06-13-2010, 13:12 | #351 |
Yakışıyor mu?- Rauf TAMER-POSTA
Soruyorlar: - Nereye gidiyoruz? Asya’ya mı, Afrika’ya mı, nereye? Kendimize hiç mi güvenimiz kalmadı? İlle bir yerlere gitmeye mi mecburuz? Biz onun bunun peşine takılan bir avâre miyiz? Biz kişiliksiz, zavallı insanlar topluluğu muyuz? - Nereye gidiyoruz? İran’a, Malezya’ya, Cezayir’e, Filistin’e, Arabistan’a... Öyle mi? *** Dünyada hiçbir ülke, nereye gidiyoruz diye kendine sormaz. Çünkü hiçbir ülke, kolay kolay bir yere gitmez. Bir de bize bakar mısınız? Bazen Avrupa’nın bekleme odasına gidiyoruz. Bazen Amerika’ya. Bazen Kuzey’e, Güney’e... Şimdi de Doğu’ya. İşin tuhafı, nereye gitsen kabahat... - Avrupa’nın güdümündesin. - Amerika’nın emrindesin. Peki, vazgeçtim, Rusya’ya göz kırpıyorum, İran’a pas veriyorum. O zaman da “eyvah, eksen değiştiriyorum.” *** Bu kadar döneklik, hiçbir ülkeye yakışmaz. Ama biz bunu kendimize yakıştırıyoruz. Dudakları titreyerek, ürkek ve korkak bir ses tonuyla Türkiye nereye gidiyor diye soran şu insanlara bakınız. Ne biçim Atatürkçü bunlar? Ne biçim Cumhuriyetçi? Terörün yeni stratejisi-Mahir KAYNAK-STAR Demokratik açılıma rağmen terör tırmanıyor. Açılımı yeterli görmeyenler ne istiyor? Artan terör olaylarıyla ne elde edilmek isteniyor? Tırmanan terör onları amaçlarına ulaştırır mı? Bu soruları cevaplandırmadan önce geçmişteki PKK hala yaşıyor mu? Bu örgütün belli bir kadrosu ve destek kitlesi var mı? Amaçları bölünme ise bölge halkı onların bu hedefini destekliyor mu sorusuna cevap vermek gerekir. Bana göre PKK artık bir markaya dönüştü ve çok farklı amaçlarla eylem yapanlar aynı adı kullanıyor. Eğer belli bir kadrosu ve hiyerarşik yapısı olsaydı bugüne kadar bu yapıya sızılabilirdi. Çeyrek asır geçmesine rağmen örgüt hala gizliliğini koruyor ve eylemler yapabiliyorsa bu gerçek bir istihbarat başarısızlığıdır. Bu gibi örgütlerin kendileri için de talihsizlik sayılacak bir kaderi vardır. Bazı güç odakları, onları tasfiye etmek yerine, ele geçirirler ya da markaya dönüştürüp adlarını kendi eylemlerinin örtüsü olarak kullanırlar. Bugün gerçekleştirilen eylemler, Kürtler için faydalı olmak bir yana, onlara son derece kötü bir gelecek hazırlamaktadır. Irak’ta fiilen tecrit edilen Kürt bölgesinin umduğu refaha kavuşabilmesi için güvenliğe ihtiyacı vardır ve tek başlarına bunu sağlayamazlar. Bu nedenle Kuzey Irak yönetimi Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek ve güvenli bir ekonomik alan yaratmak isterken birileri halkımızı Kürtlere düşman etmek için eylemler yapıyor. Burada bir soru akla geliyor: Özal döneminde, sandviç operasyonu olarak adlandırılan, Güneyden Irak’ın Kuzeyden Türkiye’nin bastırmasıyla Kürtleri etkisiz ve kimliksiz hale getirme projesi yeniden hayata mı geçirilmek isteniyor? Ya da bu eylemler ülkemize karşı bir şantaj olarak mı kullanılıyor? Hangi seçenek söz konusu olursa olsun kaybeden Kürtler olur. ‘Kimse beni sevmiyor’-Deniz Adnan ÇOBAN-STAR Kişinin yaşadığı “hata yapmamalıyım, kaygılarımı belli etmemeliyim, herkes beni beğenmeli, ben hep hata yapan biriyim, beni kimse sevmedi” tarzındaki olumsuz düşünceler topluluk önünde korku yaşamasına veya kaçınmasına sebep olur. Kişiler mümkün olduğu kadar sosyal ortamlara girmemeye, girseler bile hiç konuşmamaya özen gösterir. Bazıları da sosyal korkularını yenmek için alkol ve madde kullanırlar. Ancak bu sefer de sosyal fobiye alkol ve madde bağımlılığı eklenir. Fehmi Koru-YENİ ŞAFAK Cezayir'de ulusal kurtuluş savaşı verenleri kınayan kararlardan yana davranan, Birleşmiş Milletler'in Filistin'e yönelik saldırılarına karşı hareketsiz kalamadığı dönemlerde aldığı İsrail-aleyhtarı kararlara karşı çıkan, her uluslararası ihtilâfta haksız da olsa Batı'nın yanında yer alan Türkiye yok bugün... Her konuya haklıdan yana tavırla yaklaşan, adalet ve insaf sınırları içerisinde bir dış politika izleyen 'yeni' bir Türkiye var... Rahatsızlık ve huzursuzluk konusu bu. 