AK Gençliğin Buluşma Noktası


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-24-2011, 19:26   #1
Kullanıcı Adı
Özgür Çağrı
Thumbs up Mevlana'nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri
Mevlana'nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)

Kendi kitabını vahiy ürünü gibi olduğu iddiasıyla Kur'an'la özdeştirip, Kur'an'ın
özellik ve sıfatlarını kitabı içinde kullanan
Celâleddin Rûmî şunları yazar:
"Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakîn sırlarını açma
hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı'nın en büyük fıkhı, Tanrı'nın
en aydın yolu, Tanrı'nın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan
kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette parlar... Kalblere cennettir;
pınarları var. dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları
Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel
dinlenme yeridir. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler... Hür kişiler ferahlanır,
çalıp çağırırlar. Mesnevi Mısır'daki Nil'e benzer; Sabırlılara içilecek sudur,
Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı 'da "Hak onunla
çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur" demiştir.
Şüphe yok ki, Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale
koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri
hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişiden başkasının dokunmasına
müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabb'inden inmedir; Bâtıl ne önünden gelebilir,
ne ardından. Tanrı onu korur gözetir; Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en
merhametlisidir. Mesnevî'nin bunlardan başka lakabları da var, o lâkablan verende
Tanrı'dır.

Celâleddin Rûmî
'den konuyla ilgili şu örnekleri verebiliriz:

Biz cenge dönmüşüz mızrabı vuran sensin; inleyiş bizden değil; Sen inliyorsun,
Biz ney gibiyiz, bizdeki ses sendendir; biz dağ gibiyiz, bizdeki ses sendendir'
.
Bir başka şiirinde ise daha açık ve net olarak düşüncesini dile getirir:

Varlık yokluk hep O'dur.
Sevinç ve kederi hasıl eden hep O'dur.
Alemde ne varsa O'nun dışında değildir.
Altı cihette de, altı cihetin dışında da tapılacak olan hep O'dur
Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Mevlana'nın ve
diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)
Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)
Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam
Hudavendigâr'dan: "Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin),
Ben Tanrı'mı daha sakalı
bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular.
Babam:
"Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş,
yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde
gözükmüştür "dedi.
Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir
gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ
hazretleri


medresenin kadınlarına işaretle: "
Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin;
Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ,
Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup
oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu.

Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da
henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni
olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "
içeri gel" diye bağırdı.
Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve:
"Kimya nereye gitti" dedi Mevlânâ.
Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da
Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha
sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.


Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - s.236,237
(Eflaki’den/2/67,70))

MENAKIB’ÜL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki
- Sultan Veled,
Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)

Fi hi ma fih
Mevlana M.E.B çev meliha İlker ambarcı oğlu İstanbul 1990
Mesnevi Mevlana M.E.B çev. Veled İzbudak , gözden geçiren Abdulbaki Gölpınarlı , İstanbul
1990

Yine dostların olgunlarından nakledilmiştir ki: bir gün kıskanç fakihler inkar ve
inatları sebebiyle Mevlana’dan: “
şarap helal mıdır veya haram mı?” diye sordular.
Onların maksadı Şemseddin’in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile “İçse
ne çıkar: Çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi
bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. fakat
küçücük havuzu şüphesiz bir damla şarap pisletir. böylece tuzlu denize düşen
herşey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki, eğer Mevlana Şemseddin şarap
içiyorsa, herşey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. eğer bunu senin gibi bir
kızkardeşi fahişe yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır.” buyurdu.

MENAKIB’ÜL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki - (cilt 2, sf. 72)
Mevlana Şemsi Tebriz’in ve şeyh Hasisi’nin edepsizlikleri (S.59-60)
Yine Sultan Veled hazretlerinden nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlânâ Şemseddin iyi
ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "
Bununla beraber bir
kadına, Arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üzerine düşse ve
yeryüzünde intiaza gelmiş bir tenasül âleti görse deli gibi kendini ordan aşağı atar ve âletin
üstüne düğer; çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur"
buyurdu ve sonra şu hikâyeyi anlattı:
"Şam'da bulunan Şeyh Ali Hariri kademli, parlak kalbli, metanet sahibi bir kişiydi.
Semâ esnasında, kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça
idi. (Bu yüzden) Semâ esnasında vücudunun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da
bunun menkıbelerini işittiği için, semâ'ım görmek istedi. Sema edenleri seyretmek
için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhih nazarı ona ilişti. O derhal mürit
oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürit olduğu haberi Mısır'da halifenin kulağına
ulaştı. Son derecede canı sıkıldı. Şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür
görmez o da tam bir samimiyetle şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu
görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve
elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak kadının eline verdi ve: "Senin
istediğin o değil; budur" dedi ve semâ'a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir
iken bin oldu.

