03-03-2012, 16:48 | #1 |
Necip Fazıl ve Erbakan..
Millî Selâmet Partisi meselesi aydın müslümanlar katında bir hâiledir. Zira mutlaka kat'î zafere götürülmesi, böyle olmadıkça hiçbir tavize yanaştırılmaması gereken bir hareketin iflâsa vardırılmış olması teşebbüsünden ibaret kalmıştır. Ve yine zira, o, hareket şekliyle, bizim iman banknotumuzun sahtesi olmuştur. Küfür bizim manevî naktimizi kıymetten düşürmek için elinden geleni yapmaya, parasını değerlendirmeye bakar; fakat taklide yeltenmez. Bizimkinde hilâl onunkinde istavroz vardır. Ama Millî Selâmet Partisi'nin amblemi, şekilde ve yaftada hilâl olduğu halde esasta ve iş ölçüsünde hilâlin hakkını vermekten çok uzaktır. Karşılıksız paralar gibi... İslâmî kıymetlerin eşya ve hâdiselere bakış zaviyesini bozucu ve Şehadet Kelimesinden başka bir şey bilmeyen, bildiğinin de ürpertisini çekmeyen gafilleri kandırıcıdır. Gerçek iman ve itikatlılarına toz konduramam. Onları dışlarından mümin görür ve içlerinden de böyle oldukları kanaatiyle kalblerini Allah'a havale ederim. Fakat bu kalblerin aşk, vecd, hikmet, irfan ve hamle sermayesi olarak hiçbir nasibe mâlik bulunmadıklarını bir laboratuar katiyetiyle iddia edebilirim. Bu teşhis onun masum müslümanlar tabanına değil, güdücüler tavanına aittir ve bu güdücülerin âdi kır çiçekleri halinde şekillendirdiği buketin ortasında, her mesuliyeti nefsinde cemeden, mağrur ve mütehakkim br gül vardır. Prof. Dr. Gen. Başkan ve sırasına göre imkân buldukça da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan... İŞİN HİKÂYESİ Ben bu zatı 1965'lerde Büyük Doğu'nun 12. Devresinde tanıdım. İstanbul'da, Gedikpaşa'da, Kayseri Hanındaki, etrafımızı saran ayakkabıcıların deri ve çiriş kokulu havasına bürülü, mütevazi yazıhanemize geldi ve bizimle bir iftar yemeği yedi. Profesördü, kürsüsünde müstesna bir teknik ehliyet olduğu söyleniyordu. Bir de "Gümüş motor" diye isimlendirilen, Türkiye'de ilk defa motor imâlini hedef tutucu bir teşebbüsün öncüsü olduğu fakat bu teşebbüsün akâmete uğratıldığı (akâmet sıfatını çok hafif olarak kullanıyor ve asıl sıfatı dosyamızda yazılı olan bu işin şimdilik bahsini açmak istemiyorum) rivayet olunuyordu. Hakkında, satıh üstü, toplu hüküm şuydu: Müslüman, milliyetçi, namazında, dâvamıza bağlı bizden bir insan... Güzel yüzlü, vakur edâlı, kelimelerini dikkatle aramak gayretinde, her karşı çıkışa mütehammil ve soğukkanlı görünüşlü, hislerini belli etmeyici ve çehresinde herhangi bir teessür ve tehassüs çizgisi taşımayan bir insan... Kendisine Büyük Doğu yazı ailesine katılmasını teklif ettim, verdiği cevaptan muhitindeki masonların gözüne fazla çarpmak istemediği ve çekindiği intibâını aldım. Gençlerimizden, talebesi, Fakültesinden iyi derecede mezun Bahri Zengin'i (şimdi Makine - Kimya Umum Müdür Muâvini) yanına asistan olarak almasını istedim; ve yine ilk cevabına benzer bir çekingenlik mukabelesine şahit oldum. Daha ilk temasta belliydi ki, bu zat, kendi öz nefsi içinde gizlenmiş her türlü cesaret, samimiyet ve heyecan seciyesine yabancı, üzerinde dikkatle ve şüphe gözüyle durulması gereken bir kişiydi. Dâvamız yolunda şahsiyle vâdettiği fayda çapında zarar ve tehlike de belirtebilirdi. Ara yerde Odalar Birliği mâceraları (o da ayrıca hazin bir mevzû) ve nihayet balıklama şeklinde politikaya atılış... Konya'dan bağımsız olarak seçilmek üzere adaylığını