'Yeni Türkiye' görüntüsünün rahatlarını bozup huzurlarını kaçırdığı çevreler, "NATO Türkiye'yi böyle davransın diye almadı" diyorlar, Avrupa Birliği adaylığını da aynı yönden sorguluyorlar. Amerika ve Avrupa'dan belli isimlerin tahmin edilebilecek yayın organlarında kaleme aldıkları değerlendirmelerde "Türkiye NATO'dan atılsın" türü teklifler son zamanlarda hayli arttı. Oysa her global ihtilâfta haktan ve adaletten yana davranan yeni tavrı iyice belirginleştikçe, Türkiye'nin içinde yer aldığı ve almayı umduğu uluslararası kuruluşlardaki yeri biraz daha sağlamlaşıyor. Sadece dünyanın dört bir tarafındaki halklar nezdinde itibarı artmıyor ülkemizin, bu itibar artışı sayesinde üyesi olduğu uluslararası kuruluşlardaki konumu da eğretilikten kurtuluyor. |
|
06-14-2010, 08:49 | #352 |
A.TURAN ALKAN-ZAMAN
konunun can alıcı noktasına eğilelim, anayasamızın bir rûhu var mı? Cevap veriyorum: Evet, her anayasanın bir rûhu vardır ama bizimkinin bir rûhu olup olmadığı, bidâyetinden beri tesbit edilememiştir. Her şeye rağmen bir yüksek ruhâniler heyetine sahip bulunmamız, onda esasen ruh olduğuna delalet etmiyor. O ruh, 367 meselesinde büyük oranda kaçtı; kalanını 12 Haziran 2007 tarihinde Anamuhalefetin başkanı AYM'yi açıkça tehdit ettiğinde ziyan ettik. Mezar taşını ise AK Parti'yi kapatma davası dikti: "Laikliğe karşı eylemlerin odağısın ama kriz çıkmasın diye şimdilik para cezası veriyoruz, bu güzelliğimizi de unutma" kararı unutulmazdı! Konuyla doğrudan ilgisi yok ama aklınızda bulunsun; kutsal'ın mahiyeti hakkında fikri olmayanların işlerine gelen her şeye kutsallık izâfe etmesi kaçınılmazdır. Nitekim konuyla doğrudan bağlantılı olarak diyorum ki, bu anayasa kutsalsa, bizim evin önünde iki seneden beri kımıldamadan duran kamyon da kutsaldır; en azından vakar ve istikrarını muhafaza ediyor. AZİZ ÜSTEL-STAR Şimdi, Amerika’lılar şu sıra sıkça, “Türkiye, Batı’ya sırtını mı dönüyor?” diye soruyor. Yahu niçin bir kişi çıkıp da, “İsrail mi sırtını Batı’ya dönüyor?” diye sormuyor! Ne yaptı İsrail? Türkiye gibi bir NATO ülkesinden gelen gemiye, kendi kara sularının 80 mil dışında saldırdı! İsrail’in dış politikasını ırkçı ve kafatascı Libermann yönlendiriyor. ABD’ye söz vermiş olmasına rağmen, işgal ettiği topraklarda yeni yerleşim alanları yapıyor. Ama Post Gazetesi, düşmanı yanlış yerde aradığından bunları görmüyor bile! İşte yandaş medya bu! Güneşi balçıkla sıvayan, körü körüne biri ya da birilerini destekleyen Washington Post gibi gazeteler yandaş medyadır! Yoksa ülkesini seven, yapılan doğru işleri sütunlarına taşıyan, yanlışları da gerektiğinde eleştirenler değil! ARDAN ZENTÜRK-STAR Siyasal şizofreni yansımaları... Aslında, “eksen kayması” yorumları yapmak için “parlak bir zekaya” sahip olmak gerekmiyor. Aksine, eğer şizofreni, insanda, gerçekle hayal alemini birbirine karıştırma, mantıksal düşünme kaybı ve normal tepki verememe belirtileriyle kendini gösteriyorsa, “Türkiye’nin eksen kayması tartışmalarını bir tür siyasal şizofreni olarak” görmekte yarar vardır. Bu tür bir siyasal analiz deformasyonunun düzeltilmesinin tıpkı şizofreninin tedavisinde olduğu gibi hayli zor ve uzun süre alacağını kabul etmemiz gerekiyor. |
