|
![]() |
#1 |
![]() ![]() Tarık Ali Altı ay boyunca planlanan ve kusursuz bir zamanlamayla uygulanan Gazze saldırısının amacı, büyük oranda yaklaşan İsrail seçimlerinde iktidardaki partilerin zaferine yardımcı olmaktı. Ölü Filistinliler, İsrail'deki sağ ile aşırı sağ arasındaki pervasız rekabetteki birer seçim yeminden ibaret. ABD ve AB'deki müttefikleri, aynı 2006'da Lübnan'da olduğu gibi, Gazze'ye saldırı düzenleneceğini gayet iyi biliyordu ve oturup seyrettiler. ABD her zamanki gibi Hamas yanlısı Filistinlileri suçluyor; Obama ve Bush aynı AIPAC (ABD'deki en büyük Yahudi kuruluşu) marşını söylüyorlar. Askeri yığınağı, Gazze'nin maruz bırakıldığı kuşatmayı ve kolektif cezalandırmayı, sivillerin hedef alınmasını vb. seyreden AB siyasetçileri, İsrail'i 'tahrik edenin' roket saldırıları olduğundan emindiler, fakat her iki tarafa da zerre kadar etkisi olmayacak şiddeti durdurma çağrısı yaptılar. Mısır'daki küflenmiş Mübarek diktatörlüğü ve NATO'nun Ankara'daki gözde İslamcıları, İsrail'den büyükelçilerini çağırıp sembolik bir protestoda bile bulunmadı. Çin ve Rusya BM Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırmadılar. Oslo Anlaşmaları getto yarattı Resmi kayıtsızlıkla karşılanan bu son saldırının bir sonucu, dünyanın dört bir köşesindeki Müslüman topluluklarının infiale kapılması ve tam da Batı'nın 'terörle savaşta' çatıştığını iddia ettiği örgütlerin saflarını doldurması olacak. Gazze'deki kan banyosu, her iki taraf için de daha geniş stratejik soruları, yakın tarihle alakalı meseleleri gündeme getiriyor. Anlaşılması gereken olgulardan biri, ortada Filistin Yönetimi falan olmadığı. Hiçbir zaman da olmadı. Oslo Anlaşmaları Filistinliler için tam manasıyla bir felaketti; eli sopalı bir gücün daimi gözetimi altında bir dizi bağlantısız ve aciz getto yarattı. Vaktiyle Filistinlilerin umut kaynağı olan FKÖ, adeta AB parası için yalvaran bir dilenci haline geldi. Kendi politikalarına karşı çıkanlar iktidara seçildiğinde Batı'nın demokrasi hevesi kaçıverir. Batı ve İsrail Fetih'in zaferini garantilemek için her yolu denedi: Filistinli seçmenler 'uluslararası toplumun' hep bir ağızdan savurduğu tehditleri ve önerdiği rüşvetleri (Hamas üyeleriyle diğer muhaliflerin İsrail güvenlik güçleri tarafından sürekli tutuklanıp saldırıya uğradığı, posterlerine el konulup yok edilmediği, ABD ve AB paralarının Fetih'in seçim çalışmalarına akıtıldığı ve ABD Kongre üyelerinin durmadan Hamas'a iktidar izni verilmemesi gerektiğini beyan ettiği bir kampanya yürütüldü) elinin tersiyle itti. Seçimin zamanlaması bile, sonucu hileyle değiştirme kararlılığıyla belirlendi. 