07-27-2009, 15:17 | #1 |
Osmanlı ile ilgili çok konuşulacak iddia
Osmanlı ile ilgili çok konuşulacak iddiaProf. Dr. İnalcık, Osmanlının Söğüt'te değil Yalova'da kurulduğunu resmen açıkladı. İnalcık'ın kanıtı ise 1302'de Yalova'da kazanılan Bafeus Zaferi...Yalovalılar bayram yapıyor, Bilecikliler ise tepkili... Diğer tarihçilerin bu iddiayla ilgili ortaya atacakları tezler ise merak konusu... Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlının devlet niteliğini 1302 yılında Yalova'da yapılan Bafeus Zaferi sonrası kazandığını söyledi. Yalova ve Bilkent üniversitelerince düzenlenen Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Tarihi Sempozyumu, Yalova'nın Termal ilçesinde bir otelde yapıldı. Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı Beyliği'nin devlet statüsünü 1302 yılında Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Bafeus Savaşı'yla kazandığını öne sürerek, 70 yıldır bu konudaki gerçekleri dünyaya anlatmak için uğraştığını söyledi. Türk devletlerinde hanedanın kurulması için hutbe okunması ve sikke bastırılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. İnalcık, “Osmanlı, Karacahisar'da payitahtını kurduğu zaman, çoğu Müslüman olan halk, kadı tayin edilmesini ve hutbe okutulmasını istemişti. Bunun üzerine camilerde hutbe okutulup kadı tayin edildi. Bunun olduğu tarihi tarihçiler iki asır sonra 1299 olarak kabul etmişlerdir ve öyle süregelmiştir. Bu zamanlarda sikke basımı da söz konusu değildir. Bunların çoğu hurafeden ibarettir” diye konuştu. İnalcık, Osmanlının Oğuzların Kayı boyundan geldiği konusunun da hurafeden ibaret olduğunu iddia ederek, şunları kaydetti: “Türk ananelerinde hakanlığa namzet olanlardan birisinin zafer kazanması gerekiyor. Bu, tanrının ona bir kut vermesi şeklinde tasvir edilir. O halde araştırmalarımızda bu konuları ön plana çıkaracağız. Osman Gazi, sınırda kendi dönemindeki alplerle mücadele ediyor. Burada tarihçi hangi eseriyle öteki alpleri gölgede bıraktığına bakmalı. İşte bu hadise Bafeus Savaşı'yla gerçekleşmiştir. Yani kendisinden sonra oğlunun hiç itirazsız beylik tahtına oturması yani hanedanın kurulmuş olması tarihçinin tespit edeceği en önemli şeydir. Orta Çağ'da hanedan demek devlet demektir. İşte bunu temin eden, Osmanlının büyük Bafeus Zaferi'dir.” Bafeus Savaşı'nın Bizans kuvvetleriyle Osman Gazi komutasındaki ordu arasında geçtiğini kaydeden İnalcık, bu tarihin Bizans kaynaklarında da geçtiğini belirtti. İnalcık, bu çok önemli savaş konusunda Türk kaynaklarında hemen hiçbir şey bulunmadığını söyleyerek, şöyle konuştu: “Bu savaşın neticesinde Osman'ın şöhreti yayılmıştır. Her taraftan onun emri altına Türkler gelmeye başladı. Demek ki bir ordu sahibidir. Demek ki bu zafer Türk ananesine göre kut sahibi olduğu zaferdir. Kendisinden sonra Orhan hiç itirazsız tahta geçmiştir. İşte bu sebeple bu tarihte bir hanedan olarak kurulduğunu söylüyorum. Bu zamana kadar 1299 olarak kabul ettik. Şimdi 'Bu nereden çıktı' diyorlar. Delillerimle, kaynaklarımla ispat ediyorum. Lütfen okuyun.” Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu da Yalova'nın tarihte sadece kuruluş yeri olarak değil ilk gümüş sikkenin basıldığı ve ilk matbaanın geldiği yer olarak da önemli olduğunu söyledi. Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Doğramacı ise elindeki tarih kitabını göstererek, “İçinde kuruluş tarihi olarak Osman Bey'in 1299'da bağımsızlığını ilan ettiği yazıyor. Ancak artık yeni bulgular var ve bu kez Yalova'da bilimsel deprem yaşanıyor. Bu, tarihi bir andır” dedi. AA
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-27-2009, 15:34 | #2 |
Osman Gazi daha babası sağken bile kendisini kanıtlamış birisidir..... Osmanlı tarihçileri öyle kabul etmişler yani o anın tanıkları söğüt demiş....
