AK Gençliğin Buluşma Noktası
~ Nur-u Muhammediye ~ Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) hakkında herşey..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 04-05-2011, 06:22   #21
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Bedir'de babasına karşı savaşan sahâbî: ABDULLAH BİN SÜHEYL

Abdullah bin Süheyl ilk Müslüman olanlardandır. İkinci Habeşistan hicretine kadar Müslümanlığını gizledi. Sonra Habeşistan'a hicret eden kâfileye o da iştirak etti. Habeşistan'dan dönüşünde, babası tarafından hapsedilip, işkence yapılmış, Müslümanlıktan vazgeçmeye zorlanmıştı. Bu yüzden çok şiddetli eziyet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Çâresiz kalarak babasının sözüne uymuş gibi göründü. Aslında, istemiyerek îmânını gizlemişti.Peygamberimizin ve Müslümanların çoğunluğu Medîne'de bir araya gelmişler, gün geçtikçe güçlenmekte ve durumları iyiye doğru gitmekteydi.

İşine yaramıştı

Mekke müşrikleri bunu bir türlü hazmedemiyorlar ve en kısa zamanda, Müslümanları ve İslâmiyeti yok etmek istiyorlardı. Bu yüzden Bedir Muharebesine büyük bir intikam hırsıyla hazırlanmışlardı. Bu Abdullah bin Süheyl'in işine yaramıştı. Bedeni müşrikler arasında ama, rûhu Resûlullah ve Müslümanlarla beraberdi. Şirk ve küfür ordusu arasında bulunmak istemiyordu ama, Resûlullaha kavuşmak için bir müddet sebredecekti.Bu arada, babası kendisini zaman zaman kontrol ediyor, fakat Abdullah bin Süheyl, iç dünyasında olup bitenleri, rûhunda yaşadığı ve tattığı lezzeti, babasına ve etrafındakilere aslâ hissettirmiyordu. Günler böyle geçti. Babası, onda anormal bir durum, İslâmiyete dâir bir belirti görmediğinden, artık onun hakkında şüphesi kalmamıştı.Hâlbuki o, onların kirli ve insanlıktan uzak dünyasından, Resûlullahın Cennet misâli huzûrlarına, onun mübârek sohbetlerine, Müslümanların o saâdet ve mutluluk dünyasına nasıl kavuşacağının plânlarını yapmaktaydı.Abdullah bin Süheyl, sanki başka âlemde yaşamakta, müşriklerden çok çok uzaklarda bulunmaktaydı. Onun durumundan, kimsenin haberi yoktu. Müşriklerin, Müslümanlardan birkaç misli fazla olan küfür ve şirk ordusu, Bedir'e varmış, bütün techizatı yerleştirmiş, muharebeye hazır duruma gelmişti. Karşılıklı tek tek vuruşmalar bitmiş, iki ordu birbirine girmişti. Harp iyice kızışmıştı.

Hakkımda hayırlı kıldı

Abdullah bin Süheyl için tam zamanı idi. İslâm ordusu saflarına geçebilirdi. Fırsatı kaçırmadı ve Müslümanların saflarına katıldı. Böylece, günlerden beri hayâli ile yaşadığı dünyanın içine girmişti. Şimdi başka bir hava teneffüs etmeye başlamıştı. Bu, rûhlara hem gıda ve hem de şifâ olan bir hava idi. O, Allahü teâlânın sevgilisinin yanında, onunla yan yana cihâd ediyordu. Ne büyük saâdetti. Kıyâmete kadar hayırla, duâ ile anılacakların arasına girmişti.Babası Süheyl, onun bu hareketine çok kızmış ve ağır laflar söylemişti. Abdullah ise babasına, “Allahü teâlâ bunu benim hakkımda çok hayırlı kıldı” diye cevap verdi. Abdullah bu esnâda 27 yaşında idi.Abdullah bin Süheyl artık yerinde duramıyordu. Aslanlar gibi, şirk ordusunun üzerine atıldı. Sanki önceki Süheyl değildi. Diğer Sahâbe-i kirâm gibi o da kahramanca savaştı. Sonunda müşriklerin şirk ordusu perişan oldu. Abdullah'ın babası da esîr düşmüş, daha sonra fidye ile kurtulmuştu.Abdullah bin Süheyl, Bedir'den sonra Uhud ve Hendek gazâlarına katılmış, Hudeybiye antlaşmasında da hazır bulunmuştur. Fakat bu antlaşma sırasında gördüğü manzara, onun kalbine bir hançer gibi saplanmış ve çok üzülmüştü. Çünkü bu antlaşmada, Mekkeli müşrikleri, babası Süheyl temsil etmiş ve antlaşmaya “Allahın Resûlü” ifâdesinin yazılmasına itiraz ederek demişti ki: - Biz senin Resûlullah olduğunu kabûl etseydik seninle savaşmazdık.

Müslümanları üzmüştü

Onun bu kaba hareketleri Abdullah'ı çok üzmüştü. Resûlullah efendimiz, onun bütün şartlarını kabûl etmişti. Antlaşma imzalanmadan önce olan bir olay da, bütün Müslümanları üzmüş, Resûlullah efendimiz de mahzûn olmuştu.Çünkü, Abdullah bin Süheyl'in küçük kardeşi Ebû Cendel Müslüman olmuştu. Bu yüzden Mekke'de zincire vurulup, hapsedilmişti. Ancak bir yolunu bulup kaçmış, Hudeybiye antlaşması imzalanırken, kendini Resûlullahın mübârek ayaklarının dibine atarak demişti ki:- Beni kurtar yâ Resûlallah!

Fakat müşriklerin temsilcisi olan babası Süheyl oğlunu orada görünce, Ebû Cendel'i boynundan tutup dedi ki:- Yâ Muhammed! Antlaşmamız üzerine bana geri çevireceğin insanların ilki budur!

Resûlullah efendimiz, onu teslim etmek istememişti. Bunun üzerine Süheyl diretti:- O zaman antlaşmayı imzalamam!

Ancak Resûlullah bu antlaşmanın yapılmasını, birçok sebepten dolayı istiyorlardı. Bütün taleplere rağmen, müşrikler tekliflerinden vazgeçmedi.Ebû Cendel'in, babasına teslim edilirken söylediği sözler, bütün Müslümanların gözlerini yaşartmıştı. Başlangıcı Müslümanların aleyhine gibi görünen Hudeybiye antlaşması, daha sonra, Müslümanların lehine netîce vermiş, Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde bu antlaşmayı, Feth-i Mübîn diye vasıflandırmıştır. Ebû Cendel hazretleri de, bilâhare kurtulmuş, sağ sâlim Medîne'ye dönmüştür.Hudeybiye antlaşmasından iki sene sonra, Abdullah bin Süheyl Mekke'nin fethinde de bulundu. Mekke fethedilmiş, öldürülecek olanların listesi yapılmıştı. Bunların arasında, Abdullah bin Süheyl'in babası da vardı. Babasına dayanamamıştı.

Ben de şehîd olsaydım

Babasının öldürülmemesi için teşebbüste bulundu. Durum Resûlullaha arz edildi. Resûlullah efendimiz Hz. Abdullah'ın bu istirhâmını kabûl etti. Babasına bir emannâme verildi. Daha sonra babası Süheyl bin Amr Müslüman oldu. Sahâbelik şerefine nâil oldu. O kadar ihlâslı bir Müslüman oldu ki, Resûlullahın âhırete teşrifleri sırasında konuşmaları ile, birçok kimsenin, dinden dönmesine mâni oldu.Abdullah bin Süheyl, Yemâme'de Cevaş muharebesinde şehîd olmuştu. Hz. Ebû Bekir, Kureyş ve Mekke'nin ileri gelenleriyle birlikte, oğlunun şehâdetinden dolayı, babası Süheyl'e tâziyede bulunmuşlardı. Oğullarına her türlü işkenceyi daha önce yapmış olan Süheyl dedi ki:- Keşke ben de şehîd olsaydım. Resûlullah efendimiz bana, şehîdin, âilesinden 70 kişiye şefâ'at edeceğini bildirdi. Ben oğlumun benden önce kimseye şefâ'at etmiyeceğini umuyorum.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:22   #22
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Sâhib-ül ezân: ABDULLAH BİN ZEYD

Hicretten sonra Medîne'de Peygamber efendimizin mescidi yapılmış, burada Müslümanlar cemâ'atle namaz kılıyorlardı. Ancak o günlerde namaz vakitlerini bildirmek, zahmetli oluyordu. Müslümanlar, Mescid'e toplanır; namaz vaktini beklerlerdi. Ba'zıları da tam vakti tesbit edemezlerdi.Sevgili Peygamberimiz, buna bir çâre arıyorlardı. Bir gün arkadaşlarını topladılar. Meseleyi hep birlikte konuşmaya (istişâreye) başladılar. İlk önce şu teklif yapıldı:- Namaz vakitlerinde çan çaldırsak!

Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Çan çaldırma âdeti, Hıristiyanlara mahsûstur. Bize yakışmaz.Sonra, başka bir düşünce ileri sürüldü:- Boru çaldırsak!- O da Yahûdîlere âittir. Doğru olmaz.

