![]() |
#11 |
![]() 8 ) AT'A SENFONİ
![]() At'a olan sevgisini, "dokuz yaşında ata bindim ve yalan olmasın, bir daha inmedim." diye belirten Necip Fazıl, belki de sahasında başka bir örneği bulunmayan bu eserinde, tarihi, felsefesi ve bütün estetiğiyle At'ı anlatır. O'nun gözünde At, insandaki maddî ve manevî fâtihlik cehdine Allahın en fazla yakıştırdığı bediî ifade içinde bir kahramanlık sembolüdür. Bu kitap ise bu sembolün, yani, ilk zamanlarında basit fayda planında her türlü yükü sırtlamış bir hizmetçi olarak gördüğümüz At'ın, ayıklana ayıklana neticede yalnız bineğe ve yarışa mahsus Prens Soy haline gelişinin romanı… Eser, 1958 senesinde yazılmış ve ilk defa Türkiye Jokey Kulübü tarafından bastırılmıştır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#12 |
![]() Teşekkürler paylaşım için. +1 Çile'yi okudum süper bir kitap ;)
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#13 |
![]() Üstad'ın eserleri arasından sadece "Çile'yi" okumak nasip oldu ... En kısa zaman da diğer eserlerini de okumak istiyorum ...
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#14 |
![]() SAHTE KAHRAMANLAR
![]() Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan, Tarihi temizlemek SAHTE KAHRAMANLARDAN..... Necip Fazıl Kısakürek'in dört ayrı konferansı... Her konferans, farklı tarih ve şehirlerde çeşitli defalar binlerce dinleyiciye hitaben verilmiş olup büyük ilgi doğurmuştur. 1949'da Büyük Doğu Cemiyetinin kuruluşundan itibaren Anadolu'yu bir uçtan öbür uca sarsan Necip Fazıl için, mevzuu ne olursa olsun verdiği her konferans, "Tanzimattan beri gelen sahte inkılapların çürüttüğü ruh kökümüzü kurtarma, kainat çapında hesaba vurma, Türkün ruh ve madde dünyasını Batının da hayran olacağı ve içinde her derde deva bulacağı bir ideolocya planında kurma ideali"ne bağlıdır. .... "Asırlardır, belki dört - beş asırdır, içine hapsedildiğimiz mânevî bir zindan var... Son dört - beş asrın hesabını, her ân bu mânevî zindan rejimi bir kat daha ağırlaşmış olarak, böyle bir hapis haline irca edebiliriz. Asırlardır zindandayız!.. Neyin, hangi halin zindanıdır bu?.. Bir türlü hakikate ulaşamamanın, olamamanın, dünyanın en şaşaalı oluşundan sonra, o oluşun aşkını kaybetmenin, birtakım hayâllere kapılmanın, yapamamanın, edememenin, erişememenin, üstelik erişmekten alıkonulmanın muazzam zindanı... Bu hali bir köylü bile anlar. Evet, üç - dört asırdır, en kuvvetli karakteriyle 150 senedir, en bâriz ifadesiyle de 50 yıldır, kısaca ve topluca, Tanzimattan bugüne kadar, bir mânevî zindan içindeyiz. Sanki gözlerimizi çıkarmışlar, yerine, uydurma bir dünyanın çizgileri nakışlı, takma gözler takmışlar... Biz yalnız onları görmeye memuruz; dışarıyı göremeyiz, bu zindanın zarını yırtamayız. Her gün bu zarın üstüne bir zar daha çekilir ve biz böyle gideriz! Bu zindanı açmanın, bu zindanın kapısını aralamanın tek çaresi; bize onu hediye eden, bir külâh gibi giydiren, sahte kahramanları anlamaktır. Sahte kahramanı anlamak için de gerçek kahramanlar üzerinde bir fikir sahibi olmamız lâzım..." ....... "Gerçek kahramanlığı anlamak için insan ve cemiyete köklü bir anlayış, bir görüşle bakabilmek lâzım... Bu âlem, içinde yaşadığımız bu âlem, bizim tasavvuf görüşümüze eş olarak, birtakım zıtların ahengi içinde tek yolu tefrik edebilmenin imtihan çerçevesi... Bir çok zıtlar birbiriyle muharebe halinde; ışık karanlıkla, ulviyet süfliyetle, belâ saadetle, hastalık sıhhatle ve nihayet topyekûn yokluk, adem, varlıkla, vücutla... Göğü tarayan sayısız, yüzbinlerce projektör gibi insanoğlu yolunu arıyor