|
12-30-2008, 20:16 | #1 |
Ölümsüzlüğünün 18. yıldönümünde Gönenli Mehmed Efendi || Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
Bir zaman dilimi düşünün ki, minarelerden “Ezan-ı Muhammedi” indirilmiş, yerine “Tanrı uludur” çığlıkları atılmaya başlanmıştır…
Bir zaman dilimi düşününüz ki, önce devletin pusulası Batı’ya ayarlanmış, sonra millet Batılılaşmaya zorlanmıştır… Bir zaman dilimi düşününüz ki, millet yiyecek ekmek bulamamakta iken devlet sözde “halkevleri” açmakta, sözde halkevlerinde, aç köylülere kadın elinin nasıl sıkılacağı, kadınla karşılaşıldığında nasıl şapka çıkarılıp selamlanacağı, hangi kadehle rakı, hangi kadehle viski içileceği öğretilmektedir… Bir zaman dilimi düşününüz ki, camiler ya kapatılıp satılmakta, ya da başka amaçlar için kullanılmak üzere kiralanmaktadır… Bir zaman dilimi düşününüz ki yürekler dağlanmakta, fukaralıktan, kıtlıktan, yokluktan milletin anası ağlamaktadır… Bir zaman dilimi düşününüz ki, din eğitimi veren tüm okullar, tüm kurslar kapatılmış, zaman içinde Türkiye, cenaze kaldıracak imam bulmakta dahi zorlanmaya başlamıştır… Kısacası o zaman diliminde ezan yasak, hac yasak, din eğitimi yasak, hafızlık yasak, ilmihal satmak yasak, Türk sanat müziği çalmak yasak, Selçuklu-Osmanlı tarihi okutmak yasaktır! Gönenli Mehmed Efendi işte böyle bir zaman diliminde hizmetine başladı. Kendini inançlarının hizmetine adadı. Sürülme-süründürülme pahasına yasaklara meydan okuyarak, Anadolu’nun fakir çocuklarının Kur’an öğrenmelerini sağladı. İhtiyaçlarına kefil oldu. Böylece Kur’an eğitiminin kesilmesini engelledi. İşte bu duruşuyla “Hoca”lık sınırlarını aşıp tam manasıyla bir “Yürek Adam”a dönüştü. Yeteri kadar emek veren herkes, her şey olabilir, ancak kolay kolay kimse “Yürek Adam” olamaz! “Yürek Adam” olmak için, öncelikle kocaman bir yürek lâzım… Engin imana dayalı derin bir “vecd”, yüksek ahlâk, sınırsız idrak, geniş ihata, sonsuz “infak” duygusu, beklentisiz fedakârlık, fazilet, feraset ve kuşatıcı bir “uhuvvet” anlayışı lâzım… 02 Ocak 1991’de kaybettiğimiz Gönenli Mehmed Efendi’de bunlar fazlasıyla vardı. “İnsanlara iyilik yaptınız mı yanından hemen kaçın” derdi, “kaçın ki, utanmasınlar; teşekkür etmeye vakit bulamasınlar.” Böyle sözleri sadece başkaları için yaşayabilenler söyleyebilir! Bazen bir cümle bir dünyadır: İnsanı tam da yüreğinden yakalar ve kitaplar dolusu sözün yapamayacağı izahları yapar… Ve her cümle, söyleyeni ele verir: Duruşu hakkında fikir edinirsiniz. İnandığı ve anlattığı gibi yaşar, maddiyata hiç önem vermezdi. Evine gidenler, salonunun birkaç kilim, birkaç divanla döşeli olduğunu, tavanından çıplak ampuller sarktığını görüp şaşırırlar, sonra da Gönenli Mehmed Efendi’nin evinde gördüklerini hayretler içinde anlatırlardı. Bu yüzdendir ki, başka “Hoca”ların sözü, bir kulağımızdan girip bir kulağımızdan çıkarken, neden Mehmed Efendi’nin