MENAKIB’ÜL ARİFİN II (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki - Mevlana Şemsi
Tebriz’in ve şeyh Hasisi’nin edepsizlikleri (S.59-60)
Orjinali konyadaki mevlana müzesinde ; mevlananın kendi el yazması iledir :
Mevlâna ve Şems arasında geçtiği söylenen hadisede de görüldüğü gibi, Vahdet-i
vücud, kadın kılığına giren Tanrı ile seviştiğini iddia etmektir. Ne gariptir ki;
Allah'a söverek nara atan sarhoş bir sokak serserisini, öldürmeye-dövmeye kalkan
sofî, Şems ile Mevlana arasında geçtiği söylenen şu hadiseyi kutsar veya sessiz
kalır:

"Mevlana Şemsin yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile
oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için
medresede aşağı yukarı dolaştı.
Sonra Şems (Mevlâna'ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde
Şems'ten başkasını görmedi. Kimya nereye gitti? dedi.
Şems 'Yüce Tanrı beni o kadar severki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da
Kimya Hatun şeklinde geldi' buyurdu.
MENAKIB’ÜL ARİFİN I (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki

Yine sultan veled buyurdu ki: bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (bu
arada) “halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.
Mesela: bir adam beyazid (bistami)’nin müridlerinden birine “
senin şeyhin mi
büyük, yoksa ebu hanife mi?” diye sordu.
Mürid “benim şeyhim” diye cevap verdi. (Nihayet) o birer birer bütün sahabeyi
saydı, fakat mürid yine şeyhinin hepsinden büyük olduğunu söyledi.
Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi.
En sonunda “Allah mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu?
Mürid “ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu
tanırım.” dedi.
Başka bir müridden de “Allah mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu
mürid de “bu iki büyük arasında hiçbir fark yoktur” dedi.
Ariflerden biri de “bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki o farkı ortaya
koysun” demiştir. Nitekim buyurmuştur ki :
“ Allah görünmediği için peygamberler onun naibi olmuşlardır.
Hayır böyle de değil.
Bu naible, naibin naibliğinde bulunduğu kimseyi ayırmak çirkin şeydir.
burada ikilik yoktur.”
(MENAKIB’ÜL ARİFİN I (Arifler’in Menkıbeleri)Ahmed Eflaki cilt 1, sf. 324-325)

Kendilerini islâm'a nisbet eden kitlelerin nezdinde Allah dostu,veli(!) diye
tanımlandıkları halde bu insanlar müslüman oluşlarının, gerçekte bir din tercihi
olmadığını, çünkü aynı zamanda yahudi, hırıstiyan, mecusi v.s dinlerin de müntesibi
olduklarını çok açık bir şekilde ifade ederler:
"...
Celâleddin er-Rumî "Divan"ında şöyle diyor:
"
Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt'ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!"

(Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.S.160 (Dr. Mustafa Galveş, et-Tasavvuf fi’l-
Mizan, 100-101’den))

"Ne lazım gelir ey müslümanlar ki ben kendimi bilmiyorum?
Ne Hıristiyan, ne Yahudi, ne Ermeni, ne de Müslümanım
"