bence saçma bişey olmuş hadi o zaman bende derimki başka yerde kurulmuş.... Biz Osmanlıyı önce tanıyalım nerde kurulduğunu sonranın işi..... ilkokullarda çocuklar padişahları zevk sefa düşkünü olarak görürken ve gençlerimiz dedelerine öcü gibi bakarken onu düzeltmeden....... Ben dedemin nasıl yaşadığını tam bilmezken doğumunun kaç yıl yaşadığının ne önemi varki...... velevki atinada 1500 yılında kurulmuş olsun ne farkeder dünyaya damgasnı vurmuş bir güneşti osmanlı bence önce onu tanıyalım ve sevelin gerisi kendinden gelir....... |
|
07-28-2009, 00:37 | #3 |
'Osmanlı devleti Yalova'da kuduldu!'
Yalova Üniversitesi'nin ev sahipliğinde düzenlenen ‘1302 Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Sempozyumu’ isimli panel, yoğun bir katılımla Yalova'da yapıldı. 27 Temmuz 2009 23:24 Yavuz Topalcı'nın haberi Yalova Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında düzenlene ‘1302 Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Sempozyumu’ na konuşmacı olarak katılan tarihçilerin kutbu olarak nitelendirilen Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı Devleti’nin Yalova’da kurulduğu iddiasını yineledi. 1993 yılında Girit adasında katıldığı bir toplantıda bu iddiasını dile getiren İnalcık, kendisinin belgelere dayanarak konuştuğunu ve iddiasını aksini iddia edenlerin de belgelerle konuşması gerektiğini ifade etti. Osmanlı’nın kurulduğu dönemdeki devletlerde hanedan yapısının varlığından söz eden İnalcık, ‘O DÖNEMDE DEVLETLER HANEDAN ANLAYIŞIYLA YÖNETİLİYORDU!’ ‘ O dönemde devletler hanedan anlayışıyla yönetiliyordu. Hanedanlıkta da padişahın o göreve layık olduğu üç şekilde anlaşılıyordu: Hutbe okutmak ve Sikke bastırmak, Rüyada görmek ve Kut inancı. Aşık Paşazadenin eserinin dokuzuncu babında Osmanlı’nın ilk payitahtı olarak Karacahisar’ı göstermektedir. İkinci payitaht Yenişehir, üçüncü payitaht Bursa, dördüncü payitaht Edirne ve beşinci payitaht ise İstanbul olarak ifade edilmektedir. İlk payitaht olan Karacahisar’ın fethi aynı eserde 1288 olarak gözükmektedir. Bu dönemde millet Osman Gazi’den kendilerine bir kadı tayin etmesini ve hutbe okutmasını isterler. Bu yönde bir baskı kurarlar. Fakat bu dönemde sikke yok. ‘OSMANLILARIN OĞUZ BOYUNDAN GELDİĞİ DE BİR EFSANEDİR!’ Bunun yanı sıra Osmanlı’nın Oğuzların kayı boyundan geldiği de bir efsanedir. Bu iddia II. Murat döneminde ortaya atılmıştır. Hanedan da bu inancı benimsemiştir. Ayrıca Osman Bey döneminde ‘alp’ler var. Turgut Alp, Konur Alp vs. Buradaki kilit soru, Osman Bey bunların arasından nasıl çıkıp devlet lideri oldu? Yani nasıl bey olarak anıldı? ‘BEY OLMANIN ÜÇ ŞARTI’ Yine o döneme baktığımızda bir hükümdarın bey olarak anılması yani bir devletin beyi olarak anılması için üç şart vardı: Emrinde bir ordu bulundurmak, İl sahibi olmak ve raiyyet sahibi olmak. İşte Osman Gazi bu üç şartı da ancak ve ancak 1302 tarihinde o zamanki adı Yalakova