|
![]() |
#1 |
![]() Namazı engelleyenlere beddua
Hendek Savaşı sırasında düşman çok yoğun bir şekilde Peygamber Efendimiz (a.s.m) ve ashabını ok yağmuruna tutmuştu. Efendimiz, üzerinde zırh, başında miğfer çadırının önünde duruyordu. Hz. Cabir (r.a.) o ânı şu şekilde anlatıyordu: – Müşrikler, o gün, bizimle durmadan çarpıştılar. Askerlerini takım takım ayırdılar. Halid bin Velid kumandasındaki büyük ve ağır bir fırkalarını Resulullah’ın (a.s.m.) bulunduğu yere yönelttiler. O gün, gecenin geç saatlerine kadar çarpıştılar. Ne Resulullah ve ne de Müslümanlar yerlerinden bir an bile ayrılma imkân ve fırsatını bulamadılar. Çarpışma öylesine şiddetli devam ediyordu ki, Resul-i Kibriyâ Efendimiz, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını bile vaktinde kılamamıştı. Kendisini çocuklara taşlatanlara ve çok kereler eziyet edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazını engelleyenlere karşı beddua etmekten çekinmedi: – Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun, dedi. Daha sonra o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını ashabıyla birlikte kaza etti. Çok secdeyle bana yardım et” Hz. Peygamber’in (a.s.m.) hizmetçisi olan Rebia bin Ka’b, geceleri Peygamberimizle (a.s.m.) birlikte kalır, onun abdest suyunu hazırlar ve diğer isteklerini karşılardı. Bir gün Efendimiz ona: – Benden bir şey iste, buyurdu. O da bütün Müslümanların en büyük arzularından biri olan şu isteğini dile getirdi: – Cennette seninle beraber olmak istiyorum. Peygamber Efendimiz de ona: – Başka bir isteğin yok mu, diye sordu. – Hayır, yok. Sadece bunu istiyorum, dedi. Bunun üzerine ona şöyle buyurdu: – Öyleyse, sık sık secde ederek, kendi hesabına, bana yardımcı ol. Namazı engelleyemedi İslâmiyetin ilk zamanlarıydı. Müşrikler tarafından Müslümanlara büyük ezalar ve cefalarda bulunuluyordu. İslâm’ın ilk anlarından beri hep karşı çıkan ve özellikle güçsüz Müslümanlara var gücüyle düşmanlık edip onları ezen, hatta şehit eden Ebu Cehil ve müşrikler hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı. Eziyet için fırsat kollayan Ebu Cehil yine içi kin dolu bir hâldeyken Kureyşlilere şu soruyu sordu: – Muhammed siz varken de ellerini yere koyup Allah’a secde ediyor mu? Kureyşliler de ona: – Evet, dediler. Ebu Cehil: – Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim, demişti. Bir gün Resulullah namaz kılıyordu. Ebu Cehil, ettiği yemini yerine getirmek için Efendimize (a.s.m.) doğru yöneldi. İçi kinle dolu, kendinden emin ve gururlu bir şekilde ettiği yemini yerine getirmek için Efendimizin (a.s.m.) boynuna basmak isterken birden bire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil’e: – Ne oluyor, diye sordular. Ebu Cehil hâlâ olayın etkisinde ve korkarak şu cevabı verdi: – Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm. Bu olaydan sonra Allah’ın Resulü (a.s.m.) şöyle buyurdu: – Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı. *** Yine Ebu Cehil’in kabilesinden olan Velid ibni Muğire, Resul-i Ekrem’e (a.s.m.) vurmak için bir taşı alıp, secdedeyken yanına gitti. Birden gözleri kapandı. Efendimizi (a.s.m.) Mescid-i Haram’da göremedi. Sonra geri döndü. Geri döndüğünde onu gönderenleri de göremiyordu, ama sadece seslerini işitebiliyordu. Efendimiz (a.s.m.) namazını bitirinceye kadar gözleri bu şekilde kaldı. Ne zaman Efendimiz (a.s.m.) namazını bitirdi, onun da gözleri açıldı.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|