya'da kazanıyordu. Tunus, Cezayir ve Sudan'dan gönüllüler akıyordu. Cezayir'li Emir Abdulkadir'in oğlu Emir Ali Paşa ile Tunuslu Şeyh Salih Şerif Tunusi de Eşref Beyin davetiyle Trablusgarp'e geldi. |
|
06-18-2010, 21:14 | #3 |
İslâm dünyası Teşkilat-ı Mahsusa'ya destek verdi
Zenci Musa her yerde savaştı, veremden öldü Sudan'dan gönüllü olarak Libya'ya gelen Zenci Musa, Kuşcubaşı Eşref'e baba gibi bağlandı. Ölene kadar Osmanlı idealleri için savaştı. Sudan'lı gönüllüler arasında meşhur bir isim vardı. İki metreyi aşan dev cüssesiyle bu siyahi müslüman, Akif'in şiirinde yer alan Zenci Musa'ydı. Eşref Bey'e bir baba gibi bağlanan Zenci Musa, onun 1917'de Hayber'de esir edilişine dek yanından ayrılmadı. Zenci Musa, Yemen'deki Osmanlı kumandanına teslim edilmesi gereken emanetleri kurtardı. Ali Sait Paşa'ya emanetleri teslim ederken ağlayan Musa Bey, "Çok şükür başardık ve hazineyi teslim edebildik. Fakat Eşref beyimizin düşmanın eline düşmesine müsaade ettik" diyordu. Zenci Musa Yemen'de İngilizlere esir düştü. Serbest bırakıldığında İstanbul'a döndü. Eşref Bey Malta'da esirdi. Ali Sait Paşa, "Eşref'in Arabı" ve "Eşref'in komandosu" olarak anılan Zenci Musa hakkında "O bizim cengaver Musa'dır. Yemen'e bize para getiren adam" diyordu. Gümrük hamallarına kahya oldu, diğer hamallar gibi yük taşıdı. İngiliz işgal kumandanı General Harrington onu kocaman bir çuvalı tek eliyle kaldırırken görüp maiyetine istemiş, ancak "Benim bir tek efendim ve kumandanım var. Onu bekliyorum" cevabını almış. Libya'nın işgali İslam dünyasını ayağa kaldırdı. Hindistan'ın şehirlerinde sokağa dökülen halk, İtalyan konsolosluklarına saldırdı. Şiisiyle Sünnisiyle, Hint müslümanları bir oldu. Hint gazeteleri İtalyan işgalini kınayan kara çerçeyeye alınmış başlıklarla çıktı Osmanlı hükümetinin resmi sorumluluğu dışında olmak üzere Özel Teşkilat kurarak İtalyan işgali altındaki Libya'ya giden Enver Paşa ve arkadaşları Trablusgarp ve Bingazi'de aşiretleri örgütledi. Enver Paşa'nın Libya halkı üzerindeki etkisi çok yüksekti. Sunusi Şeyhi Ahmet Şerif, Enver Paşa'nın en önemli destekçisiydi. Şeyh Sunusi, İttihad-ı İslam siyasetinin önemli bir unsuru olacaktı. Sudan, Cezayir, Mısır ve Tunus gibi yakın bölgelerden Libya'ya gönüllü akıyordu. Cezayir'den Emir Abdulkadir'in oğlu Emir Ali Paşa ve Tunuslu köklü bir ulema ailesinden Şeyh Salih Şerif Tunusi, Eşref Bey'in çalışmaları sonucunda gönüllü kuvvetlere katılıyordu. YARALARIMIZA İDRAR DÖKÜYORDUK Avrupa, işgalci İtalyanlara büyük destek verirken Libyalı direnişçiler binbir güçlükle boğuşuyordu. Eşref Bey, Cemal Kutay'a verdiği anılarında şöyle diyordu: "Hiçbir harpte, Trablusgarp'te olduğu kadar yalnızlığımızı hissetmemiştik. Çöl ortasında idik. Yaralarımızı saracak pamuğumuz, tentürdiyotumuz yoktu. İçinde amonyak vardır diye yaraların üzerine idrar döküyorduk. Biz bu yoksulluk içinde iken, İtalya, hıristiyanlık aleminin yardımına mazhardı. Kızılhaç'a mensup prensesler, Avrupa saraylarının kadın şahsiyetleri, Vatikan'ın dünyanın dört tarafından davet ettiği her mezhepteki kadınlık müesseseleri, sanki İtalya kendi topraklarından bir kısmını kurtarıyor da bizler istilacı imişiz gibi karşımızda yer aldı. Ele geçirdiğimiz İtalyan eşyası içinde neler yoktu? Bu hediyeler arasında 'Barbarlara karşı harp eden İtalyan askerine minnet' cümleleri ve bunların altında Güney ve Kuzey Amerika'yı, Avusturalya'yı, Kanada'yı, Yeni Zelanda'yı temsil eden halk imzaları vardı. Kendilerine hiçbir fenalığımız dokunmamış insanlar, bizi yanlış tanıtmış olanların günahlarıyla karşımızda idiler." 'ŞERİF HÜSEYİN İHANETİ OLMAYABİLİRDİ' Eşref Bey, Hıristiyan dünyasına karşı Hindistan Müslüman Cemiyeti'ni harekete geçirdi. Kalküta, Delhi, Keşmir ve Karaçi'de halk sokağa döküldü, İtalyan konsoloslukları saldırıya uğradı. Şiisiyle Sünnisiyle, Hint müslümanları bir oldu. Hint gazeteleri İtalyan işgalini kınayan başlıklarla çıktı. Pek çok ülkede tepkiler sokağa taştı. Bütün bunlar, İttihatçıları İttihad-ı İslam'a teşvik etti. Eşref Bey'in itirafları ilginçti: "Trablusgarp harbi bizim hangi kuvvetlere istinad edebileceğimizi tereddüde mahal kalmadan isbat etti. Arabistan'da şehir merkezlerinde İngiltere ve Fransa'nın menfaatleriyle sarhoş olan ve siyaseti meslek olarak benimseyenler haricindeki büyük kitle, bilhassa bedeviler devletimize sadık idiler. Biz Trablusgarp'te yerlilerden gördüğümüz alaka ve sadakati her tarafta göreceğimizi düşünüp tedbirler alsaydık ne Şerif Hüseyin ihaneti olurdu, ne Filistin'i ne Suriye'yi ne Irak'ı bu kadar hazin dekorlar ve şartlar içinde kaybetmezdik. Büyük hatamız iş işten geçtikten sonra aklımızın -o da maalesef hatalı şekilde- başımıza gelmiş olmasıdır. Trablusgarp'ta Mısır bize en cömert şekilde el uzattı. Halkın kalbi bizimleydi. Sunusiler bize inanarak kanlarını döktüler. Yemenliler bize ikram ettiler. Bizi gadre uğramış büyük bir milletin çocukları olarak, kara günlerimizde kendi topraklarının şerefli müdafileri saydılar." İNGİLİZ GENERALİ TERSLEDİ Hamallık yaptığı sırada Anadolu'ya cephane sevkiyatında görev alan Zenci Musa, emekli maaşını "Millet aç... Ben bunu alamam" diyerek kabul etmemiş. Eşref Bey'in anlattığına göre hastalandığında devlet hastanesine yük olmamak için Şeyh Ata Efendi'nin şeyhi olduğu Özbekler Tekkesi'ne sığınmış. Vefat ettiğinde bavulunda kefeni ve Osmanlı haritası varmış. Bir de Eşref Bey'in soluk bir resmi. Eşref Bey, onun için, "Ben Malta'dan kurtulup Milli Mücadele'nin bayrağını açanlardan birisi olmak şerefine mazhar olduğum günlerde, Musa, o benim kahraman Arabım, veremden ölmüş" diyecekti. Merhum Akif, Zenci Musa'yı Eşref Bey'le birlikte Nasihat Heyeti'nin Arabistan yolculuğunda tanımıştı. Akif, Sudan'ın bu vefakar evladını şiirine alarak şöyle diyordu: "Eşref beyin emireri Zenci Musa/İsa Peygambere omuzlarını ödünç verir/Ve Peygamber bu sayede Göke tırmanabilir" Hükümet darbesi yaptılar Edirne'nin düşüşü de İslam dünyasında infiale yol açtı. Edirne'yi savunmadan Bulgarlara verme niyetinde olan Hükümet, kendi idam fermanını da imzaladı. İttihat ve Terakki, Enver Paşa'nın reisliğinde bir gizli toplantı yaptı. Sadrazam Kamil Paşa görevinden istifa ettirilecekti. Operasyon Teşkilat-ı Mahsusa tarafından gerçekleştirilecekti. KAMİL PAŞA İSTİFA ETTİ 23 Ocak 1913 günü gerçekleşen Babıali Baskını'nda Enver Paşa beyaz bir atın üstünde şimdi İstanbul Valiliği olan binaya geldi. Binaya giden ara sokaklar ve caddeler Özel Teşkilat'ın kontrolündeydi. Hükümet binasını koruyan askerler Enver Paşa'yı görünce silahlarını indiriyordu. Ömer Naci'nin ateşli bir nutuk çekmesinden sonra içeri girdiler. Teşkilat'ın ünlü fedaileri Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Filibeli Hilmi, Mümtaz Bey, Enver Paşa'nın yanındaydı. Harbiye Nazırı Nazım Paşa, darbecilere engel olmak isteyince Yakup Cemil tetiğe bastı. Konak'ta biri darbeci, dört ceset vardı. Enver Paşa kan dökülmemesi için talimat vermişti. En ufak bir harekette tetiğe basmayı huy haline getiren Yakup Cemil dur durak bilmiyordu. Sadrazam Kamil Paşa istifa mektubunu imzaladı. Yeni Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'ydı. Yeni bir dönem başlıyordu. Libyalılar, Enver Paşa'yı gözyaşlarıyla uğurladı Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp Harbi'yle meşgul olmasını fırsat bilen Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ birleşerek, 8 Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'ne karşı savaş açtılar. Osmanlı ordusu Çatalca önlerine kadar çekildi. 