|
09-23-2007, 15:29 | #1 |
ADİLCEVAZ'IN SİMGE İSİMLERİ:Muzaffer Süphandağı (Bego)
Bahsedeceğimiz insan Adilcevaz’da daha çok “Bego” olarak tanınan Kör Hüseyin Paşa’nın torunlarından Muzaffer Süphandağı. Muzaffer beyin hayatından da göreceğiz ki eski büyüklerimiz öyle tek kişilikli, tek yönlü bir hayat yaşamıyorlardı. Hayatın bütününe yönelik bir arzu ve istekleri vardı onların. Bu istekte onları manen büyütüyor, karakter sahibi yaparak güvenilir insanlar arasına sokuyordu.
Yetim ve Sürgün 1924 yılında Adilcevaz’da dünyaya gelen Muzaffer Bey, üç yaşında babasını kaybetmiştir. Bu olaydan birkaç yıl sonra doğudan Konya’ya sürgüne gönderilen büyük ailenin fertleri içersinde o da vardır. Bu yüzden Konya’nın Muzaffer bey nezdinde çok ciddi bir yeri vardır. Babasızlığın verdiği bütün bir hayatı boyu iliklerine kadar hisseden Muzaffer bey yetimlere karşı gösterdiği hassasiyetiyle bunu hissettirirdi. Goceriliydi Hiç şüphesiz ondan bahsederken eski ismi Koçeri, (Adilcevazlıların deyimiyle Goceri) yeni ismiyle Erikbağı Köyü’nden bahsetmemek olmaz. Goceri, Adilcevaz’a 12-13 km uzaklıkta Van Gölü’nün en güzel kıyılarına sahip belki de bölgenin en yeşil köylerinden birisidir. Sırtını tamda Süphandağı’na veren bu köy Adilcevaz’a kültürel anlamda en yakın köylerimizden birisidir. Bu yüzden son dönemlerde oluyor mu bilmem ama büyüklerimizin anlattıklarına göre 1950’lerden bu yana Adilcevaz ve Goceri arasında futbol maçları yapılıyormuş. İşte Muzaffer bey bu köyde başlattığı esnaflık hayatına daha sonra 1970’lerden sonra Berber Emin Keserci ile ortaklık yaparak Adilcevaz’da devam etmiştir. Çok uzun yıllar en ufak bir sorun yaşamadan yapılan bu ortaklıktan sonra iki dost olarak ayrı dükkanlarda devam etmişler. Hiç fasılasız tam 20 yıl sabah namazından sonra yatmayan Muzaffer bey yaz kış erkenden köy ile asfalt arasını yürüyerek gelip, oradan nasibine ilk gelen vasıtaya binip, bazen durumuna göre 3-5 saat soğukta araba bekleyip çoğu zamanda işine Adilcevazlı yerli esnaflardan çok daha erken saatte gelmeyi başarmış bir esnaftır. Motoruylada ünlendi Bu geliş gidişle canına tak etmiş olacak ki gençliğine özenerek Rus yapımı oldukça büyük bir “İji” Marka motor alan Muzaffer bey, bununla bütün Adilcevaz’ın diline dolanmıştır. Çünkü onu motorla trafikte gören herkes kenara çekilip yol vermek zorunda kalıyormuş. Bazen de çok dalgın olduğundan düz asfaltta giderken birden kendisini buğday tarlasında buluyormuş. Yine gün içersinde akşama kadar kumaş ölçen Muzaffer bey motor sürerken iki elini birden açarak kumaş ölçmeye çalışırken kendisini asfaltın üzerinde buluyormuş. Köy yolundan asfalta çıkarken çoğu zaman sağ ve sola bakmayı unutan Muzaffer bey yine birkaç kere Erciş İtimat otobüslerine oldukça zor anlar yaşatınca dostları ve sevenlerinin zoruyla birkaç ciddi kaza atlattıktan sonra motoru satmak zorunda kalmıştır. Bazen yolların kardan kapalı olduğu durumlarda araçların tek ağaca kadar ancak getirebildiği Muzaffer Bey, oradan köye yayan yürür ve peşine takılan Kurtlardan kaç bin defa “Ayetel Kürsi” okuyarak kurtulduğunu anlatırdı. Misafirperverdi Ev ve iş yerini bir okul olarak kullanan Muzaffer beyin evi, bu vesile ile köye gelen bütün öğretmen ve İmamların en uğrak mekanlarından biri olurdu. Şehir dışından Van, Bitlis, Ankara, İstanbul’dan da kendisine tanıdık eş ve dostları, dava arkadaşları tarafından sık sık ziyaret edilen Muzaffer Bey, gelen bu misafirleriyle önce Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Şehid edilen Rahmetli Nevruz ağabeyin kabrini ziyaret eder, ardından da mevsimin durumuna