olan Yalova sınırlarındaki Hersek köyünde yapılan Koyunhisar Savaşı sonrası kazanmıştır. Koyunhisar Savaşının olma sebebi ise o dönemde Osman Bey İznik’i kuşatmıştır. Aynı tarihlerde Aydınoğulları ve diğer beylikler de Batı Ege üzerinden Bizans’a saldırmıştır. Bunun üzerinde Bizans İspanyadan Katalan Kumpanyası himayesinde 6-7 bin kişilik ordu alır ve bu birlikleri Batı Ege’ye gönderir. Diğere Alanlar’dan aldığı askerleri de Osman Bey üzerine gönderir. İki bin kişilik orduyla Bizans’ın üzerine geldiğini haber alan Osman Bey, o dönemde Bizans sarayında yaşayan Georgios Pachymeres’den edindiğimiz bilgi çerçevesinde 100 kişilik öncü kuvvetini Yalakova’ya yani bugünkü Yalova Hersek köyüne gönderir. Bu öncü kuvvetin püskürtülmesi sonucu Osman Bey ordusuyla gelir ve bu bölgede Bizans’ı yener. Pachymeres de eserinde Osman beyden Atamenes diye bahseder. Bununla birlikte Tehavir-i Ali Osman da savaşı hemen hemen böyle anlatır. Kaynaklar örtüşüyor. ‘KAYNAKLAR ÖRTÜŞÜYOR: OSMANLI, YALOVA’DA KURULDU!’ Bu noktadan hareketle bu savaşın önemini şöyle sıralayabiliriz. Bu savaşla birlikte Osman adı çağdaş bir Bizans kaynağında zikredilmiştir. Yani Osman, tarih sahnesine çıkmıştır. Bundan önce hiçbir kaynakta Osman’ın adı geçmemektedir. İkinci olarak bu zaferle Kut inancı anlayışına paralel olarak Osman, hanedan kurucusu olmuştur ve oğlu Orhan hiçbir karşıtlığa uğramadan tahta oturmuştur. Sonuç olarak 27 Temmuz 1302 tarihinde kazanılan Koyunhisar(Bafeus) zaferiyle Osmanlı Devleti,çağdaş bir kaynağın tanıklığıyla gerçek anlamda kurulmuştur.’ Dedi. ‘İLK ZEKA TESTİ YALOVA’DA UYGULANDI!’ Sempozyumun açış konuşmasında Osmanlı dönemindeki ilk zeka testinin Yalova’da yapıldığını ifade eden Yalova Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu ise, ‘ Osmanlı döneminin ilk gümüş parası yine Yalova’da basıldı. İlk zeka testi yine Yalova’da uygulandı. Osmanlı dönemindeki ilk kağıt fabrikası da ilk Yalova’da kuruldu. Osmanlı Devleti’de Yalova’da kuruldu. Tüm bu başlıkları yapacağımız faaliyetlerle önümüzdeki günlerde gündeme getireceğiz.’ Dedi. İBRAHİM MÜTEFFERİKA VE YALOVA KONULU KONFERAN BUGÜN! Yalova Üniversitesi yaptığı faaliyetlerle gündem oluşturmaya devam ediyor. Dün(Pazartesi) gerçekleştirilen ‘1302 Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Sempozyumu’ ardından bugün de Yalova Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Konferans Salonunda ‘İbrahim Müteferrika ve Yalova’ konulu konferans gerçekleştiriyor. Bulgaristan Bilimler Akademisinden Orlin Sabev’in konuşmacı olarak katılacağı konferans saat 14’te başlayacak. Haber7 |
|
07-29-2009, 09:35 | #4 |
Hakkın ve tarihin hatırı var
Halil İnalcık saygın bir tarihçimizdir. “Tarihçilerin hocası”dır. Sadece bu kimliğiyle değil, tarihe yaklaşımı ve araştırmalarıyla da saygı görür. Bu yüzden tarihçilerimiz kolay kolay ona itiraz etmezler. Cebelleşmeye ise asla girmek istemezler.