8 Kasım 1912'de Yunanlılar Selanik'i işgal etti. 17 Kasım 1912'de Bulgarların İstanbul'u almak için yaptıkları taarruzlar geri püskürtüldü. Bulgarların saldırısı sonunda 26 Mart 1912'de Edirne, ardından Yanya ve İşkodra düştü. 1. Balkan Savaşı, 30 Mayıs 1913'te imzalanan Londra Antlaşması'yla sona erdi. Osmanlı Devleti'nin başkentine birkaç saatlik mesafedeki Edirne düştüğünde Trablusgarp'te savaşan Özel Teşkilat'ın başkanı Enver Paşa geri dönmek zorunda kaldı. Libyalıların gözyaşları içinde, milli marşlarla, tekbirlerle dualarla uğurladığı Enver Paşa İstanbul'a doğru yeni bir maceraya yelken açarken, arkasında muhteşem bir direniş, kulaktan kulağa yayılan destanlar bırakıyordu. Ömer Muhtar silah arkadaşı Atatürk'ten yardım istedi Birinci Cihan Harbi'nden sonra Libya'da direnişin simgesi olan Şeyh Ömer Muhtar Teşkilat-ı Mahsusa'nın komutasında savaşan Sunusi gönüllüler arasındaydı. İtalyan işgali sırasında Kasur Zaviyesi imamı olan Ömer Muhtar, 1931'de İtalyanlara esir düşerek idam edildi. 20 yıl savaştıktan sonra şehit olan Ömer Muhtar'ın cesareti Teşkilat-ı Mahsusa subaylarının dikkatini çekmişti. Sunusi şeyhleri, bir gönüllü müfrezesine kumanda eden Ömer Muhtar hakkında subaylara, "Böyle on tane Ömer Muhtar olsa bize yeter" diyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa'dan gerillacılığı öğrenen Ömer Muhtar, Cumhuriyet döneminde, eski silah arkadaşı Atatürk'e mektup yazarak destek istedi. Bu mektuplar cevapsız kaldı. Orhan Koloğlu'nun Libya Kralı İdris Sunusi'nin başbakanlığını yapan babası Sadullah Efendi'nin naklettiğine göre, mektuplar Atatürk'e ulaşmamış. Libyalılar Türkiye'ye uzun süre kırılmışlar. İşin gerçeğini bir İngiliz ajanı, Sadullah Bey'e açıklamış. Buna göre İtalyan işgal kuvvetleri komutanı faşist Mareşal Rodolfo Graziani, bu mektupları ele geçirerek saklamış. Müslüman olan İngiliz ajanı Libya'da şehit oldu Sudan'dan gelen gönüllülerden biri de eski İngiliz istihbaratçı 'İngiliz Osman'dı. Enver Paşa, bir hanım arkadaşına yazdığı mektupta, şehit düşen İngiliz Osman için şöyle diyordu: "Kampımızda buraya gelmeden önce siyasi nedenlerle Müslüman olan İngiliz bir asker vardı. Hayatımda hiç karşılaşmadığım bir gözüpekliğe sahip, hakikaten çok iyi çocuktu. İtalyan dikenli tellerinin altından kayıp onların kalelerine girmek onun için spordu. Geçen gün Derne Vadisi'nde adamlarımla öldürüldüler, yaralandılar ve İtalyanlar tarafından götürüldüler. Hepimiz nasıl seviyorduk onu. Bu akşam yine, asıl adı Stuart Smallwood olan Osman adlı bu zavallı İngiliz kahramanı deforme olmuş ve antipatik suratıyla düşündüm. Onu yine de çok seviyor ve olağanüstü yiğitliğine hayrandım. Heyhat. Şimdi öldü ve cesedi İtalyanların ellinde. İsmini yaşatmak için herşeyi yapacağım. Ailesinin altın imtiyaz madalyasını alması için Harbiye Nezareti'ne yazdım, annesi Şefkat Madalyası alacak ve ismi Harbiye Nezareti'nin altın defterine kazınacak. Ona gelince, o herhalde mutlu, huzurlu ve mennundur." |
|
06-20-2010, 17:18 | #4 |
Başarılı olmasalardı asi ilan edileceklerdi
Enver Paşa'nın baskısıyla Osmanlı Devleti, hükümete tabi olmayan gayri resmi bir Teşkilat-ı Mahsusa'nın Bulgar işgali altındaki Batı Trakya'da çete faaliyeti göstermesine göz yumdu. Teşkilat-ı Mahsusa gönüllülerden kurduğu çeteler ordusuyla Bulgarları Batı Trakya'dan tümüyle süpürüp attı. Teşkilat-ı Mahsusa'nın ikinci görev alanı işgal altındaki Batı Trakya idi. Teşkilat, yüzde 85'i Müslüman ve Türk olan Batı Trakya'da da gayr-i resmi hareket edecekti. Enver Paşa, Libya'da devlete vergi vermemek için dağa çıkan eşkiyaları gönüllüler arasına katmıştı. Kuşcubaşı Eşref ve kardeşi Hacı Sami, çetecilikte epey tecrübe sahibi idiler. Aynı yöntem Batı Trakya'da uygulanabilirdi. İttihat-Terakki, Edirne yüzünden Hükümet darbesi yapmıştı. Edirne hala Bulgar işgali altındaydı. Batı Trakya'da yüz binlerle ifade edilen Pomak Müslüman zorla vaftiz ediliyordu. İstanbul muhacir kaynıyordu. Yeni hükümet işleri ağırdan alıyor, sorunu diplomatik yollardan çözmek istiyordu. Bu arada Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi işleri karıştırdı. Enver Paşa, Eşref Bey'i Trablusgarp'ten çağırdı. Görevini Aziz Ali El- Mısri'ye bırakıp İstanbul'a dönen Eşref Bey'in ilk işi Şevket Paşa'nın katillerini yakalamaktı. "ORDU YARDIMI İSTEMİYORUM" Enver Paşa, Hükümeti ve Harbiye Nazırı'nı askeri harekata ikna edemiyordu. Kuşcubaşı Eşref, Enver Paşa'yı tazyik ediyordu. Cemal Kutay'ın yayınladığı anılara göre, Eşref Bey, Enver Paşa'ya Trablusgarp'te bir avuç insanla neler yaptıklarını hatırlatarak, benzer teşkilatla Bulgarları püskürtebileceklerini savunuyordu. Enver Paşa, Kuşcubaşı Eşref'e sordu, "Ne kadarlık bir kuvvete ihtiyaç var?" Eşref Bey, "Ordudan resmi yardım istemiyorum" diyerek şöyle devam etti: "Sami bey kuvvetleri, Cihangiroğlu İbrahim Bey kuvvetleri, Erzurum, Kars, Uşak taburları kafidir. Neden endişe ediyoruz? Benim unvanım ne? Umum Çeteler Kumandanı!. Gayr-ı mesul bir makamın gayr-ı mesul şahsiyeti. Ben ilerlerim, düşman beni çevirirse eritir, yok eder, mesele de kalmaz. Er meydanında ölmek hassası baki kalmış ise, düşmanı önümüze katar, geldiği yere sürükleriz. O zaman da çıkacak siyasi meseleleri, sakalları yerleri sürüyen, omuzlarında yarım asrı geçmiş tecrübeler olan nazır paşalar düşünsün. Daha sıkıya geldiniz mi, bu herif asinin biridir, asılması gerektir der, beni, ulaşabildiğim yerde asarsınız." MAHKUMLARI ALDILAR Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref ile konuştuktan sonra Kolordu komutanı Hurşit Paşa'ya gitti. Döndüğünde vize çıkmıştı. Cemal Paşa anılarında Hükümetin, Ordunun Edirne'ye yürüyeceğini, ancak Meriç nehrini geçmeyeceğini taahhüt ettiğini, Enver Paşa ve arkadaşlarının ise hükümete tabi olmayan gayri resmi bir Teşkilat-ı Mahsusa'nın Meriç nehrinin öte tarafında istediği gibi hareket etmesini Hükümete kabul ettirdiklerini söylüyordu. Teşkilat-ı Mahsusa hemen harekete geçti. Kuşcubaşı Sami, hapishanelerde yüz kızartıcı suçlar dışında kalan deneyimli silahşörlere af çıkartarak gönüllü müfrezelere dahil etti. Anadolu'nun her yerinden gönüllü geliyordu. Gönüllüler, Umum Milli Kuvvetler Kumandanı Eşref Bey'in etrafında toplanıyordu. Kürt aşiret reisleri ve atlıları, bıyığı yeni terlemiş Anadolu delikanlılarının yanı sıra 80 yaşındaki dedeler bile gelmişti. Eşref Bey'in çeteleri harekete geçti. Enver Paşa, muzaffer bir komutan olarak Edirne'ye girmesini Kuşcubaşı Eşref ve Süleyman Askeri'nin çetelerine borçluydu. Edirne'nin işgalden kurtarılması Enver Paşa ve İttihat ve Terakki'nin itibarını artırdı. Çeteler, Meriç Nehri'ni aşıp Batı Trakya'ya girdiler, kısa sürede Bulgarları bölgeden süpürdüler. Bediüzzaman ve gönüllüleri Kuşcubaşı Eşref Bey'le birleşti Batı Trakyada amcası Süleyman Bey'i şehit veren yazar Mehmet Niyazi Özdemir, "Yazılamamış Destanlar" isimli kitabında Van'dan topladığı gönüllülerle Teşkilat-ı Mahsusa kuvvetlerine katılan Bediüzzaman Said Nursi'ye geniş yer verdi. Kitapta Bediüzzaman'ın cepheye gelişi şöyle anlatılıyor: "Sisli bir sabah yeni bir gönüllü grubuyla karşılaştılar. Bunların kıyafetleri değişik, başları sarıklıydı. Bellerini, omuzlarını armaları dolanıyor, sağ yanlarında da kamaları sarkıyordu. Tüfeklerini çatmışlardı. Başlarında uzunca boylu, levent endamlı, bıyıklı, çizmeli, gösterişli bir kumandan vardı. Talime başlayacakları sırada gelen Gönüllü Kuvvetleri Kumandanı Eşref Bey, onlara doğru yürüdü. Dostane bir buluşmaydı. -Aziz Üstadım, bu kara günümüzde öğrencilerinizle imdadımıza