08-16-2009, 13:13 | #1 |
Mehmet METİNER "‘Sorun yok ki çözelim!’ mantığı"
Kürt sorunumuz yok ki çözelim!” diyorlar itiraz cephesinin siyaset lortları.
Var-yok tartışması üzerinden kavgaya tutuşmanın manası yok. Velev ki adı böyle olan bir sorunumuz hiç olmamış olsun. Peki bu sahiden bir sorunumuz olmadığı anlamına gelir mi? Hadi devletlü itirazcılarımızın hatırlarını kırmamak adına “Kürt sorunumuz yok!” diyelim. Peki bu Kürtlerin de asıl yurdu olan bu topraklarda eşit vatandaşlar olarak yaşadıkları anlamına gelir mi? Kağıt üstünde hepimiz eşitiz, doğru. Peki ya gerçekte? *** Elhak, Kürdün kendisi sorun değil. Ama devletin yakın vakte kadar Kürde yaklaşımında bir sorun olmadığını söylemek ne kadar inandırıcı olabilir? “Kürt diye müstakil bir ırk yoktur!” derseniz, “Kürtçe diye bir dil yoktur!” demenin ötesine varıp bir topluluğun dilini tahkir ve tezyif eden bir anlayışı devlet politikası haline dönüştürürseniz, inkar ve asimilasyon politikalarını kaba kuvvet eşliğinde sürdürmeye çalışırsanız, bizatihi “sorunlu bir alan” oluşturmuş olmaz mısınız? Kayıp geçmişimizin kaba bir özetidir bu. Hadi bunun adına “Kürt sorunu” demeyelim, kabul. Çünkü “Kürt” ve “sorun” kelimesini yan yana getirmek bile Kürde haksızlık. Çünkü o Kürt ki, bu vatan için tarih boyunca kanını akıttı. Osmanlı dağılırken bile Türk kardeşlerine ihanet etmedi. Kurtuluş Savaşı’nda ve Çanakkale Harbi’nde en az Türk kardeşleri kadar cansiperane vuruştu. Çünkü bu topraklar onun da vatanıydı. Çünkü Türkler asla kendileriyle ayrılmayı düşünmedikleri kardeşleriydi. Türkler de hiçbir zaman Kürtleri sorun olarak kabul etmedi. Türkler Kürt kardeşlerini hep kendi eşitleri olarak gördüler. Hala Türkler Kürtleri, Kürtler Türkleri böyle görürler. Onca yaşanmış acılara rağmen. Aradaki kan ve gözyaşına rağmen. Baksanıza evlatlarını yitirmiş Türk ve Kürt analar nasıl da kardeşçe sarılıyorlar birbirlerine, nasıl da birbirlerinin yüreklerine kattıkları o öpülesi yürekleriyle birbirlerini bağışlayabiliyorlar, aradaki kin ve intikam duygularını bir çırpıda elinin tersiyle itebiliyorlar? İşte bu toprakları anlamlı kılan inanç ve duygu beraberliği budur... Bu toprakları hepimizin ortak vatanı kılan ve hepimizi farklılıklarımıza rağmen aynı kılan anlam dünyasını doğru okumalı herkes. *** Evlatlarını yitiren Türk ve Kürt analar bu sorun bitsin, bu kardeş kavgası nihayete ersin istiyor. Ama bu kavganın devamından siyaseten yararı olan lortlarımız yan yana gelip konuşmayı bile “bölücülük” ve “ihanet” sayıyorlar. Affetmeye yükledikleri anlam, bu topraklarda kardeş katlinin devamını sağlayan uğursuz bir anlayışın habercisi gibi. Dahası, bizi ortaklaştıran inanç dünyamıza ve anlam coğrafyamıza yabancı... Evlatlarını yitirenler birbirlerini affedebilme yüceliğini gösterebiliyorlar, ama gelin görün ki bazı lortlarımız intikam çığlıkları atmaya devam ediyorlar. Başkalarının ölümü üzerinden kendilerine siyasi iktidar alanı açmak isteyenler, “sorun yok ki çözelim!” diyorlar... Yazık, çok yazık! *** Hadi “Kürt sorunu” yok diyelim. Daha doğrusu sorunun adını böyle koymayalım.. Peki kendinizden bildiğiniz, yani yıllardır özbe öz Türk diye tanımladığınız Kürtlerden esirgediğiniz hak ve özgürlükler için ne diyeceksiniz? Yakın vakte kadar Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu iddia etmek bile suç sayılmıyor muydu? Hadi diyelim, kendinizden “ayrı” diye tanımlandıkları için kızıp cezalandırma yoluna gittiniz iddia sahiplerini. Peki o zaman sormazlar mı: Kendinizden saydığınız Kürtlerin dilini niye yasakladınız? Üniversitelerimizde Türkçe’nin ölü dil, lehçe ve ağızlarının dahi öğretildiği Türkoloji bölümlerinde, niçin kendi canınızdan ve kanınızdan olduğunu iddia ettiğiniz milyonlarca Kürdün dilini öğretme yoluna gitmediniz? Kürtler sahiden Türk iseler, dillerinin de Türk dili veya Türk dilinin bir lehçesi, ağzı ve şivesi olarak muteber addedilip Türkoloji bölümlerinde öğretilmesi gerekmez miydi? Madem ki Kürtler Türk’tü, Kürtlerin varlığını inkar etmek, Türkçülükle bağdaşır mıydı hiç? star
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
08-17-2009, 13:39 | #2 |
Mehmet METİNER "Sorun varsa çözüm de var!"