|
06-15-2010, 08:27 | #353 |
MİLLİYET-HÜSEYİN ÇELİK-RÖPORTAJ
Erbakan’ın D-8’i de bir tür küreselleşmeydi? D-8 bir hayal ürünüydü. D-8’in pratikte hiçbir anlamı yoktu, bir ütopyaydı, biz realiteden söz ediyoruz. Ben şimdi size somut sonuçlara geliyorum, diyorum ki, Suriye’yle kanlı bıçaklı mıydık? Şu anda Şam’a, Halep’e gitmek,Gaziantep’e Hatay’a gitmek kadar kolaydır. Katılıyor musunuz buna? Bir araştırmaya katılanların yüzde 66’sı “İsrail’e daha sert yanıt verilmeli” noktasında. Bu beklenti siyasi olarak sizi sıkıştırıyor mu? Hele de arkadan bir Saadet Partisi tazyiki varken... Hiç öyle bir tazyik falan hissetmiyoruz. Elbette Saadet Partisi bizim rakibimiz. Ama İşçi Partisi de bizim rakibimiz. Demokrasilerde bütün siyasi partiler birbirinin rakibidir, ister yüzde 1 oy alsın ister yüzde 30 oy alsın. Sonuçta biz AK Parti’yiz. Saadet Partisi’nin söyledikleri veya yapılmasını istedikleri bizim politikamıza yön vermeyecek. Nitekim bu güne kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. İSKENDER PALA-ZAMAN onlara göre modern olan şey herkese parmak ısırtmalıdır. Mesela sorsanız, mânâsı olmayan hezeyanlar modern şiir, anlaşılmazlığı ön planda olan ruhsuz yapıt modern sanat, iki kere iki yedi eder saçmalığı modern matematik, "Bir şey mademki güzeldir, o halde çirkinin zıddı değildir!" önermesi modern mantık, internetteki -ki tam bir bilgi çöplüğüdür- okuduğu bir yorum üzerine atalarına sövmek modern tarih, slogan edinmeyi bilgi edinmeye yeğleyen uçuk çocuklar da modern gençliktir. MEHMET ŞEKER-YENİŞAFAK Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika başta olmak üzere, Ortadoğu'da yakın zamana kadar, Türkiye hakkında olumsuz düşünenlerin sayısı az değildi. Daha beş on yıl öncesinde, "Dün gece anneni Türk televizyonlarında gördüm" sözü hakaret anlamı taşımaktaydı. Bugünse durum çok farklı... Ay yıldızlı bayrağımız her yerde büyük saygı görüyor. Taksi şoförleri Türkiye'den geldiğinizi anladığında, para almak istemiyorlar. Çarşılarda esnaf "Van minut" diye sesleniyor. Hele İsrail komandolarının Mavi Marmara baskınından sonra, "Siz Filistinli çocuklar için dokuz şehit verdiniz, sizden para alamayız, şerefimize dokunur" diyen lokantacılarla karşılaşıyoruz. Ortadoğu ülkelerinde o dokuz kişinin isimleri caddelere veriliyor. TAHA AKYOL-MİLLİYET Her kafadan bir ses çıkan, Genel Başkan’ın da ‘ortalama’ konuştuğu bir CHP “Anadolu’ya açılım” yapabilir mi? Ecevit, bu açılımı “Ortanın Solu” hareketinde değişimci, atılgan, iddialı, net konuşmalarla başarmıştı. Şüphesiz Baykal inisiyatif ve karar gücüne sahip bir “lider”di ama CHP’nin klasik söylemiyle sonuç alamamıştı. Kılıçdaroğlu bir değişim rüzgârı estirdi ama bu görüntüler yüzünden rüzgâr hız kesmeye başladı. Hele bir de “inisiyatif, kararlılık, dirayet” gibi konularda kamuoyunda negatif bir imaj yerleşirse, Kılıçdaroğlu’nun başarılı olması Baykal’dan daha zor olabilir. Hem de Türkiye etkin bir sosyal demokrat alternatife ihtiyaç duyduğu halde! |
|
06-16-2010, 11:10 | #354 |
HASAN BÜLENT KAHRAMAN-SABAH