koştunuz. Eşref bey ona Aziz Üstadım derdi; O da Eşref Bey'e "Kahraman Kumandanım"diye hitap ederdi. -Ah benim kahraman kumandanım, kara gün hepimizindir. Böyle bir günde din ve devletin hizmetinde bulunmayacağız da ne zaman bulunacağız. Eşref Bey'in sesi kahır doluydu: -Böyle zelil bir duruma düşecek millet miydik Aziz Üstadım? Said Nursi derin bir nefes almasına rağmen Eşref beyi teselli etme gereği duydu. -Bu duruma düşmemizin sebebi ve suçlusu çoktur. Bunlar iç meselemiz; şimdilik kenara bırakalım. Düştüğümüz yerden kalkmaya çalışırsak, Rabbim yardımını esirgemez inşallah. Bir başka araba ile Enver Bey nizamiyeden içeri girdi. Said Nursi bu genç subayla çok samimi dosttu. Yüzüne yerleşen matem uzaktan belli oluyordu. Said Nursi'yi görünce gülümsemeye kendini zorladı. -Geldiniz değil mi Canım Üstadım! Ona her zaman Gayur Kardeşim diye hitap eden Said Nursi cevap verdi: -Nasıl gelmiyeyim Gayur Kardeşim? Said Nursinin boynuna sarılırken duygulu bir sesle sordu: -Nasılsınız Canım Üstadım? -Allaha şükür, vatan ve milletimizin kederinden başka sıkıntımız yok. Siz nasılsınız? -Nasıl olayım Canım Üstadım? Said Nursi bir elini omuzuna koydu; sesi de teselli ediciydi. -Üzüntüyle bir yere varamayız. Rabbü'l-Alemin'in rahmetinden de ümit kesmeye hakkımız yok. Biz elimizden geleni yapalım." Bulgar bakandan Cemal Paşa'ya övgü Batı Trakya, Bulgarların boş vaadleri ve Rus tehdidi yüzünden boşaltıldı. Osmanlı hükümeti, Cemal Paşa'yı Teşkilat-ı Mahsusa'yı ikna etmek için Batı Trakya'ya gönderdi. Eşref Bey Cemal Paşa'ya haber gönderip, Batı Trakya Hükümeti'nin müstakil olduğunu, Osmanlı pasaportuyla gelmemesi halinde kendisini tutuklayacağını söyleyecek kadar kızgındı. Bulgar Dış İşleri Bakanı İvan Geşof anılarında şöyle diyordu: "Osmanlı hükümeti Batı Trakya'da kurulan hükümeti kendi eliyle yok etmiş olmasa idi büyük devletler bu tampon devleti kesin olarak tanıyacaklar ve Türkler Balkanlardan çıkmamış olacaklardı. Biz bu sonuçtan endişe ettik. Fakat Osmanlı devlet adamları, özellikle Cemal Paşa bize, bizden daha çok hizmet etti." Özel Teşkilat Batı Trakya'da hükümet kurdu Meriç nehri boylarını Bulgar'lardan temizleyen Teşkilat-ı Mahsusa, Ağustos 1913'te Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkataa-i İslamiyesi adıyla bir geçiçi hükümet kurdu. Parası, pulu, posta teşkilatı, haber ajansı ve küçük bir ordusu olan Hükümetin reisi Müderris Salih Hoca, başkenti Gümülcüne, Hükümetin icra ve genelkurmay başkanı "Süleyman Zeynelabidin" takma ismini kullanan Süleyman Askeri idi. Bayrağı yeşil, siyah ve beyaz renkli, ayyıldızlıydı. Eşref Bey, Kuva-yı Milliye Umum Müfettişi ünvanı taşıyordu. Osmanlı Hükümeti'nin Bulgarlarla yaptığı bir anlaşma sonucunda Batı Trakya Hükümeti ömrü kısa sürdü. Eşref Bey ve Teşkilat'ın itirazı sonuç vermedi. Beşiktaş'ın eski başkanı komitacı çıktı Beşiktaş Kulübü'nün eski başkanlarından Fuat Balkan ünlü bir komitacıydı. Batı Trakya'da Süleyman Askeri'yle çalışan Balkan, Teşkilat-ı Mahsusa emrine girdi. Komitacılığa Bulgarların Pomakları zorla hıristiyanlaştırmaları üzerine başlayan Balkan, Arma'dan çıkan hatıralarında şöyle diyordu: "Komitacılık bazılarının sandığı gibi, soygunculuk, çapulculuk değildir. Aksine, vatanseverliğin en müfritine komitacılık denir. Komitacı, vatan davası karşısında herşeyini feda eden; gözünü budaktan ayırmayan adamdır. Memleket ve milleti için, gerekirse, acımadan yakar, yıkar, öldürür. Biz de gerektikçe, böyle hareket ettik. Kaç defa böyle vaziyetler karşısında kaldık, yapılması lazım olanı yaptık. Şimdi bakıyorum da, şu veya bu işte, cezri hareket etmemiş olsa idik, memleket kimbilir kimlerin ayakları altında kalacak ve bu şerefli millet kimlerin esiri kalmağa mahkum olacaktı." Sahte isimle mebus olup Meclis'e girdi Teşkilat-ı Mahsusa'nın kuruluş toplantısında yer alan Nevrekoplu Celal Bey, gizli bir görevle, Abidinov takma adıyla Bulgar Millet Meclisi'ne mebus olarak girmeyi başardı. Celal Bey, Bulgar Meclisi'nde Bulgaristan'ın 1. Dünya savaşına katılmasıyla ilgili oylamada diğer 14 Türk milletvekili ile birlikte önemli bir rol oynadı. Celal Bey, kendisine verilen bir başka görev çerçevesinde Birinci Cihan Harbi'nden sonra da Trakya'nın Türkiye'ye bağlanması için Roma'da diplomatik girişimlerde bulundu. Konu Terennüm tarafından (06-20-2010 Saat 17:22 ) değiştirilmiştir.. |
|
06-21-2010, 12:46 | #5 |
Lavrens'i öldürmek onu kahraman yapmak olurdu
Şerif Hüseyin isyanını hazırlayan İngiliz casusu Lavrens, Osmanlı'nın dikkatini 1914 yılı başlarında çekti. Yemen'de görevli bir Teşkilat-ı Mahsusa ajanı, Bedevi kılığında dolaşan Lavrens'i tesbit etti. Bugünkü Suud-i Arabistan sınırları içinde başlayan Şerif Hüseyin İsyanı'nı hazırlayan İngiliz casusu Edward Thomas Lawrence'ydi, Lavrens, Teşkilat-ı Mahsusa'nın dikkatini ilk defa ne zaman çekmişti? Kuşçubaşı Eşref, bu sorunun cevabını Cemal Kutay'ın neşrettiği anılarında veriyordu. Lavrens'i ilk ifşa eden Yemen'de görevli bir nüfus memuru olan Ahmet Hamdi Bey'di. Hamdi Bey Teşkilat-ı Mahsusa ajanıydı. Teşkilat, Yemen'de Müslüman kisvesine bürünmüş İngiliz muhtedisi iki ajanı tespit etmişti. Ahmet Bey'in görevi bu iki ajanın ilişki kurduğu kişileri belirlemekti. Ahmet Hamdi, Hacı Ali ve Abdullah Mansur adındaki iki ajanın ziyaretçileri arasında ilginç bir kişiyi tespit etti. Şeyh kılığı içinde, Arapça konuşan, çelimsiz biri olan bu İngiliz, civardaki bazı aşiret reislerini ziyaret etmişti. Eşref Bey, Ahmet Hamdi'den bu kişiyi takibe almasını istedi. Şam'da görevli teşkilat ajanı Eczacı Nejat Bey de İngilizle bizzat temas edecekti. Çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşan Nejat Bey, İngiliz'in adını tespit etti. Arkeolog kisvesinde dolaşan bu adam Lavrens idi. LAVRENS OLTAYA DÜŞTÜ Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Nejat Bey, Balebek harabelerinde araştırma yapan Müze-i Hümayun görevlisi kimliğine girdi. Lavrens'in dikkatini çekmek için annesi Türk Yahudisi olan Alman ajanı Hans Gürzoch'la dostluk kurdu. Gürzoch'tan bilgi sızdırmak için Lavrens, Nejat Bey'e yanaştı. Nejat Bey, Lavrens'e zararsız bilgiler verdi. Lavrens'in birlikte çalışma teklifini geri çevirmeyerek onunla birlikte bazı gezilere katıldı. Bu arada Lavrens'in resminin de içinde olduğu dosyayı İstanbul'a göndermişti. Lavrens'in Nejat Bey'den öğrenmek istediği en önemli konu, hilafetin Türk milleti üzerindeki tesiri idi. Nejat Bey İstanbul'a geldiğinde Lavrens'in şeceresini bile çıkarmıştı. 