fezada, yani mânevî âlemde... Hudutsuz arayış... Yolun tek olduğu hissi herkeste mevcut; o insanî bir bedahet; fakat hangisi?.. Bu ebedî arayıcılık içinde kahraman, bizi talib olduğumuz yola yaklaştırandır. Ondan verdiği haber nisbetinde kahraman..." ......... Şimdi; bu ölçülere göre kahraman, her sahada ve bütün hareket tecellilerinde üstün varlığa, üstün oluşa yol açan, kendisini ve cemiyetini aşan, insanı ve cemiyeti yoğuran ve nefslerini aşmaya davet eden, zamanı delen ve mekânı yırtan, hamle örneği üstün insan... Bir şiirimde, üçer heceli iki mısra var: "Gaye tek Ölmemek" ......... 1960’lı yıllar, Üstad’ın “Sahte Kahramanlar” konferansı ile Türkiye’yi salladığı yıllar. İşte bu “Sahte Kahramanlar” dolayısıyla Ankara’ya gittiği zaman, devrin başbakanı bir adamını göndermiş Üstad’a adamın getirdiği mesaj şu: —Muhterem Üstadım, sayın başbakanımızın size çok selamları var. -Aleyküm Selam, ne diyor? —Sahte kahramanlar konferansında kendilerinden söz edilmemesini istiyorlar. Başbakanın adamının sözü bitince şöyle gürlemiş Üstad: —Var git söyle ona, sahte kahraman olmak da bir seviye işidir. Onda bu seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#15 |
![]() İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ
![]() "Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim... Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım "müştemilât"dan başka bir şey değil... Güzelim Türkçenin "katık" tâbiri ne kadar yerinde. Gerçek gıda "nân-ı aziz" dediğimiz ekmektedir ve gerisi, ona katılmaktan kinaye "katık"tan ibaret... İçinde yüzde elliden fazla (hidro-karbone) cevher bulunduran ekmek, pastaların üstündeki her türlü krema ve (fantezi) oyunlarına sırt çevirmiş, kuru ve yavan, fakat besleyici ve kurtarıcı fikre ne güzel remz!.. İşte, ezel kadar eski ve ebed kadar yeni, topyekûn insanlık çapındaki dâvanın bu eserini tamamlarken, onu, gıdasını Büyük Doğu ekmeğine borçlu bildiğim Anadolu gençliğine ithaf ederim." N.F.K. / 1968 Büyük Doğu fikriyatının anlatıldığı, en nadide eserdir. ............... YENİÇERİ ![]() Yeniçeri'yi dünyanın ilk teşkilatlı ve meslekî ordusu olarak gören ve gösteren Necip Fazıl'a göre, Yeniçeri, kuruluşundan sonraki ilk iki asır içinde ideal askerdir ve devletinin gayesine ve ahlakına bağlıdır. Tanzimata kadar sürecek olan sonraki üç asır içindeyse bizzat devlet süikastçısı bir âsidir. Yeniçerinin bu çöküşü, ruhî ve sosyal bir müessire, iman vecd ve aşkının gönüllerden uçup gitmesine bağlıdır ve Yeniçeri, bu korkunç ve hazin tecelliyi göstermekte sadece bir vesiledir. Bu eser, müellifinin bizzat belirttiği gibi, tarihî rezalet ve fecaatlerin bir hikâyesi olarak kaleme alınmış olmaktan ziyade, Yeniçerinin işe nereden başlayıp, işi nerede bitirdiğini göstermek ve bunun ruhî ve sosyal müessirlerini çerçevelemek gayesiyle yazılmıştır. ............ Konu elif zeynep tarafından (04-27-2009 Saat 23:55 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#16 |
![]() SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI
![]() "Bu eser, 'Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar'dan sonra beklenmesi ve ona eklenmesi gereken bir bahsi çerçeveliyor. İmân ve ideal uğrunda umumi mazlumluk davasının çok yakından, öz hayatımızdan, yakın tarihimizden ele alınması ve hususi planda gösterilmesi… Bu yakın tarih ve hususi plân, İttihad ve Terakki ile başlayan, Cumhuriyetle yerleştiğini gördüğümüz İslâm nefretinin zeminini çizer ve o zemin üzerinde en kuduz zulüm kılıciyle düşürülen mazlum başların hikâyelerini anlatır." / Necip Fazıl