|
![]() |
#1 |
![]() “Efendim, ismim Mehmed Nusreddin... Babam, Üsküp’te müderrislik yapmış, Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin tahttan indirilmesinden sonra bu vazifeden zorla el çektirilmiş, Âmâ Hoca namıyla bilinen Nureddin Kemal Bey’dir. Allah rahmet eylesin, padişahımız efendimiz Sultan Abdülhamid-i Sani vefat ettikten sonra kaleme aldığım bu defterin, sultanımızın vefatından doksan sene geçtikten sonra açılmasını ve dokuz nüsha çoğaltılıp ehline okutulmasını vasiyet eyledim. Bu satırları okuyor iseniz senenin iki binlere ulaşmış olması icap eder. Yok, henüz bu vakte erişilmediği halde deftere ulaşmış ve okumaya başlamış iseniz, rızaenlillah, bu defteri, Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin dergahında vazifeli zata teslim etmenizi rica ederim.
Efendim, ben, Yıldız Sarayındaki şehzadeler mektebinde tahsilimi tamam eyledikten sonra Sultan Abdülhamid hazretlerinin özel kitaphanesine memur tayin edildim. Bir vakit sultanımız efendimizin kitaplarının tertibi, istediği kitapların kah Hicaz’dan kah Horasan’dan kah Roma’dan kah İskenderiye’den temini ile vazifeli idim. Efendimiz Abdülhamid-i Sani, Selanik’ten hareketle payitahta gelmiş bulunan isyancı guruha, kardeş kardeşi vurmasın niyetiyle karşılık vermeyip, tahttan feragat edip, Rumeli’ye çekildiklerinde kitaplarını Yıldız Sarayı’na terk etmemiş, kitapçıbaşısı Selim Efendi’nin (Allah rahmet eylesin) gizli ameliyle Üsküdar, Beylerbeyi’ndeki bir konağa taşıtmıştı. Sultanımız, Rumeli’de kargaşa çıkıp da İstanbul’a geri getirileceği vakte kadar bu kitaplarının muhafazası yine gizli bir amel olarak bana yüklenmişti. Bir vakit sonra ustam, Kitapçıbaşı Selim Efendi’nin vefatı ve efendimizin tasdikiyle ben, Mehmet Nusreddin kulu, efendimizin kitapçıbaşısı oldum. O tarihten vefat ettiği vakte kadar, okuyacağı kitapları, yazdığı notları, Üsküdar’dan sair beldelere yolladığı ve sair beldelerden aldığı mektupları bizzat ben takip ettim. İşte bu defterde efendi hazretlerinin bana yazdırdığı bazı meseleler ile kendi yazdığı notları derc ettim. Efendim, bu defterin sultanımızın vefatından doksan sene sonra açılmasının hikmetinden sual ederseniz size verebileceğim bir cevap yoktur. Tamamıyla sultanımızın takdiri olup sözlerinin üstüne söz koymak yahut sözünden söz eksiltmek bize düşmez. Bu defterin ilk sahifeleri Enver Bey’in Sultanımızı ziyaret için Beylerbeyi Sarayı’na geldiği gün yazıldı. Cihan Harbini kaybeden, devlet-i aliyyeyi içinden çıkılmaz bir buhrana sürükleyen kadronun lideri, damad-ı şehriyari Enver Bey, herkesten habersiz ve gizlice geldiği sarayda huzura çıkmıştı. Rumeli’nin elde tutulamadığını, hiç olmazsa Anadolu’ya asker ve silah nakledip orada bir hareket başlatmayı düşündüğünü sultanımıza anlattılar. Öğle namazından ikindi vaktine kadar uzunca geçen görüşmede başkaca ne konuştuklarını bilmiyorum lakin mühim kararlar alındığını gösterir şu bilgiyi söyleyebilirim: Sultanımız, vakıf olduğu sırların kendisi için pek azını ve fakat bizim için mühimmini yazdırmaya işte bu görüşmeden sonra karar verdiler. O gün dinlemeye ve yazmaya başladığım bu notlar, peyder pey birikip bir defter dolduracak kadar oldular. (Vakıa, defterin nihayetinde okuyacağınız satırları Sultanımız bizzat kendileri yazdılar ve mühürlü bir zarf içinde bana teslim ettiler. Ben kulu, bu zarf içinde yazılı nüshaları okumadan defterin ahirine yerleştirdim. Cenab-ı Hak, seksen küsur sene ömür bahşettiği Mehmed Nusreddin kuluna, doksan sene daha nefes lütfederse sizden evvel ben açıp okuyabilirim. Şayet kaderde yazılı vakit, seksen üstüne doksan ilave etmeye