|
01-22-2012, 13:08 | #1 |
MİMARİ İSKELET YAPIMIZ
MİMARİ İSKELET YAPIMIZ
ALPEREN GÜRBÜZER Her yaptığımız binaların dışı güzel olsa bile şayet iskelet kısmı mühendislik hesapların dışında rast gele inşa edilirse en düşük deprem sarsıntısında o binanın yıkılacağı muhakkak. Belli ki Yüce Yaratıcı canlıları yaratırken kendisine biçilen ömür sürecinde tıpkı bir balık kılçığında olduğu gibi mimari iskelet sistemine benzer bir sistem ile donatarak dış ve iç tesirlere karşı korunaklı kılmıştır. Bu açıdan bakıldığında canlılık mühendislik hesapların ötesini de aşan mimari bir sanattır diyoruz. Zira toplamda 206 kemikten ibaret iskelet sistemimizin statik hesabı yapılırken bunun ilk kıkırdak ayağı 35–37 günlük ceninken belirmeye başlayıp 45–47 güne gelindiğinde kıkırdağın kemiğe dönüştüğü gözlemlenmiştir. Tabii buradaki kemikleşmeden maksat anne karnında toplam 9 aylık geçireceğimiz süreçte kısmi kemikleşme olup, bu süreçte bebeğin neredeyse vücudunun tamamına yakını kıkırdak yapıdadır. Şayet iskelet sisteminin tümü kemik olsaydı ceninin doğumu zor olacaktı. Dolayısıyla bebeğin dar alanda elastiki ve yumuşacık bir kıkırdağımsı bir iskelet sistemiyle manevra yapıp mikro âlemden dünyaya adım atışında kazasız belasız geçiş yapması gerekmektedir. Öylede olur zaten. Derken doğum yaklaştığını belirten sızılar ve ağrılar rahim kaslarının kasılmasının habercisi olduğunun bir işareti olup bu kasılmalar sayesinde her ecrin sonunda ferahlık vardır sözünü teyit edercesine dokuz aylık süreç mutlu sonla tamamlanır. İskelet sisteminin vücutta başlıca üç görev için var olduğu sezilip bunlar: —Vücuda dayanak teşkil edip diğer organları korumak, — Vücut içerisinde sinir ve kas sistemlerin irtibatını sağlamak, —Vücut hareketleri için manivela vazifesi görmektir. İskelet sisteminin en önemli sacayağını teşkil eden manevra yapabilen manivela mekanizması gayet esnek bir yapıdadır. Üstelik bir insanın üzerine 70 kg’lık bir yük binse bile eklemler arasına yerleştirilen yağlar sayesinde kemikler aşınmayıp esnek bir şekilde hareket edilebilecek şekilde dizayn edilmiştir. Hakeza kabuksuz sümüklü böcek ve balıklardan özellikle yunus balıkların vücut yüzeylerinin yağlı yaratılması onları muhtemel aşınmalardan koruyabiliyor. Midye ve benzeri kabuklu hayvanlarda ise kabukların belli aralıklarla açılıp kapanmasını sağlayan otomatik kaslar söz konusudur. Maalesef Charles Darwin midyedeki bu otomatik açılıp kapanan kapılara tesadüf eseri ortaya çıktığını belirtirken diğer yandan basit bir menteşe yapımının bir usta eliyle meydana geldiğini yüksünmeden söyleyebilecek bir mantık garabetine düşebiliyor. Anlaşılan iskelet sistemine kemik yığınları deyip geçemiyoruz. Cansız sandığımız kemikler bile emir almış, emrin gereğini yapıyorlar. En basitinden elimizin iskeletini oluşturan kemikler olmasaydı birçok işlerimizi yapamayacaktık. Kaldı ki elimiz tek yaratılmamış, bir elin nesi var iki elin sesi var misali çift yaratılmıştır. Dolayısıyla Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Çünkü hem bu dünya hayatımız hem de kıyamet arefesinde kemikler sayesinde 'yıkılmadık ayaktayız' dercesine diri kalcağız elbet. Nitekim Rasulullah'ın komşusu