(Ahmet Kisravi. Edebiyat Üzerine. s.78. Perçem Yay. 4.baskı. (Farsça))
"
Dostsuzun göricek şirk yağmalandı"diyen Yunus Emre ise diğer bir çok şiirinde
benzer konuyu ifade etmekten geri kalmaz. Şüphesiz konunun örneklerini daha
değişik kişilere yaygınlaştırmak mümkündür. Çünkü, Kültür İslâmı gereği duygusal
bir tavırla yüceltilen bir çok ünlü sûfîde sözkonusu inancın değişik ifadelerle açığa
çıktığı görülmektedir. Örneğin Hacı Bayram, benzerlerinin Yunus Emre'de bolca
bulunduğu bir şiirinde, Vahdet-i Vücud inancını dile getirir:


Bayram özünü bildi, Bileni anda buldu, Bulan ol kendi oldı, Sen seni bil sen seni
Sûfîlerin çoğunda anlamını bulan Hak ifadesi, bazıları tarafından Allah'ı ifade eden
bir isim olarak algılanır. Gerçekte sûfîlerin kullanımıyla bu, Vahiy İslamı'nın
ifadelerinde anlamını bulan Hak değildir. Çünkü onlar her ne kadar Hak ile Allah'ı
kasdetmiş olsalar bile, inanıp anlattıkları Allah, Vahdet-i Vucud inancında anlamını
bulan, tabiatla aynı olan bir Tanrı inancının ürünüdür. Bunun ise Alemlerin Rabbi
mutlak ve Kadir olan Allah'la ilgisi yoktur.
Vahdet-i Vücud inancında anlamını bulan Tanrı inancının zirveye ulaştığı bir çok
tanınmış sûfi vardır. İbn Arabî ve Celâleddin Rûmî bunlardan sadece ikisidir.
Celâleddin Rûmî bu inanca yeni unsurlar ve anlamlar getirilmez. Onun yaptığı,
seleflerinin ifade ve inançlarını toplayıp, sistemleştirip, bir bütünlük içerisinde ifade
etmek olmuştu.
Sonraki sûfîlerin bir çoğu ise artık normal kabul edilen bir inanç unsuru haline
gelmiş Vahdet-i Vücud inancını değişik bakış ve yorumlarla tekrarlamaktan öteye
geçmezler. Bunların içerisinde Sûfî Efendi gibi çok ilginç anlayışlara da ulaşanlar
olur. Belki de bunu anlayıştan ziyade, Vahdet-i Vücud inancının hiç bir yoruma açık
kapı bırakmayacak kadar net bir ifede tarzı olarak düzeltmek gerekir. Örnek olması
açısından Nazmı Efendi'nin Vahdet-i Vücud inancına değinecek olursak ,O ilk
vahdet-i Vücudçulardan olarak nitelenebilecek Hallâc-ı Mansûr'u eleştirir ve onun
sözünün yanlış, inancının sakat olduğunu belirtir.
Buraya kadar olan sözleri doğru görülmektedir, ilginçlik bunun sonrasındadır. Ona
göre Hallâc-ı Mansûr yanlış yapmıştır, sakat inançlıdır çünkü, bütün kainat "Enel
Hak" deyip dururken, o bunu sadece kendisini ifade edecek şe kilde anlayarak hata
etmiştir Nazmî Efendi'nin bu yorumu ve inancı daha önceleri Şebusterî tarafından
ifade edilir. Ancak Şebusterî, Hallâc-ı Mansûr'u, Nazmi Efendi gibi eleştirmez.
Şunları söyler:

Enel hak, mutlak olarak sırları açığa vurmaktır, Hak'tan başka kim Enel Hak
diyebilir? Alemin bütün zerreleri, Mansur gibi Enelhak demektedir, Sen ister onları
sarhoş say, ister Mansur!
Kendini sen de hallaç yapar, varlık pamuğunu atarsan, Hallaç gibi bu sözü
söylemeye başlarsın.
Haktan başka varlık yok... İster o haktır de, ister ben Hakk'ım de
Emir Abdralîaaîr isimli bir sûfî ise konuya daha değişik bir açıdan bakar, O Ebu
Mansur el-Hallac'ın "Ene'l Hak" deyişini şöyle yorumlar:
"
Allah beni hayal olan benden söküp aldı ve beni gerçek-benliğine yaklaştırdı...
Sonra bana Hallac'ın sözü söylendi; aramızdaki fark şu idi; Hallac onu kendisi
söyledi, oysa o benim için söylendi."(227)