koymuştur. Konya'nın büyük meydanlarından birinde bir toplantı tertiplemiş, benim de bu toplantıda kendisini desteklemem istenmişti, Henüz bu kapalı kutunun muhtevası sıhhatle malûmumuz bulunmadığı halde bu destekleme teklifini hiçbir parti hasisliği belirtmeyen ve Meclise Büyük Doğu'dan yana bir görüntü vâdeden zâtı desteklemek borçtu. Borcumuzu edâ ettik. Konya'ya gittik; bizi karşılayanlar arasında onu bulamadık ve binlerce Konyalı'ya, şahıslar üzerinde hiçbir taahhüt ve kefaletimiz olmaksızın, Meclise ne ruh kıvâmında adamlar sürmek gerektiği üzerinde bir hitabe verdik. Meydan alkıştan inledi; bizi tâkiben Hoca kürsüye çıktı ve saydığımız kurtarıcılık vasıflarının tam da sahibi edasiyle, raftan bir top kumaş indirilip tezgâh üzerinde açılırcasına desenlerini müşterilere arzetti. Konuşmasında ne bir aşk, ne bir his, ne bir düşünce ve derinliğine görüş... Tam bir simsar ve tezgâhtar ağzı... Toplantı sonunda ona eller uzandı. O da ellere uzandı; ve kafaların üzerinde önceden peylenmiş bir katıra binercesine, gayet rahat ve pişkin, yerleşti. Bana da aynı muameleyi göstermek isteyen elleri nefretle ittim ve adeta hakaret edercesine bana el uzatmamalarını ihtar ettim. Hoca Kisrâ'ların tahtaravanına benzeyen, kafalardan kurulu sedir üzerinde mes'ut, uçup gitti. Yanımdaki Mustafa Yazgan'a "gördün mü manzarayı?" demekten kendimi alamadım. Daha evvel Mustafa Yazgan'a Hoca'nın bazı kibirli ve kendisini tepeden görücü hallerine bakıp toplantıda bulunmak istemediğimi, hemen dönmek arzusunda olduğumu söylemiş ve şu cevabı almıştım: - Siz dönerseniz ben de sizi tâkip ederim. - Sen kal! - Ben sizin bir parçanızım, nasıl kalırım! - Madem ki, parçamsın, ben rica ediyorum, kal! Tam o sırada tören başlamış ve gençler bizi kürsü seti üzerine çekip çıkarmışlardı. Böylece ben ve Mustafa Yazgan bir "oldu-bitti" karşısında kalmış ve konuşmaya mecbur olmuştuk. İşte daha işin başındaki müşahede ve intibalarım! Hoca Konya'dan mebus seçildi. Mecliste Adalet Partisi uyuşmazlıklarından bir iki kafadar buldu ve bu partinin asla rayını döşeyemediği o devrede Demokratik Parti kopuşu sırasında kendisi de partisini kurdu: Millî Nizam Partisi... PARANTEZ İÇİNDE Lâf arasında tespit etmeyi unutmayayım ki, o zaman Adalet Partisinden kopuşlar benim eserim olmuş, hâdise Sadettin Bilgiç ve merhum Prof. Osman Tûran'ın evinde uzun sohbetler ve muhasebeler neticesinde meydana gelmiş, Adalet Partisi'nin 1960 gece baskını sonrasında cevap veremediği millî ıstırap ve inkisarın dâvası, yepyeni bir ideolocya temeline dayalı olarak bunlardan beklenmişti. Partiyi kurdular; fakat A.P.'den devşirip temsil etmeleri gereken mânayı bayraklandıramadılar, bir (Apandis - lâhika) halinde kaldılar ve kör bağırsak gibi çürüyüp gittiler... Bugün de Halk Partisi'nin hileli kefesinde 1 gramlık ağırlıklarını değerlendirmeye kalkmak derecesine düştüler... YİNE ONLAR Millî Nizam... Hoca'nın yüzü gibi, ne güzel isim! Fakat "Dilber" adını taşıyan bir kadının güzelliği nasıl ismiyle kaim değilse, vaad ile gerçek arasında o kadar mesafe... "Millî Selâmet" ismi için de aynı şey söylenebilir. Millî Nizam ölçüsüz ve endâzesiz gitti. Hükûmette pay aldıktan sonra şeriat ruhuna aykırı olarak ileride yapacakları affedilmez gaflara mukabil o günlerde mukaddes kelimeyi, "Şeriat" kelimesini dilinden düşürmedi. Halbuki bu dâvanın kal'ayı zaptedebilmesi