|
06-14-2008, 12:01 | #1 |
“Oh! Dünya Varmış!”
Geçen haftalarda okudunuz veya bir şekilde haberiniz oldu Reyhan Gürtuna ropörtajından… “Oh! Dünya Varmış!” başlığı ile yayınlanmıştı.
Aynı hafta AİHM, Sakarya’da din dersi öğretmenliği yapan iki tesettürlü hanımla ilgili kararını açıkladı. AİHM, “dini yaşama hürriyeti” olarak görmüyordu iki Müslüman kadının başörtülü halini. Birkaç gün sonra bizim Anayasa Mahkemesi’nin kararı çıkageldi. Her şey üst üste geliyordu. Aynı gün, sağ gözümdeki kılcal damarlar patladı. Hayatım uzun savunmalar ve itirazlar arasında geçiyor, kim bilir kaç yüzüncü basın toplantısındaydım ama bu sefer hayatımda ilk kez sol elimde engel olamadığım bir titreme başlamıştı, konuşurken elimdeki kağıtlara hakim olamayınca arkadaşım Kenan Alpay, kağıtları tutmama yardım etti. Yasaklarla, ithamlarla ve hayatı savunmayla geçen son 25 yılın içinde beni bu derecede rencide eden şey neydi? Anayasa Mahkemesi Yargıçları göz göre göre Anayasa'yı ihlâl ediyorlardı. Bir hukukçu olarak bundan sonrası bir “duvar” diye düşündüm. Çünkü hukuk, kendi koyduğu normatif kuralları bizzat kendisi çiğnemeye başlarsa artık hayatı değil, ölümü yapılandırmaya başlar. Buzul bir donmayı, ölü gibi kıpırtısızca durmayı, koygulu bir susmayı… Sade bir kişi olarak, insan teki olarak kime güvenecektik? Anayasa değişikliğini içeren 5735 sayılı kanun iptal edilmişti. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği 2. md. şuydu: “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” Aslında iptal edilen şey “TÜRBAN” değildi. “ÖĞRENİM HAKKI”ydı. Kimse buna dikkat etmedi, kimse bunu önemsemedi. Türbanlı kızlar değildi biçilenler, eğitimde eşitlik hakkıydı, fırsat eşitliğiydi, fırsatlara erişim hakkıydı iptal edilen… Tam bu arada okuyordum Reyhan Abla’nın ropörtajını, içim 25 yıllık hatıraları acımasız bir mikser gibi döndürüyordu. Reyhan Abla, başım örtülü değilken ve başımı örttüğüm ilk günden sonrasında da hep yanımda bulduğum, kendisini örnek aldığım büyük ablalardan birisiydi… Başörtüsünden vazgeçmiş olması değil, konuşmasındaki elitist, estetisyen vurgu ve dünyevi işaretler üzerinden şaşırtıcı dönüşü beni hayrete düşürmüştü… Sözgelimi onun fukara evlerindeki yiğit çalışmalarını yakınen bilen birisiyim. Kar yağdığı günler, dışarı çıkıp bacası tütmeyen evleri bir bir tesbit edip kapısını çalacaksınız talimatlarını yerine getiren kişilerden birisiyim. Şimdi nasıl oluyor da bu kadar açıkara bir mesafeyle konuşuyordu? Ona bir mektup yazdım. Lafı gevelemeyeceğim: Onu üzmek istiyordum. Sanıyorum bunu başardım da. Gerçek Hayat’ta yayımlanan mektubumdan sonra beni aradı. Beni yargılıyorsun Sibelcim dedi. Onu yargılıyor muydum cidden? Ben arkadaşımı istiyordum, çocukça bir şey belki ama bu… Bunu hâlâ düşünüyorum. Yani ona kızmamın sebebi örtüsünden vazgeçmiş olması mıydı, yoksa sınıflı seçkinciliğe dayanan dünyevileşmeyi had safhada okuduğum o konuşma metni miydi? Sanırım ikisi de. “Oh! Dünya Varmış!” demiş miydi mesela? Hayır! Bu söz asla Reyhan Hanım’a ait değildi. Bana, yazılı olarak verdiği mülâkat cevaplarını da yolladı. Yayınlanmış olanla, onun yazılı olarak verdiği cevaplar arasında dağlar kadar fark var… Kendisi bu konuda belki açıklama yapacaktır. Ama benden rica ettiği için mülâkatın aslı hakkında bir şey yazmayacağım… Hayat her yaşta büyütebiliyor insanı. Kimse büyüdüm, artık bitti demesin. Bugünler de geçecek. Kimse bu dünyada kalıcı değil. Maksat, bu kısa hayat aralığında huzurlu ve onurlu bir hayat sürebilmek, yoksa hiçbirimiz Ağrı Dağı kadar eski ve güçlü değiliz… Sibel ERASLAN Vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|