1914 başlarıydı. Lavrence adı henüz duyulmamıştı. ATİNA'DA BİLE İZLEDİLER Eşref Bey, Lavrens'in ileride oynayacağı rolü yeterince anlayamadığını itiraf edecekti. Kahire'deki Hizbül Vatani örgütüne mensup bir Teşkilatı Mahsusa elemanından Lavrens'in Mareşal Lord Kitchener ile görüştüğünü ve Atina'ya hareket edeceğini öğrenmişti. Lavrens, İskenderiye'de bir gemiye bindi. Yandaki kamaraya bir teşkilat ajanı yerleşmişti. Lavrens'in ilk durağı, Atina'daki İngiliz Elçiliği idi. Elçi, Lavrens'in şerefine bir akşam yemeği verdi. Eşref Bey, silik bir İngilizin, elçiden gördüğü ilgiyi merak etti. Atina'daki bir gayr-i müslim dostunu devreye soktu. Gelen bilgilere göre Lavrens, Arabistan bölgesindeki Rum-Yunan şirketleriyle yakın mesaiye girmek istiyordu. Bu yüzden İngiliz sefirini devreye sokmuştu. LAVRENS'İN PEŞİNE DÜŞTÜ Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Eşref bey, bir bedevi şeyhi kılığına girdi. önce Balebek harabeleri çevresindeki Yahudiler dikkatini çekti. Eşref Bey, anılarında şöyle anlatıyordu: "Balebek 7 sene öncesine göre tanınmaz haldeydi. Harabelerin etrafında bir çok Yahudi müstameresi peyda olmuştu. Bunlar, çoğu casus olan topluluğun sadece parasını mı almak için gelmişlerdi? Biz, Teşkilat-ı Mahsusa olarak, Rum, Ermeni, Arap ayrılıkçı hareketleri içinde Yahudiliğin de nasıl gizli çalışmalar yaptığını biliyorduk. Nitekim Filistin cephesinin sükutu ile bu gizli hazırlık, diğerleri gibi arkamızdan vurdu" HAREBELERDE BULDU Eşref Bey, Balebek'te Musa El Atraş adında çok taraflı bir muhbiri sıkıştırdı. Atraş'ı Merzifon Amerikan Koleji'nden bir muallimle görüşürken yakalamıştı. Atraş, Eşref Bey'e çeşitli fotoğraflar gösterdi. Resimlerden birine gözü takıldı. "Bu kimdir?" dedi. Atraş, "Aradığınız adamın bu olduğunu bilmiyor muyum? Ya Bek, itimadınız yoksa, neden istihza ediyorsunuz?" dedi. Eşref Bey, dikkatlice baktı, Nejat Bey'in gönderdiği resimdeki adamdı. Atraş, Lavrens'in Araplar arasında dostça karşılandığını ve Çereş'e geleceğini söyledi. Eşref Bey ve ajanları Çereş'teki casus kaynayan Britanya Şark Enstitüsü'ün Müsteşrikler Toplantısı'na katıldı. Atraş, Lavrens'in yanına gidecek, böylece Eşref Bey de onu tanıyacaktı. ŞEYH KILIĞINDA SOHBET ETTİ Çereş harebeleri civarında Atraş, kıyafeti Yukarı Hicazlı bedevilerinkine benzeyen, çelimsiz, soluk renkli, zayıf birisine doğru ilerledi. Lavrens'ti. Eşref Bey bu anı anlatırken, "Lavrens karşımda idi. Nejat Bey'in ilettiği fotoğrafa tıpatıp benziyordu. İlk uyandırdığı intiba, hasta, mariz, dertli, renksiz, şahsiyetsiz, gelişmemiş bir kişi ile karşı karşıya oturduğumuz duygusu idi" diyor. Lavrens ile tanışan Eşref Bey onu bir bedevi şeyhi olduğuna inandırdı. Lavrens'i öldürmeye gerek duymamıştı. Lavrens tehlikeli bir casus olarak anılmaya başladığında bile bu nu düşünmedi. Niyeti, Lavrens'i tuzağıa düşürüp, savaş sonuna kadar Anadolu'da hapsetmekti. Nejat Bey'in yakalanması planı akamete uğrattı. PİŞMAN DEĞİLİM Eşref Bey, Lavrens'i öldürmediği için pişman mıydı? Şöyle diyordu: "Öldürmeyi, düşünmüyordum: Daima en sona bıraktığım bu tedibi, Lavrens için o anda düşünmeğe sebep de yoktu. Hadiseler, benim hata ettiğimi gösterdi ama, o gün kolaylıkla yapabileceğim bu işi, kanlı bir şekilde bitirmediğime pişman değilim. Bu, yarı şarlatan bir adamı kahraman yapmak olurdu. Eşref Bey,1917'de Hayber'deki cenkte esir düştüğünde Lavrens onu ziyaret etti. Bedeviler arasında adı efsane gibi dolaşan Eşref Bey'i merak etmişti. Karşısındaki kişi, yıllar önce Çereş'te sohbet ettiği bedevi idi. İngiliz casusları Sudan ve Libya'ya nüfuz edemedi Lavrens'in nüfuz edemediği iki bölge, Trablusgarp ve Sudan'dı. Lavrens anılarında şöyle diyordu: "Türklerin buralardaki nüfuz ve itibarının asıl sebeplerini anlayabilmek için bir ömrün bu çöller içinde gömülmüş olması kafi gelmez. Şeyh Sünnusi'ni dini nüfuz mıntıkası içinde olan bu yerlerde Osmanlı Türklerine ait anlatılan hikayeler hakikatle ilgisi olmasa bile, asırlardır nesillerin birbirlerine söylediklerini hafızalardan silebilmek mümkün değildir. Tarihin kendilerine 'Sizin sonunuz geldi' diye haykırmasına rağmen direnen bu bir avuç mecnun Trablusgarb'ı elde etmek isteyen İtalyanları nasıl durdurmuşlar ve ancak, Balkan Hıristiyanlığının el birliği ile üzerlerine atılarak onları Konstantinopol kapılarına kadar kovalamasından sonra buralardan ayrılmışlarsa, ilk fırsatta gizlice ve çoğu Alman denizaltılarıyla sahillere çıktılar, harbin sonuna kadar da hiçbir yabancı kuvveti sokmadılar" Lavrens: Kuşçubaşı Eşref, çöllerin eşine rastlamadığı müthiş bir haydut Vaktiyle Hicaz Valisi ve Sultan Hamid'in en sevgili paşasının oğlunu, iki tabur asker arasından alıp dağa kaldıran bu haydudun en cüretkar hareketi, Hicaz kuvvetlerinin içinden sıyrılıp çölün en zor yerinden aşıp Yemen'e gitmek teşebbüsü idi. Eşref Bey, kendisi için aksi bir tesadüfle ve bizim haberimiz üzerine Şerif Abdullah'la çarpıştı. Türkler, teslim olmayı adetleri üzerine reddettiler ve bir sıcak su gölüne atılmış şeker parçaları gibi eridiler. Eşref'in planı Hicaz'da, Filistin zaferimize imkan veren bu isyanı bastıracak son Osmanlı teşebbüsü idi. Bu çok cesur ve bedeviler arasında 'Uçan Şeyh' unvanıyla tanınan korkunç adam, İbn-i Reşid'in ve İmam Yahya'nın dostu idi. O sırada İbn-i Suud bize düşmanca vaziyet aldığında, Eşref'in telkinleri ile Mekke ve Medine'yi isyancı Hicaz kuvvetlerine bırakmamak isteyebilir, bu, neticede Türk planının zaferi olurdu. Bu tehlikeli adamın yaralı olarak Hayber'de ele geçmesi, neticelere doğrudan doğruya tesir etti. Kuşçubaşı Eşref: Lavrens kurnaz riyakar, aşağılık biriydi Lavrens cesur muydu? Hayır. Pervasızdı. Zeki mi idi? Hayır. Kurnazdı. Atak, utanmaz, sırasına göre riyakar ve iki büklüm, fakat başarılarının ana sebebi olarak sabit fikri olan, çalışkan bir insandı. Bazen kendisini , mücadeleye layık olmayan ve karşılaşmaya değmeyen biçare, zavallı, manyak bir hüviyete bürütürdü. Ne için, kimin için çalışıyordu? Buna sarih olarak cevap vermek güçtür. (..)Peygamberimiz'den 1285 sene sonra, yine O'nun yolundan, O'ndan oldukları iddiası içinde , O'ndan ayrılmış olanların da katıldığı düşman bir dünya safına karşı yapılan Hayber şahlanışını takip eden devrede Lavrens, en kesif faaliyetini gösterdi. Türk esirlerine zulme vesile olması, Hayber cenginden sonradır. (..)Eline geçen fırsatta Lavrens, ne kadar gaddar olduğunu isbat etti. Sadece Türklere karşı değil, bütün insanlara karşı nefret beslerdi. Kendisinin bir *** ve cinsi sapık olmasında zulüm duygusunun büyük tesiri olduğunu söyleyebilirim. |
|
06-21-2010, 12:46 | #6 |
Lavrens'i öldürmek onu kahraman yapmak olurdu
Şerif Hüseyin isyanını hazırlayan İngiliz casusu Lavrens, Osmanlı'nın dikkatini 1914 yılı başlarında çekti. Yemen'de görevli bir Teşkilat-ı Mahsusa ajanı, Bedevi kılığında dolaşan Lavrens'i tesbit etti. Bugünkü Suud-i Arabistan sınırları içinde başlayan Şerif Hüseyin İsyanı'nı hazırlayan İngiliz casusu Edward Thomas Lawrence'ydi, Lavrens, Teşkilat-ı Mahsusa'nın dikkatini ilk defa ne zaman çekmişti? Kuşçubaşı Eşref, bu sorunun cevabını Cemal Kutay'ın neşrettiği anılarında veriyordu. Lavrens'i ilk ifşa eden Yemen'de görevli bir nüfus memuru olan Ahmet Hamdi Bey'di. Hamdi Bey Teşkilat-ı Mahsusa ajanıydı. Teşkilat, Yemen'de Müslüman kisvesine bürünmüş İngiliz muhtedisi iki ajanı tespit etmişti. Ahmet Bey'in görevi bu iki ajanın ilişki kurduğu kişileri belirlemekti. Ahmet Hamdi, Hacı Ali ve Abdullah Mansur adındaki iki ajanın ziyaretçileri arasında ilginç bir kişiyi tespit etti. Şeyh kılığı içinde, Arapça konuşan, çelimsiz biri olan bu İngiliz, civardaki bazı aşiret reislerini ziyaret etmişti. Eşref Bey, Ahmet Hamdi'den bu kişiyi takibe almasını istedi. Şam'da görevli teşkilat ajanı Eczacı Nejat Bey de İngilizle bizzat temas edecekti. Çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşan Nejat Bey, İngiliz'in adını tespit etti. Arkeolog kisvesinde dolaşan bu adam Lavrens idi. LAVRENS OLTAYA DÜŞTÜ Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Nejat Bey, Balebek harabelerinde araştırma yapan Müze-i Hümayun görevlisi kimliğine girdi. Lavrens'in dikkatini çekmek için annesi Türk Yahudisi olan Alman ajanı Hans Gürzoch'la dostluk kurdu. Gürzoch'tan bilgi sızdırmak için Lavrens, Nejat Bey'e yanaştı. Nejat Bey, Lavrens'e zararsız bilgiler verdi. Lavrens'in birlikte çalışma teklifini geri çevirmeyerek onunla birlikte bazı gezilere katıldı. Bu arada Lavrens'in resminin de içinde olduğu dosyayı İstanbul'a göndermişti. Lavrens'in Nejat Bey'den öğrenmek istediği en önemli konu, hilafetin Türk milleti üzerindeki tesiri idi. Nejat Bey İstanbul'a geldiğinde Lavrens'in şeceresini bile çıkarmıştı. 