Adiyy b. Rebia da ahiretle ilgili nüzul olan ayetlerden etkilenmiş olsa gerek ki iskelet yapımızı oluşturan cansız sandığı kemikleri sorgulamaya başlayıp şöyle der: — Anlat bakalım öldükten sonra dirilmek nasılmış? Peygamberimiz gayet sakin bir şekilde ahireti anlattı, o da dinledi ve sonra şöyle dedi: — Ya Muhammed! Sözünü ettiğin Rabbin şu birbirinden ayrılmış kemikleri bir araya getirip diriltecek öyle mi? Rasulullah ikna olamayacağını anlayınca oradan ayrılmak zorunda kaldı. Zira ne söylese ciddiye almıyordu. Derken bu arada Kıyame suresi nazil oldu: — İnsan zannetmesin ki biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyiz. Doğrusu biz onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye hazırız.. Dönüp dolaşıp varılacak, durulacak yer Rabbinedir… (Kıyame 1–15) Yine bir gün Ubeyy b. Halef elindeki kemiği Rasulullah’a göstererek: — Bunları kim diriltecek? Rasulullah(s.a.v): —O’nu yaratan diriltecek elbet ve hayat verecek, seni de cehenneme tıkayacak deyip oradan ayrılıverdi. Bu arada Cibril Emin Yasin suresini vahy etti: İnsan görmedi mi ki biz onu tek bir damladan yarattık.. Çürümüş kemiklere kim hayat verecek dedi… O Allah ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da siz şimdi onları yakıp duruyorsunuz. Allah’ın emri bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece ‘ol’ dediği zaman, o oluverir. Dönüş ancak O’nadır (Yasin.77–83). Ubeyy b. Halef (Ümeyye) iyiden iyiye sinirlendi, dedi ki: — Bir atım var, onu özel olarak besliyorum, bunu bilmiş ol ki seninle mücadeleye kararlıyım ve seni öldüreceğim. Allah Resulü hiç metanetini bozmadan: — Aksine ben seni öldürürüm ya Übeyy, diye cevap verdi. Gerçekten ileri ki yıllarda bir savaşta bu söz yerini bulmuşta. Kaldı ki Allah sevgili dostunu yalancı çıkarmaz. Malumunuz namazın ardından 33 kere Suphanallah, 33 kere Elhamdülillah ve 33 kere Allah deyip 99’a tamamlarız. O halde 33 rakamı deyip geçmemeli, nitekim iskelet sisteminin ana kolonu olan omurga 33 omur kemiğinden meydana gelmiştir. Bu 33 omur kemiğin en üstekine “Servikal vertebra (boyun omuru)” veya 7 omur kemiği adı verilir. Üstelik Sertivikal vertebrayı oluşturan omur kemikleri başın kendi ekseni etrafında 180 derece dönmesine imkân verecek şekilde tanzim edilmiştir. Bu sistem sayesinde bütün vücudumuzu döndürmek gibi bir zahmete katlanmaksızın sadece başımızı çevirmemiz yeterli olabiliyor. Zira yaratıcı güç omurgayı yaratırken tüm matematiksel hesapların ötesinde akılları hayrette bırakacak şekilde dizayn etmiş olup, belli ki buldozer ve kepçe gibi makineler vücudumuzdaki omurga yapımızdan ilham alınmış. Böylece inşaat sektörünün alt ve üst yapı çalışmaları bu ilham kaynağı eşliğinde teknolojik büyük kolaylıklara kavuşmuştur. Peki; kaburga kemikleri neyin nesi derseniz, bunlarda kafes görevi yapmaktadır. Tabii kafes yapısı da ilginçtir. Şöyle ki; kafes kemikleri üsteki 7 omurun altındaki 12 sırt omuruna bağlanmış olup, fakat hareket kabiliyetine sahip değildirler. Kafes deyince genelde çift kanatlı hayvanlar aklımıza gelir. İşte bu kafes sayesinde bu tür canlılar kendilerini emniyette hissederler. Aynen öyle de omurgamıza bağlı kaburga kemikleri de adeta