Türkiye'de toplumsal, siyasal zıtlaşmaların altında eğitimin yattığı neredeyse kesindir. Bir toplum düşünün ki, eğitim sistemi ezbercilik üstüne otursun. Ezbercilik aynı bilginin, tekil bir bilginin, dışına çıkılmaz bir şekilde herkese belletilmesidir. Oysa analitik bir yaklaşım bu anlayışı kabul etmez. Bir tek, tekil doğru olmadığını, doğrular kümesi olduğunu önerir. Belli yöntemsel ilkeleri yerine getirmesi koşuluyla herkesin kendi doğrusunu öne sürme hakkına sahip bulunduğunu belirtir. Öte yandan doğrunun tekil olmadığını bir kez belledikten sonra bir başka doğrunun olabileceği, kabul edilebileceği de neredeyse kendiliğinden bir ilke haline gelir. Şimdi söyleyin: sadece ilk ve orta eğitimde değil üniversitede de aynı kitabı okuyan, tek doğruyu kabule zorlanan bir insan düşüncesini kolaylıkla değiştirebilir mi, başka bir doğrunun olabileceğini düşünür mü? Herhangi bir konuda belirli bir görüşe inandırılan insanların oluşturduğu bir toplumda tüm gruplar kendi görüşlerini vazgeçmemek üzere, sıkı sıkıya savunurken kutuplaşma olmaz da ne olur? Hep siyasetten mi eğitime gideceğiz, biraz da eğitimden siyasete gitsek?.. |
|
06-20-2010, 19:30 | #355 |
Bir ülkenin en etkili gücü, en kapsayıcı gücü, en caydırıcı gücü hukuktur. Bunu kavrayamayan bir devlet görevlisinin eşkıyâdan farkı kalmaz. Çünkü hukukun emrinde olmayan bir kamu gücü, kendisine bu yetkiyi veren devleti çürütüp yok eder. Terörle mücadele mi? Eğer katillere, teröristlere karşı bile bağlı olduğunuz bir hukuk yoksa terör eninde sonunda amacına ulaşır. Çünkü terörün etkilemeye çalıştığı halk devleti, elinde silahla kan kusan terör örgütüyle aynı gördüğü zaman, terör amacına ulaşmış olur. Terör, ülkenin bir parçasını kopartmak için çaba harcarken, devlet teröristi güvenlik güçleri ile durduracak, halkı ise ancak hukukla yanında tutacaktır. Yargıya inancın bittiği tabloya bakarak söyleyin: Türkiye'nin bütünlüğünü bu hukukla mı sağlayacağız? Bir terör davası sanığı, terörle mücadele eden bir ordunun başında görev yaparken kime hangi hukukun güvencesini vereceğiz? PKK askerlerimize saldırıyor. Bizi canevimizden vuruyor. Ateş sadece düştüğü yeri değil hepimizin ciğerini yakıyor. Bizi öfkeye, daha ötesi çaresizliğe ve umutsuzluğa sürüklüyor. Güveneceğimiz, sırtımızı emniyet içinde dayayacağımız bir duvara ihtiyacımız var. 26 yıldır bu belayı yaşıyoruz. Bu ülkenin birliğini bütünlüğünü, dirliğini düzenini sağlayan asıl gücün vatandaşların bu devletin hukukuna güvenle bağlanmaları olduğunu hâlâ anlayamadık mı? Bu güveni bize kim verecek? Hassas terazisi ile haklıyı haksızdan ayıran, şaşmaz biçimde adalet dağıtan bir yargı düzeni dışında neye güveneceğiz? Bu devletin dağıttığı hukuktan başka çare olmadığını gören Kürt vatandaşların terör örgütünü yalnızlığa mahkûm etmesi dışında, terörün insan kaynağını kurutma imkânı var mı? Darbe yapmayı amaçlayan, darbe şartlarını oluşturmak için terör eylemleri planladığı iddia edilen asker kişiler ve sivil ortakları, yani güç ve kudret sahipleri hakkında yargılama sürüyor. Ancak ve ancak bu lekeden bütünüyle temizlenmiş bir devlet terörle mücadelede başarılı olabilir. Tersine şaibeli ve tartışmalı kararlarla vatandaş hukuka olan güvenini yitirirse, hep birlikte terörün ocağına odun taşımış oluruz. Yargı dünyası, bugün kaldırılacak cenazelere bir de bu gözle bakmalı Mümtaz'er Türköne |
|
06-20-2010, 19:34 | #356 |
İlk yıllarında 'bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan' hedefi ile yola çıkanPKK, bugün bu hedeflerin hiçbirisini savunmuyor. Ayrılmayı veya federasyonu istemiyor. Öcalan, Türkiyeliliği ve Kemalizm'i öne çıkarıyor. PKK, kendisi için layüsel bir diktatörlük kuran Öcalan'ın cezaevi şartlarını merkeze koyuyor. Öcalan, 'yerim dar, gözüm akıyor' sözleri üzerine yüzlerce genci sokaklara dökmekten imtina etmiyor. Anadilde eğitim ve genel af talebi ikinci sırada kalıyor.
Kürtlerin demokratik hakları açısından hiçbir anlam ifade etmeyen PKK'nın şiddeti tırmandırma mantığı, analitik bakış açısıyla hadiseleri değerlendirebilen pek çok Kürt tarafından da şüpheli bulunuyor. Örgütün, 'demokratik mücadeleyi rayından saptırmanın etkili bir aracı' olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. PKK'nın eylemleri, Türkiye'deki demokratik dönüşümü içine sindiremeyen güçlere katkı sunuyor. Türkiye'nin 1993-94'lü yıllara geri dönmesini, ülkenin kaosa sürüklenmesini isteyen güçler, PKK'nın eylemleriyle can buluyor. Hükümet değişikliği arzulayanlar ellerini ovuşturuyor. Yıllarca partilerinin kapatılmasından şikâyet eden BDP'lilerin, parti kapatmayı zorlaştıran düzenlemeye destek vermediğini, anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda MHP ve CHP ile aynı cephede yer aldığını da unutmamak gerekir. Ayrıca yeni bir değerlendirme yapmayı gerektiren çok önemli bir nokta daha var. Türkiye, son dönemlerde komşularıyla ilişkilerini olumlu yönde geliştirdi. Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de diyaloğu artırdı. Daha önce, 'peşmerge, aşiret reisi' denilen liderlerle temasa geçildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bölgeyi ziyaret etti, Erbil'de konsolosluk açılması için düğmeye basıldı. Bugün siyasi olarak başkaları öne çıksa da, Kuzey Irak'ta ekonomik açıdan Türkiye hızla söz sahibi oluyor. Yüzlerce proje peş peşe hayata geçiyor, milyar dolarlık anlaşmalar yapılıyor. Bu durum hem PKK'nın hoşuna gitmiyor, hem Kuzey Irak'taki bölgesel yönetimin kat ettiği mesafelerden rahatsız olanları kızdırıyor,hem de bu coğrafyada vizyona giren filmlerde sürekli başrolü oynayan ülkelerin planını bozuyor. Türkiye'nin inisiyatif alması, rol çalması, bazılarının planını bozuyor. Ve tabii bu gidişatı bozmak isteyenler elbirliğiyle harekete geçiyor. PKK, Türkiye'yi tahrik ederek Kuzey Irak'a çekmeye çalışıyor. Türkiye'de şehit cenazeleri arttıkça, teröristlerin Kuzey Irak'ta üstlendiği, oradan lojistik destek aldığı şeklindeki söylemler öne çıkacak ve Kuzey Irak'a yönelik tepkiler yükselecek. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınır ötesi operasyonları ise Kuzey Irak'ta rahatsızlık oluşturacak. PKK, bölgede kara bir propaganda yaparak Türkiye'nin operasyonlarını kullanacak. Köylerin hedef alındığını, sivil insanların zarar gördüğünü, bölge yönetiminin egemenlik haklarına saygı gösterilmediğini savunacak |
|
06-20-2010, 20:11 | #357 |
Eğrilen kardeşleri düzeltecek kılıç biz olmaz isek ezilip gitmekten kurtulamayız… “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşimize yardım etmemiz” gerekmiyor muydu? “Zalime yardımın da onu zulümden vazgeçirmek” olduğunu bilmiyor muyuz?
