05-23-2014, 17:06 | #1 |
Salih Tuna - Ilıcak'tan Özdil'e, Çandar'dan Özkök'e 'Kurgu' Sorunu
Salih Tuna
Ilıcak'tan Özdil'e, Çandar'dan Özkök'e 'kurgu' sorunu 'Potemkin Zırhlısı'nın yönetmeni ve ünlü sinema kuramcısı Sergey Ayzenştayn 'Sinema kurgudur.' demişti. Sadece sinema mı, bana sorarsanız bu âlemde belirli bir kurguya tâbi olmayan hiçbir şey yoktur. Kurgusuz roman, öykü, oyun ve hatta şiir olmaz. Sinema gerçekten de (senaryo başta olmak üzere) her aşamasıyla kurgudan ibarettir. Lakin 'kurgu' deyince akla genellikle 'montaj masası' gelir. En olmadık sahneleri, sekansları montaj masasında kurtarabilirsiniz. E tabii 35'lik negatiflere nazaran dijital film kurgusu bin kat daha kolaydır. Mamafih, teknoloji ne kadar ilerlese de bazen öyle sahneler karşınıza çıkar ki bağlayamazsınız. Ne yapsanız da sıçrar; senkron tutmaz. Araya plân atmanız gerekir, elde yoktur; olanın da açısı tutmaz. Ya sahne cürufu boylayacak ya da yönetmen tekrar iş koyup eksik plânları çekecektir, başka yolu yoktur. Durduk yere kurgudan bahsetmiyorum. Son zamanlarda kimi köşe yazarlarının yazı serüvenleri öylesine tuhaflaştı ki en maharetli kurgucuya verseniz (anlamlı olmasından geçtim) anlaşılır bir cümle hâline getiremez. Mesela, Nazlı Ilıcak darmadağınık, anlamsız kelimeler yığınına dönüştü. Bir insan evladı kendiliğinden böyle hale gelebilemez. Birileri montajlamış veya kurgulamış sanki. Ham hâli olaydı iyiydi. İmdi evvela (montajı) çözeceksin (bir nevi dekonstrüksiyon faaliyeti) sonra tekrar bağlayacaksın. O da neresini kesip neresine bağlayacaksınız; karşılığı çekilmemiş bir yığın plân var. Anlamlı bir hikâye cümlesi yok. Akıl almaz kırılmalar, acayip geçişler, kopuk dökük sahne parçaları... Evren Paşa'ya 12 Eylül darbesinde güzellemeler yapmıştı. Hadi dönemin şartlarıdır deyip geçelim. Mesut Yılmaz'a, 'Ben senin yağdanlığın olmak istiyorum.' demişti, hadi yağdanlık yapmayı seviyordu diyelim. Merve Kavakçı'yla Meclis'e girişi ayakta alkışlanacak son derece görkemli sahneydi. Bu ve buna benzer demokratik duruşu nedeniyle de Aydın Doğan medyası tarafından kişilik katline mâruz kaldı ama hiç yılmadı, direndi. Ama sonra ne olduysa, nasıl olduysa birdenbire Doğan Medya'nın sevimli 'kediciğine' dönüştü. Bu acayip sıçramayı kurgulamak mümkün mü? Araya Pensilvanya genel, paralelci istihbarat elemanıyla muhabbet, maklube tarifi falan koysan da olmaz. Belki Tarantino veya Inarritu tarzı bir kurguyla, botoks yaptıktan sonrasıyla öncesi arasında geçiş yapmak kurtarır diyeceğim ama yine de çok zor, o kadar eksik (yani bilmediğimiz, yani izaha muhtaç) sahne var ki. Zor, gerçekten çok zor! Yılmaz Özdil öyle mi ya, çok kolay, çok basit ve kendi içinde gayet tutarlı bir yazı serüveni var. Bundan 15 yıl mukaddem Cem Uzan'ın Star'ında yazı işleri müdürüyken 'two size' şeklinde manşetler atardı; Hürriyet'te köşe yazarken de Başbakan'ın mezarına tükürmekten bahsetti. Demek ki belirli bir tükürük çizgisini hep koruyor. Arada bir 'Temmuz'dan da apostrof marifetiyle 'muz' üretimi yapıyor, daha ne olsun. 'Dumanlı Zaman'ı'nın Mümtaz'er Türköne'si de Yılmaz Özdil gibi gayet basit, gayet anlaşılır bir insan evladı. Tansu Çiller'e danışmanlık yaptığı yıllarda Kürtler faili meçhule kurban giderken, 'Kurşun atan da yiyen de şereflidir.' falan derdi; sonra Öcalan'ı 'paşa' yapalım dedi. Şimdi de Taha Akyol'u cumhurbaşkanı yapalım diyor. Anlayacağınız tekrar başa sardı. Hülasa, kendi kendini montajlayabiliyor, kimseciklere ihtiyacı yok. Belki hazır montaj masasına yatırmışken bu sefer apostrof alttan vurulabilir. Yani, Mümtaz'er olmaz da, Mümtaz,er olur. (Bence böyle daha oturaklı oldu.) Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mehmet Altan doğrusunu isterseniz, Nazlı Ilıcak'tan çok daha zor. Biri Reyhanlı'ya maliyet demişti; öteki matine suare 'barış' diyordu, barış gerçekleşince de kendini dağlara vurdu; diğeri âdeta kendini demokrasi yerine koyacak kadar bencilleşip savaşa devam etmedikleri için, 'Kürtler demokrasiyi sattı.' deyiverdi. Bunları kim nerde nasıl kurguladı? Yoksa doğuştan mı böyleler (kendilerini üstün yaratılmış mı sanıyorlar) bilmiyorum. Benim bildiğim şu: Şayet Çandar'ı anlayabilirsek Cemal'i de Altan'ı da rahatlıkla anlayabiliriz. Aynı seri mamulleri çünkü. Yıllar önce şöyle yazmıştım: 'Çandar'ın değişimini 'tahlil' etmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Dostoyevski gelse aklı durur. Resnais, Kubrick olsa kafayı yer. / Keskin kopuşların adamı Çengiz Çandar. Ama hiçbir kopuşu 'trajik' değil. 'Epik' bir serüven sadece. Çünkü 'hikâyesi' yok! / Nasıl 'durak' değiştirdiği konusunda mâlûmat sahibi değiliz. Bütün bildiklerimiz, kendi söyledikleri. O da, 'siz bilmezsiniz, ben bilirimden' ibaret şeyler. Dolayısıyla (bize yansıyan yanıyla) bir karakterden çok güçlü bir 'tip'ten söz edebiliriz ancak...' (30.08.2006, Yeni Şafak) 'Tip' dedim de aklıma geldi; köşe yazarı insanlarının en eğlencelisi Ertuğrul Özkök. Her döneme hatta her güne uygun şekilde kendini yeniden kurguluyor. Banker Bilo'daki o ünlü 'Sor bakalım niye yaptım' repliğini çağrıştırırcasına, kâh hukukun üstünlüğü diyor kâh her şey hukuktan ibaret değildir diyor, kâh Ahmet Hakan'la Umre'ye gidiyor kâh spermin tadından bahsediyor, kâh darbesevici oluyor kâh demokrat kesiliyor... 'Alman filmleri çok sağlam hiç kopmuyor.' demişti ya Oğuz Atay 'Tutunamayanlar'da, bu da öyle, ne kadar keskin dönüşler yapsa da hiç kopmuyor. Kaynak Yeni Şafak 21.05.2014
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|