2
- Sûfiler arasında Vahdet-i Vücud inancının yanı sıra Hulul veya dinlerin birliğine
inananlar da sıklıkla görülür. Özellikle dinlerin birligi konusunda ısrarla dururlar.
Bununla ilgili olarak sûfi Ebû Said b. Ebu'l Hayr îsalenderiler ve gezgin dervişler
adına şu şiiri ile dinlerin Bîrliği inancını ifade eder:

Yeryüzündeki her cami harab oluncaya kadar, Kutsal görevimiz yerine getirilmiş
olmaz; Ve imanla küfür bir oluncaya kadar da, Gerçek Müslüman olunmaz
İbn Arabî'nin konuyla ilgili şiirini daha önce nakletmiştik. Aynı inancın Sebusteri'de
açığa çıkış biçimi ise şöyledir:
Bil ki putu yaratan da ulu Tanrı... iyinin yaptığı her şey iyidir.
Müslüman, puta tapmak nedir, bilseydi dinin puta tapmaktan ibaret olduğunu
anlardı.
Müşrik de putun hakikatini bilseydi hiç dininde yol azıtır, sapık olurmuydu?
O, putu ancak görünen bir suretten ibaret gördü de, o sebeple şeriatte kafir oldu.
3-
Hint mistisizminden kaynaklanan tenasüh inancının tasavvufta oldukça yaygın bir
ortam bulduğu görülmektedir.


Özellikle kerâmetleriyle tanınan sûfilerin sürekli şekil değiş tirişleri (çoğunlukla
güvercin, yılan, ejderha vs oldukları inancı) tenasüh inancının biraz farklı
yorumlanışı durumundadır. Bu inancın çoğunlukla mevzu hadisle İslamî bir temele
oturtulmaya çalışıldığı görülür.
Önceki sûfîlerden
Niyazı Mısri'de ifadesini bulan bu düşünce şöyledir:
O bir sûfînin bulut, yağmur, bitki, hayvan olmasının normal olduğunu belirtir ve
bununla ilgili olarak şunu söyler:
"Ey kardeş! Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmadımı ki;
"Benim ümmetim ahirette on bölük olarak haşrolur.Kimi maymun, kimi domuz,
kimi de başka surette.”

4-
Bilginin kaynağı ve niteliği konusunda belirtildiği gibi, tasavvufta bilginin
doğrudan Allah'tan alınabileceği inancı vardır.

Sufiler sistemlerini bu düşünce üzerine oturturlar. Keşf veya Marifet olarak
isimlendirilen veya Beka olarak tanımlanan bilgiyi Allah'tan alma inancı veya
durumu hemen hemen birçok sûfîde açıkça görülür. Mesela
İbn Arabi ve Celâleddin
Rumî bu mertebeye eriştiklerini ve Allah'tan doğrudan bilgi alabildiklerini ifade
ederler. Hatta bundan dolayıdır ki, söyledikleri ve yazdıkları kendilerinden veya kendi
iradelerinden değil, Allah'ın irade ve arzusundandır. Yani söz ve yazılan birer vahiy
ürünü(gibi)dür.

Yunus Emre
ise bu kadar iddialı değildir. O tevazu gösterir ve henüz marifeti elde
edemediğini ancak o yolun yolcusu olduğunu ifade eder. Bunu ise hemen hemen
bütün şiirlerinde açığa vurur. O, her ne kadar bir çok şiirinde başta namaz olmak
üzere onların gerekliliğinden bahsederse de, bazı şiirlerinde ise hakikata ulaşmanın
yolunun ibadetlerden geçmediğini, bu nedenle ibadetlerin Allah'ın rahmetine vesile
olmasıyla elde edilen cennet'in önemsiz olduğunu vurgular. Halk arasında oldukça
yaygın olan bu şiirinin bir bölümü şudur:

Cennet cennet dedikleri
birkaç köşkle birkaç hurî
İsteyene ver sen anı
bana seni gerek seni
Bu şiir
Şeyhülislâm Ebu Suud Efendi'ye okunup ,şeriat açısından durumu
sorulduğunda, Şeyhülislâm bunu küfr-i Sarih (açık küfür) olarak niteleyip, bunu
inanarak söyleyip okuyanın katlinin vacip olduğu yolunda fetva vermekte tereddüt
etme miştir,(234)'
Konuyu uzman derecesinde araştıranların ifadesine göre Yunus Emre'de şeriatı
aşağılayan tavırları bulmak zor değildir. Ancak o bunu açıkça değil, bâtınî
yorumlarla, ve şekil, muhteva itibarıyla güzel olan şiirlerinin arasına serpiştirdiği
bazi şiirleriyle açığa vurur :

Dost yüzün görücek şirk yağmalandı
Anın çin kapıda kaldı şeriat
Hakikat bir denizdir, şeriattır kapısı
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar
.

Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Mevlana'nın ve
diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198)
Celaleddin Rumi, tasavvufi görüşlerini “Tanrısal Aşkı” kendisinde
bulduğunu söylediği Şemsi Tebrizi’den almış.

Celaleddin Rumi, aşkla, müzikle, raksla ve şiirle beslenip gelişen ve dinler üstü yolda kadına
da büyük bir önem vermiş onu da hayata almaya çalışmış ve insanlığın, kadınla bir bütün
olduğunu duymuştu. O herşeyden önce kadının kapanmasının, örtünmesinin aleyhindeydi.
Mesnesvisin’de kadını yaratılmış değil, yaratan (!) bir kudret olarak öven, sert ve kaba ruhlu
erkeklerin kadına zulmedebildiklerini söyleyen, asil insanların ince ruhlu olgun kişilerinse
kadına bağlı olacaklarını, hatta onun reyine uyacaklarını ona hürmet edeceklerini bildiren
Celaleddin Rumi “Fihi ma fih”inde, bir fasılda, kadını ekmeğe benzetmektedir. Herkesin, hatta
yoksulun bile bulduğu, yiyip geçindiği ekmeğe ve kadını örten, kimseye göstermeyen, kapatan
adamı da, koltuğuna bir somun alıp onu göstermemekte ısrar eden kişiye... Somunu
göstermeyen kişi, karşıdakilerin görme duygusunu kamçılar, çünkü insanlar menedildikleri
şeye haris olurlar. Halbuki kadın eğer iyiyse kötülükte bulunamaz zaten. Onu örtmek, iki
taraftan da rağbeti, hırsı artırmaktır ve bu, bir düzen meydana getirmez, kötülüğü artırır
ancak.
Celaleddin Rumi bu fikri, hayatında tatbik etmişti de. Onun kadınlardan da birçok müridleri
vardı. Celaleddin Rumi’yi davet ederlerdi. O da gider ve kadınlar meclisinde şiir söyler,
onlarla sema ederdi ve Celaleddin Rumi’yi seven kadınlar, onun başına güller serperlerdi.”

(Fihi Ma Fih, Çeviren: M. Ülker Anbarcıoğlu MEB Devlet Kitabları s: 138)
Aslında Celaleddin Rumi’yi en iyi anlatan kendi eseri, Mesnevi’dir. Pek çok kimse
“Ermiş ve Evliya” zatın elinden çıktığına inandığı Mesnevi’yi incelediğinde,
Hint
Kamasutrasına benzeyen yönleriyle tasavvufun her zaman ki eğilimlerine sahip
kitablardan biri olarak göirecektir.
Mevlevi ekolde, Kur’an gibi görülüp, okunan ve hatta hafızlığı yapılan Mesnevi’nin
menkibe ve hikayeleri ilginç içeriklere sahiptir. İçinde Doğu ve Hint masallarından
örnekler olduğu gibi, felsefe, erotizm ve pornografi de yer alır. Öyle ki, Celaleddin
Rubi bu şeylerin kendisine gelen Vahiy olduğunu iddia ederek resmen Mesnevi’yi
Kur’an’la yarıştırmaktadır.
Dilerseniz Mesnevi’nin girişi ile yavaş yavaş konuyu detaylantıralım:
“Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din
asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı (!) Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık
burhanıdır... Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları
güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden
başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne
önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!....”