Evet, bizim birbirimize müdahale etme hakkımız vardır… Kardeşlerimizi, yaşadıkları şerle, münkerle baş başa bırakamayız, merhamet müdahale etmeyi gerektiriyor… Kimse bu “Benim özelimdir”, “özgürlük alanımdır” diyerek kendini bunun dışında tutamaz… Bugün herkes kendince bir “dokunulmazlık” zırhına bürünmüş durumda… Hoşgörü gündemlerinin gürültüsü içinde sorumluluklar güme gidiyor… Din kişinin özeline indirgensin isteniyor. Allah’ın hoş görmediğine nasıl hoşgörü ile bakabiliriz? Bu durumda münkerin önü açılıyor ve insanlar savunmasız… İşte “emri bil ma’ruf, nehyi anil münker” toplumun kendi içerisinde bir otokontrol sistemi olarak fonksiyon icra edecektir… İmani, insani ve vicdani bir yükümlülük olarak rol üstlenecektir… Bu sayede toplum kendi içindeki günahkârları dışlamadan rehabilite etme yöntemini uygulamaya başlamış olacaktır… Toplumsal yozlaşmaya karşı en etkili çözüm ve güvenilir sigorta bu önlemdir… Bu bakımdan “toplumsal barış” adına toplumun yanlışlarını onaylamak zorunda değiliz... “Çoğulculuk” adına, doğrularımızı gündemden düşürmek yoluna gidemeyiz... “İnsan hakları” söylemi sadece hak ihlallerini değil, insanların maruz kaldığı ifsadı da göre bilmelidir… Toplumsal çürümenin temelinde, topyekûn Müslümanların bu farzı terk etmelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Münkerin her türlüsü toplumu tehdit ediyor… Görsel, işitsel, sanal, yasal, legal, sosyal, siyasal ve kültürel tüm münkerler, tüm kirler toplumsal varoluşu tüketiyor… Bugün yangın bacayı değil, paçayı sarmış durumda… Bu yangını söndürmek hususunda herkesin elinden geleni yapması lazım… Karınca duyarlılığı ile ateş-i Nemrud’a doğru harekete geçmek esastır... Münkerin medyatik gücü, ekonomik gücü, iktidar gücü, fiziki gücü gözümüzü yıldırmaması lazım… Hangi korkular bizi elsiz, dilsiz ve tepkisiz kıldıysa önce korkularımızı ve kaygılarımızı atmamız gerekiyor... Tedbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyelerimiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz? İslam’ın şiarı, Müslüman’ın şuuru nasıl bir duruş öneriyor? Kötülerin kötülükte gösterdikleri cesareti biz doğrularımızı ve değerlerimizi hayata geçirmede gösteremeyeceksek İslami kimliğimize sirayet eden zilleti nasıl atabiliriz? Münkere itiraz etme yükümlülüğümüz var… Şerre karşı çıkma mecburiyetimiz bulunuyor… Sükûtun altın olduğu günler geride kaldı… Tam aksine suskun kalmanın bir ucunun şeytanlaşmaya kadar uzandığını biliyoruz… Evet, “sukut orucu” nu bozmamız gerekiyor… “Zor zamanda konuşmak” zorundayız… Münkere duyarsız duran, o suçun ortağıdır… Şayet münkere “hayır” diyemeyeceksek biz de hayır kalır mı? Hala İslam’ın doğrularını, değerlerini gündemleştirmede gecikiyorsak bir bildiğimiz olmalı? Evet, biz işini bilen insanlarız(!) Kendimizi riske atmaya değmez… Hele hele fincancı katırlarını ürkütmeye hiç gelmez… Çünkü çok akıllandık(!)… Çok tecrübe(!) kazandık… Çok uyanık(!) olmak gerekiyor… Bu durumda yapılacak bir iş de yok demektir… Evli evine, köylü köyüne… “Zaten iman etmişiz; Allah belasını verecektir… Onların hakkından gelecektir… O halde bize ne oluyor ki?” Ama unuttuğumuz bir şey var; Allah bizim elimizle kirlilikleri ve kötülükleri gidermek istiyor… Şimdi elimizi bu işten çekebilir miyiz? Asla! Çünkü bu çağın öncelikli farzı, iyiliği emretmek kötülüğü engellemektir… Bugün buna “farzlar ötesi farz” diyen alimlerimiz var… Kişinin kendisinin “iyi bir Müslüman” olması yeterli değil. İyinin aktif ve yetkin olması şarttır… Cahiliye Mekke’sinde de pasif iyiler vardı, ancak hayata bir etkileri ve müdahaleleri yoktu… Bugün de kimilerine göre “iyi insan” profili; uysal, uyumlu, sorgulamayan, eleştirmeyen, tepki vermeyen, itiraz etmeyen, “evet, efendim”ci prototiplerdir… “İslam’ın insanı”nın farkı burada kendini gösteriyor… Hayata yönelik iddia ve itirazlarının bedeli neyse göğüsleyerek yaşamdaki çarpıklıkların ve yanlışlıkların izalesine yoğunlaşır… Tabi ki, bu görevi yaparken kırıp-dökmez, ezip-geçmez, sövüp-saymaz… İtici, kırıcı, kavgacı olması da gerekmiyor... Hikmetle hakikatin savunucusu, hidayetin sunucusu olur… Bu ibadeti eda ederken ne kimseye zorbalık, ne de yobazlık var… Bedevice değil medenice… Kabaca değil kibarca… Ramazan Kayan |