Ateş yaksak

- Yüksek yerlerde ateş yaksak. Böylece namaz vakitlerini, görerek öğrenmiş oluruz!

Bu teklife de Allahü teâlânın Resûlü şöyle buyurdu:- Ateş yakmak, ateşperestlerin, ateşe tapanların işidir. Mecûsîlerin yaptığını taklîd edemeyiz. Son olarak:- Namaz vakitlerinde, bir bayrak çekelim, teklifinde bulunuldu.Peygamber efendimiz, bunu da beğenmediler. Neticede, karar veremeden dağıldılar. Müslümanlar üzgün olarak evlerine çekildiler.O toplantıda bulunan Abdullah bin Zeyd, aynı gece bir rü'yâ gördü... Ertesi gün, sabah namazından sonra, Sevgili Peygamberimize gördüğü rü'yâyı anlattı:" Yâ Resûlallah! Dün gece rü'yâmda, mübârek bir zât gördüm. Elinde parlak bir çan vardı. Ona sordum:- Onu bana satar mısın?- Çanı ne yapacaksın?- Müslümanları namaza da'vet edeceğim.O mübârek zât güldü ve dedi ki:- Sana ondan daha hayırlı, bir şey öğreteyim mi?- Öğret!.O zaman bana, kelimesi kelimesine, Ezân-ı Muhammedî'yi okudu."Abdullah bin Zeyd hazretlerinin rü'yâlarını anlatmasından sonra, Allahü teâlânın Resûlü de tebessüm ederek buyurdular ki:- İnşâallah gördüğün hak rü'yâdır, sâlih rü'yâdır. Şimdi kalk da öğrendiklerini, Bilâl'e öğret! Ezânı, O okusun. Çünkü sesi, senden daha gür, daha yüksektir.

Aynı rü'yâyı ben de gördüm

Bu rü'yâ ve Ezân kelimelerini işiten Hz. Ömer dedi ki:- Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemîn ederim ki, aynı rü'yâyı ben de gördüm.Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz, ellerini semâya kaldırarak; cenâb-ı Hakka şükrettiler, hamdettiler.Bundan sonra Sâhib-ül Ezân diye meşhûr olan Abdullah bin Zeyd, Medîneli Müslümanların Hazrec koluna mensuptur. Ebû Muhammed el-Medenî adı ile künyelenmiştir. Akabe bîâtında bulunarak Resûlullaha îmân edip Müslüman olmakla şereflenmiştir. Bedir muharebesine iştirak etmiş ve diğer bütün harplere katılarak, büyük kahramanlıklar göstermiştir.Resûlullah ile beraber Vedâ Haccı'nda bulundu. Bu hac esnasında elinde bulunan bütün mallarını, hayvanlarını, fakirlere sadaka olarak dağıttı. 644 yılında 64 yaşında iken vefât etti.Buyurdu ki:"Dünyada olup da âhiret hayatı yaşıyan insan saâdet içindedir. Bir insan yaşadığı müddetçe Allahı hatırından çıkarmayıp, O'na hep yalvarırsa âhirette merhametine sebep olur. Böylece âhiret hayatı yaşamış olur."
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:22   #23
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Medîne'de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî: ABDULLAH BİN ZÜBEYR

Abdullah bin Zübeyr, Medîne'de muhâcirlerden ilk dünyaya gelen çocuktur. Hicretten yirmi ay sonra 622' de Medîne yakınındaki Kubâ'da dünyaya gelince, Muhâcirler çok sevinip rahatladılar. Çünkü Yahûdîler, “Biz muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak” diyorlardı.Bu mübârek zâtın doğumu, Yahûdîlerin yalanlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Resûlullah efendimiz ona duâ edip, ismini “Abdullah”, künyesini de “Ebû Bekir” koydu. Diğer künyesi “Ebû Hubeyb” idi.

İsmini Resûlulla koydu

Hişâm bin Urve şöyle anlatmıştır:“Abdullah bin Zübeyr dünyaya gelince, annesi daha onu hiç emzirmeden, doğruca Resûlullah efendimize götürdü. Peygamber efendimiz çocuğu kucağına alıp ismini koydu ve duâ etti.”Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamberimize getirildiğinde, Ona bî'at etme şerefine kavuştu. Böylece sahâbeden olma şerefine nâil oldu.Hz. Ebû Bekir devrinden sonra yavaş yavaş çocukluk hayâtından çıkarak, Hz. Ömer zamanında kendini göstermeye başladı. 636 senesinde oniki yaşlarında iken, babası ile Yermük savaşına gitti. Yine dört sene sonra, babası ile birlikte Amr bin Âs'ın kumandanlığında Mısır'ın fethine katıldı.Abdullah bin Zübeyr, gündüzleri oruç tutar, gecelerini de namaz kılarak geçirirdi. Çok namaz kılması sebebiyle, kendisine Mescid güvercini denmiştir. Birkaç gün bir şey yemediği olurdu. Çok cesûr, kuvvetli ve kahraman idi.Abdullah bin Zübeyr, hicretin 30. senesinde Sa'îd bin Âs kumandasındaki ordu ile Horasan seferinde bulundu.Aynı sene Hz. Osman tarafından Kur'ân-ı kerîmin nüshasının çoğaltılması için toplanan ilmî hey'ete da'vet edildi. Hz. Osman şehîd edilmeden önce, bütün gücüyle fitnecilerle mücâdele etti. Cemel vak'asında babası ile beraber bulundu.

Hz. Ebû Bekir'e benzerdi

Abdullah bin Zübeyr, şecâat ve cesâretiyle birlikte çok ibâdet ederdi. Namazda o kadar huzura dalardı ki, ta'rîfi mümkün değildir. Babası onun hakkında; “İnsanların Ebû Bekr-i Sıddîk'a en çok benzeyeni” buyurmuştur.Eshâb-ı kirâmın fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden biri olan Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Resûlullah efendimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet ettiği gibi, babasından, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan, teyzesi Hz. Âişe'den, Hz. Ali gibi Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden de hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.Onun bildirdiği otuzüç hadîs-i şerîfin tamamı Ahmed bin Hanbel'in Müsned adlı kitabında yer almıştır. İslâmiyette ilk olarak yuvarlak gümüş parayı Mekke-i mükerremede bastıran odur.Bir gün hak yoldan ayrılan hâricîlerden bir grup, Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin huzûruna giderek dediler ki:- Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, ya'nî bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Yoksa, seni bu i'tikâdını bırakmaya da'vet ederiz.Sonra da şöyle sordular:- Şeyhayn, ya'nî Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne dersin?

Sadece hayır söylerim

Abdullah bin Zübeyr hazretleri, onların sorularına şöyle cevap verdi:- Onlar hakkında sâdece hayır söylerim.Hâricîler bunun üzerine,- Peki Osman hakkında ne diyorsun? diye sordular. Sonra da Hz. Osman'ın şânına lâyık olmayan ithâmlarda bulundular.Daha sonra; babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri konuştular.Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah bin Zübeyr hazretleri dedi ki:- Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız, aslâ doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm ile kardeşi Hârûn aleyhisselâmı, en azılı kâfirlerden olup ilâhlık dâvâsında bulunan Fir'avn'a gönderirken, gâyet yumuşak konuşmalarını emretti.Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde şöyle bildirilmektedirİkiniz (Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm) Fir'avn'a gidin! Çünkü o, ilâhlık iddiâsında bulunmakla hakîkaten pek azgınlık etti. Ona yumuşak muâmelede bulunun! Yumuşak söz söyleyin! Olur ki, nasîhat dinler, yahut Allahü teâlânın azâbından korkar.) [Tâhâ: 43, 44]Resûlullah efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadırÖlmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz!)

Günâh olarak kâfi idi

Bunun için Resûlullah efendimiz, İkrime bin Ebî Cehil'e eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebû Cehil'e sövmeyi, la'net etmeyi yasaklamıştır.Hâlbuki, Ebû Cehil, Allahü teâlânın ve Resûlünün düşmanı idi. Hicretten önce, Resûlullah efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra da savaşta bulunmuştu.Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günâh olarak ona kâfi idi. Kâfir olduğu hâlde, la'netlenmesine izin verilmemesi; babama, arkadaşı Hz. Talha'ya ve diğer Eshâba söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için yeterli bir sebeptir.Bu ma'kûl sözlere verecek cevap bulamayan Hâricîler yanından ayrıldılar.Hâricîler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah bin Zübeyr gelip, yüksekçe bir yere oturdu. Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den çok güzel bahsetti. Hz. Osman'ın hilâfetiyle ilgili olarak da şunları söyledi:- Hz. Osman bin Affân'ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiç kimse yoktur. Hakem bin Âs'ı Resûlullah efendimizin mübârek izinleri ile Medîne-i münevvereye kabûl etmiştir. Yaptığı işlerde faydalar var idi.