Kısakürek .......... Adana’da tutukluları öyle bir yere tıkıyorlar ki –bir Maraşlının tabiriyle- köpekler bile barınamaz. Pislik, kazurat ve teaffün yuvası bir yer… Maraşlılar, milli müdafaaları zamanında memleketlerine geldiği vakit kendisine yapmadıkları ikram bırakmadıkları Kılıç Ali’ye baş vurup şöyle diyorlar: -Biz memleketin bellibaşlı insanları olarak sizi Maraş’a geldiğiniz zaman başımıza tac ettik. Şimdi bizi bu pislik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz? Cevap geliyor: -Sizi yakında kurtaracağım! Sabırlı olunuz! ‘Yakında ipte sallandırılıp kurtulacaksınız!’ manasına, sinsilik ve alçaklıkta son haddi tutan bir cevap… Maşallah Ali efendi, (lâkabı Maşallah –daima inşallah ve maşallah diye konuşurmuş-) Abdülkaadir ve Pekmezci Hacı Hüseyin idamlık… Bunlara hükümden önce soruyorlar: -Son ihtar! Şapka giyecek misiniz, giymeyecek misiniz? Cevap, üçlü bir koro halindedir: -Giymeyeceğiz! Üçü de sıcak bir yaz günü buzlu bir şerbet içercesine şehitlik şerbetini zevkle, saadetle içiyor. Maşallah Ali Efendi’nin sehpada, boynunda ilmik, muazzam sözü: ‘Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah… Eşhedü…’ Şapka kurbanları, mazlumluk ve şehitliğin en üst mertebesidir… Şimdi sıra bu mertebenin fert planında en üst örneğine gelmiştir: İskilipli Âtıf Hoca… (Şapka Kurbanları) .......... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#17 |
![]() BATI TEFEKKÜRÜ VE İSLAM TASAVVUFU
![]() Bu eser, 1962 yılının Ramazan ayında üç gece teravihten sahur vaktine kadar konferans şeklinde verildikten 20 sene kadar sonra bizzat Necip Fazıl tarafından kitaplaştırılmış ve İdeolocya Örgüsü'ne bağlı olarak en başa alınması gereken verimlerinden biri olarak gösterilmiştir. İki ana bölümden oluşan kitapta, "Batı Tefekkürü" başlığı altında İlkçağ felsefecilerinden başlayarak günümüze kadar ulaşan Batı düşünce çizgisi kısa ve kalın hatlariyle ele alınmış ve hükme bağlanmıştır. İkinci bölümde ise İslam tasavvufu, en ince ve mahrem çizgileriyle anlatılmıştır. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu yayınlandığı 1982 senesinde Türkiye Yazarlar Birliği'nin fikir ödülünü kazanmıştır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#18 |
![]() EDEBİYAT MAHKEMELERİ / DOĞU EDEBİYATI / DİL RAPORLARI- Fikir
![]() EDEBİYAT MAHKEMELERİ: Bu başlık altında, 1945 Büyük Doğu dergilerinde neşredilmiş yazılarda, edebiyat dünyamızın ünlü isimlerinden Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Nurullah Ataç, mizah üslûbuyla bir mahkeme mizanseni içinde kritik ediliyor. Ayrıca farklı zaman ve mekanlarda Necip Fazıl nezaretinde yapılan sohbet toplantılarında "Tevfik Fikret" ve ayrı bir bahis olarak "şiir" ele alınıyor. DOĞU EDEBİYATI: Doğu edebiyatına kısa ve genel bir girişten sonra, Arap Edebiyatı bölümünde "Muallakat-ı Seb'a" şairleri; Fars edebiyatı bölümünde ise Baba Tahirden başlayarak ilk şehnameciler ve Firdevsi, hayatı, edebi kıymeti ve eserlerinden örneklerle anlatılıyor, Mısır Edebiyatı bölümünde Papiruslar üzerine yazılmış Annana isimli bir kâhine ait en eski bir hikayenin tercümesi bulunuyor. Eserin son bölümünde ise Doğunun Büyükleri başlığı altında, Nizami, El-Maarri, Ömer Hayyam, İbn-i Fariz ve Sadi ele alınmış ve eserlerinden oldukça hacimli tercümeler yapılmıştır. DİL RAPORLARI: "Zavallı Türkçe" ve "Dil Laboratuarından" ana başlıkları altında bir taraftan lisana dair ölçüler verilirken, diğer taraftan, "teşhis"le birlikte, Türk dilinin içine sürüklendiği kaostan çıkması için çarelerin neler olabileceği üstünde duruluyor. .......... HÜCUM