1914 başlarıydı. Lavrence adı henüz duyulmamıştı. ATİNA'DA BİLE İZLEDİLER Eşref Bey, Lavrens'in ileride oynayacağı rolü yeterince anlayamadığını itiraf edecekti. Kahire'deki Hizbül Vatani örgütüne mensup bir Teşkilatı Mahsusa elemanından Lavrens'in Mareşal Lord Kitchener ile görüştüğünü ve Atina'ya hareket edeceğini öğrenmişti. Lavrens, İskenderiye'de bir gemiye bindi. Yandaki kamaraya bir teşkilat ajanı yerleşmişti. Lavrens'in ilk durağı, Atina'daki İngiliz Elçiliği idi. Elçi, Lavrens'in şerefine bir akşam yemeği verdi. Eşref Bey, silik bir İngilizin, elçiden gördüğü ilgiyi merak etti. Atina'daki bir gayr-i müslim dostunu devreye soktu. Gelen bilgilere göre Lavrens, Arabistan bölgesindeki Rum-Yunan şirketleriyle yakın mesaiye girmek istiyordu. Bu yüzden İngiliz sefirini devreye sokmuştu. LAVRENS'İN PEŞİNE DÜŞTÜ Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Eşref bey, bir bedevi şeyhi kılığına girdi. önce Balebek harabeleri çevresindeki Yahudiler dikkatini çekti. Eşref Bey, anılarında şöyle anlatıyordu: "Balebek 7 sene öncesine göre tanınmaz haldeydi. Harabelerin etrafında bir çok Yahudi müstameresi peyda olmuştu. Bunlar, çoğu casus olan topluluğun sadece parasını mı almak için gelmişlerdi? Biz, Teşkilat-ı Mahsusa olarak, Rum, Ermeni, Arap ayrılıkçı hareketleri içinde Yahudiliğin de nasıl gizli çalışmalar yaptığını biliyorduk. Nitekim Filistin cephesinin sükutu ile bu gizli hazırlık, diğerleri gibi arkamızdan vurdu" HAREBELERDE BULDU Eşref Bey, Balebek'te Musa El Atraş adında çok taraflı bir muhbiri sıkıştırdı. Atraş'ı Merzifon Amerikan Koleji'nden bir muallimle görüşürken yakalamıştı. Atraş, Eşref Bey'e çeşitli fotoğraflar gösterdi. Resimlerden birine gözü takıldı. "Bu kimdir?" dedi. Atraş, "Aradığınız adamın bu olduğunu bilmiyor muyum? Ya Bek, itimadınız yoksa, neden istihza ediyorsunuz?" dedi. Eşref Bey, dikkatlice baktı, Nejat Bey'in gönderdiği resimdeki adamdı. Atraş, Lavrens'in Araplar arasında dostça karşılandığını ve Çereş'e geleceğini söyledi. Eşref Bey ve ajanları Çereş'teki casus kaynayan Britanya Şark Enstitüsü'ün Müsteşrikler Toplantısı'na katıldı. Atraş, Lavrens'in yanına gidecek, böylece Eşref Bey de onu tanıyacaktı. ŞEYH KILIĞINDA SOHBET ETTİ Çereş harebeleri civarında Atraş, kıyafeti Yukarı Hicazlı bedevilerinkine benzeyen, çelimsiz, soluk renkli, zayıf birisine doğru ilerledi. Lavrens'ti. Eşref Bey bu anı anlatırken, "Lavrens karşımda idi. Nejat Bey'in ilettiği fotoğrafa tıpatıp benziyordu. İlk uyandırdığı intiba, hasta, mariz, dertli, renksiz, şahsiyetsiz, gelişmemiş bir kişi ile karşı karşıya oturduğumuz duygusu idi" diyor. Lavrens ile tanışan Eşref Bey onu bir bedevi şeyhi olduğuna inandırdı. Lavrens'i öldürmeye gerek duymamıştı. Lavrens tehlikeli bir casus olarak anılmaya başladığında bile bu nu düşünmedi. Niyeti, Lavrens'i tuzağıa düşürüp, savaş sonuna kadar Anadolu'da hapsetmekti. Nejat Bey'in yakalanması planı akamete uğrattı. PİŞMAN DEĞİLİM Eşref Bey, Lavrens'i öldürmediği için pişman mıydı? Şöyle diyordu: "Öldürmeyi, düşünmüyordum: Daima en sona bıraktığım bu tedibi, Lavrens için o anda düşünmeğe sebep de yoktu. Hadiseler, benim hata ettiğimi gösterdi ama, o gün kolaylıkla yapabileceğim bu işi, kanlı bir şekilde bitirmediğime pişman değilim. Bu, yarı şarlatan bir adamı kahraman yapmak olurdu. Eşref Bey,1917'de Hayber'deki cenkte esir düştüğünde Lavrens onu ziyaret etti. Bedeviler arasında adı efsane gibi dolaşan Eşref Bey'i merak etmişti. Karşısındaki kişi, yıllar önce Çereş'te sohbet ettiği bedevi idi. İngiliz casusları Sudan ve Libya'ya nüfuz edemedi Lavrens'in nüfuz edemediği iki bölge, Trablusgarp ve Sudan'dı. Lavrens anılarında şöyle diyordu: "Türklerin buralardaki nüfuz ve itibarının asıl sebeplerini anlayabilmek için bir ömrün bu çöller içinde gömülmüş olması kafi gelmez. Şeyh Sünnusi'ni dini nüfuz mıntıkası içinde olan bu yerlerde Osmanlı Türklerine ait anlatılan hikayeler hakikatle ilgisi olmasa bile, asırlardır nesillerin birbirlerine söylediklerini hafızalardan silebilmek mümkün değildir. Tarihin kendilerine 'Sizin sonunuz geldi' diye haykırmasına rağmen direnen bu bir avuç mecnun Trablusgarb'ı elde etmek isteyen İtalyanları nasıl durdurmuşlar ve ancak, Balkan Hıristiyanlığının el birliği ile üzerlerine atılarak onları Konstantinopol kapılarına kadar kovalamasından sonra buralardan ayrılmışlarsa, ilk fırsatta gizlice ve çoğu Alman denizaltılarıyla sahillere çıktılar, harbin sonuna kadar da hiçbir yabancı kuvveti sokmadılar" Lavrens: Kuşçubaşı Eşref, çöllerin eşine rastlamadığı müthiş bir haydut Vaktiyle Hicaz Valisi ve Sultan Hamid'in en sevgili paşasının oğlunu, iki tabur asker arasından alıp dağa kaldıran bu haydudun en cüretkar hareketi, Hicaz kuvvetlerinin içinden sıyrılıp çölün en zor yerinden aşıp Yemen'e gitmek teşebbüsü idi. Eşref Bey, kendisi için aksi bir tesadüfle ve bizim haberimiz üzerine Şerif Abdullah'la çarpıştı. Türkler, teslim olmayı adetleri üzerine reddettiler ve bir sıcak su gölüne atılmış şeker parçaları gibi eridiler. Eşref'in planı Hicaz'da, Filistin zaferimize imkan veren bu isyanı bastıracak son Osmanlı teşebbüsü idi. Bu çok cesur ve bedeviler arasında 'Uçan Şeyh' unvanıyla tanınan korkunç adam, İbn-i Reşid'in ve İmam Yahya'nın dostu idi. O sırada İbn-i Suud bize düşmanca vaziyet aldığında, Eşref'in telkinleri ile Mekke ve Medine'yi isyancı Hicaz kuvvetlerine bırakmamak isteyebilir, bu, neticede Türk planının zaferi olurdu. Bu tehlikeli adamın yaralı olarak Hayber'de ele geçmesi, neticelere doğrudan doğruya tesir etti. Kuşçubaşı Eşref: Lavrens kurnaz riyakar, aşağılık biriydi Lavrens cesur muydu? Hayır. Pervasızdı. Zeki mi idi? Hayır. Kurnazdı. Atak, utanmaz, sırasına göre riyakar ve iki büklüm, fakat başarılarının ana sebebi olarak sabit fikri olan, çalışkan bir insandı. Bazen kendisini , mücadeleye layık olmayan ve karşılaşmaya değmeyen biçare, zavallı, manyak bir hüviyete bürütürdü. Ne için, kimin için çalışıyordu? Buna sarih olarak cevap vermek güçtür. (..)Peygamberimiz'den 1285 sene sonra, yine O'nun yolundan, O'ndan oldukları iddiası içinde , O'ndan ayrılmış olanların da katıldığı düşman bir dünya safına karşı yapılan Hayber şahlanışını takip eden devrede Lavrens, en kesif faaliyetini gösterdi. Türk esirlerine zulme vesile olması, Hayber cenginden sonradır. (..)Eline geçen fırsatta Lavrens, ne kadar gaddar olduğunu isbat etti. Sadece Türklere karşı değil, bütün insanlara karşı nefret beslerdi. Kendisinin bir *** ve cinsi sapık olmasında zulüm duygusunun büyük tesiri olduğunu söyleyebilirim. |
|
06-21-2010, 13:53 | #7 |
Kuşçubaşı Eşref
Lawrence |
|
06-28-2010, 19:17 | #8 |
Binbaşı Ömer Fevzi Fars Körfezi'ni