müsait değil ise Sultanımızın el yazısını benden evvel siz okuyacaksınız. Ben kulu, fani alemden bakisine göçmüş, yazılanları, lütfeder ise, efendimizin dilinden bizzat işitmiş olacağım.) Hatırımda kaldığı kadarıyla Enver Bey, gözümün önünde cereyan eden münazarada sultanımızdan yardım talep ediyordu. Efendimiz, işgalci devletlerin Anadolu’yu zapt edemeyeceklerini, zapt etmeye kalkışırlarsa hem asker hem para kabilinden çok şey kaybedeceklerini söyledi. Bu sebeple Anadolu’da bir devletin kurulmasının muhakkak olduğunu fakat işgalcilerin bu devleti kuruluşundan itibaren rahat bırakmayacaklarını ima etti. Enver Bey’in ısrarı üzerine celallenmiş, ‘Evladım, sen bir devlet kurmak için hareket başlatırsın da senin karşındaki İngiliz boş durur mu?’ diye sesini yükseltmişti. Benim anladığım, damad-ı şehriyari, efendimizden Anadolu’daki harekete destek çıkmasını, bazı kumandanlara nasihatta bulunmasını rica ediyordu. Kazım ve Rauf isimleri sultanımızın dudaklarından dökülünce Enver Bey’in biraz olsun neşelendiğini fark ettim. Fakat sultanımız, bu iki ismin de İngilizler tarafından kabul görmeyeceğini ima ile benim okuyamadığım bir ismi, küçük bir kağıt parçasına yazıp misafirinin avucuna bıraktılar. Görüşme nihayete erdiğinde sultanımız beni huzura çağırdılar. Enver Bey’e bir isim tavsiye ettiğini fakat bu kez, Almanların o ismi kabul etmeyeceğini ima ile ‘Enver, başlattığı harekete Kazım ve Rauf’u alır, Almanların telkiniyle diğerini istemezse kendi sonunu hazırlar’ diye yorumladılar. İşin zorluğundan, zorlukta bile lütuf olduğundan bahis açtılar. Anadolu’da Almanlarla İngilizlerin yeni devleti kurmak için savaşacağını, bu savaştan yine İngilizlerin galip ayrılacağını söylüyorlardı. Kazım ve Rauf isimlerinin, İngiliz tesirini en aza indirmek için mühim olduğunu da. Nihayet, yeni devlet için kendisinin nasıl bir tasarrufta bulunacağını, Almanlarla İngilizlere karşı yapılması icap edenleri, ümmeti-i Muhammed’in tavrını, âl-i Selçuk ve âl-i Osman’ın siyasetini teferruatıyla anlattılar ki sonraki sahifelerde bu sırra vakıf olacağız. Hulasa, işte bu defter, sultanımızın günler ve geceler süren okumalarının, mektuplaşmalarının, görüşmelerinin nihayetinde, benden başka hiçkimseye açmadığı bilgiler ve belgelerle vücut buldu. Sultanımız, tahttan feragatinden doksan sene geçtikten sonra bu defterin okunmasını murad etti ki sözlerinin sadece tarih olmadığını, doksan sene sonra aynı mevzuların tekrar be tekrar yaşanacağını, evlatları ve torunları bilsinler... Ben, Mehmed Nusreddin kulu, sultanımızın sözüne söz katmadan, sözünden söz çalmadan, evvelen ve bizzat Zat-ı Şahane’den işittiklerimi, işittiklerim içinde yazmamı dilediklerini bu deftere kaydettim. Saniyen, sultanımızın kendi el yazısıyla vücuda getirdiği, âl-i Selçuk ve âl-i Osman hazinesi ilimleri defterin ahirine iliştirdim. Defterin başında sultanımızın, nihayetinde ben kulunun ruhuna bir Fatiha okuyacağınızı ümid ediyorum. Ben; sahib-i sungur, sahib-i şahin, sahib-i çakır Mehmet Nusreddin kulu, Üsküdar’da, Beylerbeyi Sarayı’nın sırrına vakıf gök konakta, sultanımızın sözüne söz katmadan dahi sözünden söz çalmadan bu satırları yazmaya başladım. Takvim, Rebiülevvelin ikinci Perşembe günü, bin üçyüz otuzbeşinci senesidir. Bismillahirrahmanirrahim...” Selman Kayabaşı
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() hadi bakalım bekliyorum dört gözle o zaman...
bir şaheser daha sun bize ![]() |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Bomba bir kitaba benziyor... Bu sefer ki kahramanımız nusreddin galiba...
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|