VE POLEMİK- Fikir ![]() Necip Fazıl, içini doldurduğu fikir ve sanat şubeleriyle eğer çok köşeli bir yıldıza benzetilecek olursa, bu yıldızın en sivri ve göze batan köşesi, şüphesiz ki, onun polemikçi kimliğidir. O büyük bir polemikçidir; ve aslında bu büyüklüğün en iyi farkında olanlar da, onun fikir düşmanlarıdır. "Hücum ve Polemik", fikir öfkesini, kıymet hükümlerinin hamle ve irade kaynağı bilen Necip Fazıl'ın, Bâbıâlide geçen 50 senelik ömrü müddetince bir an geri adım atmadığı ve sendelemediği kavgasının belgeleri olarak derlenmiş ve kitaplaştırılmıştır. ........ KONUŞMALAR- Fikir ![]() Eser, çok genç yaşında üne kavuşmuş Necip Fazıl'ın 1931-1983 yılları arasında, çeşitli dergilerde, gazetelerde yahut televizyonda kendisiyle yapılan ropörtaj, anket ve sohbetlerin kronolojik bir sıra dahilinde bir araya getirilmesiyle derlenmiştir. Konuşma'lar, şiirden spora, tiyatrodan siyasete kadar hemen her mevzuda görüşüne başvurulan Necip Fazıl'ın, diğer eserlerinin fikir yumağını çözmeye ve onun fikir mizâcını anlamaya yarayacak ipuçları vermesi bakımından çok önemlidir. ........... MOSKOF - Fikir ![]() Toplumlar ve milletler arasındaki zıtlığa, buzdağı ve yanardağ derecesinde en keskin örnek olarak, Moskofla Türkün gösterilebileceğini söyleyen Necip Fazıl, bu eserinde tarihî bir perspektif içinde Türk- Rus münasebetlerinin tahlilini yapar. Bu tahlilin içinde "Moskof" sözcüğünün ifade ettiği mânâ kadar Altun Ordu'dan başlayarak Cumhuriyet devrine kadarki Türk tarihinin kritik dönemlerinin teşhis ve mânalandırılması da vardır. Üç ana bölüm halindeki eserin, kitap boyunca ispatına girişilen temel tezi ise, 1917 ihtilalinden sonra bütün dünyanın başına belâ kesilen Rusya'nın dünya sahnesine çıkmasında iki müslüman ve asılları Türk başbuğun, 14. Asır sonlarında Timurlenk'in ve 18. Asır başlarında Baltacı Mehmed Paşa'nın sorumlu olduğudur. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#19 |
![]() tesekkurler elinize sağlık +
elimde su an Çile var ![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#20 |
![]() ÖFKE VE HİCİV- Şiir
![]() Eser, Necip Fazıl Kısakürek'in 1947 yılından başlayarak çeşitli gazete ve dergilerde "Ozan" veya "Ozanbaşı" imzasiyle yayınladığı, satirik mahiyetteki günlük şaka ve fantezileriyle, nazım formu içinde anlık tespit ve öfkelerini noktalayan manzumelerinden derlenmiştir. Öfke ve Hiciv'in ilk yayın tarihi, Temmuz 1988'dir. .............. İHTİLÂL - Fikir ![]() Eser, Habil-Kabil vak'asından başlar ve birinci bölümde mutlak inkılapçılar olarak Nuh Peygamber, İbrahim Peygamber, Musa Peygamber ve İsa Peygamberle beraber, Peygamberler Peygamberinin mutlak inkılâplarını anlatır. Ötesi, insanoğlunun Hak gördüğü ve bildiği yollardaki ayaklanışlarının, mâna, ilim ve usûl bakımlarından ders çıkarılması gereken romanımsı hikâyeleridir. Eski Yunandan Amerika İstiklal savaşlarına kadarki ihtilâller ikinci bölümde; Büyük Fransız İhtilali üçüncü bölümde; Napolyon Bonapart ve sonrası ihtilaller de dördüncü bölümde anlatılmıştır. Son bölümde ise, "hak ve hakikat bağlılarına en faydalı iş ve hareket kültürünün aşılandığı" Sentez kısmı yer almaktadır. Kitabın Giriş Yazısı Yeryüzünde ihtilâl, insanoğluyla beraber başlar. Yirmibirinci Asra doğru dünyaya sığmayacak kadar ürediği görülen insanoğluna, en başta, doğrudan doğruya ilk insan, babasız ve anasız Âdem Peygamber, ilk tevhid ve hakikat vahidini temsil edici nirengi noktasıdır. İnsanoğlunun, üreyişinde kendisinden hiza ve istikamet alacağı ilk müspet ve hak kutup... Adem Peygamberde ilk insan