göre ya bir piknik, ya da evde yapılan bir ziyafetin ardından yola koyarak uğurlardı. Öğlen ve ikindi namazlarını şehirde ve sabah, akşam ve yatsı namazlarını da köyde camide cemaatle kılmaya azami gayret gösteriyordu. Muzaffer Bey özellikle köyde kaldığı zamanlarda, akşam ve yatsı namazlarından sonra Erik Bağı köyünde on beş yıl imamlık yapmış Fahrettin Kandemir, ve köyün eski muhtarlarından, Hacı Tahir Öztürkçü ve o an camide bulunan kim varsa hep birlikte bir evde toplanıp Kuran-ı Kerim ve mealini okumayı bir gelenek haline getirmişlerdir. Goceriden göç 1990 yılında biraz da yaşlılığın verdiği yorgunluk ile Adilcevaz’a taşınan Muzaffer bey Alacaatlı Mahallesinde yerleşerek bu geleneğini Burhaniye Camii Cemaatiyle, daha çok en yakın komşusu ve dostu Bahattin Bilici ile birlikte devam etmeye çalışmıştır. Buradayken de özellikle sabah namazları, bazen de akşam ve yatsı namazlarının ezanlarını cami operlosundan okur, cami cemaatine imamlık yaparak şen şakrak bir edayla evin yolunu tutardı. Müderris Muzaffer Bey Dilinin asla boş durmayarak, mutlaka zikri ilahi ile meşgul olduğuna onu tanıyan herkesin şahit olduğu Muzaffer Beyin (Özellikle bin bir İsmi Azam Duasını) okuyarak köyde ektiği ve neredeyse bütün köyün istifade ettiği meşhur bostanını da unutmamak gerekiyor. Muzaffer beyin dükkanı da bir okul gibidir. Onun dükkanına giren herkes çoğu zaman bir grup insanın ayakta, oturarak okunan kuranı, kitabı huşu ile dinler vaziyette bulurdu. Bu durumda asla satış yapmayan, kafasını daldırdığı kitabından arada bir gözünü kaldırıp müşterisine bakan Muzaffer bey ona lisanı haliyle “almak istiyorsan beklemek zorundasın, şimdi ders zamanı” diyerek meramını anlatıyordu. Tabi onu tanıyanlara asla yabancı gelmeyen bu durum dışardan şehre ilk gelenler tarafından zaman zaman yadırganıyordu. Farlı bir esnaftı Adilcevaza dışardan gelen bir çok insanın ilk uğrak yeri Süphan Ticaretti. Zira Süphan Ticaret Muzaffer beyin iş yerinin ismiydi. Suphan Ticaret Adilcevazın bilinen dümdüz çarşısının Hükümet konağına yakın yukarı tarafındaydı. Dükkan sahibi Hacı Dursun Baykardı. Türkiye’nin birçok yerinden Adilcevaz’da bir referans adres olarak kullanılan Suphan Ticaret bu vesile ile bir çok kıymetli, değerli ve tanınmış insanlar misafir etme şerefine de nail olmuştur. Muzaffer beyin dükkanında yok yoktu. Ve bu onu çok memnun ederdi. Dükkandan bir şey sorulupda yok cevbı verdiği her şeyi anında listesine yazardı. Bu liste onun Antebe gittiğinde alacağı ilk şeyler listesiydi. Ve o alınan şeyler belki üç beş ay sonra bir daha sorulmaz ve muzaffer beyde buna sinirlenerek “Soruyorlar yok diyorum olmuyor, alıp getiriyorum bu seferde sormuyorlar” diyerek tepkisini dile getiriyordu. Muzaffer beyin iş yerine artık siz dükkan mı dersiniz, bakkal mı dersiniz, manifaturacı mı, zücaciyeci mi, konfeksiyon mağazası mı, ayakkabıcımı, demir plastik kab kacak dükkanımı ne derseniz deyin her şeydi. Ve alabildiğine karışıktı, kendisinden habersiz dükkanı kazara Allah korusun düzelten olursa çok kızardı. Çünkü her daim dükkanda kendisi olduğu için eşyaların yerleri santim santim bilirdi. Onlardan biri bir santim yer değiştirince yok der işin içinde çıkardı. Çelik kasası olduğu halde Muzaffer Bey parasını genelde manifatura topları arasında saklardı. Bu yüzden dükkanda gezerken, ya da eşyasını bir rafa koymaya çalışırken, yada kendisi basma topunu indirip kumaş ölçmeye çalışırken saklayıp unuttuğu paralara kendisinin de müşterilerinin de rastladığı çok olurdu. Muhabbet İnsanıydı Hiçbir arkadaşı takılmadan geçmez, oda bunlara mukabele