(Mesnevi-Celaleddin Rumi MEB Yayınları c: 1 s: 11)
Bu paragrafta görüldüğü gibi Celaleddin Rumi, yazdığı kitabın Vahiy olduğunu
iddia etmektedir! Tasavvufta bu çok görülmez. Zira tasavvuf ehli, velilerin
tasavvufta vahiy aldıklarına inanırlar....
Kitabının bir başka yerinde Celaleddin Rumi şöyle diyor:

Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya. Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı
vahyidir! Sofiler, bunu halktan gizlemek için Gönül Vahyi demişlerdir!”....”

(Mesnevi-Celaleddin Rubi MEB Yayınları, c: 4 s: 151)


Görüldüğü gibi, Celaleddin Rumi’ye göre şeyhin, Pir’in, ermişin her ne isim verilirse
verilsin tasavvufun ulu zatlarının söyledikleri ve yazdıkları şeyler aynıyla Vahiy’dir.
Tıpkı kendisinin de itiraf ettiği Mesnevi kitabında olduğu gibi!...
Maalesef Celaleddin Rumi, kitabına Hindistan’dan sadece Kelile ve Dimne
masallarını almamış, Erotik Hint kültürünün ürünü olan Kamasutra’dan da alıntılar
yaparak bunları “
Alemlerin Rabbin’den inmedir” diyerek sunmuştur.
Celaleddin Rumi, Kur’an’ın Lokman Suresinin 27. ayetini kendi kitabı için nasıl alet
ediyor:
“....Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma...”
(Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)
Oysa Allah (c.c) Lokman suresinde kendi kitabı Kur’an için şu açıklamayı
yapmaktadır:
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de, arkasından yedi deniz daha
kendisine yardım ederek (mürekkep) olsa yine Allah’ın kelimeleri tükenmez.”
(Lokman: 31/27)
Celaleddin Rumi, Mesnevi’ye niçin bu özellikleri veriyor acaba? Bunu Vahdeti
Vücud’dan dolayı yapıyor.... Tasavvuftaki bu temeya göre ilahlaşan insan haliyle
yazdıklarına da Vahiy ve Sentetik Kur’an gözüyle bakıp, öyle değerlendirecektir...
Mesnevi’nin özellikleri nasıl Kur’an’dan alınarak ona adapta edilmiştir, aşağıda
görünüz:
“Lafzı az, manası çok olan bu mazum Mesnevi...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 1 s: 12)
diyerek girişi yapılan kitap, aynen Kur’an’ı Kerim için geçerli olan az lafızla çok
mana verme özelliğini kendine hasretmektedir.
Mesnevi’nin Kur’an olduğuna Mevlevi takipçileri de inanmaktadırlar.
Mesnevi’nin Kur’an olduğu yolundaki anlayışa aşağıdaki menkıbe çok güzel
örneklik teşkil etmektedir:
“....Bir gün Sultan Veled buyurdu ki:
“Dostlardan biri babama şikayette bulunduğu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar
diye benimle bahse girişti. Ben de Kur’an’ın tefsiridir, dedim, deyince babam bir lahza susup
sonra:
“A sersem, dedi niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A ****** kardeşi niçin olmasın?
Peygamberlerle velilerin harfi zarflarda Tanrı sırlarının nurlarından başka birşey yoktur ki.
Tanrı sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerinden akar. İster
Süryani dilince olsun, ister Seb’al Mesani dilince, ister İbrani dilince olsun, ister Arapça!...”
Bu kitabta buna benzer birçok hikayeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren
Tanri Vahyi (!) olarak tanındığını gösterir.” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 4 s: 326)