Hz. Osman yazmadı

Daha sonra Abdullah bin Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip getirdiği, içinde ba'zı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu, onun yazmadığını belirtip şöyle dedi:- Bunu Hz. Osman yazmadı. Dilerseniz, onun yazdığına dâir delîlinizi getiriniz, delîliniz yoksa ben size onun yazmadığına yemîn edeyim. Allahü teâlâ yemînin kabûl edilmesini emrediyor. Hele Resûlullahın dâmâdı, imâmetteki vekîli, onun sebebiyle ağaç altında Bî'at-ı Rıdvân'ın yapıldığı Hz. Osman'ın yazmadığına dâir yemîni, elbette kabûl etmek lâzımdır. Ancak hak olan bir şeye yemîn edilir. Resûlullah efendimiz buyuruyor kiKim Allahü teâlâya yemîn ederse, tasdîk edilsin! Yemîn edilen kimse de râzı olsun.) Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi mü'minlerin emîridir. Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam ve arkadaşı Hz. Talha, Resûlullah efendimizin iki sahâbîsidir.Hz. Talha'nın Uhud muhârebesinde parmağı kesilince, Resûlullah efendimiz;(Parmağı Talha'dan önce Cennet'e girdi) ve, (Talha, Cennet'e girmesine vesîle olacak bir iş yaptı) buyurdu.Hz. Ebû Bekir, Uhud harbinden bahsedilince, “Uhud harbinin hepsi veya çoğu Talha'ya âittir” buyurdu.

Allahü teâlâ râzı oldu

Babam Zübeyr bin Avvâm'a gelince, O Resûlullah efendimizin havârîsidir. Resûlullah efendimiz onu bu sıfatla zikretmişler, Talha ile beraber Cennetlik olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurduSana, ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allahü teâlâ râzı oldu. Hepsini sevdi.) [Feth: 18]Ayrıca, onların, Allahü teâlânın ve Resûlünün gadabına uğradıklarına dâir bir haber bize ulaşmadı.Onların hak olarak yaptıklarına gelince, onlar zâten buna lâyıktırlar. Şâyet onlarda bir zelle sürçme meydana gelmişse, o sürçmeyi, onların Resûlullaha yaptıkları hizmetlerin hürmetine gidermek, Allahü teâlânın affındandır.Hâricîler bu sözler karşısında da verecek cevap bulamadılar ve dönüp gittiler.Abdullah bin Zübeyr 649 senesinde, Abdullah bin Sa'd ile Afrikıyye harbine katıldı. Yüzyirmi bin düşman askeri ile yirmi bin İslâm mücâhidi savaşırken, o birkaç mücâhid ile Bizans ordusu kumandanı, Roma asilzâdesi Gregorius'u öldürdü. Bu başarısı üzerine düşman kuvvetleri bozuldu. Zaferin kazanılmasında mühim bir rol oynadı.

Fethi anlatacaktır

Abdullah bin Zübeyr, Afrikıyye'nin fethinden döndükten sonra, Hz. Osman'ın huzûruna gidip, ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hz. Osman mescidde kalkıp, cemâ'ate şöyle hitâb etti:- Ey mü'minler! Allahü teâlâ Afrikıyye'nin fethini nasîb ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah bin Zübeyr'dir. Şimdi size Afrikıyye'nin fethini anlatacaktır. Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr, minberin yanında olduğu yerden ayağa kalkıp, cemâ'ate, Afrikıyye'nin fethinin nasıl gerçekleştiğini anlatmaya başladı:“Ey mü'minler! Kalblerimizi birleştiren, birbirimizi sevdiren ve ni'metleri aslâ inkâr olunamayan, Allahü teâlâya, bildirdiği şekilde hamdolsun. Yine Allahü teâlâya hamdolsun ki, Muhammed aleyhisselâmı seçip, vahyini Ona emânet etti. Kur'ân-ı kerîmi gönderdi.Muhammed aleyhisselâma insanlardan yardımcılar seçti. Ona îmân ettiler; hürmet ve ta'zîmde bulundular. Allahü teâlânın dîni uğrunda hakkıyla cihâd ettiler. Bir kısmı bu hak yol olan İslâmda, Allah yolunda şehîd düştüler. Geride kalanları ise, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışmaktadırlar. Kınayanların kınamaları, onları bu yoldan aslâ çevirememektedir.Ey insanlar! Allahü teâlâ size merhamet eylesin! Biz, bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihâda çıkmıştık. Emîr-el-mü'minîn'in tavsiyelerine ve emîrlerine titizlik ile uyan bir vâli ile beraber idik. Sabah-akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu. Geceleyin yola devam edip, kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk.

İslâma da'vet ettik

Afrikıyye'ye varıncaya kadar, Rabbimizin ihsân buyurduğu en güzel hâl üzere yolumuza devam ettik. Nihâyet at kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk. Birkaç gün orada ikâmet ettik. Bu sırada, atlarımızı istirahata bıraktık. Silâhlarımızı harbe hazırladık.Sonra Afrikıyyelileri İslâma da'vet ettik. Fakat onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine, sulh ve zillet içinde kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklîfimize ise hiç yanaşmadılar.Onların karşısında onüç gece bekledik. Bu arada, elçilerimiz gidip geldi. Nihâyet teklîflerimizi kabûl etmeyeceklerine iyice kanâat getirince, komutanımız kalkıp, Allahü teâlâya hamd ve senâ etti. Sonra cihâdın fazîletini anlattı. Sabredip Allah için cihâd edenlerin kavuşacakları sevâbdan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücûm edip, savaşa başladık.Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir muhârebe oldu. İki taraf da çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü gibi, bizden de pek çok kimse şehîd düştü. O gece, her iki taraf da savaş meydanında geceledi.

Zafer ihsân etti

Biz Müslümanların bulunduğu yerden, Kur'ân-ı kerîm okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman üzerine hücûm ettik.Allahü teâlâ bize sabır, yardım ve zafer ihsân etti. İkinci gün akşama doğru Allahü teâlâ bize Afrikıyye'yi fethetmek nasîb eyledi. Pek çok ganîmet elde ettik. Mervân bin Hakem, bu ganîmetlerin beştebirini devletin hazînesine koydu.Müslümanların yanından, onları sevinçli bırakarak ayrıldım. Alınan bu ganîmetler, Müslümanları zenginleştirdi. İşte ben, Allahü teâlânın bize nasîb ettiği bu zaferi, şirkin uğradığı bu hezîmeti, Emîr-el-mü'minîne ve size müjdelemek için geldim.Ey Allahın kulları! Verdiği ni'metlerden dolayı ve düşmanlarımıza indirdiği azâbdan dolayı, Allahü teâlâya hamdederiz.” Abdullah bin Zübeyr, 692 yılında Haccâc tarafından şehîd edildi. Resûlullah efendimiz bu hadîseye işâret ederek Abdullah'a buyurmuştu ki:- İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz. Abdullah bin Zübeyr, Eshâb-ı kirâma çok hürmet ederdi. Hattâ babası Zübeyr bin Avvâm'dan naklettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullahın şöyle buyurduğunu bildirirdiHerhangi bir memlekette vefât eden Eshâbımdan biri, kıyâmette, mahşer yerine giderlerken, o memleketin Müslümanlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır.) Abdullah bin Zübeyr, Mekke'de namazlarını Mescid-i Harâm'da kılardı. Buyururdu ki:“Resûlullahtan işittim. Buyurdu kiBenim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Harâm hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i Harâm'da kılınan bir namaz, Mescid-i Nebî'de kılınan 100 namazdan efdaldir, üstündür.)

Kâ'be'ye çok hizmet etti

Abdullah bin Zübeyr, Kâ'be-i muazzamaya çok hizmet etmişti. Daha önce Hz. Ömer halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i saâdeti genişletirken, Hucre-i saâdetin etrafına kısa bir taş duvar çevirmişti. Abdullah bin Zübeyr bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup, kuzey tarafında bir kapısı vardı.Abdullah bin Zübeyr'in babası, Aşere-i mübeşşereden, ya'nî Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvâm, annesi Ebû Bekr-i Sıddîk'ın kızı Esmâ, teyzesi mü'minlerin annesi Âişe-i Sıddîka'dır. Babasının annesi (ninesi) Hz. Safiyye, Resûlullahın halası idi.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:22   #24
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Âilece cömert olan sahâbî: ADÎ BİN HÂTİM TÂÎ

Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, Peygamber efendimizin emriyle zaman zaman Medîne dışındaki kabîlelere seferler düzenler, buralardaki halkı İslâma da'vet ederlerdi. Da'veti kabûl etmiyenlerle savaş yapılır, ganîmet ve esir alınırdı.Tay kabîlesi üzerine yapılan seferde, reisleri, Adî bin Hâtim kaçtı. Kardeşi Sefâne esir alındı. Kendisine çok iyi muâmele yapıldı. Çünkü babası meşhûr cömertlerdendi. Onun cömertliğine hürmeten, kızına iyi muâmele yapıldı.