Ben de istemiyorum. Ne var ki, “Hakkın hatırı âlidir (yücedir)”. “Hakkın hatırı”nı gözetme adına bir konuda hocama itirazım var. Hocamız, Osmanlı Devleti’nin, bilinenin aksine, Söğüt/Domaniç aralığında değil, Yalova’da kurulduğunu söylüyor... Ama Osmanlı tarihini tepeden tırnağa değiştirecek bu keşfeini şimdiye kadar neden sakladığı konusunda hiç bir ipucu vermiyor! Halil İnalcık yılların hocasıdır. Üniversiteye intisap ettiği günden bugüne yarım asırdan fazla geçmiştir. Yerli-yabancı dergilere yüzlerce makale, ayrıca onlarca kitap yazmıştır. Pek çok konferans vermiştir, tebliğler sunmuştur. Bunların arasında Osmanlı Devleti’nin Yalova’da kurulduğuna ilişkin bir şey yoktur. Osmanlı tarihini kökünden değiştirmeye aday bu büyük sırrı (Osmanlı Devleti’nin Yalova’da kurulduğu sırrını) acaba neden bugüne kadar saklamıştır? “Osmanlı Devleti 1299’da Söğüt’te değil, 1302’de Yalova’da kuruldu” tezini ortaya atmak için neden bunca yıl beklemiştir? Yalova Belediyesi bu sempozyumu düzenlemeseydi, daha kaç yıl beklemeyi düşünüyordu? Allah uzun ömürler versin, ama belli bir yaşa geldiğine göre, sırrını mezara mı götürecekti? Bu soruların bende cevabı yok, lütfeder de söylerlerse, malumat sahibi olacağız inşallah! Sosyal bilimlerle uğraşanlar, özellikle de tarihçiler, arada bir “fantezi” üretmeyi severler. Zaten sosyal bilimler matematik gibi “iki kere iki dört” türünden prensiplere dayanmadığından, spekülâsyona elverişlidir. Tarih bu tür spekülâsyonlarla doludur. Gündem rutin gidiyorsa, ses bile getirir. Nitekim medyanın rutin gündemi birden bire şenleniverdi. Oysa geçen sene bu iddiasına zemin teşkil eden makalesini yayınladığında, okuma özürlü medyatörlerimizin dikkatini çekmemiş, kim bilir belki de gündemin dolu olmasından dolayı ilgiye değer dahi bulmamışlardı. Bu kez öyle olmadı. Gazeteler işi abarttı ve orta büyüklükte bir fırtına çıktı. Yalova Belediyesi’nin “bir şekilde gündeme gelme” arzusu da böylece hedefine ulaştı. (Bence şehirler spekülâsyonlarla değil, temizlikleriyle, kültürel ve tarihi yatırımlarıyla, kısacası kendilerine özgü çıkışlarıyla gündeme gelmelidirler). Gelelim iddianın temeline... Eski tarihlerimiz, 1299’da, bacanağı Dursun Fakih tarafından Osman Gazi adına hutbe okunduğunu, geleneklere göre bunun “bağımsızlık” anlamına geldiğini yazıyor... Ferudun Bey’in Münşeatı’ndan Âşıkpaşazade’nin Tevarîh-i Al-i Osman’ına, Ahmed Cevdet Paşa’dan Hammer’e kadar yerli ve yabancı tarihlerin ittifakı, Osmanlı Devleti’nin Söğüt/Domaniç aralığında kurulduğunu gösteriyor. Tarihçilerimizin ittifakla savunduğu başka bir olay da Selçuklu Sultanı İkinci Gıyaseddin Mesud’un 1284 yılında Osman Gazi’ye gönderdiği bir fermandır ki, bu da Osmarnlı Devleti’nin kuruluş sürecindeki son aşaması sayılır. Gıyaseddin Mesud bu fermanla Osman Gazi’ye Eskişehir’den Yenişehir’e kadar bütün Söğüt bölgesi ve havalisini “sancak” olarak vermiştir. Ayrıca “emirlik alameti” olan “tuğ”, “âlem”, “tabl” ve “nakkare” gönderilmiştir. Sultan’ın fermanı, Osman Gazi’ye Eskişehir’de bir ikindi vakti takdim edilmiştir. Osman Gazi gönderilen mehteranın hemen “nevbet” vurmasını emretmiş, kendisi arkadaşlarıyla birlikte ayakta dinlemiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin 1284’de