|
10-25-2012, 00:44 | #1 |
ALLAH HAYY VE LÂYEMUT
Peygamber beldesinde bir levha kıyametten…
Bir dökülüş, saçılış, bağı kopmuş demetten. İnsanlar, akılları oynamış, koşuşmakta; Sanki ışık kalmış da yıldızlar tokuşmakta… Sanki mekân silinmiş, zaman boşta dönüyor. Aydınlıklar bir yana, karanlıklar sönüyor. Sesler, acı, yırtıcı sesler: Peygamber uçtu! O ki, ezelde ilk uc, ebedde de son uctu! Peygamber evinde hal, büsbütün müthiş, müthiş! Bağrıyor avaz avaz, Ömer, kılıcı çekmiş: «Kim O’na öldü derse keserim kelesini! Yakında görürsünüz Peygamber sillesini! Ölmedi, göğe çıktı, döneceği bir gerçek! Dönüp münafıkları kılıçtan geçirecek!» Yetişti sır ve rikkat idraki Ebubekir; Konuştu… Ve kurtuldu ateşe düşen fikir: «Allah’ın rızasına uymaz bu yaptığınız! Muhammed mi, Allah mı, hangisi taptığınız? Muhammedse, O öldü, yok dönmesine umut! Allahsa… Evet Allah… Allah Hayy ve Lâyemut!» Örtüyü açıp baktı: «Seni süslemiş ezel… Sağlığında güzeldin, ölümün de ne güzel!…» Ah o rikkat idrakı, sır idraki, ne ince! Manzara şu ki artık, bir hadis gereğince: «Bu dünyanın safâsı gitti, kederi kaldı!…» O gitti ve hayat, bir kemik, bir deri kaldı! Necip Fazıl Kısakürek
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|