Müslümanlara yıllardır örnek müslüman şahsiyetler olarak sunulan ve Allah dostu,
ermiş olduklarına inanılan şahıslar işte bunlardır. Cinselliğe tandanslı kitapların
sahipleri açıkca ilahlaşabildiklerini ve Vahiy alabildiklerini itiraf etmektedirler.
Şimdi “
Alemleri Rabbinin vahiyleridir” diye insanlara empoze edilen Mesnevi’den
bazı pasajlar aktarmak istiyoruz... Tasavvuf hayranlarına ithaf olunur...
“Bir kadın, oynaşıyla aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu. Kocasına: “A
iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyva toplamak istiyorum” dedi. Ağaca çıkınca yukarıdan kocasına
baktı, ağlamaya başladı. Dedi ki:
“A merdut ahlaksız. Üstündeki Luti kim? Karı gibi onun altına yatmışsın... Meğere sen bir
ibneymişsin!” Kocası: “Senin başın döndü galiba... Çünkü burda benden başka kimse yok”
dedi. Kadın: “O üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele” diye birkaç kere daha sordu,
söylendi.
Adam: “A kadın, ağaçtan in, başın döndü, adam akıllı bunadın sen...” dedi. Kadın ağaçtan
indi, kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti. Kocası bağırdı: “A ******, maymun
gibi üstüne çıkan o adam kim?” Kadın: “Burada benden başka kimse yok ki” dedi. “Kendine
gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.” Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın,
“Bu, armut ağacından olacak! Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm ve be
hey kalbatan! Aşağıya in de bak... Benden başka kimse yok. Bütün bu hayaller, armut
ağacından!...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 4 s: 283)

İşte Celaleddin Rumi, kocasını aşığı ile adatma fantezisi içinde yanıp tutuşan, şehvet
düşkünü bir kadının hikayesini aynıyla Mesnevi’sine alıyor ve bu menkıbelerle
insanlara “tasavvufi hikmetler” saçmaya çalışıyor! İnsanlara iman esasları ve dini
bilgiler vereceğiz diye pornografiye sarılan tasavvufçular, bu argümanlara da
“hikmet pırıltıları” ve “ahlak düsturları” diye yapta vurup müslümanları avlamaya
çalışıyorlar.
(Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 2 s:242)
MESNEVİ 5.Cilt
ŞEHVETİN SONU Başlığı

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-24-2011, 19:27   #2
Kullanıcı Adı
Özgür Çağrı
Standart
Tasavvuf aşıklarının baştan sona okumasını tavsiye ederim.
 
Alt 06-24-2011, 22:17   #3
Kullanıcı Adı
BeldeiTAYYIBe
Standart
Alıntı:
Furkanca Bakış Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Tasavvuf aşıklarının baştan sona okumasını tavsiye ederim.

Velevki bir hata oldugunu var sayalim...bunu bütünüyle tasavvuf'a mal etmenin anlamini anlayamiyorum...
BeldeiTAYYIBe isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 06-24-2011, 19:36   #4
Kullanıcı Adı
Hüdaverdi
Standart
Okumadım okumam da çok uzun,okusamda bana katkısı olmaz,okumasamda olmaz.
Ama beni gıcık eden bir şey varki o da Mevlana ile şemsin aşkı diye insanların tuturması,kitaplar yazılması.
İki erkeğin aşkı.
Dostu değil,arkadaşlığı değil,ortak kader değil,yol arkadaşlığı değil,kankalık değil,panpalık değil,kan kardeşliği değil,güç birliği değil, sadece aşkı.
Ne olursa olsun 2 erkeğin anlaşmasını 'aşk' olarak tanımlanması ibneliğin yolunu açıyor bana göre.
Bu yüzden gıcık oluyorum.
Ve nedense mevlana denince aklıma sadece 1 sözü geliyor,ve şemse olan aşkı.
Aha bak aşkı dedim.
Sokaktaki birine sorun o da aşktan söz eder.
'Sevgililer karı kocalar' manasında denmese bile aşk denmesine gıcığım arkadaş.
Aha elif şafağın kitabı karşımda bana bakıyor.
Kapağı güzel ama.

Konu Hüdaverdi tarafından (06-24-2011 Saat 21:31 ) değiştirilmiştir..
 
Alt 06-24-2011, 21:17   #5
Kullanıcı Adı
Tarantula_
Standart
Kimse kusura bakmasın okuyarak vakit kaybedemem, okusamda fikirlerimde birşey değişmeyecek. Bu tamamen bir tahrif harekatıdır başka birşey değil... Mevlana ve diğer muhterem zâtların aynı zamanda bir edebiyatçı olduğunu hatırlatmanın faydası var, katı görüşlülüğü radikallikle karıştıranların yorumlarıdır bunlar..!
 