Eskişehir’de kurulduğu iddia edilebilir mi? Elbette edilemez. Peki o zaman, Osman Gazi’nin, bugünkü idari taksimata göre Yalova (Osmanlı deyişiyle, Yalak Ova) sınırları içinde kalan bölgede Bizans’la savaşması ve zafer kazanması kuruluşun o topraklarda olduğuna delil olarak nasıl gösterilebiliyor? Kuruluş devrinde İstanbul’da yaşayan Georgios Pachymeres’un kaydına göre, Osman Gazi, Bapheus Savaşı’nda Bizans ordusunu yenmiş, bu zaferi kazandıktan sonra şöhreti Kastamonu’ya kadar yayılmış, gaziler kafile kafile gelip onun etrafında toplanmaya başlamış... Bu ifadelerden Osmanlı Devleti’nin Yalova’da kurulduğu sonucu nasıl çıkarılıyor anlamak mümkün değil. Mümkün değil, çünkü Osman Gazi pek çok yerde savaşmıştır. Her savaş yaptığı yer devletini kurduğu yer değildir. Evet, Bapheus Savaşı, Osmanlıların “Yalak Ova” dediği yerde cereyan etmiştir ve bugün bu bölge Yalova İli’nin sınırları içindedir... Tamam da, böyle olması neyi değiştirir? Ayrıca kurucuların tamamının mezarı (Ertuğrul Gazi’nin annesi Hayme Ana Domaniç’de, Ertuğrul Gazi [ve Bursa feth edilene kadar Osman Gazi] Söğüt’de, Osman ve Orhan Gaziler Bursa’da) devletin kurulduğu bölgede, yani Domaniç’te, Söğüt’de ve Bursa’dadırlar. Herhalde kurucular, kurdukları devletin toprağına gömülmek ister. Yalova’da devlet kurup Söğüt’de, Bursa’da ebediyeti uyumazlar! Yalova’yı yönetenler Osmanlı Devleti’ne Bizans’ın kapılarını açan bir zafere (Bapheus Zaferi) ev sahipliği yapma şerefiyle şimdilik yetinsinler ve şehirlerini gündeme getirmenin başka yollarını arasınlar. Yavuz Bahadıroğlu |
|
07-29-2009, 09:45 | #5 |
haddini bil kendine gel.....kmin içkiden öldüğü ortadayken......
|
|
07-29-2009, 09:51 | #6 | |
Alıntı:
ama normaldir.... |
||
07-29-2009, 10:03 | #7 |
Abdülhamid içki içer miydi?
Mustafa Armağan'dan Murat Bardakçı'nın iddiasına cevap: Tarihin dalgaları, kimlik sorunlarımızın artışına paralel olarak toplumsal hafızanın kıyısına giderek daha sık çarpar oldu. Kimlik cüzdanımızda o bir türlü kapatamadığımız boşluğu, tarihe giderek çözebileceğimizi umuyor, bu yüzden tarih okuyor, tarih dinliyor, tarih 'seyrediyoruz'! Ancak televizyon programlarının zaman zaman zihinleri çorbaya çevirme fırsatı kollayanların elinde zehirleyici birer alet olabildiği de bir gerçek. Nitekim Murat Bardakçı, 4 Ocak 2009 akşamı Kanal 1'de o kadar çok sayıda çam devirdi ki, sayamadım. Herkesi cahil buluyor Bardakçı; zaten kendisinden başka bu ülkede doğru dürüst Osmanlıca okumayı bilen de yok. Oysa büyük ölçüde Vahdettin'in ailesinin kendisine verdiği belgeleri düzenlemekten ibaret bir çalışma olan "Şahbaba"da bile yığınla Osmanlıca okuma hatasını görmezden gelmek için kör olmak lazım. En basiti, sayfa 574'e koyduğu Harbiye Nazırı Şakir Bey imzalı 2 No'lu belgedeki "lede't-tezekkür" ibaresini "ledet'-tezkir" okumuştur. Ortalama Osmanlıca bilgisine sahip birisi bile kelimenin "tezkir" okunması için "kef" harfinden sonra "ya" harfinin gelmesi lazım geldiğini bilir. Hata aramaya devam edersek, "tarihçimiz"in aynı kitabın 475. sayfasında okumaya çalıştığı mektubun bir tek sayfasında tam 5 yanlış yaptığını görürüz. Mesela Vahdettin'in "Cenâb-ı Erhamü'r-Rahîmîn" ibaresi, grameri ve anlamı tamamen bozularak "cenabu'r-rahmanu'r-rahim" haline