Bu melik değildir

Peygamber efendimiz, Sefâne'yi kardeşini bulup getirmesi için serbest bıraktı. O da kardeşini bulup başından geçenleri anlattı. Kardeşi Adî bin Hâtim, kardeşinin anlattıklarından cesâret alarak, Medîne'ye gitti. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır:Medîne'ye vardığımda, Resûlullah efendimiz Mesciddeydi. Huzûruna varıp, selâm verdim. Bana:- Kimsiniz, buyurdu. Ben de:- Adî bin Hâtim'im, dedim.Beni alıp evine götürdü. Yolda giderken, yaşlı bir kadın, ihtiyaçlarını arz etti. Onunla ilgilenip, ihtiyaçlarını giderdi. Bu hâli görünce, "Bu, melik değildir" dedim.Eve varınca, içi lifle dolu bir minder gösterip, "Buraya oturun!" buyurdu. Ben oturmak istemedim. Israr edince mecbûren oturdum. Kendisi de yere oturdu. Kendi kendime, "Vallahi bu melik olamaz, melik olan kimse bu kadar tevâzu ehli olamaz!" dedim. Sonra bana:- Yâ Adî bin Hâtim, Müslüman ol ki, selâmette olasın, buyurdu. Ben de:- Benim dînim vardır, dedim. Bunun üzerine:- Senin dînini senden daha iyi bilirim. Sen Rakusiyye dîninden değil misin? Kavminin dörtte bir ganîmetini yemiyor musun? Bu senin dîninde sana helâl değildir, buyurdu. Ben içimden:- Vallahi doğru söylüyor. Bilinmiyen şeyleri biliyor. Bu peygamberdir, dedim. Sonra buyurdu ki:- Yâ Adî bin Hâtim, seni İslâma girmekten alıkoyan nedir? Seni "Lâ ilâhe illallah" demekten uzaklaştıran nedir? Allahtan başka ilâh var mı? Neden çekiniyorsun? Seni, Allah büyüktür demekten alıkoyan nedir?Bu sözleri büyük bir huşû içinde dinledim. Bu kadar güzel yüzlü, tatlı sözlü bir kimse yalancı olamazdı. Hemen Kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldum.

Beni tanıdınız mı?

Resûlullah sonra beni, kabîleme İslâmiyeti anlatmak ve onların zekâtlarını toplamak için geri gönderdi. İlk zekât toplıyan ben oldum. Kabîlemin Müslüman olmasına vesîle oldum.Birgün kabîlemden birkaç kişi ile beraber, Hz. Ömer'in huzûruna gitmiştik. Kendisine sordum:- Beni tanıdınız mı?- Evet tanıdım! Sevgili Peygamberimize kavmin inanmadığı bir zamanda sen inandın, vefâkâr oldun! Kavmin sana zulmettikleri zaman onlara sabreden sensin! Muhakkak ki, kabîlesinde ilk zekâtı toplayıp, Peygamber efendimizi sevindiren de sensin.Adî bin Hâtim hazretleri, dünyaya hiç kıymet vermez, kazandığını fakîrlere dağıtırdı. Peygamber efendimizin huzuruna gittiğinde ona yanında yer verirdi. Kendisine iltifatlarda bulunurdu.Allahü teâlâ ona uzun bir ömür verdi. Hz. Ali'nin vefâtından çok sonra 120 yaşında Kûfe'de vefât etti. Ölünceye kadar, İslâmiyeti yaymak için çırpındı. Vaktini hiç boşa geçirmezdi.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:22   #25
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Meleklerin defnettiği sahâbî: ÂMİR BİN FÜHEYRE

Âmir bin Füheyre hazretleri, Tufeyl bin Abdullah'ın çobanıydı. Nice yıllar herşeylerini kaybedip, insanlıklarını unutmuş kimselere hizmet etti. Ama bütün hizmetlerinin karşılığı, sadece karın tokluğuydu. Belki karınlar toktu, fakat rûhlar açtı. Günler böyle ızdıraplar içinde geçip gitti. Nihâyet beklenen İslâm güneşi, Mekke'de doğdu ve etrafa yavaş yavaş ışıklarını saçmaya başladı. İslâmla müşerref olanlar, Onun ma'nevî lezzetini tattılar.

Önem vermedi

Tadını alan bir daha onu bırakamadı. İnsan, kalbe giren bu İlâhî aşktan ayrılabilir miydi? Bu İlâhî aşka tutulanlardan biri de Âmir bin Füheyre hazretleriydi. Fakat köleydi ve sözde efendisi vardı. Kalbinde duyup, vücudunun bütün zerrelerinde hissettiği îmân lezzetini açıklayamazdı.Âmir, “Bu vücut mutlaka birgün toprak olacak, nefsin elinde bir oyuncak olan bu beden mutlak çürüyecek, öyleyse bu dünyada bu kadarcık işkenceye dayanıversin” diye düşündü. Bu düşünce zinciri akıp gitti. Artık Âmir bin Füheyre hazretleri, yüce dînin emirlerini yerine getirmeye başladı. Kınayanın kınamasından; kızanın kızmasından çekinmedi. Bu yüzden çeşitli işkencelere mâruz kaldı.Bilâl-i Habeşî ile birlikte ağır işkencelere uğratılmış, kızgın güneş altında saatlerce bekletilmişti. Bütün bu işkencelere rağmen îmânından zerre kadar ta'vîz vermemiş, hak dînden geri dönmemişti. Bilâhare Hz. Ebû Bekir, onu satın alarak âzâd etti.Bu sırada müşrikler iyice azıttılar. Müslümanlara her türlü işkenceyi, ezâ ve cefâyı yapmaktan geri durmadılar. Nihâyet İlâhî izin geldi. Allahü teâlânın Resûlü, en yakını Hz. Ebû Bekir ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret edeceklerdi. Bu emirle iki sâdık dost yola çıktılar. Sevr mağarası önüne geldiklerinde Mekke çalkalanmakta, her taraf aranmaktaydı. Resûlullaha yardımcı olanın canı tehlikedeydi.Bütün bunlara mukâbil Âmir bin Füheyre hazretleri, Hz. Ebû Bekrir'e âit sütlü davarları uygun vakitlerde mağaranın önüne getirdi. Peygamber efendimiz ve Hz. Ebû Bekir'in yiyecek ve içeceğini temin etti. Böylece onlarla beraber hicret etme şerefine de kavuştu.Resûlullah efendimiz, Mekke'den Medîne'ye hicret eden Müslümanları birbirine kardeş yaptığında, Âmir bin Füheyre'yi de Ensâr'dan Hâris bin Evs ile kardeş yaptı.

Bedir eshâbından oldu

Hicretten sonra, Medîne'de bir araya gelen Müslümanlar, gittikçe artarak kuvvetlenmekteydi. Bu vaziyet, müşrikleri iyice endişelendirdi. Nihâyet Müslümanlarla müşrikler arasında Bedir ve Uhud gibi savaşlar oldu.Âmir bin Füheyre hazretleri bu savaşların her ikisine katılmak saâdetine kavuştu. Her iki savaşta da Müslümanlar az olmasına rağmen, kendilerinden kat kat fazla olan düşmanı mağlûb ettiler. Bununla beraber müşrikler boş durmadılar.Hicretin dördüncü senesi, Necd Şeyhi Ebû Berâ, Medîne'ye gelip, Resûlullaha mürâcaat etti. Kabîlesine dînî bilgileri öğretmesi için muallimler istedi. Yetmiş kişilik bir heyet hazırlanıp gönderildi.Yetmiş kişilik muallimler heyeti, Bi'r-i Maûne'de kuşatıldılar. Müslümanlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca kılıçlarına sarıldılar. Ancak düşman çok kalabalıktı. Ebû Berâ'nın kardeşinin oğlu Âmir'in tertiplediği bu alçakça hareket netîcesinde, Ümeyye oğlu Amr'ın dışında oradaki Müslümanların hepsi şehîd oldu.

Vaziyeti bir başkaydı

İslâma hizmet etmek için giderken, uğradıkları saldırıda, şehîd olanlar arasında yer alan, Âmir bin Füheyre'nin vaziyeti daha bir başkaydı.Şehîd edilişi sırasındaki gördükleri hâdiseyi, müşriklerin, kısa akıllarıyla anlamaları, kavramaları zordu. Azgın müşriklerin, sırtından saplamış oldukları mızrak, göğsünü yarıp çıkmıştı. Kanlar fışkırmaktaydı. Bu kan, alelâde bir insan kanı değil, Resûl-i ekremin müsâadesiyle İslâmı ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmek için yola çıkmış bir sahâbînin mübârek kanıydı.Cebbâr bin Sülmâ anlatırMüslümanlardan, beni İslâm dînîne da'vet eden birine, arkasından mızrağımı sapladım. Mızrağımın demirinin onun göğsünden çıktığını gördüm. Bu esnada kendisinin, “Vallahi kazandım” dediğini işittim.Kendi kendime,”Adamı öldürdüğüm hâlde, kazandığı ne acaba” dedim. Mızrağımı çıkarıp Dahhâk bin Süfyân'a gittim. Âmir'in sözünü naklettim. Dahhâk, Onun maksadı, Cenneti kazandım demektir dedi ve Müslüman olmamı tavsiye etti. Ben de Müslüman oldum. Müslüman olmama Âmir'den işittiğim söz ve kendisinin göğe yükseltilmesi oldu.)Cebbâr ve oradaki müşrikler, Âmir bin Füheyre hazretleri şehâdet şerbetini içtiği zaman, onun semâya doğru kaldırıldığını görmüşlerdi. Böyle garip hâller olup, Âmir bin Füheyre hazretlerinin rûhu da Cennete uçup gitti. Kurtuldum sözünü duyan Cebbâr da müşrik topluluğu içinde tek îmâna gelen kimse oldu.Allahü teâlânın hikmetidir ki, hâdise netîcesinde birisi şehîd olmuştur, diğeri ise hidâyete ermiştir. Âmir bin Füheyre şehîd olduğu sırada 40 yaşındaydı.Bi'r-i Maûne'de müşrikler tarafından kuşatılan İslâm irşâd ekibi şehîd olacaklarını anlayınca, dediler ki:- Yâ Rabbî! Resûlullah efendimize durumumuzu haber verecek, burada senden başka kimsemiz yoktur. Selâmımızı ona ulaştır yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Resûlün vâsıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnut oldu ve bizi de hoşnut kıldı.

Rableri onlardan râzı oldu

Cebrâil aleyhisselâm gelip durumu Resûlullah efendimize bildirdi ve dedi ki:- Onlar, Rablerine kavuştular, Rableri onlardan râzı, hoşnut oldu ve onları da hoşnut kıldı.Resûlullah efendimiz Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesi üzerine; Ve aleyhisselâm" buyurdular ve hutbeye çıkarak, müşriklerin, Müslümanlara yaptığı bu ihâneti, Eshâb-ı güzînin bu şekilde pusuya düşürülmesini, onların şehîd olduklarını Medîne'de Eshâb-ı kirâma bildirdiler.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:23   #26
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Şehîd oğlu şehîd: AMMÂR BİN YÂSER

Ammâr bin Yâser, ilk Müslümanların otuzuncusudur. Süheyb-i Rûmî ile birlikte, Dâr-ül Erkam'da aynı vakitte Müslüman olmuşlardı. O zaman Peygamber efendimiz Dâr-ül Erkam'da bulunuyordu. Ammâr bunu şöyle anlatıyor:Bir gün Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan'a rastladım. Ona dedim ki:- Burada ne yapıyorsun?- Sen ne yapıyorsun?- Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dîne gireceğim. Müslüman olacağım.- Ben de aynı maksatla buraya geldim.

İçeri beraber girdik

Böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Beraber Müslüman olduk, akşama kadar orada kaldık. Akşamdan sonra evimize döndük.İmâm-ı Mücâhid buyurdu ki:- Mekke'de Müslüman olduğunu ilk açıklayan, önce Resûlullah sonra da Ebû Bekir, Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır.Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya başlayınca, müşrikler, kimsesiz Müslümanlara ezâ ve cefâ etmeye başladılar. Ebû Tâlib hayatta iken, putperestler. Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Eshâbdan tanınmış kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşîretlerinin kalabalık oluşu sebebiyle, istedikleri gibi ezâ ve cefâ edemezlerdi.Ancak Müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini bulup, bunlara çeşit çeşit azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet görenler, Bilâl, Süheyb, Habbâb ve Ammâr bin Yâser'dir.Müşrikler Ammâr'ı yalnız yakaladıkları zaman Ramda mevkiine, Mekke kayalıklarına götürürler, elbiselerini çıkarıp, demir gömlek giydirirler, günün sıcağında kızmış taşlarla dağlarlar, ba'zan da sırtını ateşle dağlar, kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp derlerdi ki:- Muhammed'in dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul!

Ba'zan da kuyuya daldırıp boğmak isterlerdi. Onlar, bu dayanılmaz cefâlara sabredip,- Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır, diyerek İslâm dîninden dönmezlerdi.Ebû Huzeyfe bin Mugîre, Ammâr'ın babası Yâser'in dostu olduğu ve sözleşme gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o da müşriklerle bir olup, o Müslüman âileye, arkalarına ateş yapıştırmak sûretiyle işkence yapıyordu.

Dilim dilim doğrasanız

Benî Mahzûm kabîlesinin ileri gelenleri, Ammâr bin Yâser'in babasına ve vâlidesi Sümeyye'ye işkenceye devâm edip, sıcak günde kuma gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşları, gövdesine dizerlerdi. Sonra derlerdi ki:- Lât ve Uzzâ, Muhammed'in dîninden iyidir deyin!

Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirlerdi:- Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi dinlemeyiz. Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Peygamberidir.Yine bir gün, Resûlullah efendimiz Bathâ denilen yerden geçerken, Yâser âilesine işkence yapıldığını görüp çok üzüldüler. Hz. Yâser suâl etti:- Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek?Peygamber efendimiz de buyurdu ki:- Sabrediniz ey Yâser âilesi! Sevininiz ey Ammâr âilesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfât yeriniz Cennettir.Ammâr bin Yâser'in, Kureyşli müşriklerden gördüğü işkence, dillere destân olacak şekildedir. Bir defasında Ammâr Resûlullah efendimize gelerek hâlini arz etti:- Yâ Resûlallah! Müşriklerin bize yaptığı işkenceler son haddine vardı.Resûlullah efendimiz onların bu hâlini biliyor ve onlar için üzülüyordu. Buyurdu ki:- Sabrediniz ey Yakzân'ın babası! Sonra da şöyle duâ ettiler:- Yâ Rabbî! Ammâr âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.

Ey ateş, serin ol

Yine bir gün Mekke müşrikleri Ammâr'a ateşle eziyet ve işkence ediyorlardı. Resûlullah efendimiz orayı teşrif ettiler. Buyurdular ki:- Ey ateş! İbrâhim'e (aleyhisselâm) olduğun gibi, Ammâr'a da serin ve selâmet ol.Daha sonra Ammâr, sırtını açtığında ateşin izi görünüyordu. Bu iz Resûlullah efendimizin duâsından önce idi.Yine güneşin çok yakıcı olduğu bir gündü. Güneş sanki bütün Mekke'yi yakmak istiyordu. Toprağın üstünde ve altındaki bitkiler kavrulmuştu. Çöl ve taşlık bölgeler, kızgın bir ekmek fırınını andırıyordu. Kureyşli Mahzumoğulları, daha da kızgındılar!

Yâser ve hanımı Sümeyye'ye, yapmadık işkence bırakmadılar. Fakat bu Yemenli Müslümanlar, onların bunca işkencelerine rağmen onların isteklerini yerine getirmedi. Nihayet Yâser'i kızgın taşlar üzerine yatırdılar. Üzerindeki kısa çöl elbisesini yırttılar.Burası, Mekke'nin baştan başa taşlık ve çorak bir semtiydi. Hiç su bulunmadığı için zalimler, burayı seçmişlerdi. Güneş en fazla bir saatte, her insanı pişirebilirdi. Ama yere yatırılan Yemenli Müslüman, gülüyordu! Putperest Mahzumoğulları, hırslarından çatlıyacak gibiydiler. Hepsi kıpkırmızı olmuşlardı. Nihayet Yâser'in bir koluna, bir deve; öbür koluna, başka bir deve bağladılar. Ayaklarına da, aynı şeyi yaptılar.Sonra içlerinden, en dinsizi bağırdı:- Hemen şimdi, İslâm dînini inkâr edeceksin!

Hz. Yâser:- Allah birdir, O'ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm, Allahın Resûlüdür, diye haykırdı. Hâin müşrik, şiddetle üzerine doğru eğildi:- O hâlde, hiç görülmedik şekilde, can vermeye hazırlan!İşte o zaman, gerçekten, dünyada pek görülmemiş bir vahşet emri verildi.

Dağlar taşlar tekrarladı

4 gaddar cellât, 4 deveyi aynı anda; ellerindeki yanmış ağaçlarla dağladılar. Can havliyle, dört bir yana koşuşan develer; Hz. Yâser'i, doğru Cennete uçurdular. Dağlar taşlar, kurtlar kuşlar, yerlerdeki ve göklerdeki Melekler; aynı ilâhi kelimeyi tekrarlıyorlardı:- Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah.Bu manzaraya, insan yüreği dayanır mı? Fakat Sümeyye Hâtun dayandı. Çünkü kat'î olarak biliyordu ki; sevgili kocası Yâser şu anda, Cennet-i âlâdadır.

Bize doğru yolu gösterdi

Yâser âilesinin ezâya ve bir musîbete uğramadığı gün, hemen hemen yok gibiydi. Hz. Yâser'i ve oğlu Abdullah'ı, görülmedik şiddetli bir işkence ile şehîd ettikten sonra, Sümeyye Hâtun İslâmın en büyük düşmanıyla karşılaştı. Ebû Cehil sırıtarak dedi ki:- İnandığın Allah, kocanı ölümden kurtaramadı!Sümeyye Hâtun sükûnetle cevap verdi:- Allah O'nu, Cennetine aldı. Kocamı; sizin gibi putlara, paraya ve dünyaya tapınmaktan kurtardı. Allahü teâlânın Resûlü O'na ve bize doğru yolu gösterdi. Ey Allah ve Resûlullah düşmanı! Sen git, kendi ahmaklığınla yaşa! Kocaman kafanı, vücûdundan kopardıkları gün; içinde beyin olmadığı anlaşılacaktır. Ama o zaman, ne fayda!

Ebû Cehil'in hakikaten, kocaman olan kafası kızdı ve bağırdı:- Sus, ey Ebû Huzeyfe'nin kölesi! Benim gibi bir efendiye, bunları nasıl söyliyebilirsin?- Sen, köpekten de aşağılıksın! Çünkü kuduz köpekler bile; sizin yaptığınız şekilde insan öldürmezler.Ebû Cehil, elindeki kısa mızrakla oynuyordu. Birden onu, kadıncağıza fırlattı. Sümeyye Hâtun oracıkta şehîd oldu. İslâm'da ilk şehîd olan bunlardır. Ya'nî kadınlardan Sümeyye Hâtun, erkeklerden Hz. Yâser idi.Hz. Ammâr'a da Mugireoğulları, böyle işkenceler yapmışlardı. Müşrikler yine suya batırarak işkence yapmış oldukları bir sırada, Peygamberimiz Ammâr bin Yâser'e rastlamıştı. Ammâr ağlıyordu. Kâinâtın efendisi mübârek elini, onun gözlerinin üzerine sürdü ve buyurdu ki:- Bir daha kâfirler seni yakalayıp suya batırırlar ve sana, şöyle şöyle söyle, derler ve bu işkenceyi tekrarlarsa, onların söyletmek istediklerini söyleyiver, işkenceden kurtul! Mugireoğulları Ammâr'ı bir gün yakaladılar. Meymun kuyusunun içine batırdılar.- Sen Muhammed'i inkâr edip, putlarımıza dönünceye kadar seni bırakmıyacağız, dediler.Hz. Ammâr da, kâfirlerin dediklerini, kalbiyle kabûl etmediği hâlde diliyle söyledi.

Îmân ile doludur

Resûl-i ekreme, "Ammâr kâfir oldu" diye haber verildi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Hâşâ! O kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar îmândır ve eti ile derisi arası îmân ile doludur. Ammâr, küffâr elinden kurtulup, Resûlullahın yanına geldi. Kâfirlerin ezâ ve cefâsından ağladı. Resûlullah efendimiz iki mübârek eliyle gözünün yaşını sildi ve teselli buyurdu.Bu hâdise üzerine, Nahl sûresinin; Kim Allaha küfrederse, onlara şiddetli bir azâb vardır. Ancak kalbine îmân yerleşmiş olduğu hâlde küfür kelimesini söylemeye zorlanıp, sâdece diliyle söyliyenler müstesnâ, meâlindeki 106. âyet-i kerîmesi nâzil oldu.Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de Hz. Ammâr'a buyurdu ki:- Müşrikler eziyet ederlerse yine böyle söyle.Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında Habeşistan'a hicret edenler arasında bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke'ye dönmüş, bir müddet orada kaldıktan sonra Medîne'ye göç ederek, Hz. Münzir bin Abdülmübeşşir'in misâfiri olmuştur. Daha sonra Peygamber efendimiz onu, Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi yapmıştır.Hz. Ammâr, Medîne-i münevvereye gelince, Resûlullah için bir ibâdet ve istirâhat yerinin gerekli olduğunu söyledi. İslâmda mescid yapılmasına ilk teşebbüs eden o idi ve bu sâyede Kubâ mescidi yapıldı.

Çift ker*** taşıyordu

Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî'nin de yapımında bulundu. Mescid-i Nebevî'nin temeli atıldığında, duvar yapılmak üzere ker*** kestirilmişti. Kuruyan ker***ler, bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kirâmın sırtlarında taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, Hz. Ammâr büyük fedâkârlık gösterip;- Biri kendim, biri Resûlullah için, diye iki ker*** getiriyordu ve diliyle de;- Biz Müslümanlar mescidler inşâ ederiz, diyordu.Peygamber efendimiz Ammâr'ın yanına geldi ve mübârek eliyle arkasını sığadı ve buyurdu ki:- Ey Sümeyye'nin oğlu! Senin iki ecrin, sevâbın, başkalarının bir ecri var. Senin, dünyada en son azığın, rızkın da bir içim süttür.Hz. Ebû Sa'îd Hudrî der ki:- Biz kerpici birer birer taşırdık. Ammâr ise, ikişer ikişer taşırdı. Resûlullah efendimiz, Ammâr'ı böyle üzeri toz toprak içinde görünce, onun üzerindeki tozları silkeleyerek:- Vah Ammâr! Vah Ammâr! Onu bâgîler öldürecektir, diye haber verdi.Ammâr bin Yâser, Bedir başta olmak üzere, Uhud, Hendek ve Tebük gazâsı dâhil, Resûlullah efendimizin bütün gazâlarına katıldı. Her savaşta şecâat ve cesâretiyle tanındı. Resûlullahın yanından hiç ayrılmadı.Bedir günü, hâin Ebû Cehil'in koca kafası; iki mücâhîd tarafından kesildi. O zaman Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ammâr'a buyurdu ki:- Allah teâlâ, anacığının katilini öldürdü.

Cennet ilerde!..

Resûlullah efendimizin vefâtından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde yapılan savaşlarda da aynı şecâat ve cesâretle döğüştü. Abdullah bin Ömer der ki:- Yemâme'de mürtedlere karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını yerle bir ediyor, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan söyle söylüyordu:"Bizim Peygamberimiz, Muhammed-ül Emîn'dir. Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra, Peygamber gelmiyecektir. Aksini söyliyenlerin hepsi, yalancı sahtekârdırlar."Bu sözleri, Müseylemet-ül Kezzab taraftarlarını bile ikna ediyordu. Tam sırada, hızlı bir kılıç darbesi, başucunda vızıldadı. Keskin demir, bir kulağını kesti. Akan kanları, eliyle durdurmaya çalışıyordu. Bir yandan da "Cennet ilerde!.. Cennet ilerde!" diye haykırıyor, mücâhidleri aşka getiriyordu. Sanki, şehîd ana ve babasını görüyor gibi, savaşıyordu. Yalancı Müseyleme de, yalancılar ordusu da kısa zamanda; darmadağın oldular.Ammâr bin Yâser, Hz. Ömer devrinde Kûfe vâliliğine tâyin olundu. Halîfe, tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı:- Size Ammâr bin Yâser'i vâli, İbni Mes'ûd'u öğretmen ve yardımcı olarak ta'yin ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı kirâmın seçilmişlerindendir. İkisi de Bedir harbinde bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itâat ediniz.

Sevinmedim ki üzüleyim

Hz. Ammâr, Kûfe'yi bir sene dokuz ay mükemmel bir şekilde idâre etti. Halîfe Hz. Ömer, Ammâr'ı Medîne'ye çağırdığında, ona sordu:- Üzüldün mü?- Vâliliğe ta'yin olunduğumda sevinmedim ki, alındığım zaman üzüleyim.Hz. Osman devrinde, fitne ve karışıklıklar başladığında, halîfe bunun sebebini öğrenmek için Ammâr'ı, Mısır'a gönderdi. Bu büyük sahâbî, fitne ve fesâdı ortadan kaldırmak için çok gayret etti.Daha sonra Sıffîn muhârebesine katıldı. Savaş esnasında yanındakilere sordu:- İçecek, bir şeyimiz var mı?Kırmızı halkalı kap içinde, süt getirdiler. Bunu gören, Ammâr bin Yâser dedi ki:- Allah Resûlünü, tasdik ederim, doğrularım! Yıllarca önce bize, böyle bir kaptan içeceğim sütün, benim dünyadaki son rızkım olacağını buyurmuştu.Sonra sütü, Besmeleyle son damlasına kadar içti. Allaha hamd etti.Ammâr bu savaşta 94 yaşında şehîd oldu. Hz. Ali, Ammâr bin Yâser'in şehîd olduğunu öğrenince, çok üzüldü buyurdu ki:- Allahü teâlâ Ammâr'a rahmet eylesin. O, Resûlullahın etrafında birkaç kişi varken Müslüman olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz magfirete kavuşacaktır. Çünkü Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr âilesini Allahın magfiretiyle müjdelemişti.Cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı ve elbisesiyle, yıkanmadan Kûfe kabristanlığına defnedildi.Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az konuşur, çok kerre hüzünlü ve kederli olurdu. Son derece doğru ve hakka riâyetkâr idi. Zühd ve takvâ sahibi olup sâde yaşardı. Gâyet belîğ (açık) ve veciz bir hitâbete sahipti. Namazına çok dikkat ederdi.Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır. Şöhretini; dünyaya düşkün olmamasına ve harâmlardan sakınmasına, insanlar üzerinde bıraktığı i'timâda, da'vâsına sadâkatle bağlılığına borçludur.