için Tekfur sarayını basan bahâdırlar gibi mutlaka bir (kamuflaj)a bir (makyaj) oyununa ihtiyaç vardı. Anlamadılar; sonradan görüleceği üzere Şeriati hükûmet sürme hırsına göre eğip bükecek olan liderlerinin peşinde, boyuna açık vererek ve boy hedefi göstererek yürüdüler. Ankara'nın en büyük sinemalarından birinde tertipledikleri açılış törenlerinde, konuşmacılar arasına beni de kattılar. Büyük bir gençliğin katıldığı bu törende yine şahıslarına karşı bir taahhüt ve kefalet sahibi olmaksızın, özlediğimiz parti ve güdücülerin şartları üzerinde konuştum; ama onların vesilesiyle konuştuğuma göre bu Partiye ümit bağlanabileceğini teşvikten geri kalmamış oldum. Henüz salâhlarından ümit kesmeye uzaktım ve sadece ihtiyatlı olmaya bakıyordum. Nihayet endâzesizlikleri yüzünden "Millî Nizam Partisi" kapatıldı. Kararın çıkmak üzere bulunduğu sabahın gecesinde Hocayla telefon konuşmamız: - Son derece ölçüsüz ve hesapsız gidiyorsunuz! Partiyi kapatacaklar... - Asla kapatamazlar, yarın görürsünüz! -Asıl siz yarın kapatıldığınızı görürsünüz! Ve kapatıldılar... kaynak:nfk
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
03-03-2012, 17:06 | #2 |
üstad yıllar öncesinden bize uyarılarını yapmış...
|
|
03-03-2012, 17:09 | #3 |
SON DEVRE
Bütün facia "Millî Selâmet" devresinden sonra koptu. Bu devre ve bu devrenin içinde elde ettikleri 50 millet temsilciliği ve hükûmet ortaklığı, içyüzlerinin olanca karhalariyle meydana çıkmasına vesile oldu. Evvelâ "Millî Gazete" isimli bir organ kurdular. Ben henüz ümidimi ve doğrultulmaları ihtimalini yitirmemiş olduğum için, bana hiçbir şey sorulmadan ve tecrübelerimden faydalanmaya yanaşılmadan kurulan bu gazeteye yardım etmekten ve onu içinden ıslah etmeye çalışmaktan geri kalamazdım. Gazetenin başında, Hasan Aksay (benim sonradan yakıştırdığım isimle Hasan Yoksay) isimli, Adalet Partisinden müdevver, her ân gülümsemeli ve cana yakın bakışlı biri vardı. Muhakkak ki, içli bir mü'min olan, fakat işlere hâkimiyet zekâsından tamamiyle mahrum bulunan bu zâtın gazeteden yana anlayışı, bir atın kaç ayaklı olduğunu ve bu ayakların nelere yaradığını bilmeden yarış antrenörlüğüne getirilen bir insandan farksızdı. Oluşunun tek sırrı da, Erbakan'ın mahvet ve benlik mizacına asla çaparız teşkil etmeyen, ona uymaktan başka usul tanımayan, sadece yuğurulduğu parmaklara tâbi balmumu adam örneği olmasından geliyordu. Bu noktaya dikkat!.. Bu Partinin en büyük felâketi, liderinin, etrafında halkaladığı işte bu balmumu adamlardan gelmektedir. Tavırlarıyla sadece Erbakan'ın mes'uliyetini ifade edici bu adamlar, Partilerinde, nefs muhasebesi, vicdan murâkabesi diye bir hava yaşatmayan tipin despot gururuna piyonluk etmektedir. Millî Selâmet Partisi mebusları arasında kimbilir nasıl bir ıstırapla susan ve bir zamanlar Bakanlık makamında da bulunan birkaç fert müstesna, Necmeddin Erbakan'a yakından (fon) teşkil edici iş ve söz sahipleri hep bu balmumu adam soyundandır. (Lântern majik) dedikleri öyle bir sihirli fener ki, ampulü Erbakan, beyaz perdesi de bunlar... Evet; Hasan Aksay'ın çekmecelerini taşıracak kadar çizip verdiğim plânlara rağmen gazete, gazete olamadı ve cephemize musallat hazin hamakat ve atâletin neticesi halinde aceze basınımıza bir halka daha eklendi. Bu gazetede kendilerini tenbih ve tahrik yolunda neler yazmadım, neler; ne çığlıklar koparmadım, ne çığlıklar!.. Hiçbiri sökmedi. Hattâ parti menfaati uğrunda din ve şeriat inceliklerine kıyılmaya kadar gidildi. 