|
06-22-2010, 08:33 | #358 |
Mehmet Ali BİRAND-HÜRRİYET
Bırakalım bu ucuz populizmi... Toplumu, gereksiz şekilde kışkırtmanın, ümitsizliğe sokmanın hiç anlamı yok. Terör ile daha uzun süre birlikte yaşayacağız. Kolay kolay da bitmeyecek. Toplumu sabırsızlığa sevketmek yerine, aksine sabır tavsiye edecek, durumu anlayışla karşılayacak başlıklar atmamız gerekiyor. PKK, bu ülkeyi yeterince yakıyor. Yangına bari bizler de körükle girmeyelim. Toplumun psikolojisine dikkat edelim. siyaset yapmak, iktidarı yıpratmak için, terör kartını kullanmayalım. MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE-ZAMAN MHP lideri Devlet Bahçeli'nin vatanseverliğini kimse tartışamaz. Ama terör hakkında söylediklerinin neye hizmet ettiğini bizzat kendisi ölçüp biçmeli. Bahçeli diyor ki: "AKP döneminde kanlı terör cesaret ve cüret kazanmış, etnik bölücülüğün önü açılmış ve ayrılıkçı ve bölücü emellerinin hayata geçirileceği ümitleri yeşertilmiştir". Yani? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti teröre katkı sağlamıştır. Doğru mu? Doğru olabilir mi? Bu sözlerin terör üzerinden İktidar Partisi'ni köşeye sıkıştırmak dışında bir anlamı var mı? Şemdinli'de saldıranlar planlamayı yaparken MHP liderinin yapacağı yorum hakkında hangi öngörüde bulunmuşlardır? Terör gerekçesi ile erken seçim isteyen kime hizmet etmiş olur? Terör bize yol göstermemeli. Ne yapacağımızı öğretmemeli. Terörü durduracak olan, şehit cenazelerindeki tevekküldür. Kürt'üyle, Türk'üyle birlikte yaşamaya azmetmiş bir millettir. Unutmayalım: Sabır olmazı oldurur. ESER KARAKAŞ -STAR Milliyet gazetesinin 20 Haziran Pazar günkü sayısının birinci sahifesi ilginç başlıklarla dolu idi. O sayısında Milliyet gazetesi manşet olarak “Göğüs göğse çarpıştılar” ifadesini tercih etmiş. Hemen altında da şöyle yazıyor: “Mehmetçik mevzilere sızan teröristleri göğüs göğse çatışarak püskürttü”. Mehmetçik birileriyle göğüs göğüse çatışıyorsa ve ancak püskürtüyorsa bu sürecin adı artık terör değildir, bunu da en iyi herhalde Milliyet’teki gazetecilerin bilmesi gerekir. Sırf resmi terminolojiye uymak için belirli sözcükleri tercih etmek de gazetelerin işi olamaz. Bu bir. İkinci konu çok daha vahim. Menfur olaydan hemen sonra TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin bir açıklama yapıyor ve “Bugün verdiğimiz 8 şehidimizle ilgili ben Genelkurmay’dan tatmin edici bir açıklama bekliyorum” diyor. Milliyet gazetesi de TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in bu açıklamasının şaşkınlık yarattığını yazıyor ve “Olmadı M. Ali Bey” gibi bir ifadeyi birinci sahifede kullanıyor. Bendeniz de neyin neden olmadığını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Ortada bir akıl karışıklığının olduğu muhakkak ve bu akıl karışıklığının tam da göbeğinde TBMM’nin ve TSK’nın tanımlarının netleşmemesi yatıyor. İSKENDER PALA-ZAMAN gece veya gündüz, yalnız kalacağınız bir köşeye çekilin ve ellerinizi şakaklarınıza, dirseklerinizi dizlerinize dayayıp şöyle sorun kendinize: "- Ben nasıl bir insanım?!.." Hayır, hayır, bunu kendinizden nefret veya şahsınıza hayranlık için değil, bütün samimiyetinizle ve kendinizi anlama ihtiyacı ile yapın. Peşin fikirlerden, yersiz methiyelerden, ucuz mazeretlerden ve cebriyeci bir teslimiyetten uzaklaşarak, sanki kendinizi karşınıza alarak, bir hasta muayene eder gibi yapın. Kendinize sorun: "- Ben nasıl bir insanım!.." Ancak bu sorunun ardından kendinizi keşfetmeye başlayabilirsiniz?!.. Sahi siz nasıl bir insansınız? |
|
07-07-2010, 16:54 | #359 |
Özgürlük dediğiniz, sorumluluğun bahçesinde yeşerir. Sorumlu hissetmediğin, geleceğini dert etmediğin birini, zorlandığın ilk virajda sırtından atmak demokratlıkla bağdaşmaz.