İNGİLİZLERE DAR EDECEKTİ 1914'de Enver Paşa, Suudi Arabistan'ın ilk kralı İbn Suud ile anlaşması için Teşkilat-ı Mahsusa'dan Binbaşı Ömer Fevzi'yi gönderdi. Binbaşı Fevzi, Fars Körfezi ve Umman sahillerinde İngilizlere karşı halkı örgütlemeye çalıştı. Buna örnek gösterilen vaka, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Libya'daki tecrübesiydi. Birinci Cihan Harbi başlamadan önce Enver Paşa, İngilizlere karşı Hintli müslümanlarla işbirliği yapmaya çalışırken, Arap yarımadasında Osmanlı'nın durumunu da güçlendirmek istiyordu. Necid'in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı'ya isyan halindeydi. Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu.Paşa'nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı. Bu görevlendirme Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa'yı bile şaşırtmıştı. Paşa, görevin kendi uhdesine verilmesini istiyordu. SUUD İLE GİZLİ ANLAŞMA Binbaşı, Harbiye Nezareti'ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi. Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan'da Teşkilat'ın operasyonlarına katılan bu binbaşının adı Ömer Fevzi idi. 'Prof. Zekeriya Kurşun'un "Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti" isimli kitabında yer alan belgelere göre, Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han'ı da ziyaret etmişti. Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa'ya sundu. Kuveyt Şeyhi Mübarek'le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti. Şeyh Mübarek'e göre, Osmanlı Hükümetinin İbn Suud ile gizli bir anlaşma sağlaması Umman, Maskat ve Bahreyn'e el atılmasında çok kolaylık sağlardı. İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlıya resmi sorumluluk getirmezdi. İbn Suud'un Osmanlı Devleti'ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi. "LİBYA'DAKİ GİBİ HALKI ÖRGÜTLEYELİM" Prof. Kurşun'un naklettiği belgelere göre Ömer Fevzi, 13 Nisan 1914'de Harbiye Nezaretine çektiği şifreli telgrafda, Katar'ın İngilizlere teslim edilmesi halinde Libya'daki gibi milli bir müdafa kuvvetinin vücuda getirilebileceğini kaydediyordu. Resmi surette cevap verilemezse, hususi bir emir yeterliydi. Fevzi Bey, Katarlıların Osmanlıya sadık olduklarını ve İngiliz idaresine girmek istemediklerini kaydediyordu. Katar'ın terki bütün müslümanlar nezdinde kötü tesir bırakırdı. Fars körfezinde Katar'dan başka liman olmadığını belirten Fevzi Bey, İngilizlerin Necid ve İran sahillerini birer birer ele geçirdiğine dikkat çekiyor, ileride Basra'nın zor durumda kalacağını söylüyordu. Kuveyt Şeyhi Mübarek ve İbn Suud'la uzlaşma sağlanmalıydı. Bu anlaşmayla, İngilizlerin istila planına karşı, Fars Körfezi ve Umman Denizi sahillerinde bir umumi teşebbüs vücuda getirilebilirdi. Ömer Fevzi, şöyle devam ediyordu: "İngilizler İslam mülkünü küçük ve kuvvetsiz şeyhliklere, hakimliklere ayırarak istila esaslarını kurmak istiyorlar. Biz de aşiret şeyhlerini İbn Suud'un etrafında birleştirelim. Hatta milli bir islam ordusunu İran güneyinden dolaştırarak Hindistan'ı kurtarmaya hazırlamayı bunlara bir gaye olarak telkin edelim. İhtiyat buyrulur ise bunu devlet adına değil de şahsi bir hasım olarak tarif edeyim. İngilizler, Osmanlı Hükümeti'ne karşı ne kadar pervasız iseler, böyle pervasız bir İslam ordusundan da o kadar çekinirler. Çünkü ufak bir kıvılcımın Kızıldeniz ve Umman Denizi sahillerindeki İslam beldelerine yayılması halinde büyük bir gaile karşısında bulunacaklarını zannediyorlar". Fevzi Bey, Enver Paşa'dan anlaşma yapma yetkisi istiyor, "İngilizlerin her yerde bize karşı oynadıkları role hiç olmazsa bu şekilde bir mukabele ile hatırımızı saydırırız" diyordu. İBN SUUD VALİ OLUYORDU Ömer Fevzi ile Dahiliye Nezareti temsilcileri arasında uzlaşma prensipleri üzerinde tartışma yaşandı. Dahiliye'ye göre, Fevzi Bey, İbn Suud'a çok fazla taviz veriyordu. Fevzi Bey'e göre ise sağlam bir anlaşma yapılmaması halinde İbn Suud ileride vaadlerinden cayabilirdi. Sağlam bir anlaşmayla Osmanlı bölgede İngilizlere karşı para ve askerini tüketmeyecek, tam aksine Necid'in asker ve parasından istifade edecekti. Harbiye ve Dahiliye ortak noktada buluştu, İbn Suud ile gizlice anlaştı. Necid Sancağı vilayet olacak, valilik ve kumandanlığına İbn Suud getirilecekti. Herkes mennundu. Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa, anlaşmaya katkı sağlayanları taltif edilmesini, Ömer Fevzi Bey'e de bir iftihar madalyası verilmesini istiyordu. Anlaşmadan hemen sonra Cihan Harbi başladı. Anlaşma kadük kaldı. İbn Suud, Osmanlı'dan yana tavır almadı, ancak İbn Reşit'le husumetine son verdiğini açıkladı. İbn Suud, savaş boyunca tarafsızlığını korudu, İngilizlere fiili yardımda da bulunmadı. ÖMER FEVZİ'NİN SEÇİLMESİ BOŞUNA DEĞİLDİ Ömer Fevzi Bey'in seçilmesi boşuna değildi. Babası Mehmet Arif Bey, Araplar arasında sayılan biriydi. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul'daki Arap Kulübü'nün önde gelen isimlerindendi. Arif Bey, Osmanlı'nın Arap vilayetlerinde reformlar yapmasını istiyordu. Böylece imparatorluk daha güçlenecekti. Bu yüzden İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. Subay olan oğlu Ömer Fevzi, Gevgili'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularındandı. Hatta bir ara Mısır'a firar etmiş, İkinci Meşrutiyet'te görevine dönmüş, 1911'de İtalyanlar Libya'yı işgal ettiğinde de Enver Paşa'nın Teşkilatı Mahsusa'sında görev almıştı. Eniştesi Hacı Adil Arda ise, İttihat-Terakki'nin önde gelen isimlerindendi. Mehmet Arif Bey, Mardin'in en köklü bir ulema ailesine mensuptu. Aile büyükleri Kadiri Tarikati'nin önemli şeyhleri arasında sayılıyordu. Ömer Fevzi Bey'in adı Üzeyir Garih cinayetiyle gündeme geldi 1911-1918 yılları arasında kurmay subay olarak Harbiye Nezareti Teşkilat-ı Mahsusa'sında da önemli görevler ifa eden Ömer Fevzi Bey'in Rauf Orbay'la dostluğu Cumhuriyet döneminde de sürdü. Rauf Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluş çalışmalarını yaparken bir siyasi komployla yüzyüze geldiğinde Fevzi Bey'den yardım istedi. Komployu ortaya çıkaran Fevzi Bey, polis tarafından gözaltına alınarak sorgulandı. Ömer Fevzi Bey, Cumhuriyet döneminde siyasi faaliyetlerden uzak durdu. Kendini dini ilimlere ve irşat çalışmalarına verdi. Kalamış'taki evi çeşitli fikirlerin mütalaa edildiği bir irfan meclisi oldu. Adnan Giz Bey'in "Bir Zamanlar Kadıköy" isimli kitabında Acıbadem Loncası olarak nitelediği toplantıların müdavimleri, Ord. Prof. Süheyl Ünver, Ender Mermerci'nin babası cildiyeci Prof. Hasan Reşat Sığındım, Mehmet Ali Ayni, Yanya Müdafii Esat Paşa, eski İstanbul Muhafızı Ahmet Fevzi Paşa, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve TBMM Hükümeti'nin Adliye Bakanı ve Roma temsilcisi Cami Baykut'tu. KUŞCUBAŞI EŞREF'LE AKRABA 1953'de vefat eden Ömer Fevzi Bey'in adı 44 yıl sonra yeniden gündeme geldi. İşadamı Üzeyir Garih 2001 yılında Eyüp Mezarlığı'nda öldürüldü. Garih, Fevzi Çakmak'la aynı sofada yatan Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini ziyaret ediyordu. Hüseyin Efendi'nin halifelerinden biri, Ömer Fevzi idi. Şeyhi'nin 1930'da ölümünden sonra, kökü Libya'da olan Arusi Tarikatı'nı kurdu. Böylece Cumhuriyet döneminde kurulan ilk tarikatın ilk şeyhi ünvanını kazanmış oldu. Ömer Fevzi Efendi, soyadı kanunuyla birlikte Mardin soyadını almıştı. Ord. Prof. Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Amerika'nın ünlü müzisyenlerinden Arif Mardin, diplomat Şemsettin Mardin, eski milletvekili-şair Yusuf Mardin, halkla ilişkiler duayeni Betül Mardin ve daha pek çok ünlü ismin yer aldığı Mardinizade ailesine mensuptu. 