Özeleştiriden korkmamalıyız. Kürtleri hem kendimizden bilip hem de gayrı muamelesine tabi tutmamız yanlıştı.
Hem etnik anlamda gayrı oldukları halde ayni varsayıp gayrı muamelesine tabi tutmamız da yanlıştı. Şimdi bu yanlıştan dönülüyor. Kürt yalnızca Kürt olarak kabul ediliyor. Bir eşitsizlik hali gideriliyor. Yani etnik anlamda bir Türk’ün sahip olduğu tüm haklara, etnik anlamda bir Kürdün de sahip olması gerektiğine inanılıyor. Bu bir büyük entegrasyon projesinin adıdır. Türkiye’yi her bakımdan büyütecek bir tarihsel hamlenin adıdır. Bu bir “yıkım projesi” değil, “onarım projesi”dir. Tahrip edilmek istenen toplumsal dokularımızı ve kardeşlik duygularımızı yeniden onarma çabasıdır. Bir “eşitsizlik hali”nin giderilmesine “bölücülük” gözüyle bakarsanız, “ihanet-i vataniye” suçlamasının arkasına geçip savcıları göreve çağırırsanız, o zaman kendinizden bildiğiniz Kürt kardeşleriniz hakkınızda ne düşünür diye hiç kendi kendinize sordunuz mu? *** Kendiniz için ne istiyorsanız Kürt kardeşiniz için de onu istemedikçe ne hakiki bir demokrat, ne sahici bir Müslüman, ne de tanımına uygun bir Türkiye milliyetçisi olabilirsiniz. Etnik milliyetçilikler yıkım getirir. İster Türklük adına yapılsın, ister Kürtlük! Bu ülkenin Türkleri ve Kürtlerini her bakımdan eşit haklarla donatacak bir Türkiye milliyetçiliğine ihtiyacımız var asıl. “Milli kimlik”, etnikçi soy-sopcu anlayışlar üzerine inşa edilirse, asıl o zaman bölünmeyi-çatışmayı beraberinde getirir. “Milli kimlik” tanımlamasının eşit vatandaşlık anlayışı üzerinden herkesi ortaklaştıracak yeni bir anlayışla yapılması gerekiyor. “Türk vatandaşlığı” deyimi, herkesi temel hak ve özgürlüklerde eşitleyen bir pratik zemine oturtulduğunda zaten sorun olmaktan çıkar. Bu ülkenin Kürtlerinin bu eşitlik hali gerçekleştiğinde “Türk vatandaşlığı” tanımına itiraz edeceklerini sanmıyorum. “Herkes Türk’tür!” diyen bir vatandaşlık tanımının sorun ürettiğini görmezsek, herkesi eşitleyen ve ortaklaştıran “milli kimlik” inşa sürecinde de başarısız oluruz. Her şey gelip pratikte düğümleniyor. Pratikte temel hak ve özgürlüklerde eşitlikçi bir durum oluştuğunda, “Türk vatandaşlığı” tabirine hiç kimse takılmaz. *** Peygamberimizin “Bir tarağın dişleri gibi eşit” yaklaşımını bu bağlamda hem kardeşliğimizin, hem de vatandaşlık anlayışımızın harcı olarak benimseyebiliriz. “Türkiye modeli”, kendini bu toprakların inanç ve anlam dünyasından kopartmadığı ölçüde amacına ulaşabilir. Diyarbakır’da evlat acısına rağmen birbiriyle kucaklaşan o anaların inanç ve anlam dünyaları aslında bize çözüm için tarihsel bir fırsat sunuyor. Bu inanç ve anlam zemininin onca acılara rağmen tahrip edilmemiş olması, Türkiye’nin bütünlüğü adına çok önemli bir şanstır. *** Türkiye yeni bir döneme giriyor. Artık Kürtlerin varlığı inkar edilmiyor. Kürtlerin dili devlet katında hem kabul, hem de muteber addediliyor. Çok şükür inkar ve asimilasyon dönemi tarihe uğurlandı. Dile ve kimliğe ilişkin diğer eşitsizlikler de eksiksiz bir demokrasi anlayışıyla giderilecek. Bu durum sanıldığının aksine, üniter devleti daha bir tahkim edecek. İnkar ve asimilasyon döneminde, yani “Eski Türkiye”de dağa çıkanlar artık inmek istiyorlar. “Dağ sorunu”nu dağa çıkarak veya dağda tek tek terörist avlayarak çözemeyeceğimizi, bunun sadece daha çok ölüm ve acıya yol açtığını görmüş olmamız lazım. O yüzden bu sorununun da artık bir çözümünün bulunması gerekiyor. Ya bu sorunla yaşamaya devam edeceğiz. Ki bunun maliyeti her bakımdan hepimiz için yıkım olur. Ya da bu sorunu hep birlikte çözeceğiz. Bu da Türkiye’ye ve hepimize kazandırır. Hükümetin sürdürdüğü çabalar, ortak aklın ürünü olabilecek bir çözüm yolunun bulunması noktasında odaklanıyor. Bu diyalog ve müzakere sürecinden doğru bir çözümün çıkacağından eminim. Çünkü önyargısız ve iyi niyetle sadece sorunun çözümüne odaklanmış güçlü bir siyasi irade var karşımızda. Açılan yoldan çözüm bulunur. star |
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|