ederek karşılık verirdi. Bir kere her selam verdiğinde “Yetim hoş geldin” dediği kendisi gibi yetim olan bir sürü arkadaşı vadı. Bu şakalaşma ve takılma o kadar güzel bir uslup ve edep sınırları içersinde yapılırdı ki insan bu insanları izlerken, dinlerken bile zevk alırdı. Mal verdiği sevdiği insanlara (gidesen gelmeyesen anlamında) “Heri neyi bıra” derdi de hiç ama hiç kimse bu lafa asla takılmaz, güler geçerdi. Bazen de kendisine takılanlan “Seni bana kurban olasan” derdi. Lakabı halk arasında “ede” olarak da bilinen Muzaffer bey yine kendisine takılarak ne zaman ölecen sorusunu soranlara “Hepinizi kuylayacam” derdi. En çok kullandığı ifadelerden biri de onu yakından tanıyanların asla unutmayacakları “Yolu Yok” ibaresiydi. Veresiye defteri sürekli dolu olan, bunun yanında ayrıca ismine “Gidecem Gelecem” adını koyduğu özel kısa vadeli bir veresiye defteri de olan Muzaffer bey çoğu zaman verdiği malzemeleri tek tek yazar ama kime verdiğini yazmadığı için her listede en az “Sarı çizmeli memed ağa” ismine borç yazardı. Artık o sarı çizmeli memed ağanın insafına kalmıştı, getirip verirse bu neyin borcu diye adamı küçük bir sınavdan geçirir, ardından da parasını alır ve olayı “Vala unutmuştum, getirmesen istemeyecektim” diye güle güle olayı keyifle anlatırdı. Birkaç kez veresiye veripte ödemeden aşırı bir gecikme yaşanınca artık o insanı mimler ve “eliyle cebinin arası altı ay” diye nitelerdi. Bu insanlardan birkaç tanesi vardı, eşlerinin listeleyip çocuklarıyla gönderdiği bütün malzemeyi verir ama beyleri ne kadar ısrar ederse etsinler “yolu yok, beyhude uğraşma” derdi. Dükkana gelen herkes aynı zamanda kendi eşyasını kendisi alma özgürlüğüne de sahipti. Muzaffer bey sadece yerinde oturur ve işaret ederdi. Yani o bu özelliğiyle günümüzde büyük şehirlerdeki modern marketlerde raflarda hazır, müşterinin kendisinin beğenip seçerek aldığı sisteminde kurucusuydu! Onunla yolculuk etmek büyük bir zevkti Ortalama iki ayda bir mutlaka Gaziantep’e, İstanbul’a mal almaya giden Muzaffer beyin bu yolculukları arkadaşlarının anlattığına göre çok neşeli geçermiş. Muzaffer bey dondurmaya çok severdi. Onun Gaziantep’te dondurma yediğini anlatan esnaf arkadaşlarından Fikret Sayıcı: “Öyle bir yiyiş vardı ki dondurmacı gözlerine inanmıyor, biz de gülmekten yerlere yıkılıyorduk” şeklinde anlatıyor. Bir çoğunun rahmetli olduğu ilk dönem mal almaya gittiği arkadaşlarını en azından şimdilik öğrenemedik ama onun son dönemlerde “Emin Keserci, Enis Öztürkçü, Fikret Sayıcı, İsmail Taş, Hakim Zorer, Şemsettin Boz, Emin Baloğlu, Murat Günay” esnaflarla mal almaya gittiğini biliyoruz. Zakir Muzaffer Bey 50 yıla yakın esnaflık hayatında öğle yemeklerini asla yemeyen, yediği zaman rahatsız olan Muzaffer beyin sabah kahvaltısı sabah namazından sonra, akşam yemeği de akşam namazından sonra olurdu. Ve enteresandır bu yemeklerle midesini, yani maddi bedenini doyuran Muzaffer bey ruhunun ve kalbinin hakkını vermek için yemekten hemen sonra cevşen, Kuran ve o gün takip ettiği kitabını alarak arada yatsı namazı da olmak kaydıyla yaklaşık üç saatlik sıkı bir programla dolu bir hayat sürmüştür. O evde her gece ama her gece istisnasız az çok süren bir kitap okuma saati ev reisini ibretle izleyen, şuur altına alan çocukları üzerinde ciddi bir tesir bırakmış olacak ki bu gün onlar da kitaplarla dost olmuşlardır. O Referans insanıydı Günümüzde de öyledir, yani bir şehre gelen herkes önce bu şehirde ulaşacağı bir adres, bir telefon veya bir isim arar. Bu isim bulunduktan sonra şehre adım atar atmaz bu isme ulaşmaya çalışır. İşte ülkenin