2005 yazına konan seçimler, Abbas'a Gazze'de para dağıtmak için zaman kazandırmak üzere Ocak 2006'ya dek ertelendi - Mısırlı bir istihbarat yetkilisinin sözleriyle: “Kamuoyu ocak ayına gelindiğinde Hamas'a karşı Filistin Yönetimi'ni destekleyecek.” Halkın, Fetih'in yolsuzluk, yıldırma ve boş yaygaralarla geçen 10 yılının ardından taze bir başlangıç arzusunun bütün bunlardan daha güçlü olduğu görüldü. Hamas'ın seçim zaferine Atlantik dünyasının her köşesindeki muktedirler ve gazeteciler tarafından, yükselen köktendinciliğin meşum bir işareti ve İsrail'le barış umutlarına vurulan korkutucu bir darbe muamelesi yapıldı. Sandıkta yendiği partiyle aynı politikaları kabul etmeye zorlamak için derhal mali ve diplomatik baskılar uygulandı. Filistin Yönetimi'nin açgözlülüğü ve bağımlılığına, uşak ruhlu sözcülerininin ve polislerinin kendi keselerini doldurmasına ve halka daha fazla sömürü ve acıdan başka bir şey getirmeyen bir 'barış süreci'ndeki uysallığına prim vermeyen Hamas, basit bir örnek üzerinden alternatif öneriyordu. Hasmının kaynaklarının hiçbirine sahip değilken, yoksullar için klinikler, okullar, hastaneler, meslek eğitim kurumları ve sosyal yardımlaşma ağları kuruyordu. Lider kadroları, sıradan insanlarla yan yana, mütevazı hayatlar sürüyordu. Hamas Kuran'la oy almadı Hamas'ın bu kadar geniş destek bulmasını, her gün Kuran ayetlerini tekrarlaması değil, günlük ihtiyaçlara verdiği bu karşılıktı. İkinci İntifada'daki tavrının ona kazandırdığı ilave itibarın derecesini tespit etmekse o kadar kolay değil. Fetih'in El Aksa Şehitleri Tugayı veya İslami Cihad gibi Hamas da İsrail'e silahlı saldırılar düzenledi; bu tür eylemlerden çok daha fazla can alan bir işgale karşı misillemelerdi bunlar. İsrail güvenlik güçlerinin ölümle sonuçlanan saldırılarıyla kıyaslandığında Filistin saldırıları çok daha nadirdi. Hamas'ın Haziran 2003'te başlayan ve yaz boyu sürdürdüğü tek taraflı ateşkesi sırasında asimetri çarpıcı biçimde gözler önüne serildi; bu süreçte İsrail'in kitlesel tutuklama (Batı Şeria'da 300'e yakın Hamas üyesi götürüldü) furyasına karşın ateşkesi bozmadı. 19 Ağustos 2003'te El Halil'de 'Hamas'a bağlı olduğunu öne süren, fakat resmi liderlerin kınadığı bir hücre, Batı Kudüs'te bir otobüsü havaya uçurdu; İsrail Hamas'ın ateşkes müzakerecisi İsmail Ebu Şanab'ı öldürerek misilleme yaptı. Hamas karşılık verdi. Bunun karşısındaysa Filistin Yönetimi ve Arap devletleri Hamas'ın yardım kuruluşlarına parayı kesti ve Eylül 2003'te, AB Tel Aviv'in talebine uygun biçimde, bütün Hamas hareketini terör örgütü ilan etti. Filistin milliyetçiliği yenilenmeli Hamas'ı umutsuzca eşitsiz bir savaşta asıl öne çıkaran şey, rekabet halindeki çeşitli grupların başvurduğu gibi intihar bombacılarını göndermesi değil, üstün disiplini - bu disiplin, İsrail'e karşı tek başına ilan ettiği ateşkesi geçen yıl boyu sürdürme yeteneğinde de görüldü. Bütün sivil ölümler kınanmalı, fakat bu ölümlerin başlıca sorumlusu İsrail olduğu için, Avro-Amerikan ikiyüzlülüğü, kimin ne mal olduğunu teşhir etmekten başka işe yaramıyor. Cinayetlerin ezici bölümünden sorumlu olan taraf, modern tarihin en uzun silahlı zulmü çerçevesinde jetlerle, tanklarla ve füzelerle postallarını Filistin'e acımasızca bastıran İsrail ordusudur. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Şlomo Gazit, 1993'te “45 yıldır işgal altındaki bir halkın, işgalci güce karşı isyanını kimse inkâr edemez veya kınayamaz” demişti. AB ve ABD'nin Hamas'a dair asıl şikâyetleri, Hamas'ın Oslo Anlaşmaları'nın şartlı teslimiyetini reddetmesi ve sonrasında Taba'dan Cenevre'ye kadar, bu teslimiyetin felaketlerini Filistinlilere yutturma yönündeki çabalara itirazından kaynaklanıyor. Batı'nın o zamandan beri önceliği bu direnişi kırmak oldu. Filistin Yönetimi'nin fonlarını kesmek, Hamas'a boyun eğdirmek için kullanılan aleni bir silah. Abbas'ın yetkilerini yasama konseyinin pahasına artırmak da bir başka silah (Kâbil'deki Karzai gibi Abbas da bu göreve Washington tarafından seçildi). Seçilmiş Filistin liderliğiyle müzakere etmek için hiçbir ciddi çaba gösterilmedi. Hamas'ın Batı ve İsrail çıkarlarına çabucak kandırılıp kandırılamayacağı konusunda kuşkuluyum, fakat kanarsa bu sürpriz olmayacaktır. Hamas'ın programatik mirası, Filistin milliyetçiliğinin en ölümcül zayıflıklarının esiri olmayı sürdürüyor: Önündeki siyasi tercihlerin ya İsrail'in varlığını tamamen reddetmek ya da ülkenin beşte birinin paramparça edilmiş kalıntılarını kabul etmekten ibaret olduğu inancıdır bu. Birincisinin hayali azamiciliğinden, ikincisinin acıklı asgariciliğine giden yol, Fetih tarihinin de gösterdiği gibi, son derece kısadır. 'Sizin yaptığınızı yapacağız...” Hamas için sınav, Batı'nın fikirleri doğrultusunda ehlileştirilip ehlileştirilemeyeceği değil, bu sakat gelenekle bağını kopartıp kopartamayacağıdır. Hamas'ın Gazze'deki seçim zaferinden kısa süre sonra bir Filistinli bana onların yerinde olsam ne yapacağımı sordu. “Filistin Yönetimi'ni lağvedin” diye yanıtladım ve hayalciliği bırakın. Böyle yapmak, ülkenin ve kaynaklarının eşit nüfus sayısıyla orantılı olarak eşit bölünmesi talebiyle birlikte, Filistin ulusal davasını doğru temeline oturtacaktır - bu oran yüzde 80'e yüzde 20'iyse, kendine saygısı olan hiçbir insanın uzun vadede boyun eğmeyeceği kadar vahim bir adaletsizlik var demektir. Kabul edilebilir tek alternatif, Yahudiler ve Filistinliler için, Siyonizm'in zorla dayattığı haksızlıkların telafi edildiği tek bir devlettir. Başka bir yol yoktur. Ve belki İsrail vatandaşları, Sheakespeare'den alınma şu satırlar üzerine kafa yorarlar; Venedik Taciri'nden aldığım bu bölümü biraz değiştirdim: “Ben bir Filistinli'yim. Gözlerim Filistin gözleri değil mi? Ellerim, organlarım, boyum posum, hislerim, sevgilerim, tutkularım Filistinli değil mi? Aynı bir Yahudi gibi ben de aynı gıdayla beslenip, aynı silahla yaralanıp, aynı hastalıklara yakalanıp, aynı ilaçlarla sağalıp, aynı kış ve yazla üşüdüm ve terlemedim mi? Bizi vurursanız, kanamaz mıyız? Bizi gıdıklarsanız, gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz, ölmez miyiz? Ve bizi aldatırsanız, intikam almayacak mıyız? Eğer biz siz geri kalanlara benziyorsak, sizin yaptığınızı yapacağız.. bize öğrettiğiniz vahşeti ben de yapacağım; ve zor olacak, ama gidişatı düzelteceğim.” (The Guardian, 30 Aralık 2008) Radikal
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|