1878'de doğan Ömer Fevzi Efendi, yazar Cemal Kutay ve Kuşcubaşı Eşref arasında da akrabalık bağları vardır. Ömer Fevzi Efendi'nin annesi Zarife Hanım, Kürt Bedirhan Paşa kızıdır. Bedirhan Paşa'nın oğlu eski Trablus mutasarrıfı Bedri Paşa ise Kuşcubaşı Eşref'in teyzesinin kızının eşidir. İngilizlerin el koyduğu gemiyi kabadayılar bastı Trablusgarp Harbi sırasında Ömer Fevzi'nin temin ettiği silah yüklü bir gemiye İngilizler el koydu. Silahlar Libya'daki direnişçilere aitti. Ömer Fevzi, İskenderiyeli kabadayılarla anlaştı. Akşam hava karardığında gemiye çıktılar, İngiliz nöbetçileri etkisiz hale getirerek yükü boşalttılar. Ömer Fevzi, hususi ajanları vasıtasıyla Yunanlıların harp sevkiyatlarını da takip ediyordu.Rauf Bey de sevkiyat yapılan limanları bombardıman ediyordu. Bu bilgilerin bir kısmı, Osmanlı genelkurmayının verdiği bilgilerle zıttı. Ancak Genelkurmayın değil, Ömer Fevzi'nin bilgileri doğru çıkıyordu. Balkan savaşları sonrasında yurda dönen Hamidiye'yi Çanakkale'de hükümet ve padişah adına Ömer Fevzi karşıladı. Büyük bir kalabalığa hitap eden Ömer Fevzi, veciz bir hoş geldin konuşması yapıyordu. Hamidiye'ye yaptığı yardımlardan dolayı Harbiye Nezareti tarafından ödüllendirilmek istendi. Ödülü reddetti, sadece Hamidiye Sancağı'nın hatıra olarak verilmesini rica etti. Hamidiye Zırhlısının sancağı daha sonra Denizcilik Müzesi'ne intikal edecekti. Rauf Orbay'ın can dostuydu Ömer Fevzi, Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay'ın yakın arkadaşıydı. Hamidiye Zırhlısı'yla Akdeniz, Adriyatik ve Ege'deki akınlarda Ömer Fevzi'nin büyük yardımı olmuştu. Orbay anılarında şöyle diyordu: "2 aralık 1912 günü başlayıp sekiz ay süren akıncı hareketimiz esnasında bir çok müşkül durumlara, hatta batmak tehlikelerine maruz kaldık. En büyük zorluğumuz su ve kömür tedarikiydi. Oniki günde yediyüz elli ton kömür yakıyorduk. Kömürsüz kalmak, cephanenin infilaki bakımından büyük tehlike idi. Kömür tedarikinde Ömer Fevzi Beyin büyük yardımı oluyordu. BİRLİKTE SAVAŞTILAR Bu zatla Trablusgarp harbi esnasında Enver Paşa, ben, üçümüz beraberdik. Mısırlıları çok iyi tanıdığı için gizlice silah temininde hayli yardımını gördük. Hamidiye'nin her türlü ihtiyacını Ömer Fevzi bey her yere gider, tanıdıkları vasıtasıyla bulur, muhabere eder, gerektiğinde Süveyş'e gelir, bizimle buluşur temin ederdi." Orbay ve Ömer Fevzi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın İran-Afganistan seferinde de birlikteydi. Bu gizli seferin heyet başkanı Rauf Bey, kurmay başkanı Binbaşı Ömer Fevzi Bey'di. Babası da İmam Yahya'yı ikna etmişti İttihat ve Terakki'den Talat Paşa, Hacı Adil Arda ve Hüseyin Hilmi Paşa'nın çabaları sonucunda, Ömer Fevzi Bey'in babası Mehmet Arif Bey, Şam valiliğini kabul etti. Arif Bey'in Suriye'deki karışıklığı önleyeceği düşünülüyordu. Arif Bey'in gidişi Arap Kulübü'nü sekteye uğrattı. Cemiyet mensupları Arif Bey'i hiç affetmediler. MISIR'DA NÜFUZU VARDI Arif Bey, daha önce, Hudeyde Mutasarrıf Vekili olduğu sırada Yemen'de İmam Yahya ile Osmanlı Hükümeti arasındaki soğukluğu gidermiş, Basra'da Kut'el Amara muhasarasını kaldırtmıştı. Libya'da Sunusi tarikati vasıtasıyla Osmanlı subaylarının komutasında savaşan Arap aşiretleri cephesinin kurulmasında büyük payı vardı. Teşkilat-ı Mahsusa'nın Mısır'daki sevkiyat ve ikmal sorumlusu olan Fevzi bey, babasının Mısır'daki nüfuzundan yararlanmıştı. Arif Bey'in son eşi, ünlü Paris Elçisi Halil Şerif Paşa'nın kızı ve Prens Mustafa Fazıl Paşa'nın torunu Leyla Şerife hanımdır. |
|
06-28-2010, 19:17 | #9 |
Binbaşı Ömer Fevzi Fars Körfezi'ni
İNGİLİZLERE DAR EDECEKTİ 1914'de Enver Paşa, Suudi Arabistan'ın ilk kralı İbn Suud ile anlaşması için Teşkilat-ı Mahsusa'dan Binbaşı Ömer Fevzi'yi gönderdi. Binbaşı Fevzi, Fars Körfezi ve Umman sahillerinde İngilizlere karşı halkı örgütlemeye çalıştı. Buna örnek gösterilen vaka, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Libya'daki tecrübesiydi. Birinci Cihan Harbi başlamadan önce Enver Paşa, İngilizlere karşı Hintli müslümanlarla işbirliği yapmaya çalışırken, Arap yarımadasında Osmanlı'nın durumunu da güçlendirmek istiyordu. Necid'in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı'ya isyan halindeydi. Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu.Paşa'nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı. Bu görevlendirme Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa'yı bile şaşırtmıştı. Paşa, görevin kendi uhdesine verilmesini istiyordu. SUUD İLE GİZLİ ANLAŞMA Binbaşı, Harbiye Nezareti'ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi. Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan'da Teşkilat'ın operasyonlarına katılan bu binbaşının adı Ömer Fevzi idi. 'Prof. Zekeriya Kurşun'un "Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti" isimli kitabında yer alan belgelere göre, Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han'ı da ziyaret etmişti. Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa'ya sundu. Kuveyt Şeyhi Mübarek'le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti. Şeyh Mübarek'e göre, Osmanlı Hükümetinin İbn Suud ile gizli bir anlaşma sağlaması Umman, Maskat ve Bahreyn'e el atılmasında çok kolaylık sağlardı. İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlıya resmi sorumluluk getirmezdi. İbn Suud'un Osmanlı Devleti'ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi. "LİBYA'DAKİ GİBİ HALKI ÖRGÜTLEYELİM" Prof. Kurşun'un naklettiği belgelere göre Ömer Fevzi, 13 Nisan 1914'de Harbiye Nezaretine çektiği şifreli telgrafda, Katar'ın İngilizlere teslim edilmesi halinde Libya'daki gibi milli bir müdafa kuvvetinin vücuda getirilebileceğini kaydediyordu. Resmi surette cevap verilemezse, hususi bir emir yeterliydi. Fevzi Bey, Katarlıların Osmanlıya sadık olduklarını ve İngiliz idaresine girmek istemediklerini kaydediyordu. Katar'ın terki bütün müslümanlar nezdinde kötü tesir bırakırdı. Fars körfezinde Katar'dan başka liman olmadığını belirten Fevzi Bey, İngilizlerin Necid ve İran sahillerini birer birer ele geçirdiğine dikkat çekiyor, ileride Basra'nın zor durumda kalacağını söylüyordu. Kuveyt Şeyhi Mübarek ve İbn Suud'la uzlaşma sağlanmalıydı. Bu anlaşmayla, İngilizlerin istila planına karşı, Fars Körfezi ve Umman Denizi sahillerinde bir umumi teşebbüs vücuda getirilebilirdi. Ömer Fevzi, şöyle devam ediyordu: "İngilizler İslam mülkünü küçük ve kuvvetsiz şeyhliklere, hakimliklere ayırarak istila esaslarını kurmak istiyorlar. Biz de aşiret şeyhlerini İbn Suud'un etrafında birleştirelim. Hatta milli bir islam ordusunu İran güneyinden dolaştırarak Hindistan'ı kurtarmaya hazırlamayı bunlara bir gaye olarak telkin edelim. İhtiyat buyrulur ise bunu devlet adına değil de şahsi bir hasım olarak tarif edeyim. İngilizler, Osmanlı Hükümeti'ne karşı ne kadar pervasız iseler, böyle pervasız bir İslam ordusundan da o kadar çekinirler. Çünkü ufak bir kıvılcımın Kızıldeniz ve Umman Denizi sahillerindeki İslam beldelerine yayılması halinde büyük bir gaile karşısında bulunacaklarını zannediyorlar". Fevzi Bey, Enver Paşa'dan anlaşma yapma yetkisi istiyor, "İngilizlerin her yerde bize karşı oynadıkları role hiç olmazsa bu şekilde bir mukabele ile hatırımızı saydırırız" diyordu. İBN SUUD VALİ OLUYORDU Ömer Fevzi ile Dahiliye Nezareti temsilcileri arasında uzlaşma prensipleri üzerinde tartışma yaşandı. Dahiliye'ye göre, Fevzi Bey, İbn Suud'a çok fazla taviz veriyordu. Fevzi Bey'e göre ise sağlam bir anlaşma yapılmaması halinde İbn Suud ileride vaadlerinden cayabilirdi. Sağlam bir anlaşmayla Osmanlı bölgede İngilizlere karşı para ve askerini tüketmeyecek, tam aksine Necid'in asker ve parasından istifade edecekti. Harbiye ve Dahiliye ortak noktada buluştu, İbn Suud ile gizlice anlaştı. Necid Sancağı vilayet olacak, valilik ve kumandanlığına İbn Suud getirilecekti. Herkes mennundu. Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa, anlaşmaya katkı sağlayanları taltif edilmesini, Ömer Fevzi Bey'e de bir iftihar madalyası verilmesini istiyordu. Anlaşmadan hemen sonra Cihan Harbi başladı. Anlaşma kadük kaldı. İbn Suud, Osmanlı'dan yana tavır almadı, ancak İbn Reşit'le husumetine son verdiğini açıkladı. İbn Suud, savaş boyunca tarafsızlığını korudu, İngilizlere fiili yardımda da bulunmadı. ÖMER FEVZİ'NİN SEÇİLMESİ BOŞUNA DEĞİLDİ Ömer Fevzi Bey'in seçilmesi boşuna değildi. Babası Mehmet Arif Bey, Araplar arasında sayılan biriydi. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul'daki Arap Kulübü'nün önde gelen isimlerindendi. Arif Bey, Osmanlı'nın Arap vilayetlerinde reformlar yapmasını istiyordu. Böylece imparatorluk daha güçlenecekti. Bu yüzden İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. Subay olan oğlu Ömer Fevzi, Gevgili'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularındandı. Hatta bir ara Mısır'a firar etmiş, İkinci Meşrutiyet'te görevine dönmüş, 1911'de İtalyanlar Libya'yı işgal ettiğinde de Enver Paşa'nın Teşkilatı Mahsusa'sında görev almıştı. Eniştesi Hacı Adil Arda ise, İttihat-Terakki'nin önde gelen isimlerindendi. Mehmet Arif Bey, Mardin'in en köklü bir ulema ailesine mensuptu. Aile büyükleri Kadiri Tarikati'nin önemli şeyhleri arasında sayılıyordu. Ömer Fevzi Bey'in adı Üzeyir Garih cinayetiyle gündeme geldi 1911-1918 yılları arasında kurmay subay olarak Harbiye Nezareti Teşkilat-ı Mahsusa'sında da önemli görevler ifa eden Ömer Fevzi Bey'in Rauf Orbay'la dostluğu Cumhuriyet döneminde de sürdü. Rauf Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluş çalışmalarını yaparken bir siyasi komployla yüzyüze geldiğinde Fevzi Bey'den yardım istedi. Komployu ortaya çıkaran Fevzi Bey, polis tarafından gözaltına alınarak sorgulandı. Ömer Fevzi Bey, Cumhuriyet döneminde siyasi faaliyetlerden uzak durdu. Kendini dini ilimlere ve irşat çalışmalarına verdi. Kalamış'taki evi çeşitli fikirlerin mütalaa edildiği bir irfan meclisi oldu. Adnan Giz Bey'in "Bir Zamanlar Kadıköy" isimli kitabında Acıbadem Loncası olarak nitelediği toplantıların müdavimleri, Ord. Prof. Süheyl Ünver, Ender Mermerci'nin babası cildiyeci Prof. Hasan Reşat Sığındım, Mehmet Ali Ayni, Yanya Müdafii Esat Paşa, eski İstanbul Muhafızı Ahmet Fevzi Paşa, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve TBMM Hükümeti'nin Adliye Bakanı ve Roma temsilcisi Cami Baykut'tu. KUŞCUBAŞI EŞREF'LE AKRABA 1953'de vefat eden Ömer Fevzi Bey'in adı 44 yıl sonra yeniden gündeme geldi. İşadamı Üzeyir Garih 2001 yılında Eyüp Mezarlığı'nda öldürüldü. Garih, Fevzi Çakmak'la aynı sofada yatan Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini ziyaret ediyordu. Hüseyin Efendi'nin halifelerinden biri, Ömer Fevzi idi. Şeyhi'nin 1930'da ölümünden sonra, kökü Libya'da olan Arusi Tarikatı'nı kurdu. Böylece Cumhuriyet döneminde kurulan ilk tarikatın ilk şeyhi ünvanını kazanmış oldu. Ömer Fevzi Efendi, soyadı kanunuyla birlikte Mardin soyadını almıştı. Ord. Prof. Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Amerika'nın ünlü müzisyenlerinden Arif Mardin, diplomat Şemsettin Mardin, eski milletvekili-şair Yusuf Mardin, halkla ilişkiler duayeni Betül Mardin ve daha pek çok ünlü ismin yer aldığı Mardinizade ailesine mensuptu. 1878'de doğan Ömer Fevzi Efendi, yazar Cemal Kutay ve Kuşcubaşı Eşref arasında da akrabalık bağları vardır. Ömer Fevzi Efendi'nin annesi Zarife Hanım, Kürt Bedirhan Paşa kızıdır. Bedirhan Paşa'nın oğlu eski Trablus mutasarrıfı Bedri Paşa ise Kuşcubaşı Eşref'in teyzesinin kızının eşidir. İngilizlerin el koyduğu gemiyi kabadayılar bastı Trablusgarp Harbi sırasında Ömer Fevzi'nin temin ettiği silah yüklü bir gemiye İngilizler el koydu. Silahlar Libya'daki direnişçilere aitti. Ömer Fevzi, İskenderiyeli kabadayılarla anlaştı. Akşam hava karardığında gemiye çıktılar, İngiliz nöbetçileri etkisiz hale getirerek yükü boşalttılar. Ömer Fevzi, hususi ajanları vasıtasıyla Yunanlıların harp sevkiyatlarını da takip ediyordu.Rauf Bey de sevkiyat yapılan limanları bombardıman ediyordu. Bu bilgilerin bir kısmı, Osmanlı genelkurmayının verdiği bilgilerle zıttı. Ancak Genelkurmayın değil, Ömer Fevzi'nin bilgileri doğru çıkıyordu. Balkan savaşları sonrasında yurda dönen Hamidiye'yi Çanakkale'de hükümet ve padişah adına Ömer Fevzi karşıladı. Büyük bir kalabalığa hitap eden Ömer Fevzi, veciz bir hoş geldin konuşması yapıyordu. Hamidiye'ye yaptığı yardımlardan dolayı Harbiye Nezareti tarafından ödüllendirilmek istendi. Ödülü reddetti, sadece Hamidiye Sancağı'nın hatıra olarak verilmesini rica etti. Hamidiye Zırhlısının sancağı daha sonra Denizcilik Müzesi'ne intikal edecekti. Rauf Orbay'ın can dostuydu Ömer Fevzi, Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay'ın yakın arkadaşıydı. Hamidiye Zırhlısı'yla Akdeniz, Adriyatik ve Ege'deki akınlarda Ömer Fevzi'nin büyük yardımı olmuştu. Orbay anılarında şöyle diyordu: "2 aralık 1912 günü başlayıp sekiz ay süren akıncı hareketimiz esnasında bir çok müşkül durumlara, hatta batmak tehlikelerine maruz kaldık. En büyük zorluğumuz su ve kömür tedarikiydi. Oniki günde yediyüz elli ton kömür yakıyorduk. Kömürsüz kalmak, cephanenin infilaki bakımından büyük tehlike idi. Kömür tedarikinde Ömer Fevzi Beyin büyük yardımı oluyordu. BİRLİKTE SAVAŞTILAR Bu zatla Trablusgarp harbi esnasında Enver Paşa, ben, üçümüz beraberdik. Mısırlıları çok iyi tanıdığı için gizlice silah temininde hayli yardımını gördük. Hamidiye'nin her türlü ihtiyacını Ömer Fevzi bey her yere gider, tanıdıkları vasıtasıyla bulur, muhabere eder, gerektiğinde Süveyş'e gelir, bizimle buluşur temin ederdi." Orbay ve Ömer Fevzi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın İran-Afganistan seferinde de birlikteydi. Bu gizli seferin heyet başkanı Rauf Bey, kurmay başkanı Binbaşı Ömer Fevzi Bey'di. Babası da İmam Yahya'yı ikna etmişti İttihat ve Terakki'den Talat Paşa, Hacı Adil Arda ve Hüseyin Hilmi Paşa'nın çabaları sonucunda, Ömer Fevzi Bey'in babası Mehmet Arif Bey, Şam valiliğini kabul etti. Arif Bey'in Suriye'deki karışıklığı önleyeceği düşünülüyordu. Arif Bey'in gidişi Arap Kulübü'nü sekteye uğrattı. Cemiyet mensupları Arif Bey'i hiç affetmediler. MISIR'DA NÜFUZU VARDI Arif Bey, daha önce, Hudeyde Mutasarrıf Vekili olduğu sırada Yemen'de İmam Yahya ile Osmanlı Hükümeti arasındaki soğukluğu gidermiş, Basra'da Kut'el Amara muhasarasını kaldırtmıştı. Libya'da Sunusi tarikati vasıtasıyla Osmanlı subaylarının komutasında savaşan Arap aşiretleri cephesinin kurulmasında büyük payı vardı. Teşkilat-ı Mahsusa'nın Mısır'daki sevkiyat ve ikmal sorumlusu olan Fevzi bey, babasının Mısır'daki nüfuzundan yararlanmıştı. Arif Bey'in son eşi, ünlü Paris Elçisi Halil Şerif Paşa'nın kızı ve Prens Mustafa Fazıl Paşa'nın torunu Leyla Şerife hanımdır. |
|
06-20-2010, 21:56 | #10 |
Mükemmel bir paylaşım, gerçekdende çok önemli bilgiler var.
Benim iki nokta dikkatimi çekti, birincisi; Ünlü Masonlardan Ord.Prof. Mim Kemal Öke de yüzbaşı rütbesinde Derne cephesindeydi. O zamanlar masonlara karşı değilmiydiler acep? İkincisi ise Zenci Musa'nın sadakati ve fedekarlığı gerçekden etkiledi beni. Hamallık yaptığı sırada Anadolu'ya cephane sevkiyatında görev alan Zenci Musa, emekli maaşını "Millet aç... Ben bunu alamam" diyerek kabul etmemiş. Eşref Bey'in anlattığına göre hastalandığında devlet hastanesine yük olmamak için Şeyh Ata Efendi'nin şeyhi olduğu Özbekler Tekkesi'ne sığınmış. Vefat ettiğinde bavulunda kefeni ve Osmanlı haritası varmış. Bir de Eşref Bey'in soluk bir resmi. Bir insan nasıl bir duygu ile kefenini yanında taşır... İnsanın nutku tutuluyor... Konu Seyyah tarafından (06-20-2010 Saat 21:59 ) değiştirilmiştir.. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|