01-28-2009, 21:42 | #1 |
mahmut efendi hazretleri
ÜSTADIMIZ ŞEYH MAHMUD USTAOSMANOĞLU EFENDi (K.s.)
1931 yılında Of´da dünyaya geldiler. ilk tahsilini babası Ali Efendiyle yaptı. Hafızlığını Of´ta ikmâl etti. Bir müddet Kayseri´de Arapça okudu.Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendi de tamamlayarak ondan icazet aldı. Uzun süre çocuğu olmayan Fatma Hanım, çocuğu olması için Allah´ a yalvarıyordu. Bir gece rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler. Bu rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler. Efendi Hazretleri (K.S.), çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor. Doktor, Ben, bu çocukta acaib bir hal görüyorum. Bu çocuk, ya yaşamayacak veya yaşarsa çok büyük bir kimse olacak diyor. Askerliğin ilk aşamasında Bandırmaya gidiyorlar. Birliğine teslim olmadan önce gittiği bir camide Kur´ân okurlarken, Ali Haydar Efendinin müridlerinden Hacı Emrullah Efendinin dikkatini çekiyorlar. Namazdan sonra tanışıyorlar... Kendileri anlatıyor: Halil Efendi isimli takva bir zat vardı. Buralarda şeyh yok mu diye sordum. Bana Ali Rıza el-Bezzaz Efendi Hazretlerinin kabrini gösterdi ve bu zatın halifesinin İstanbul´da olduğunu söyledi. Ben de bu zatın kabrini ziyaret ettim. Bir fırsatını bulup İstanbul´a nasıl gideceğimi düşünüyordum. Bir gün deniz kenarındaki Haydar çavuş Camisinde Cuma namazından sonra caminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli nuranî bir zat gördüm. Cuma namazını kıldım, camiden çıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi´ yi gördüm. Bana padişah gibi heybetli göründü. Cemaate kim olduğunu sordum, tanımadıklarını söylediler. Camiden çıkınca, babası takva bir zat olan Fahri Hoca´ ya camide gördüğüm zatı sordum. Fahri Hoca bana: işte o senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleridir dedi. Yanına gittim ve görüşmek istedim. O bana: Gece gel, görüşelim; zaman çok kötü, takipteyim dedi. Akşam olunca Halil Efendi´nin evine gittim. Efendi Hazretleri hastalanmıştı, görüşemedim. Sabah olunca gittim, yine görüşemedim. Ancak ikindi vakti Eskici Abdullah Efendi´nin evinde görüşebildim. Elini öptüm ve yanımdakilere okumuş olduğumu söylemeyin dedim. Gizlice benim hoca olduğumu ona söylediler. İçeri girerken Ali Haydar Efendi ayağa kalktı " İşte emaneti teslim alacak kişi geliyor. " buyurdu. Sofralar kurulmuştu ve çok güzel yemekler vardı. Tam sofraya oturduğumuzda bana soru sormaya başladı. ilk sorduğu soruları cevapladım, ancak daha sonra zor sorular sormaya başladı. Yanındakilere dönüp siz yemeğinizi yiyin dedi. Sorduğu sorular karşısında zorlanıyordum ve yemek de yiyemiyordum... Ali Haydar Efendi Hazretleri İnegöl´e kayınpederine gitti. Benim de askerliğim devam ediyordu. Efendi Babam: " İstanbul´a nasıl sevk olursun oğlum" demişti. Nihayet sevk zamanım geldi ve benim ismim de okundu: Mahmut Ustaosmanoğlu, İstanbul dediler. çok sevinmiştim. Selimiye Kışlası, oradan da Gebze´ ye yolladılar. Efendi Baba ziyaretlerime geliyordu. Efendi Babama çok uzak olmuştum. Sevkimi istedim. Yüzbaşıdan beni yollamasını rica ettim. O da bana: " Lâzımsın " dedi. Bunun üzerine ben de size oradan da dua ederim dedim. Bunun üzerine beni Sirkeci´ye yolladılar. Efendi Babama çok sık gidebiliyordum, çok ilmî sohbetleri vardı... Askerliğim bittikten sonra bir kilo üzüm alıp kendisini