|
02-05-2014, 07:23 | #1 |
Özlem Albayrak - Paralel Yoldan Paralel Çeteye
Özlem Albayrak
Paralel yoldan paralel çeteye Türkiye uzun zamandır bir kâbus olmasını dileyeceğimiz zamanlar geçiriyor. Gezi olaylarıyla başlayan hareket sönümlendiğinde, herkes memleketin bir parça rahat nefes alabileceğini düşünmüştü, ama olmadı. Bazı müneccimlerin verdiği haber –tahmin edilen bağlamda değilse de- çıktı; sonbahar ve hatta kış oldukça sıcak –sıcak ne kelime; dostlukları kavurdu- geçti. Evet, 17 Aralık operasyonu ve sonrasından sözediyorum. Aynı çizgi üzerinde olmasa da paralel yolda aynı istikamete doğru ilerlediğine inanılan, 'damdan düşmüş olanın hâlinden damdan düşmüş olan anlar' denilmek suretiyle el verilen, kendi tuttuğu yolda hizmetini icra ederken, 28 Şubat döneminde ve aslında öncesinde de yaşadığı varlık kaygısı ve korkusunu kalbinden atması için uygun ortam sağlanan, bir te'dip yöntemi olarak tepesinde hep sallandırılagelmiş olan demoklesin kılıcını belki de tarihinde ilk kez olarak sırtında hissetmeyen cemaat kalktı, hükümete bıçak çekti; darbeleri hep çok sevmiş İstanbul sermayesiyle iş birliğine, CHP'yle göz temasına girdi. Mensubiyet kesbetmeyi askere dönüşmek zanneden bazı müntesipleri hâlâ Twitter'da Başbakan'a hakaret etmekle meşgul şu an... 'Ne olacaktı yani; dindar bir Başbakan ve onun dindar kadroları cemaatçi avına mı çıkacaktı?' dediğinizi duyar gibiyim; elbette hayır. Başbakan'ın, cemaati bastırmaya ya da yok etmeye calışması gibi bir ihtimal düşünülemezdi, zira o bir zamanlar fişlemeci askerlerin, görüntüyü bozduğuna inanılan bütün dinî pratikleri; namazı, orucu, haccı, başörtüsünü TV'lerde, gazetelerde, kullanışlı olabilecek her zemin üzerinde kriminalize eden ve dindar yaşam tarzını başlıbaşına tehdit addederek bütün bir topluma savaş açarak birey birey dindarları yok edilmesi gereken bir düşman mesabesine indirgeyen yabancılaşmış aydınların, medya mensuplarının 'laiklik' algısına sahip degildi. Bilakis 80 yıl devlet yöneten bu algının canı sıkıldıkça meydan dayağı çektiği dindar kesimin içinden çıktığı için, sırf dindar olmaklığı kabahat addetmediği gibi, en azından bu kesime kendini ifade imkânı sunduğunu teslim etmeliyiz sanırım. Dolayısıyla cemaat son derece belirgin biçimde kadrolaşırken de, bazı şaibeli sınavlarda kulislerde bu grubun adı geçerken de, kendilerine neredeyse şefkatle yaklaşılan aynı grup dindar dahi olsalar kendilerinden olmayan hiçbir grupla ne bu kadroları ne de bir güler yüzü paylaşırken de, cemaati 'tehdit' addetmedi. Zira, 11 Eylül'den sonra moda olan kavramla 'profilize etmek' yani belli gösterenleri taşıyan herkesi 'olağan şüpheli' kategorisine almak, Türkiye sözkonusu olduğunda nato kafa nato mermer Kemalistlerin ve darbeci askerlerin tarzıydı. 17 Aralık'tan bu güne dek yazılmış pek çok yazıda atıf yapılan 'saflık' olmayabilir bu hoşgörünün sebebi. Zaten demokrasiye yönelik bir kalkışma olmadan cemaatçi kadroları tasfiye etmeye kalkışmak; hem dindarların yıllarca eleştirdiği Kemalistlerle, niyet okuma ve iş tutma yöntemi olarak eşitlenmek anlamına geleceği gibi, yapılanları meşruiyet sınırları içerisinde kamuoyuna açıklamak da imkânsızdı. 'Bir tehlike hissettik, o yüzden yaptık' Kemalistlerin jargonu değil mi? Yani 'bugüne kadar hiç mi fark etmediniz?' sorusunun anlamı olmadığı gibi, belki de bütün bu olanlar 'saflıktan' da kaynaklanmamıştır; belki yani böylesini tercih etmek ahlâki bir duruşu tercih etmektir ve seçim bilinçlidir. Belki, hükümet kadroları içinden çıktıkları o geniş toplumsal kesime çok kısa bir süre öncesinde dek yapılmaya devam edilen haksızlıkları, bir başka gruba aynı yöntem ve manivelalarla uygulamayı ahlâki bulmamıştır. Bilemem. Hepimizin bildiği ama kimimizin inkâr ettiği şu, devlet içinde örgütlenmiş bir grup 'yolsuzluk operasyonu yapıyoruz' diyerek bizzat Başbakan'ın şahsına yönelik bir darbe girişimine kalkıştı. Bunu anlamak için ardından gelen operasyonlara, aba altından gösterilen seks kasetlerine, Başbakan'ın oğluna yönelik operasyon denemesine ve hatta polisten destek gelmeyince jandarmayı harekete geçirerek İHH TIR'larına baskın düzenlemeye, bunu da dünyaya 'Türkiye El Kaide'ye yardım götürüyor. Help' diye sunma uyanıklıklarına bakmak kafi. 'Bir yandan bizim bunlarla bir ilgimiz yok' deyip, bir yandan da polisin, savcının ve hatta Twitter'da 'göreceksiniz daha başınıza neler gelecek' diye tehditler savuranların cansiperane destekçiliğini yapanlar ise, adresi gösteriyor. Mesele yani, bu durumun açıklamaya bile mahâl olmayacak netlikte ortada oluşu değildir asla. Mesele, birlikte damdan düştüğü grup, seçimle aldığı ve kesinlikle kendisiyle paylaşmak zorunda filan olmadığı siyasi iktidarı, –aslında halk hükümete sadece bir süreliğine ve sadece emanet ettiği için asla herhangi bir odakla paylaşmaması da gereken- kendisiyle 'az' paylaştı diye öfkeden deliye dönüp vaktiyle kendisini damdan aşağı atanların yanında hizalanarak tuzaklara girişecek denli düşük bir ahlâki perspektife sahip oluştur. Mesele paralel yolun yolcusunun paralel kumpasçıya dönüşmekte hiçbir sakınca görmemesidir. İşin komik tarafı ve asıl saflık da şu ki, vaktiyle kendisini 'tehlikeli olabilir' diye damdan atmış olanlar için de, tehlike artık somut olarak ve ayan beyan ortadadır. Fırsat bulunduğunda yapılacak ilk iş ise artık sadece damdan atmak değil, önce öldürüp sonra damdan atmak olacaktır. Herkes damdan düşebilir, o mühim değildir de; ahlâk ne olacaktır, arkanızdan 'iyi bilirdik mi' denecektir, işte orası muallâktır... Kaynak Yeni Şafak 04.02.2014
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|