1973 seçimleri arefesinde müslümanlık iddiasında bir hizbin tenkidini yapan bir yazımı, Hasan Aksay, şu mûcip sebeple neşrettiremedi: - Seçimlere gidiyoruz! Hiçbir tarafı darıltmayalım! Cevap verdim: - Demek siz, rey devşirmek için, bazı sapıkları darıltmaktansa yolunda gittiğinizi iddia ettiğiniz şeriati darıltmaya razısınız! Din bağlılıkları da bu seviyede... HÜKÛMET 1973 seçimlerinde beklenmedik bir netice... Mecliste 50 kişilik bir köprübaşı... Şartlara göre muazzam bir tecelli... İşte Millî Selâmet Partisi'nin artık tam bir oluş safhasına girmesi için Allah'ın meccânen nasip ettiği ve liyakatsiz ayaklar altına çektiği atlama tahtası... Ne ince bir imtihan ve ne mânalı bir ihtar: - Bundan sonra ya ol, ya öl!.. Olman için hiçbir ehliyet ve gayret sahibi olmadığın halde, Hak, sana, yalanını hazırladığın ebedî doğrunun ilk semeresini bahşediyor. Bakalım, olabilecek, olmanın çilesine ve usûlüne yanaşabilecek misin?" KOALİSYON Malûm zikzaklardan sonra Halk Partisiyle yaptıkları koalisyon... Yani Ebû Cehl'in emir ve kumandasında İslâmî bir davranışı mümkün gören küfür çapında bir sakamet... Yalnız "Hep"i gözleyen, bu "Hep" etrafında hiçbir tâvize tahammülü olmayan, kal'ayı içinden fethetmek gibi bir teselliyi de reddeden, asla tevil ve tefsir kabul etmez ve ancak dâvayı harcatmaya,boyun eğdirmeye ve köstekletmeye yarar bir yelteniş... Böyle bir ortaklığa girilmemesi için elimden geleni yaptım; yüzlerine karşı en acı ikazlarda bulundum, hattâ öz gazetelerinde (koalisyon) niyetlerini suçlayan yazılar yazdım. Ama olanlar oldu; ve biraz sonra "neler yapılmamalıyken yapıldı! ve "neler yapılmalıyken yapılmadı!" bahsinde göreceğiniz gibi, ilk ve en büyük cinâyet irtikâp edildi. Hakk'ın rızası, Ebû Cehl ocağiyle el ele vermenin neticesi olarak daha o günden üzerlerinden alınmıştı; fakat islâmî vecd ve hikmete âşina olmadıkları için aralarında bu inceliği gören ve ona göre ayak direten kimse yoktu. Böyleyken; Millî Selâmetin daha ilk hareketi ondan sıyrılmamıza ve ulvî gâyenin bu ellerde tecelli edemeyeceği gerçeğini ilân etmemize yeterken bunu yapamadık. Kendisini çocuğumuz bilmekte devam ettik ve geminin güvertesinden suya yuvarlanan bu çocuğu kurtarmak için "emr-i vaki"i kabul ve ondan sonraki hareket hattını tespit etmekten başka çare kalmadığını gördük ve kancalarımızı suya daldırdık boğulmasına mâni olmaya baktık. Başlangıçta "Millî Nizam"ın ana nizamnamesi kaleme alınırken (espri) kılıklı bir edâ ile: - Nizamname de ne demek?.. Dilekçemize "İdeolocya Örgüsü"nü iliştirelim, yeter! Diyecek kadar bağlılık gösteren ve bu sözleri bütün maiyeti karşısında sarfeden Erbakan "Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı" ünvanını kazandıktan sonra antenlerini bütün tenbih ve telkin mevcelerimize karşı söktü, kaldırdı ve artık kendisine yakıştırdığımız (airo dinamik) tipine büründü. (Airo-dinamik), rüzgârı göğüslemeden yaran ve böylece kendisine kolaylıkla yol açan sivri uçlu (uçakların burunu gibi) bir yapı modeline verilen isimdir; ve kendisine edilen bütün hücumları ensesinden geriye atan ve asla göğüslemeyen Erbakan mizacına gayet uygundur. Ve işte başladı artık, Hocanın "boş ver! İşine bak!" devresi... "Tuz yüklü merkep göle düşse, göl mü tuz olur, merkep