Alt 06-24-2011, 22:00   #6
Kullanıcı Adı
El Emin
Standart
Yazık! Sadece gülüyorum...

Muhammed mustafa (s.a.v) efendimiz;
Yüzlerce alimin rüyasına girip mevlanın büyüklüğünü anlatıp övgü dolu sözler sarfetmiştir..

Efendimizin sözüyle mevlanın büyüklüğü sabittir!
Dil uzatan efendimize dil uzatır!


Peki kalkıp bu konumda bile mevlanaya Dil uzatan hadsizler !
Sizin için efendimiz kaç övücü söz söyledi..
Efendimiz kaç kişinin rüyasına sizin için girdi!

Herkes Haddini Edebini Hududunu Bilsin !

Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimiz bir şeye onay veriyorsa kim ona dil uzatabilir!
El Emin isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 06-24-2011, 22:05   #7
Kullanıcı Adı
Tarantula_
Standart
Alıntı:
El Emin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Yazık! Sadece gülüyorum...

Muhammed mustafa (s.a.v) efendimiz;
Yüzlerce alimin rüyasına girip mevlanın büyüklüğünü anlatıp övgü dolu sözler sarfetmiştir..

Efendimizin sözüyle mevlanın büyüklüğü sabittir!
Dil uzatan efendimize dil uzatır!


Peki kalkıp bu konumda bile mevlanaya Dil uzatan hadsizler !
Sizin için efendimiz kaç övücü söz söyledi..
Efendimiz kaç kişinin rüyasına sizin için girdi!

Herkes Haddini Edebini Hududunu Bilsin !

Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimiz bir şeye onay veriyorsa kim ona dil uzatabilir!
Seni gidi biatçı, gerici şakirt... İslam devrimci bir dindir deyyus..

Şaka bir yana söylediklerinde mütabıkız kardeşim özellikle hâddsizlikte muhteşem bir artış gözlenmekte, bir Mü'min diline sahip çıkmalı meftumunu kimse ciddiye almaz olmuş...
 
Alt 06-24-2011, 22:07   #8
Kullanıcı Adı
El Emin
Standart
Alıntı:
Tarantula_ Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Seni gidi biatçı, gerici şakirt... İslam devrimci bir dindir deyyus..

Şaka bir yana söylediklerinde mütabıkız kardeşim özellikle hâddsizlikte muhteşem bir artış gözlenmekte, bir Mü'min diline sahip çıkmalı meftumunu kimse ciddiye almaz olmuş...
Ya Hz.muhammed(s.a.v)in onay verip övdüğü alimler alimi olarak gösterdiği bir şahsiyete kim dil uzatabilir ! Kimse uzatamaz kardeşim uzatamaz..
Bu Hz.muhammed mustafa (s.a.v)'e dil uzatmaktır..Allah aşkına bunun sağı solu ileri gerisi yoktur..Direk ona dil uzatmaktır..
El Emin isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 06-24-2011, 22:10   #9
Kullanıcı Adı
Tarantula_
Standart
Alıntı:
El Emin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ya Hz.muhammed(s.a.v)in onay verip övdüğü alimler alimi olarak gösterdiği bir şahsiyete kim dil uzatabilir ! Kimse uzatamaz kardeşim uzatamaz..
Bu Hz.muhammed mustafa (s.a.v)'e dil uzatmaktır..Allah aşkına bunun sağı solu ileri gerisi yoktur..Direk ona dil uzatmaktır..
Biliyorum muhterem biliyorum, çok haklısın fakat yapabileceğimiz birşey yok. Biz istediğimiz kadar hiddetlenelim birşey değişmiyor bunu tecrübeyle orantılı söylüyorum kardeşim. Allah hidayet eylesin bizlerede sabır versin...
 
Alt 06-24-2011, 22:19   #10
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Sağ olduğum sürece Kur'an'ın bendesiyim ben,
Muhammed Muhtar'ın yolunun toprağıyım ben,
Kim benden buna ters bir söz naklederse,
Ondan da sözünden de bizârım ben.

Hz. Mevlana

Şeriat tarikat yoldur varana,
Hakikat marifet andan içeru.


Yunus Emre
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi