|
07-20-2008, 01:19 | #1 |
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
“Her gönülün ayrı ayrı gizli bir mihmanı var Karına eller erişmez bir azim ummanı var Kim nazar kılmak yaraşmaz bende-i Rahman’a kim Her kulun kalbinde bin gencine-i pinhanı var Kiminin zahirde dışı kara veli içi ak Kimi ak yüz meğer içinde büyük isyanı var Kimi dost ne olduğun bilmez heman suzdur Kiminin yarinin iydine bu can kurbanı var Kiminin taht-ı dilinde div ü şeytan eğleşir Kimi izzetle oturtmuş bir ulu sultanı var Sen yürü dildar yoluna sür Hulusi yüzünü Hiç onulmaz dertlerin ol yaride dermanı var” Gönül kelimesi Türkçemize hastır, hiçbir dünya dilinde tam karşılığı ve benzeri yoktur. Yürek, kalp ve benzeri kavramlara rastlarız diğer dillerde ama ‘gönül’e tesadüf edemeyiz. Burası sadece bedenin merkezi değil, aynı zamanda ruhun, giderek dünyanın ve alemlerin merkezidir. Yeryüzünde İlahi Merkez Kabe, insanda kalptir. İnsan (insan-ı hakiki, insan-ı kamil, Adem-i hakiki, insan-ı kadim) alemlerin kalbidir, merkezidir. Kalp de insanın merkezidir. Gönül’de kalbi de aşan bir kullanım alanı vardır. Oraya insanın maddi ve manevi varoluşunun tümü sığmakla kalmaz, Zat tecellisi de gerçekleşir. Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi, “Her gönülün ayrı ayrı gizli bir mihmanı var Karına eller erişmez bir azim ummanı var” derken, küçük alem olan insandaki manevi merkeze, gönle has gizli bir misafirin varolduğunu, söylüyor. Gönülde olup bitenlere, gönlün imkanlarına el yani kesb asla yetişemez. İnsana kemal, kendi çabasıyla değil, bu çabayı da aşan bir lütuf ve ihsanla gelir. Hiçbir kesb, lütfa yetişemez. Burada kurbiyyet-akrebiyyet meselesi de söz konusudur. Allah’a çaba ile yakınlaşmak, hakikate açık ve hazır hale gelmek mümkündür lakin hiçbir çaba, Allah’ın insanı Kendisine yakınlaştırması kadar yakınlaştıramaz. Herkesin gönlünün gizli bir konuğu (sevgilisi, sahibi) vardır. Bu, İbn Arabi’nin beyanı üzre, ‘neye talipsen o’sun’u da içermektedir. İnsanın gönlü ne ile doluysa o kadardır ve neyi dilerse o’dur. “Kim nazar kılmak yaraşmaz bende-i Rahman’a kim Her kulun kalbinde bin gencine-i pinhanı var” Birinci beyitle açılan sonsuz çığırda adım adım ilerliyor Hulusi Efendi. Rahman’ın kuluna nazar kılmak yakışmaz, zira her kulun kalbinde gizli bir hazine var. Görünüşe bakma, zahirde görünmez bu, dışa bakıp aldanma, her insanın gönlünde, ‘köle’ de olsa, O’nun kulu, O’nun kölesi olduğundan, O ise Gani-yi Mutlak olduğundan, sonsuz bir hazine gizlenmiştir. O halde mana batında, sır içerde, hakikat özdedir. Gencine kelimesi, bizim geleneksel irfani edebiyatımızın en çok kullanılan ıstılahlarından biridir. Alvarlı hazretleri bir nefesinde “Halidir ahval-i dilden hep kulub-u vahiye Sırr-ı Hakka ehl-i dil gencine-i pinhan olur” der. Hakk’ın sırrı, gönül ehlinin gizli hazinesidir. Bu sır olduğundan herkes bilemez ve göremez. Yüz gözüyle değil öz gözüyle, gönül gözüyle bilinir bu. Keza, bir başka hal ehli, Salih Baba, bir şiirinde, “Gönlünde tulu' etmeyicek şems-i hakikat Kalbindeki gencine-i Rahman ele girmez” der. Hakikat güneşi gönüle doğmazsa, kalpteki Rahmani hazine ele geçmez, belirmez ve ortaya çıkmaz. Derviş Osman ise, “Gencine-i İlâhe gönül mahzen olalı, Osman! Huda-yı aşk ile viran olanlarız” diyerek, Allah’ın hazinesi gönüle gireli, Osman, Allah aşkı ile viran olanlarız… Hulusi Efendi’nin de bir şiirinde, ‘viran olarak’ abad olmaktan söz edilir. Gönüldeki dünya yıkılmadan, ahiret mamur olamaz. Bir gönüle iki sevda sığmaz. “Kiminin zahirde dışı kara veli içi ak Kimi ak yüz meğer içinde büyük isyanı var” Nitekim sonraki bu beyit, bu manayı taçlandırır. Kiminin dışı siyah içi beyazdır. Kiminin yüzü beyazdır fakat içinde büyük isyanı vardır. Demek ki dışa bakarak iç anlaşılamaz. Çünkü Rahmani hazine gizlidir. Hakk, kimde tecelli etmiş, sırrını kime vermiş, hangi kulun kalbini teşrif edip onu bir saray haline getirmiş bilinmez. Bu, sırlanmaktır. İnsanların gözünden gizlenmek, gönül gözü açık olanlar dışında kimseye sırrını aşikar etmemektir. “Kimi dost ne olduğun bilmez heman suzdur Kiminin yarinin iydine bu can kurbanı var” Dost’u bilmek, O’nu tanımaktır. Buna irfan denir. Marifet, O’nu sıfat ve Esma’sından, giderek Zat’ından tanımaktır. Kamil’lerde Zat tecellisi olur. İrfan ve ilim O’nun Alim sıfatından gelir. Ebu’l-Hasan Harakani hazretleri, ümmi bir zattı, şöyle diyordu : ‘Bana Kendi ilminden verdi, bu yüzden kimseye minnet etmedim.” Hulusi Efendi bu beytinde, Dost’u bilmenin o derin ve zengin anlamını ima etmekte, O’nu tanıyanın, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ‘zindanda dahi olsa saraylarda’ olacağını, tanımayanın ise saraylarda da olsa zindada bulunacağını belirtmektedir. Suz kelimesi ile de, henüz pişmeden yanmak ve dolayısıyla yakmak kastedilmiş olabilir. Kimisi, Dost’u tanımaz, O’nu bilmez, O’na hakkıyla tevekkül etmez, yok olur…Kimisi ise nefsini kurban eder ve bu onun bayramıdır. İyd ve kurban ıstılahları Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi’nin şiirlerinde çokça geçer. Bu, geleneksel edebiyatımızda ve tasavvuf irfanında yer alan, nefsin kurban edilmesi, benliğin aradan kalkması, nefsin bir ayna haline gelmesi, O’nu göstermesi, sadece O’nu yansıtması ile ilgilidir. Kurban nefsin ölümüdür. Daha doğrusu, nefsin, kanını akıtarak, ‘ölmeden evvel ölmesi’, kendi benliğinde yok olup O’nun varlığında ebediyen diri kılınmasıdır. “Kiminin taht-ı dilinde div ü şeytan eğleşir Kimi izzetle oturtmuş bir ulu sultanı var” Sonraki beyitte bu mana daha da genişletilir ve derinleştirilir. Kiminin gönlünün tahtında dev (peri) ve şeytan eğleşir, kimisinin ise gönül tahtına oturmuş yüce bir Sultan’ı vardır. Gönül madem O’nun evidird, beytullahtır, insandaki manevi merkezdir. O halde tahtında o Yüce Sultan oturmalıdır. Oysa insanların bazısının gönlünün tahtında şeytanlar, cinler ve şerirler oturmakta, fesat ve fücur bulunmakta, günah ve isyan egemen olmaktadır. Div kelimesi, Divan edebiyatı’ndaki Div’le de ilgilidir. Div ve peri aynı zamanda İlahi Vahy’e karşılır, mitolojik bir alanı da ima eder gibidir. Modern kültür, Eliade’nin dediği gibi mitolojik bir çöpyığını üretmiş ve insanların bilinçaltı mitik bir çöpyığınına dönüşmüştür. Vahiy çekilmiş, yerini çerçöp, şeytan ve cin almıştır. Kuvvetli olmayan bir hadiste, ‘şairler cin köpekleridir’ buyrulur. Rivayeti güçlü olmasa da anlamı itibariyle, bazı şairlerin, Şuara suresine uygun biçimde varlığın negatif kutbunu temsil etmeleri söz konusu edilmektedir burada. Dolayısıyla Vahy’in sustuğu yerde nefis ve şeytan konuşur. Beytullah olan gönülde Sahibi oturmazsa hiç şüphesiz orası bir mezbeleye dönüşecek, bir viranede cin ve periler nasıl barınıyorsa, orada da dev ve şeytanlar oturacaktır. Osman Hulusi Efendi, bu irşad edici nefesini şu beyitle bitirir : “Sen yürü dildar yoluna sür Hulusi yüzünü Hiç onulmaz dertlerin ol yaride dermanı var” Hulusi, sen yürü git, yüzünü o gönül alan, gönül süsleyen, gönül bağışlayan, gönül sahibi olan, gönüllerin Sultanı olan’ın yoluna sür…İyileşmesi imkansız sanılan bütün dertlerin dermanı O’ndadır. O, tek sığınaktır, Şafi O’dur, fiziksel ve manevi varlığı iyileştiren, kalbi güzelleştiren, insanı kemale erdiren, Kendisine layık ve ehil bir hale getiren, bir tecellisi ile bütün varlığı ışıtan, varlığın vücudu Kendisine bağlı olan O’dur…Yoluna yüz sürülecek tek Varlık O’dur. O’nun dergahının eşiğinden başka gidilecek bir yer yoktur. SADIK YALSIZUÇANLAR
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-20-2008, 01:21 | #2 | ||
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
Alıntı:
Alıntı:
|
|||
07-20-2008, 02:03 | #3 |
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
Canım ne güzel bir paylaşım..Allah razı olsun..Hep uğra bu bölüme olar mı..? :D (+) :
|
|
07-20-2008, 02:07 | #4 |
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
Sus sen hiç konuşma > .Fikrimi çalmışsın zaten .
Madem bölümü açtırdın çekeceğin var. :-X Ben uğrarırım uğramasına da sen de okuayacaksın .Anlaştık mı bacım ? :-X |
|
07-20-2008, 02:08 | #5 |
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
Olar canım..
|
|
07-20-2008, 02:15 | #6 |
-Onulmaz Dertlerin Dermanı -
Ben de takip etmeye ve faydalanmaya çalışıyorum .Teşekkürler okuduğunuz için Yalçın Abi
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|