getirilmiş. İnsanın Arapça bilmesine gerek yok, biraz camiye devam etmiş bir kimse bile kulak aşinası olurdu bu klasik dinî ibareye. Devam edelim. Ufak tefekleri atlıyorum ama Bardakçı'nın "tahsîn" kelimesini "tahmin" diye okumasına ne demeli bilmem? Bir kere kelimenin "tahmin" okunabilmesi için "ha" harfinin üzerinde nokta ve "mim" harfinin de bir çentiği olmalı değil miydi? Tabii "erae" kelimesi de yanlış okunmuş, aslı "irâe" olacaktı vs. Uzatmak mümkünse de bunlar 25 Mart 2001 günkü "Hürriyet"te Tanzimat'ı 1826 yılında ilan ettirmesi gibi fahiş hatalar yanında affedilir cinsten sayılır. Ne var ki Tanzimat'ı tam 13 yıl önce ilan ettiren bu hata dahi Abdülhamid'in içki içtiği iddiası yanında çocuk oyuncağı kalır. Bize sürekli belge olmadan tarih yazılmaz, diye pes perdeden dersler veren Bardakçı, bu iddiasında neyi delil gösteriyor, biliyor musunuz? Hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi'nin bir çocukluk hatırasını. Kendisine demiş ki, "Dedem Porto şarabı içerdi, hatta içtiğiyle yetinmez, şifadır diye bize de tattırırdı." Delil dediği bu. Bir kere Osman Ertuğrul Efendi'nin doğum tarihi 18 Ağustos 1912'dir. Onun görebileceği tarihlerde Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı'nda hapistir. Evlatları ancak bazı bayramlarda, bir de çok özel izinlerle görüşebilirlerdi babalarıyla (yanlarında bazen torunlarının bulunduğu da olurdu). Özel doktoru Atıf Hüseyin Bey'in notlarından, ölümünden önce kızlarıyla yaptığı son görüşmenin 22 Temmuz 1917'ye rastlayan Kurban Bayramı'nın 3. gününde gerçekleştiğini öğreniyoruz. Osman Ertuğrul Efendi eğer o gün dedesini görmüş ise -ki bu da kesin değil-, o sırada henüz 4 yaşını 11 ay geçmiş bir ufaklıktır. Bu durumda bacak kadar çocuğun şarap markasını hatırlaması gibi bir hafıza mucizesi karşısındayız demektir. (O ânı 90 küsur yıl sonra ayrıntısıyla hatırlaması da ayrı bir mucize sayılmalı değil midir?) Bardakçı'ya ne kadar güvenilir? Bir kere gözaltında bulundurulduğu Beylerbeyi Sarayı'nda mübarek bayram günü elinde şarap kadehiyle torununu karşılayan bir dedeyi düşünmenin garabeti bir yana, Atıf Hüseyin Bey'in günü gününe tuttuğu notlarda onun içki içtiğine dair hiçbir ipucu vermeyişini neye yormalıyız? Abdülhamid'den pek de haz ettiğini söyleyemeyeceğimiz doktorun Selanik ve Beylerbeyi'ndeki 9 yıllık mahpusluk günlerinde bir tek defa olsun içki içmekte olduğundan söz etmemiş olması yeterince anlamlı bir cevap değil midir? Aşağıda kendisini en yakından tanıyan güvenilir şahısların dilinden Abdülhamid'in içki içmediğine dair tanıklıkları okuyacaksınız. Fakat meselenin bilimsel değil, maalesef politik olduğunu da hatırlatalım. Abdülhamid bahane yani. Asıl dava başka. Sizin anlayacağınız, bu milletin Abdülhamid'in etrafında sımsıkı kenetlendiğini görenler, hazmedemiyorlar bu sevgiyi. Bu yüzden işleri güçleri, milletin değerlerini gözden düşürmek, hassasiyetlerini kaşımak ve onları kendi yorum tekellerinde tutmak oluyor. Ben şahsen Bardakçı'nın, "Şahbaba" ile bir kesimin Vahdettin aleyhindeki direncini kırmasını takdir etsem de, titizliğine ve en önemlisi de samimiyetine güvenmiyorum. Çalakalem ve belden aşağı vuruşlarla tarihi yağmalıyor ve değiştiriyor. Öyle olmasa, sokaklardaki 