her tarafından gelen öğretmen, polis, asker, memur, imam, müftü hasılı kim olursa olsun bir vesile ile mutlaka Muzaffer Beyi arar sorardı. Bu yüzden şehre gelen yabancı memurların uğrak yerlerinden biriydi Muzaffer Beyin dükkanı. Hele hele özellikle aybaşlarında köy imamları mutlaka gelir aylık iaşelerini alır, karşılıklı hoşbeşten sonra huzurlu bir şekilde köylerine dönerlerdi. Nefsine verdiği söz 40 yaşına kadar günde bir iki paket sigara içen Muzaffer Bey bu yaştan sonra yemin ederek nefsine söz vermiş ve vefatın kadar da ağzına sigara vurmamıştır. Ancak o yine herkesten farklı olmasını burada da göstererek sigarayı bırakırken sigara ve nefsiyle diyaloga geçerek ona şöyle bir söz vermiştir. “Kırk yıldır benim arkadaşımsın, seni öyle birden bırakmak tabiî ki zor, bu yüzden sana söz veriyorum sen bana zorluk çıkarma ben bayramdan bayrama yine seninle dostluğumu deam ettireceğim” Muzaffer Bey hayatı boyunca bu sözünde durmuş ve her bayram akşamı dostlarının da ikramı ve şehadetiyle yaktığı sigarasını bayram boyunca sürekli içmiş, bayram biter bitmez de bir dahaki bayrama kadar asla ağzına vurmamıştır. Ömrünün son yıllarında çevredeki esnaflara bakarak döviz bozdurma işlemini de yapmaya çalışan Muzaffer Beyin unutkanlık ve dalgınlığı başına bir çok iş açmış bakmış ki olmayacak bu işi bırakmak zorunda kalmıştır. Bir gün yüz dolar veren köylüye bin dolar üstü veren Muzaffer Beyin aklı akşam başına gelmiş. Hemen tuttuğu köye gidip arkadaşa durumu izah edince arkadaş: “Bego: senin elin çok bereketli valla bende anlamadım, sabahtan beri harcıyom harcıyom bitmiyor” diyerek karşılık vermiştir. Her işinde bir ders ve tebessüm vardı Söz bereketten açılmışken bir bereket hatırasını daha anlatalım. Irgatlarla ot biçiliyor, çalışan eleman çok, yemek az, bakmışki olmayacak Muzaffer Bey bir kova suyu az bir ayranın üzerine döküp, içine ekmek doğramış, çok acıkan işçiler çar naçar kaşıklamaya başlamışlar. İçlerinden birisi şöyle demiş: “Muzaffer Bey her şeyin bereketi Allah’ın elinde galiba ayranın bereketini Allah sana vermiş” Son on üç yılını geçirdiği Alacaatlı Mahallesindeki komşularıyla arasında çok güzel bir diyaloğu vardı Muzaffer Beyin. Hele hele Kurban bayramlarında ortaklaşa kestikleri kurban etini paylaşma, kesme, dağıtma işi o kadar güzel bir düğün ve eğlence havası içersinde geçerdi ki oradan bulunan en yakın komşuları Bahattin Bilici, Latif Hoca ve Muzaffer hoca buna gülerek büyük bir keyifle şahit oluyorlardı. Muzaffer beyin belki de en önemli hizmeti Adilcevaz’a yaptığı bir eğitim kurumuydu. Sahile yakın bir yerde, çayır mahallesinde yapmaya vesile olduğu bu güzel eğitim, ilim ve irfan yuvası onun yıllarca bütün Türkiye’yi dolaşmasına da vesile olmuştur. O bu seyahatlerinin bir çoğunu hizmet arkadaşı Fikret Sayıcıyla yapıyor ve gittikleri her şehirde kalburüstü engin gönüllü hizmet insanlarıyla görüşerek onlardan yardım talep ediyorlardı. Çok kısa bir zaman içersinde ortaya çıkardıkları bu irfan yurdunun Adilcevaz'a büyük hizmetler edeceğine inanıyor ve böyle yerlere yardım edenleri teşvik ediyordu. Fatihalar Gönderiyoruz Hiç şüphesiz bir 80 yıllık bir hayatın içersinde bunların dışında çok daha güzel anekdotlar, güzellikler de var. Bizi bütün bu güzelliklerin hakiki ecrini cenabı hakkın vermesine havale ederken, Adilcevaz’a hizmet etmiş bütün vefat etmiş büyüklerimize Allah’tan rahmet diliyor ve fatihalar gönderiyoruz.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
(bego), :muzaffer süphandağı, adİlcevaz'in sİmge, İsİmlerİ |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|