Cennet üç kişiyi arzû eder

Hz. Ammâr hadîs-i şerîflerle medholundu:"Cennet üç kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır.""Ammâr'a düşman olana, Allahü teâlâ düşman olur. Ona buğzedene, Allahü teâlâ buğzeder."Ebû Vâil şöyle anlattı:Ammâr bin Yâser bize kısa bir hutbe okudu. Hutbeyi okuyup, indikten sonra kendisine; hutbeyi gâyet kısa okuduğunu söyledik. Bunun üzerine şöyle dedi:- Resûlullah efendimizin, "Bir kimsenin namazının uzun, hutbenin kısa olması, onun fıkıh bildiğine alâmettir. Namazı uzun, hutbeyi kısa yapınız" buyurduğunu duydum.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:23   #27
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Meşhûr Arab dâhîlerinden:AMR BİN ÂS


Önceleri kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr bin Âs, sonra yaptıklarına pişman olarak Müslüman oldu. Yaptıklarını ve Müslüman olmasını kendisi şöyle anlatır:Hendek savaşından döndükten sonra, ba'zı ileri gelen kişileri topladım. Onlara dedim ki:- Muhammed aleyhisselâm gün geçtikçe kuvvetleniyor. Kısa zamanda Mekke'yi ele geçirir. Bu yüzden sizlere Habeş hükümdârı Necâşî'ye sığınmayı teklif ediyorum. Biz, Necâşî'nin yanında bulunduğumuz sırada, Muhammed aleyhisselâm kavmimize galip gelirse, bizim, Necâşî'nin yanında olmamız, O'nun eli altında bulunmamızdan daha iyidir. Şâyet kavmimiz savaşı kazanırsa, geri döneriz.

Necâşî'den onu isteyeceğim

Bu teklifimi beğendiler ve Necâşî'ye vermek üzere hediyeler hazırladık. Necâşî'nin huzûruna vardığımızda, bizden önce Necâşî'nin yanına, Resûl-i ekremin elçisi Amr bin Ümeyye girdi. Resûl-i ekremin , Ümmü Habîbe binti Ebû Süfyân'ı kendisine nikâhlaması için gönderdiği bir mektubunu sundu.Amr bin Ümeyye dışarı çıktıktan sonra Necâşî'nin yanına girdim. Necâşî bana dedi ki:- Merhabâ! Hoş geldin ey dostum! Bana memleketinden bir şeyler hediye edecek misin?- Ey Hükümdâr! Sana çok miktarda deri getirdim, diyerek hediyeleri önüne koydum. Deriler, Necâşî'nin çok hoşuna gitti. Bu durumdan faydalanarak dedim ki:- Ey Hükümdâr! Huzûrundan çıkan birini gördüm. Onu teslim et, öldüreyim. O, bize düşman birisinin elçisidir ve eşrâfımızdan ba'zı kişileri öldürmüştür.Necâşî, benim bu sözlerime çok kızdı. Eliyle burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı sandım ve fışkıran kan üzerimi berbat etti. Zillet ve mahcûbiyet içinde kaldım. O an yer yarılsaydı, utancımdan yerin dibine girerdim. Daha sonra kendimi toplayarak;- Ey Hükümdâr! Kızacağınızı bilseydim, böyle söylemezdim, dedim.O zaman bana dedi ki:- Ey Amr! Sen, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâma gelmiş olan Cebrâil'in kendisine gelen bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi mi istiyorsun? Eğer onu öldürmüş olsaydın, vallahi sizden kimseyi sağ bırakmazdım. Hiç Resûl-i ekremin elçisi öldürülür mü?

Kalbimi İslâmiyete açtı

O anda, Allahü teâlâ kalbimi İslâmiyete açtı. Kendi kendime, "Arablar ve Arab olmayanlar bu gerçeği kabûl ettiği hâlde, sen hâlâ muhâlefet etmekte ve karşı koymaktasın. Yazıklar olsun sana" dedim. Sonra da Necâşî'ye sordum:- Ey Hükümdâr! O gerçekten bir peygamber midir? O'nun peygamber olduğuna şehâdet ediyor musun?- Ey Amr! Sana yazıklar olsun. Ben O'nun Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir resûl olduğuna şehâdet ediyorum. Sen sözümü dinle, hemen O'na tâbi ol! Zîrâ O, vallahi hak üzeredir ve Mûsâ aleyhisselâmın, Fir'avna ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir.- Öyleyse, benim O'na bî'atimi kabûl eder misin?Bu sorum üzerine "Evet" deyince, elimi eline uzattım ve Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldum.Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif hissederek ayrıldım. Arkadaşlarımın yanına döndüm ve Müslüman olduğumu sakladım. Onlar bana sordular:- Dostun Necâşî'den istediğini alabildin mi?- Kendisiyle ilk görüşmemde bunu dile getirmeyi uygun bulmadım. Daha sonra gittiğimde söyleyeceğim.

Müslüman olmayan kalmadı

Sonra Amr bin Ümeyye'nin yanına gittim ve onunla kucaklaştım. Bir işimi bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım. Limana giderek Şuaybe'ye giden kereste yüklü bir gemiye bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve satın alarak, Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile karşılaştım. Hâlid bin Velîd'e sordum:- Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun?- Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât muhakkak Allahın resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım. Aklı başında olan kimselerden Müslüman olmayan kalmadı. Bunun üzerine;- Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim.Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek üzere yola çıktık. Ebû İnâbe kuyusunda bulunan bir zât;- Yâ Rebâh! Yâ Rebâh! diye bağırdı.O zâtın bu sözlerini hayra yorarak yolumuza devam ettik. O zât bize tekrar bakarak;- Mekke artık bu ikisinden sonra hâkimiyetini kaybetti, dedi.O zâtın bu sözüyle, beni ve Hâlid bin Velîd'i kasdettiğini anladım.

Şartın nedir?

Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz elbiseler giydik. O arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın yanına gittik. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Mü'minler etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât ederek Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman oldu. O sırada kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş buldum. Utancımdan dolayı yüzüne bakamıyordum.- Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim, dedim.Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine buyurdular ki:- Yâ Amr! Sana ne oldu?- Bîat için şart koşmak istiyorum.- Şartın nedir? - Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım bağışlanmak şartıyla size bîat edeceğim.Gelecek günâhlarım için magfiret taleb etmek aklıma gelmedi. Bunun üzerine Fahr-i âlem efendimiz buyurdu ki:- Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten önce yapılanların hesâbı sorulmaz. Bîat ettiğim anda insanlardan hiç biri bana, Resûl-i ekremden daha sevgili ve O'ndan daha yüce olmamıştı. Vallahi, Müslüman olduktan sonra önemli işlerde Server-i âlem beni ve Hâlid bin Velîd'i diğer Eshâbından ayırmadı.Bir gün Amr bin Âs, Peygamber efendimize arz etti ki:- Yâ Resûlallah, nice müddettir, İslâmiyet sarayını yıkmaya kasdettim. Şimdi murâdım odur ki, İslâma geldiğim belli ola.

Beyaz sancak bağladı

Habîb-i kibriyâ buyurdu ki:- Yakında seni bir hizmete gönderirim.Bir süre sonra Resûl-i ekrem, Amr bin Âs'a;- Elbiseni giy, silâhını kuşan ve yanıma gel, buyurunca, derhal bu emri yerine getirerek huzûra vardı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Ey Amr! Seni ordunun başında gazâya göndereceğim. Allahü teâlâ sana selâmet ve ganîmet versin ve çok sâlih mal ile dön. - Yâ Resûlallah! Ben mal kazanmak için Müslüman olmadım. İslâma olan sevgimden dolayı Müslüman oldum.- Ey Amr! Sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir. Server-i âlem, Amr bin Âs için beyaz bir sancak bağladı ve ayrıca siyah bir bayrak verdi. Babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabîlesini İslâma da'vet etmesini, Müslümanlığı kabûl etmedikleri takdirde savaşmasını emir buyurdu.Amr bin Âs'ı; Süheyb bin Sinân, Sa'îd bin Zeyd, Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Sa'd bin Ubâde gibi Muhâcir ve Ensârın ileri gelenlerinden üç yüz sahâbînin başına geçirdi. Askerî birlikte otuz at vardı. Gündüzleri gizlenerek, geceleri ise hedefe doğru ilerliyerek, Zât-üs-Selâsil'e yaklaştılar. Burada, kâfirlerin başka kabîlelerle birleştiğini haber alan Amr bin Âs, durumu Resûlullah efendimize bildirdi.Fahr-i âlem efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ın emri altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir birliği Amr bin Âs'a yardım için gönderdi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Amr bin Âs'ın yanına varınca, ona tâbi oldu.Mücâhidlerin gittiği bölge çok soğuktu. Isınmak için ateş yakmak istediler. Amr bin Âs karşı çıkarak dedi ki:- Kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım.Onun bu sözleri Eshâbın çok ağrına gitti. Hz. Ömer, onun bu sözlerini işitince çok üzüldü ve yanına gitmek istedi. Hz. Ebû Bekir ona engel oldu:- Onu kendi hâline bırak. Resûl-i ekrem onu, savaştaki üstün bilgisi yüzünden bize kumandan tâyin etti.