'çıplak denilecek derecede açık saçık' giyinenlere yönelik bir düzenleme yapılması için verdiği emri çarpıtıp "Abdülhamid çarşafı yasaklamıştı" diye yutturmaya kalkmadan önce belgeyi okuyup ne dediğini anlamaya çalışırdı. (haberturk.com, 8 Şubat 2008) Kendi hatalarına bakacaklarına, bu ülkenin yetiştirdiği değerlere sataşmayı ve onların sırtından prim elde etmeyi marifet sayan bir kesim hiç eksilmedi Türkiye'de maalesef. İttihatçılık böyle bir şey işte. Çamur at, izi kalsın. Amacına ulaştıktan sonra insanların zihinleri karışmış, umurlarında değil. Bunlara en iyi cevabı vaktiyle Ahmed Rıza Bey vermiş, İttihat ve Terakki'nin Merkez-i Umumi'sinde Talat Paşa ve Eyüp Sabri Bey'in yüzlerine şu acı sözleri tokat gibi çarpmıştı: "Ayıp, ayıp. Bu adam 32 sene Hakan ve Halife idi. Sultan Hamid için şu söylenen, yazılan, çizilenlerin büyük kısmının yalan ve iftira olduğunu bildiğimiz halde, nasıl tahammül edip imkân veriyoruz? Bu iftira selinin yarınki muhatapları da bizler olacağız." Dediği gibi olmadı mı? Tarihten ders almak bunun için önemlidir işte. -------------------------------------------------------------------------------- İŞTE TANIKLAR "Abdülhamid içki içmezdi" Şadiye Osmanoğlu (kızı) Babam içki içmez, içenleri hoş görmezdi. Saraya sokulmasını da yasak etmişti. Dindar, Allah'ına bağlı, büyük bir Müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Ayşe Osmanoğlu (kızı) Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman'dan başka bir şey değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur'ân-ı Kerim okurdu. Herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu. Celâleddin Velora Paşa (Avlonyalı Ferid Paşa'nın oğlu) Az yer, içki içmez, kumar oynamaz, ibadetinde kusur göstermezdi. Çok defa; "Boş olan bu hayatı, Tanrı'ya teşekkür için ibadetle geçirmek gerekir." derdi. Semih Mümtaz (Reşid Mümtaz Paşa'nın oğlu) Şehzadeliğinde bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder, bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi. İbnülemin Mahmud Kemal İnal (alim) Ayş ü işrete ve fuhş u rezîlete rağbet etmezdi. Salâbet-i diniyyesi müsellem bir Müslim idi. Ferâiz-i diniyyeyi edâda asla tekâsül [kusur] göstermezdi. -------------------------------------------------------------------------------- Meraklısı için notlar Abdülhamid'in iki kızı, babalarını dindarlığı ve içkiye yaklaşımını bizimle paylaştılar: Ayşe Osmanoğlu, "Babam Abdülhamid", 1960, s. 11-22; Şadiye Osmanoğlu, "Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri", 1966, s. 22. Abdülhamid'in içki içmediğini iki paşa oğlu dile getirmiştir: Celaleddin Velora Paşa, "Madalyonun Tersi", İst. 1970, s. 16; Semih Mümtaz S., "Sultan Hamid'in Hususiyetleri", Resimli Tarih Mecm., Temmuz 1950, s. 244-46. İbnülemin Mahmud Kemal İnal "Son Sadrazamlar"ında Abdülhamid'in içki içmediğinden birkaç yerde söz eder. Cüz VIII, 1948, s. 1288-89 ve 1301. |
|
07-29-2009, 10:05 | #8 |
alın beyfendi
|
|
07-29-2009, 10:14 | #9 | |
Alıntı:
size tek kelime diyeceğim.... o taptığınız atatürk bir osmanlıydı ve tabi İSTİKLAL HARBİNİN BAŞ AKTÖRLERİ şanlı askerlerimizde.....;) |
||
07-29-2009, 10:23 | #10 |
ne oldu gerçekler zoruna mı giitti
|
|
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|