Bejan Matur |
|
07-09-2010, 13:41 | #360 |
Yılgın Türkler Mayklara Karşı! Kapitalizm, öcüler yaratarak insanları korkutur. Diş macunu reklâmlarında bugüne kadar yarattıkları karikatürize hayvanları hatırlayınız. Şampuan reklâmlarını da ıskalamadan izleyiniz. Geriye, bulaşık ve çamaşır deterjanları için yaratılan hayvanları zikretmek kalıyor. Sanırım ne demek istediğimi şimdiden anladınız? Hoower marka elektrik süpürgesiyle başlayan macera sonunda çok gelişmiş buharlı, su tankları olan makinelere dönüşünce, onları pazarlamak problem yarattı. Büyük kapitalizm, bu aletleri insanlara satabilmek için düşündü taşındı ve gözle görünmeyen mikrobik canlıları yarattı. Biz, onları yazılışı gibi okumayıp "Mayk” diye telâffuz ettik. Halıların tüylerinde yaşayan Mayklar insan sağlığı için çok önemliydi ve onlardan korunabilmenin tek yolu, son model süpürgelerden almaktı. Kapitalist pazarlamacılar ağlarını böyle ördüler. Televizyon reklâmlarını izleyen ev kadınları, iki işte çalışarak evini zar zor geçindirmeye çalışan kocalarına Mayk baskısı kurarak adamları yıldırdılar. Ya o süpürgelerden alınacaktı ya da Mayklar ölüm saçacaktı. Bir zamanlar ben de aynı konudan muzdarip oldum ama karımın okuryazar bir insan olması nedeniyle, saldırıyı ucuz atlattım. Marks'tan girip, Lenin’den çıktım, kapitalizm filan derken Mayksizm’e ulaşıp paçayı yırttım! Kapitalizm halı öcüleri yaratırken, kadınların cinperi korkularını çok iyi kullanır. Televizyon reklâmlarında cin çarpmış kıllı yaratıklar olarak lanse edilen Mayklar, kadınların hayal güçleri sayesinde hedefine hemen ulaştı. Ben, Mayk öcülerini yüksek kültürümle savuşturdum, diğer erkekler ne yaptı bilmiyorum! Kapitalizmin öcülerine inanmayın. Bu kadar büyük zararlar verebilen güçlü hayvanlar niye ayakaltında sürünsünler! Gerçekten güçlü olsalardı başımıza çıkarlardı, akıllı olun biraz! Aynı numara PH formüllü vıdı vıdı söylemlerle şampuanlarda da çekiliyor. İşin en iğrenç oyunları ilâç fabrikaları tarafından yönetiliyor. İlâç tüccarları dünyaya bir hastalık adını öğretip inandırarak bol miktarda ilâç satıyorlar. Örneğin depresyon numaraları iyi tuttu. Çünkü birçok hastalık gibi onu da iktidarsızlık yapar tehdidiyle pazarladılar Zaten bizim millete şu ilacı kullanmazsanız kuşunuz uçmaz derseniz, satış patlaması yaşarsınız. Kuşyeminin her türlüsü yok satar. Yılgın Türkler / Bülent Akyürek Belki üslubu bozuk biri olabilir; ama kimse şurada yazılanların doğruluğunu inkar edemez... Tamam herşeyi kapitalizme bağlamamak gerekir... Ama insan başka da birşey düşünemiyor... Yıllardır doktorlar; "saçlara dışarıdan müdahale olmaz, saç içten beslenir" der, yıllardır da şampuan reklamları; "Saçlarınız "X" ile kökten uca beslensin, güçlenip köklensin, ahenkle dans etsin" der... Bazen reklamlara kazara denk geldiğim zaman, kendimi aptal gibi hissediyorum... Yazıyı okunmaya değer bulduğum için paylaştım, tümden olmasa bile konusu itibari ile değer... İnsanlarımızın uyutulduğunu görmek gerekir, uyanık olmak gerekir... |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|