ziyarete gittim. Bana: " Oğlum seninle ilk görüşmemden üç gün sonra, ikinci görüşmemde vefat eden şeyhim zuhur etmişti ve senin elini tutup benim elime verip: " Bunu al, bizimdir "demiştir. Oğlum seni bana kim verdi" ; "50, 60 mandayı birbirine bağlasalar Mahmudum dan ayırmak isteseler beni, senden ayıramazlar" derdi. Büyük Veli anlatıyor: " İstanbul´ da iken Ali Haydar Efendi ile birlikte yanımızda dört - beş kişi olduğu halde hatm-i hace okurduk. O´ nu sürekli takip ederlerdi. O devirde Arapça okuyup-okutmak müşkildi. Bu ilimleri okuyabilmek için çok zorluklar çektim. Derdi ki: " Oğlum Mahmud! Ben seni, bir şey emretsem ve sen de hemen onu yapsan arzusunda olduğunu görüyorum. Ateşin içinde yandıkça ateşin rengini alan demir gibi" Büyük Veli de seyr-i sülukte mesafe aldıkça Şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri´nin muşahhaslaştırdığı hakikatin içinde kayboldu. Öyle ki mürşidinin bütün ifadelerini emir kabul ediyor ve onları hiç yüksünmeden yapıyordu. Gerçek oluş ve hakikati buluş sırrına ermiş bir mürid vardı İsmet Efendi Tekkesi´nde. Artık emanet teslim edilebilirdi. Ali Haydar Efendi, halefine velayeti, takati nisbetinde ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlattı. Bu anlatış birkaç yıl devam etti. Ali Haydar Efendinin oğlu anlatıyor; "Babam, Muhterem Mahmud Efendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalırdı. Derdi ki; "Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum. Fakat bunu tedricen yapıyorum ki onu sürekli müşahede altında tutayım. Manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemez." Zira Babama sekr halinde şeyhler gelirdi. Onlara yedi gün evrad-ı bahaiye okur ve Allah´ın izniyle iyileşirlerdi." Beni babamdan istediğinde, " Mahmudumu bana verdin mi? " dediğinde babam: " Parası benim kendisi senin..." demesine çok gülmüştü. Ve kendisine sorulduğunda: " Bir sahib çıkacak, henüz tomurcuk halindedir demi?" Ali Haydar Efendi Hazretleri, İsmailağaya imam olacaksın diyor... Ali Haydar Efendi, Mahmud Efendi´yi hususi sohbetlerinin yanı sıra Mesnevi, Mektubat, Reşahat, Risale-i Kudsiye gibi sadırlardan satırlara aktarılan ve temelinde irfan olan kitaplarla da istikbale hazırladı. Onu, gece geç saatlere kadar kitap mutalaa ederken gördüklerinde "Oğlum Mahmud şimdi çok çalış ileride kitap okumaya vakit bulamayacaksın" diyerek teşvik ederdi. İmam Rabbani Hazretleri´nin Mektubat´ının büyüklüğünü idrak etmesi için derdi ki; " Mektubat o kadar büyüktür ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir." Muhterem Mahmud Efendi naklediyor: " Ali Haydar Efendi buyurdu ki; "Mahmud´ un elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz Hazretleri´nin elinden tutmuş olur. Böylece halka halka silsile ta Peygamber Efendimiz´ e (s.a.v.) dayanır. İşte buna Sahih Yed diyoruz." Yine derdi ki; " Dağda bulunan bir su membaının köye kadar gelebilmesi için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su künkleri gerekir. Bu künklerden biri eksik olduğunda nasıl köye su ulaşamıyorsa tıpkı bunun gibi meşayih silsilesinden biri düştüğünde Feyz-i İlahi de kişinin kalbine ulaşmaz." Risale-i Kudsiye´nin sahibi meseleye dair şunları söylüyor: Sahih yed yok ise nisbet olur sed Sahih yed ile Aziz Hakk´a gidelim Cemali ba kemale seyredelim.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|