her sözünün yüreğimize kök saldığını ancak şimdi anlayabiliyorum… Çünkü o “Yüreğiyle Konuşan Adam”dı. Yüreğiyle konuşan Hoca’yı, cemaat, yüreğiyle dinler, böylece yürekten yüreğe köklü bir buluşma gerçekleşirdi… Bu sayede insan camie, namaza, ibadete ısınır, hoşgörünün anlamını kavrardı. Hocaefendi, aynı zamanda, bizim o gençlik yıllarının hızına sığdıramayacağımız kadar hoşgörülüydü. Ne cemaatini küstürecek bir şey söylerdi, ne turistleri. Ona baktığınızda size değer verdiğini, hatta sizi sevdiğini anlardınız. Hayatımda isteyerek ve severek öptüğüm nadir ellerden biri onun elidir… “Berhudar ol evlâdım” deyişi de hep yüreğimdedir, çünkü hiç kimse bana onun kadar içten “Berhudar ol” dememiştir; onun gibi, hiç kimse yanaklarımdan kelimelerle öpmemiştir. O adıyla, sanıyla “Gönenli Mehmed Efendi” idi işte, başka söze ne hacet! “Gönenli Mehmed Efendi” demek, ezansız dünyada dinin temel kaynağını (Kur’an’ı) hafızaların yanı sıra kalplere ve beyinlere de nakşetmek için, hayata meydan okumak demekti… “Gönenli Mehmed Efendi” demek, sevgi ve hoşgörü eksenli bir din anlayışını vicdanlara yerleştirmeye çalışmak demekti… “Gönenli Mehmed Efendi” demek, “Sevdiriniz, müjdeleyiniz” hükümlerinin insana ulaşması ve gülümseyen gerçek İslâm'ın yüreklerde tutuşması demekti. Va’zını gülümseyerek yapar, hutbesini gülümseyerek okurdu… Müjdelemekten bıkmazdı. Diyelim ki mevsim kış hava soğuktur. Derdi ki: “Siz bu soğukta abdest alıp cuma namazına geldiniz ya, cehennem artık size haramdır!” Mevsim yaz, hava sıcaksa, şöyle söylerdi: “Bu sıcakta, üstelik de turizm mevsiminde dükkânlarınızı kapatıp Allah’ın evine geldiniz, Allah’ın divanına durdunuz, O'nu memnun ettiniz, bu yüzden Allah sizi affedecektir. İnşallah hepimiz mağfuruz.” Camiden dağılanların yüzü güler, bir sevinç ve mutluluk içinde bir birlerini tebrik ederlerdi. İşte bu duruşu sebebiyle Cuma namazları için hep Sultan Ahmed Camii’ni tercih ederdim. Diğer imamlar, siyaset dünyasının kolaycı çözümlerine kapılmış, propaganda kokan vaazlar verip hutbeler okurken, “Gönenli Mehmed Efendi” sevgi kokulu konuşmalar yapardı. Bu da benim çok hoşuma giderdi… *** Yasaklar, baskılar, baskınlar, tuzaklar, kelepçeler umurunda olmadı… Gizli gizli talebe okutur, üstelik hem barındırır, hem giydirir, hem doyururdu. Bediüzzaman gibi bir derya kalkıp camiine gitmiş, birlikte namaz kılmışlardı. Kur’an’ın hem lâfzına, hem de içeriğine yönelik saldırıların hükümferma olduğu bir devirde “Kur’an hizmeti” yapmak, ateşten gömleği giymeye talip olmaktı: Gönenli Mehmed Efendi ateşten gömleği giymiş, mükâfatını “İlâhî takdir”e havale edip yanmayı göze almıştı. Ölümsüzlüğünün 18. yıldönümünde rahmet, minnet ve hasretle anıyoruz. Vakıf yüreğini, İlim ve Hizmet Vakfı ismi altında ebedileştiren sevenlerine binler teşekkür. Yolları açık olsun.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|