ve resul birleşiyor. İnsan, Allah'ın habercisi ve Allah ile kaim hakikatin arayıcısı olarak dünyaya ayak basıyor. Ondan sonra da bu hizayı ve istikameti bozacak soyu ve koluyla insanoğlu başlıyor. • Böyle!... Âdem Peygamberden sonra, bu ilk müspet ve Hak kutba karşı insanoğlunun menfî ve fesatçı tarafı harekete geçecek, müspetle menfî arası bir nevi elektrik cereyanı doğacak ve iki taraf arası boğuşma, mânalar âleminde şimşekler çizerek ve yıldırımlar düşürerek, madde plânını da gümbürdeterek ve hoplatarak, ihtilâl denilen keyfiyeti zuhura getirecektir. İnsanoğlunun müspet ve hak mukabili menfî ve fesatçı tarafı... Bu ikiliği, ruha karşı nefs diye ele alabiliriz. İhtilâl denilen keyfiyeti de, tek insandan en kalabalık topluma kadar bu iki kutup arası birbirine çullanma, birinden öbürüne karşı ayaklanma diye tarif edebiliriz. Esas budur; gerisi de sayısız bahane... • Kur'ân bize öğretiyor ki, Allah, yeryüzüne hükmedici, eşya ve hadiseleri tasarrufla vazifeli bir varlık yaratacağını meleklere bildirince, onlar, dünyada fesat çıkaracak ve kan dökecek bir mahlûka mı vücut verileceğini sordular; oysa meleklerin kendisini tevhid ve tenzihten başka bir şey yapmadıklarını söylediler ve Allahtan "ben sizin bilmediğinizi bilenim!" cevabını aldılar. Böylece insan, biri ulvîlerin ulvîsine, öbürü de süflilerin süflisine namzet ve kalbin hakikatinde birleşik ve toplu iki zıt taraf halinde yaratıldı; ve Kur'an hükmünce bu eşsiz kıvam içinde vücut bulduktan sonra kutuplardan birinden birini gerçekleştirmek üzere "sefillerin en sefili" olan âleme indirildi ve ihtilâl zemini açılmış oldu. • Bir bünyenin, kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayıcı her hareket, ihtilâldir ve bu davranış, içi beşeriyet kadar kalabalık tek fertten, üç beş kişilik aileye, sekiz on ailelik kabîleye ve koskoca cemiyete, hâsılı topluluk belirten her varlığa kadar, esasta ve mücerrette birdir. Şu var ki, üstün mânasiyle inkılâp vasıtası ihtilâl, vasıtalık ettiği gayeye göre kıymetlenir. Gaye, ulvîlerin ulvîsi Allah yolu olunca da, yığınların bazen hiç ve bazen hep, bazen bâtıl ve bazen hak yüzünden birbirine girmesinden ibaret vasıtayı müstakil değer kabul etmez. Vasıtayı hangi şekilde bulursa onda kullanır ve inkılâp ismini alır. Bu mânada resuller ve nebîler, âdi anlamiyle ihtilâlci olmaktan münezzeh, en üstün ve erişilmez çapta inkılâpçıdırlar. Alelade inkılâpçılara kıyasla onlara "mutlak inkılâpçılar" demek gerekir. İşte bu ölçüler çerçevesinde ihtilâli, mutlak inkılâp cephesiyle resuller ve nebilerden başlatırken, yeryüzünde ve insanoğlunun hayatında ilk fesat ifadesi olarak, Adem Peygamberin iki oğlu Hâbil ve Kaabil'e iliştiriyoruz. Ötesi, insanoğlunun hak gördüğü ve bildiği yollardaki ayaklanışlarından, tarihin şahitliği altında romanımsı hikâyelerdir ki, bu cazibeli hikâyelerden gerçek gaye, mâna, ilim ve usûl bakımlarından alınabilecek dersler, hak ve hakikat bağlılarına en faydalı iş ve hareket kültürünü aşılayabilir. Onları da kendi oluş plânlarında büyük, orta ve küçük olarak sınıflandırıyor, ayrıca "kırıntı ihtilâl" teşhisi altında ve birkaç satır içinde miskin ve mânâsız hareketleri de gözden kaçırmamayı lüzumlu buluyoruz. • Ezelden ebede doğru kabarıcı sahilsiz insanlık denizinin, kâh hak, kâh küfür, korkunç çalkantılarını resmeden ihtilâl, Allah'ın insana biçtiği memuriyeti bilenlerce ne kadar manalıdır! İnsan, nefsinde ve cemiyetinde, kendi ölçüsüne göre aradığı cennetin engellerine karşı daima ihtilâl halindedir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|