|
04-27-2009, 18:57 | #1 |
Güneşli Konfor Dairesi
Dünyayı sırtında taşıması emredilmişti, taşıyordu. Dünya sahipleri, bilerek git gide daha da ağırlaştırdılar dünyayı. Bir şeylerden kuşkulanıp dünyayı taşımaktan vazgeçmesin diye, öğrendiklerini gizlediler ondan. Sahip oldukları konfor dairesi daralmasın diye, acizliğini haykırdılar iki de bir yüzüne. Evrenin karanlığındaydı. Boşlukta. Karanlıkta seçemiyordu gözleri. Aczi yüzüne haykırıldıkça, değersizliğinin ayırdında, görevini daha iyi yapmaya çalışıyor, minnettar kalıyordu dünya sahiplerine. Hiçliğinin derinliğindeydi. Hakaretler, eziyetler, kandırmacalar çekiyordu onu ayaklarından asılarak derinliklere. Güneşi görmesi yasaklanmıştı. -Başını kaldırmayacaksın, sen iki büklüm dünyayı taşımalısın ki, dünya dönebilsin, denmişti. Bazı dünya sahipleri nadir zamanlarda insafa gelip, yaptığı işin öneminden, onun ne kadar fedakâr olduğundan bahsediyorlardı. Fedakârlığını takdirden ziyade fedakârlığa özendirme çabalarıydı bu. -Daha, daha fedakâr olmalıyım, diyordu içinden, yaptığım iş büyük, ben olmazsam nasıl döner dünya? Utanıyordu birden kendinden. Kendine değer biçme gayreti bir anlaşılırsa vazifesini kaybedeceğinden korkuyordu sonra. -Karnım doyuyor, diyordu, gözlerim görmüyor ama olsun, boşlukta durabileceğim bir yerim var hiç olmazsa. Dünya sırtımdan alınırsa ben nereye giderim? Ne işe yararım? Dünya sahipleri aklını okuyor gibiydiler. Biraz daha ağırlaştılar dünyayı. Kafasını kaldırıp güneşi görmesinden korkuyorlardı; güneşi görürse güneşlerini paylaşacağından, güneşli konfor dairelerinin daralacağından. -Filmler yaptık, şiirler yazdık, şarkılar besteledik, veciz sözler söylüyoruz senin fedakârlığına dair, dediler. Bu senin yazgın, sen bunun için varsın, dediler. Dünya sahipleri neyi düşünmeni istiyorlarsa o kadarını düşünmelisin, dediler. -O kadarını düşünmeliyim, dedi. -Güneş diye bir şey yok, dediler. -Güneş diye bir şey yok, diye tekrarladı. -Güneş senin hiçliğinin uydurduğu bir hayal, dediler. -Güneş benim hiçliğimin uydurduğu bir hayal, diye tekrarladı. Tekrarları içini kemirmeye başlayan sorulara engel olamıyordu. -Güneşi ben mi uydurdum gerçekten? Başını bir kaldırsa bir kaldırabilse emin olacaktı hiçliğinin uydurduğu hayalden. Efendilerine, eziyetlerine aldırmadan, sonsuza kadar hizmet edecekti sonra. Bir an, sadece bir an kaldırmalıydı başını. Dünya sahiplerinin bir dalgınlığını kolladı aklının okunmasından korkarak. Başını kaldırdı, oradaydı güneş. Pırıl pırıl. Tekrar eğdi başını. Yanında görevini devralmak üzere hazır duran, başı eğik, gözleri kapalı kızına döndü sonra. -Güneş var, diye fısıldadı. Güneş var. Benim için çok geç artık, ama sen kurtarmalısın kendini. Hep güneşe bakmalısın, inanma yok diyenlere. Aç gözlerini, kurtar kendini. Hatice Taşdelen
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|