mi pestile döner?" kıyasınca, kendisini C.H.P. bataklığına atan Erbakan, hiç olmazsa ondan sonra araya bazı ayırd edici çizgiler çekeceği yerde, ilk işi, zamları müjdeleyen Ecevit'i müdafaa etmek oldu. TRT'nin kürsüsüne geçti ve Ecevit'in zam furyasını haklı göstermeye çalıştı. Hayretten donduk; mahkeme kararını zabıt kâtibi sadâkatiyle okuyan ve altına ikinci imzayı atan bu zat, doğrudan doğruya Ecevit'in kanadı altına giriyor ve ona "bu beyanı başka bir temsilcinize veya bir Bakanınıza yaptırın; ben kabinede ayrı bir mâna sahibiyim ve sizin özel kalem müdürünüz değilim; hükûmete girmeyi kabul ettiğime göre zam kararnamesini kerhen imzalamaya mecbur kalmış olsam da onun müdafaasını yapamam!" diyemedi. Bu vaziyet Hoca'nın, sırf "icrâ-yı hükûmet" hırsiyle tâvizde ne kadar ileri gidebileceğini gösteriyor, fakat Partisinden "dur, ne yapıyorsun!" diye bir ses gelmiyordu. Gaflar seri halinde zincirleme devam etti. Gazetelerini adam etmek için giriştiğim çabalar hep boşa gitti. Bu arada Ankara'daki temaslarımız dâima aynı (airo-dinamik) yapıya çarptı ve bir kurbağa ölüsüne bile kıpırdanış veren elektrik cereyanı, hitap ettiğim cesedin tüyünü dahi oynatamadı. Kıbrıs meselesi, daha doğrusu seferi... Ecevit'in yerinde bir sırık hamalı bile bulunsa derhal ileri atılmaya, bütün Kıbrıs'ı işgal etmeye karar vereceği muhakkak olan bu mevzûda, bütün incelik, işin bir Halk Partisi marifeti diye gösterilmesine engel olmak ve şımarıklığını yeni bir seçim istemeye kadar götüreceği besbelli bir partiyi hükûmetsiz bırakmaktı. Bunun için, hakûmet sofrasını Ecevit'in devirmesine meydan bırakmadan kendilerinin devirmesi gerekirdi. Söyledik, anlamadılar; ve fatihliği yüzü suyu hürmetine hükûmete devam edeceğini sanan Ecevit'in "MSP'siz hükûmet" oyununa geldiler, sofrayı ona tekmelettiler. Neticede ve hükûmetin düşmesi mevzuunda bir şey değişmedi ama en büyük avantaj kaptırıldı. Ecevit'i sonunda kendi oyununa getiren vaziyet Millî Selâmet Partisi'nin iradesiyle yerine geleceğine kurban gitmesiyle zuhurâ geldi. Erbakan tam çelme atacağı yerde çelmeye geldi ve ondan sonra çelmeyi atan da, İlâhî cilve gereği, ayrıca tökezledi; ama bundan MSP bir pay çıkarmayı bilemedi. Derin ve ince İslâm stratejisi ne ellerdeydi, yârabbi!.. "Demokratik Parti" nam komik parti, sonraki MSP çapında kadrosiyle sağcı olması gereken cepheyi ufalar ve Cumhurbaşkanlığı seçimini bile çıkmaza sokarken 1973 seçimleri sonunda bu cepheye 50 kişi daha katan MSP, yarı veya çeyrek benzerleriyle bir "müşterek düşman" çizgisine karşı bir saf tertipleyemedi ve bu bahiste tek rolü yalınız bölücülük olan Demokratik Parti kadar bile olamadı. Nâmütenahi ince bir dehaya muhtaç İslâm stratejisinin, generalliği şöyle dursun onbaşılığı nisbetinde bile bir kurmay ehliyeti gösteremedi; üstelik bu halini, dışı sahte bir tevazu galvaniziyle sıvalı, içi şeytanî kibir kütüğü bir harîsin "Millî Görüş" diye yaftaladığı slogan esnaflığına bağladı. YAPARDI YAPAMAZDI Haydi, bazı şartlar bakımından büyük ve küllî çıkışlar yapamazdı, diyelim; hükûmeti kaybetme pahasına da olsa müslümanların idam sehpası meşhur 163. maddeye karşı bir çıkış olsun, gösteremez miydi? Koalisyon devrinde, vaktiyle Millî Eğitimin ancak damından, bacalarından sızabilen komünizma bu defa kabul merdivenlerinden tırmanır ve tören salonunda hora teperken "ne oluyoruz, nereye götürülüyoruz?" diye şahlanamaz mıydı? Allah dedikleri için mahkûm edilen 163. madde kurbanlarını gûya faydalandırmak için, allah, vatan, millet, aile ve tarih inkârcılarının affına razı olmak gibi bir zilleti kabullenmek yerine "163. madde hükümlülerini bağışlamaya mecbursunuz; onlar bu vatanın sahici nikâhtan gelme evlâtları ve ruh kökümüzün dâvacılarıdır; komünistleri ise affedemezsiniz; onlar da ***ler ve milletimizin katilleri!" diye gürleyemez miydi?" Hâsılı, her işe İslâmî siyaset ve dirayet gözlüğünden bakıp, hükûmetteyken dahi en acı muhalefet edâsını takınamaz ve sonunda mutlaka iflâsa mahkûm bir tecrübenin sakatlığını bizzat hailenin ve ateşin içindeyken gösteremez, hükûmete katılışındaki fedakârlığını bu sûretle te'vile kalkışamaz, bir "olamaz"ı bile bile tecrübeye mecbur kaldığını gösteremez miydi?.. |
|
03-03-2012, 17:14 | #4 |
adem abicim bu erbakan aski nerden debresti böyle
|
|
03-03-2012, 17:20 | #5 |
Debreşen bişey yok kardeşim niye erbakanın arkasında durmadın diyenlere necip fazıldan bir katre sundum...
hadi biz yanlış yaptık(ki ben o dönem erbakan tarafındaydım ) erbakana destek vermedik peki üstadın bu sözlerini nereye koyacağız onu düşünüyorum.... Konu Terennüm tarafından (03-03-2012 Saat 17:27 ) değiştirilmiştir.. |
|
03-03-2012, 17:35 | #6 | ||
Alıntı:
Alıntı:
hadi mhp ye oy vermeye... buna dinime küfreden müslüman olsa derler... Metin yükseli vuran faşistleri dahi ifşa etmedi necip fazıl... onu geçtik hiç bi eserinde adı geçmedi metin yükselin... en yakın talebesi salih mirzabeyoğlu akıncıların başkanlarındandı,akıncıların msp ile olan ilişkisi ortada iken acaba bu durum bi çelişki doğurmuyor mu ? hakkında malumat sahibi olduğumuz kişileri birilerinin görüşlerine göremi yargılayacağız ? öyle ise alın elinize kadir mısıroğlunun kitabını necip fazılın nasıl kumarbaz olduğunu,birlikte nasıl kumara gittiklerini okuyun... yada necip fazıl okumaz,herşeyi bildiğini sanır,din konusunda el yordamıyla konuşur dediğini okuyun... bu mantıkla onuda öyle yargılayın... işin en dramatik yanı sizler için,necip fazıl bunları söylediği sırada desteklediğiniz partinin tüm liderleri erbakanın yanındaydı... Konu İntifada tarafından (03-03-2012 Saat 17:40 ) değiştirilmiştir.. |
|||
03-03-2012, 17:40 | #7 |
necip fazılı msıroğluylamı kirleteceksin..üstad geçmişinin çöplük olduğunu itiraf ediyor..çöpüde kimlerin karıştırdığı açıkça ifade etmiştir..
|
|
03-03-2012, 17:41 | #8 |
Yazıya şöyle bi göz attım. Saçma sapan. Tamamını okumaya gerek yok. Erbakan'ı anlayamadınız bi türlü.
|
|
03-03-2012, 17:55 | #9 | |
Alıntı:
birilerini birilerinin sözleriyle yarılayacaksanız buyrun ortada yazı var diyorum... yoksa birisi hakkında ahkam keserken birilerini kendime siper etmeye çalışmam... necip fazıla göremi ben erbakanı yargılayacağım... işin ilginç yanıda necip fazılın yazıdaki en büyük eleştirisi ecevitle işbirliği yapılması... eh ecevit konusuna girmeleyim isterseniz,şefaatler,yüzyüze görüşmeler,destekler falan ucu başka yerlerde dayanır sonra... ak partiye niye oy veriyorsunuz bu yazıyı referans alıyorsanız ben ona şaşırıyorum... |
||
03-03-2012, 18:00 | #10 |
akpartiye niye mi oy veriyorum sebebini şöyle açıkllayayım..başbakan ve gül neden orada siyaet yapmıyorsa bende onun için oy veriyorum akpartiye
|
|
Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir) | |
|
|