kafesi andırıp korunaklı yapısıyla iç organlarımız üzerinde bir emniyet supabı vazifesi görmektedir. Anlaşılan bu koruyucu şemsiye olmasaydı en hafif darbede yığılıp yerle bir olacaktık. Asıl bel kemiğimizi ise Lomber vertebra denilen alttaki 5 omur oluşturur. Keza bundan sonraki beş omur sağrı, son dört omur kuyruk sokumunu teşkil eder. Kuyruk sokumu kemiği evrimcilerin iddia ettikleri gibi kuyruğun kullanılmayan izleri değil, aksine bazı kalça kemiklerin kaslarına tutunma noktasıdır. Zaten kuyruk sokumu olmaksızın rahat oturmak mümkün değildir. Omurganın en önemli görevi omuriliği zedelemekten korumaktır. Korunması da gerekir. Çünkü sinir sistemimizin en önemli organı hüviyetindedir omurilik. Öyle ki üç tabaka zardan ve en dışta omurgadan meydana gelip emniyetli bir şekilde muhafaza içine alınmıştır. Ayrıca bu tabakaların arasını dolduran sıvı, omuriliği dışarıdan gelme muhtemel darbelere karşı korur da. Her adım atışımızda omurlar birbiri üstünde hareket ederler. Hareket ve sürtünme omurların aşınmasına neden olacağından bunu önlemek için her bir omur arasına disk denilen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Zira bu diskler amortisör görevi yapmaktadır. Buda yetmez aşınmaları önlemek adına vücutta bu işler için çok özel salgı bile salgılanmakta. Belki de böyle bir sistem olmasaydı en ufak darbede vücudumuz bir anda felce uğraması kaçınılmaz olacaktı. Zaten ağır darbe sonucu felce uğrayanların hali bunu doğruluyor da. Şurası muhakkak vücudun taşınması ve muhafazası gibi önemli bir görevi bulunan kemiklerimiz sağlam ve dayanıklı bir kapasitede yaratılmıştır. Mesela uyluk kemiği dikey vaziyette 1 ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Uyluk kemiği her adım atışımızda vücudumuzun üç misli ağırlığı taşımak zorunda kalır böylece. Keza insanlar oturdukları zaman kalçaları sızlamasın diye uyluklar kaba ve etli butlu yaratılmıştır. Kemiklerin bu dayanıklılığı yanında muayyen bir elastikiyet kabiliyeti de verilmiş olmasa dış tesirlere dayanmaları imkânsız olacaktı. Belli ki dış tesirlere karşı kemiklere elastikiyet özelliği verilmesi bir hesabın neticesini doğrulamaktadır. Bu arada iskelet baş, omuz, el, kol, bacak ve ayak kemiklerinin kesiştiği mafsalların yanı sıra vücut içerisinde sinir ve kas sistemiyle de irtibat sağlamaktadır. Zira bir elde 27 adet kemik ve her kemiğe bağlı 19 kasın varlığı bunu teyit etmektedir. Bilindiği üzere vücudumuzda iki çeşit kas mevcut. Bunlar düz kaslar ve çizgili kaslardan (iskelet) ibarettir. Düz kaslara yemek borusu kası, mide ve bağırsak kası, mesane çevresi ve rahim kasları gibi kaslar misal teşkil edip, çizgili kaslara ise kalp ve kemiklere kirişlerle bağlı olan kasları örnek verebiliriz. Aynı zamanda kasları kemik yapımızın estetik donanımı olarak ta niteleyebiliriz. Hatta kaslarda var olan kimyevi enerji mekanik enerjiye dönüşerek yüzmeden tutunda futbol oynamaya kadar hemen hemen her alanda kendini iyiden iyiye hissettirmektedir. Bazen güç gösterisi için pazılarımızı hareket ettiririz, ama asıl bu gücü verenden haberdar değiliz. Olsun kul bilmese de Halik biliyor ya, o yetmez mi? http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|