|
![]() |
#1 |
![]() Eşarp modası ve Alman kadını
Medya Makale Salı, 13 Mayıs 2008 Sanki ruj pazarlıyorlar. Çilek kokulu, portakal kokulu eşarplar. İşportacılar tesettüre el atınca ortaya komik ve seviyesiz tesettür defileleri çıkmakta. Milli Gazete Köşe yazarı Mine Alpay Gün isyan etti. Eşarp modası ve Alman kadını Sanki ruj pazarlıyorlar. Çilek kokulu, portakal kokulu eşarplar. İşportacılar tesettüre el atınca ortaya komik ve seviyesiz tesettür defileleri çıkmakta. Örtü bir anda “dış giysi”, “ iç giysi” gibi algılanıp, kavramsal olarak içi boşaltılıp bir “ baş çamaşırı” gibi işportaya düşüyor: En naylonu, su geçirmezi, ütü istemeyeni, çikolata kokulu eşarp burada ilanları her geçen gün kültürel bağlamda yaşadığımız gerileme serüvenini biraz daha anlatmakta. Ucuz Çin mallarının istila ettiği çarşı pazarı bu kez içi boşaltılmış bir tesettür kavramı da işgal etmekte. Keşke, örtü siyasidir diyenler haklı çıksa idi. Keşke Türkiye kadınının pek çoğu İslamcı olduğu için taksa idi. Ya da samimi dindarlar ve günün modasına takılanlar ayrımına varabilse idi her meraklı göz. Oysa yok böyle bir şey. Filistinli başı örtülü gerilla Leyla Halid’in yurdunun özgürlük direnişine yaptığı katkıyı kim umursar ki buralarda. Hele okumayan, magazinle beslenen, arabesk dinleyen kızların başlarında limon kokulu eşarplarına uygun rujları gördükçe. Geçenlerde bir arkadaşım, “Ortalıktaki bu kadar lümpen örtülüye tahammül edemiyorum, eğer Allah’ın emri olmasa idi, şu örtüyü başımdan çıkarırım” dedi, hiç şaşırmadım. Gelecek nesillere örnek yine Anadolu kadınında. Erzurum’ un ihramını, Rize’nin keşanını, özgün Konya atkılı şalvarını bir kez daha saygı ile selamlıyorum. Çok uzaklara bile gitmeyin. Evrensel kadın örtüsünün ne olduğunu anlamak için Ayasofya’ya gidip mozaiklerde 1500 yıldır sizi hüzünle seyreden Hz. Meryem’ in tesettürüne bir bakın. Asaleti fark edin. Bugün kimilerinin işine gelmeyip “kara çarşaflı” diye burun büktüğü kıyafeti onurla taşımakta Meryemana. Son günlerde Hilmi Ziya Ülken’in bir kitabını okuyorum: İnsan Meddücezri serisinden “Yarım Adam”.1941 yılında basılmış nüshası elimdeki. Roman 1919 sonbaharı ile başlar. Almanya’dan dönen genç adama, yakın çevresindekiler sorular sorarlar. Romanın kahramanı soruyu soran kadının mübalağalı giyinişine bakar: “Kıyafetleri göze çarpacak kadar sadedir. O başkalarından çok kendi için giyinmeyi tercih eder. Bazı hanımlarımız gibi, onun başlı başına bir elbise derdi yoktur”. Fakat alayla karşılaşır: - Desenize, bu kadınlar süslenmesini bilmiyor. - Hayır! İyi ve güzel yaşayabilmek için, bu işleri en az üzücü hale getiriyorlar. - Bence kibar kadın, herhalde iyi giyinmesini bilmeli. - Şüphe yok! Kimseyi itham etmemek için, size yakınımdan bir misal getireyim: Akrabamdan birinde misafirdim. Bir kır eğlencesine hazırlanıyorduk. Ev sahibi hanımın yeni kostümleri henüz terziden gelmişti. Hanım, pembe çiçekli ince bir kumaştan yapılmış bu yazlık fantezi elbisenin kendine çok yakıştığından, oldukça neşeli ve mağrur görünüyordu. Hepimiz giyinmiş onu bekliyorduk. O bizden evvel başladığı halde, tam çıkacağımız sırada birden geri döndü; ayna karşısında hırçınlaşarak soyunmaya kalktı. Başörtü ve maşlahın bu renge uymadığı bahanesile eski esvaplarından birini giymek istedi. Fakat artık bir kere iş çileden çıkmıştı. Bütün dolap boşalarak, sinir buhranı içinde hepsi birer defa tecrübe edildi. Boş yere bu kadar üzüldüğünü bize göstermekten utandığı için, odasına kapanıp hüngür hüngür ağladığı, kocasile içeride adeta uzun ve harab edici münakaşalara girdiği şüphesiz misafirlerden kimsenin gözünden kaçmamıştı… Ama Alman kadını fikir kadınıdır… En basit bir aile de kızlarına tam insani kültür vermeye çalışıyor. Bulunduğum pansiyonun oda hizmetçisi lise mezunu bir kızdı. Bana Wagner’den bahsediyordu.” Bizde de hizmetçi değil, zenginlerin bile kitap okumadığı bir düzlemde artık başı açık ya da kapalı hep birlikte düşmüşüz bir kıyafet derdine, okumamaya yemin etmişiz. Kimi bluzuna uygun oje seçerken, kimi de eşarbına uygun ruj sürmekte; biraz daha birbirimize benzeyerek yaşayıp gidiyoruz işte. Alman kadını, Hilmi Ziya Ülken’in gördüğü yıllardan yaklaşık yüz yıl sonra hâlâ kafasını kaldırmadan kitap okuyor. İşte aramızdaki en büyük fark bu.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() cok guzel gercekten, buyuk bir sorunu anlatmis aslinda
Alman kadını, Hilmi Ziya Ülken’in gördüğü yıllardan yaklaşık yüz yıl sonra hâlâ kafasını kaldırmadan kitap okuyor. İşte aramızdaki en büyük fark bu. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() aslında düşünmek lazım hangisi daha müslüman
![]() müslüman'ı müslüman yapan; -dogruluk, -dürüstlük, -hak yememek, -ilim ögrenmek, -emanet'te emin olmak, -hoşgörü ... vs gibi vasıflarıdır.yoksa marka müslümanlığıyla insanlar ancak islam'a zarar verir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() bu yazıda bi genelleme yapılmış gibi ;)
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|