Bol ganimet topladılar

Bu sözler üzerine Hz. Ömer sükût etti. Amr bin Âs, gece ve gündüz ilerleyip, Belî kabîlesine baskın ve akınlar yaptı. Önceleri güçlü bir ordu ile karşılaşmadı. Belî topraklarında bir müddet ilerledikten sonra, düşman ordusuyla karşılaşan Amr bin Âs'ın birliği, savaşa başladı. Tekbîr sesleriyle toplu hücûma geçen mücâhidler karşısında kâfirler pek az dayandılar ve kaçmaya başladılar. Mücâhidler onları tâkib etmek istedi ise de, Amr bin Âs izin vermedi ve gazâda çok sayıda esir ve ganîmet ele geçirildi.Medîne'ye döndüklerinde, mücâhidlere ateş yaktırmama konusu Resûl-i ekreme intikâl etti. Bunun üzerine Amr bin Âs dedi ki:- Ey Allahın Resûlü! Müslümanların sayısı az idi. Düşmanın, yanan ateşe bakarak, onları az görmesinden korktum. Kâfirleri tâkib etmekten onları menettim. Zîrâ pusu kurulmasından, pusuya düşürülmekten çekindim.Amr bin Âs'ın bu davranışı Resûl-i ekremin hoşuna gitti.Mekke'nin fethinden sonra Resûl-i ekrem ba'zı hükümdârlara, İslâma da'vet eden mektuplar gönderdi. Ummân'a, Amr bin Âs'ı ve beraberinde Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okuyan hâfızlardan Ebû Zeyd-ül-Ensârî'yi gönderdi.Amr bin Âs ile Ebû Zeyd, Ummân sultânı Ceyfer ile kardeşi Abdi'yi, deniz kıyısındaki Suhar'da buldular. Amr bin Âs, Ceyfer ve kardeşi Abdi ile buluşmasını şöyle anlatır:

Nelere da'vet ediyorsun?

Ummân'a vardığım zaman, önce Abdi ile görüşmek istedim. Zîrâ o, ağabeyinden daha candan idi. Ona dedim ki:- Ben, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olan Muhammed aleyhisselâmın sana ve kardeşine gönderdiği elçiyim.- Ağabeyim yaş ve saltanat bakımından benden önde gelir. Ben seni ona götüreyim. Getirdiğin mektubu o okusun, dedi. Sonra aramızda şu konuşma geçti:- Ey Amr! Sen kavminin büyüğü olan bir zâtın oğlusun. Baban bu husûsta nasıl davrandı? Şüphesiz, o bize bu yolda bir misâl olabilir?- Ben, onun da Müslüman olmasını ve Muhammed aleyhisselâma tâbi olmasını çok arzû ederdim. Ben de önceleri O'na karşı idim. Nihâyet, Allahü teâlâ benim kalbime îmân nûrunu yerleştirdi.- Ne zaman ve nerede Müslüman oldun?- Kısa bir zaman önce Necâşî'nin huzûrunda Müslüman oldum. Necâşî de Müslüman oldu.- Peygamberiniz neleri emrediyor, nelerden sakındırıyor? Onları bana bildir.- Allahü teâlânın emirlerine uymayı emrediyor. O'na karşı gelmekten ve âsî olmaktan sakındırıyor. İyiliği, akrabâ haklarını gözetmeyi emrediyor. Zulmü, haksızlığı, zinâyı, taşlara, putlara tapmayı yasaklıyor. - O'nun dâvet ettiği şeyler ne kadar güzel! Ağabeyim beni dinlese de, bana uysa da, gidip Muhammed aleyhisselâma îmân etsek ne kadar iyi olurdu. Fakat o, saltanata düşkündür.- Eğer o Müslüman olursa, Resûl-i ekrem yine onu kavmine sultan yapar. Zenginlerinden zekât alır, fakirlerine ve yoksullarına verir.- Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır!

Ayakları altında çiğnenirsin

Bu görüşmemizden sonra Ceyfer'in huzûruna girmek için günlerce bekledim. Abdi; benden öğrendiklerini ağabeyine iletiyordu. Bir süre sonra Ceyfer beni yanına çağırdı. Huzûruna girince, Resûl-i ekremin mührünü taşıyan mektubu verdim. Mektubu okuyan Ceyfer, daha sonra okuması için kardeşine verdi. Abdi de mektubu okudu. Ceyfer, Kureyşlilerin bu durum karşısında ne yaptığını ve O'nun yanında bulunanların kimler olduğunu sordu. Ben de dedim ki:- Bir kısmı İslâmiyeti benimseyerek, bir kısmı da cizye vererek kılıç zoru ile O'na tâbi oldular. Allahü teâlânın hidâyeti ile akılları başlarına gelip, dalâlet içinde bulunduklarını anlamış, İslâmiyete gönül vermiş ve Resûlullahı başka şeylere tercih etmemiş olanlar, O'nun yanında bulunurlar.Eğer sen bugün, İslâmiyeti kabûl etmez, Resûl-i ekreme uymazsan, mücâhid ordularının ayakları altında çiğnenirsin. Halkın darmadağın olur. İslâmiyeti kabûl ederek selâmete er! Yine kavminin hükümdârı olursun. İslâm orduları senin topraklarına gelmez.Ceyfer şöyle cevap verdi:- Sen bugün, beni kendi hâlime bırak, yarın yine yanıma gel.Bir süre sonra Ceyfer'in huzûruna kardeşi vâsıtasıyla tekrar kabûl edildim. Ceyfer bana dedi ki:- Da'vetin üzerine düşündüm. Şâyet saltanatımı başka birisine bırakırsam, Arabların en zayıfı ve düşkünü olurum.- O zaman yarın ben memleketime dönüyorum.Gideceğimi anlayan Abdi, ağabeyine dedi ki:- Biz bu konuda O'na üstün gelemeyiz. Kendilerine elçi gönderdiği hükümdârların bir çoğu O'nun da'vetine icâbet etti.

Allahü teâlâdan uzak değilsin

Ertesi gün, Ceyfer beni tekrar huzûruna da'vet etti. Huzûra girince aramızda şöyle bir konuşma geçti:- Ey Ceyfer! Sen bizden uzak bulunuyorsan da, Allahü teâlâdan uzak değilsin. Seni yaratan Allahü teâlâ, yalnız kendisine ibâdet etmene, ibâdet ederken O'na ortak koşmamana lâyıktır. Şunu bil ki, sen ölü bir hâlde iken, O seni diri kıldı. Seni tekrar eski hâline döndürecek ve kıyâmet günü tekrar diriltecektir.Muhammed aleyhisselâm, dünya ve âhıret saâdetine kavuşturacak bir din getirdi. Âhırette ecir ve mükâfat isteyen, O'nun yoluna sarılır. Nefsinin arzû ve isteklerine uyan ise bu yoldan ayrılır. İyi düşün ki, O'nun getirdikleri, hiç insanların söylediklerine benziyor mu? Eğer benzese idi, açıkça görülürdü. Sen bu husûsta serbestsin,- Vallahi, ben Muhammed aleyhisselâmın hayır ve iyilik adıyla emredeceği şeyleri yapacak, yerine getirecek olanların ilki olacağım. O'nun yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların başında yine ben geleceğim. Verilen söz yerine getirilecek. Ben şehâdet ederim ki; Allahü teâlâ birdir ve Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Resûlüdür.Ceyfer böyle diyerek Müslüman oldu.Yanında bulunan kardeşi Abdi de derhal Müslüman oldu. Sonra orada bulunan bütün Arabları İslâmiyete da'vet ettiler. Onlar da bu da'veti seve seve kabûl ettiler.Umman halkı Müslüman olunca, Resûlullah efendimiz Amr bin Âs'ı Umman'a vâli tâyin etti. Resûl-i ekremin vefâtına kadar vazifede kaldı.

Siz akıllı adamdınız

Amr bin Âs, İslâmiyeti kabûl ettikten sonra, eski hatâlarına çok pişman oldu. İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzû etti. Böylece İslâm dîninin yiğit bir mücâhidi oldu. Birisi, Amr bin Âs'a sordu:- Siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte geciktiniz?- Biz yaş ve bilgi bakımından, bizden üstün kabûl edilen insanlarla beraberdik. Onlar, Resûlullah efendimiz Peygamber olarak gönderilince, O'nu kabûl etmediler. Biz de onlara tâbi olduk.Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik, hakkın çok açık olduğunu gördük. Böylece İslâmiyet kalbime yerleşti. Resûlullah efendimizin, iyilik yapana öldükten sonra iyilik, kötülük yapana kötülük yapılacağı, sözünü içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda, hiç bir fayda görmedim.Amr bin Âs, Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti sırasında, önce Umman'daki mürtedleri, sonra Benî Kudaa mürtedlerini yola getirdi. Bundan sonra Hz. Ebû Bekir tarafından Şam'ın fethine gönderildi. Başkumandan Hâlid bin Velîd'in idâresinde cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve Şerahbil bin Hasene ile beraber ordunun sağ kanadını idâre etti.

Ecnadin zaferi

Yermük Muharebesi, İslâm ordusunun zaferiyle bitti. Bu savaşta Müslümanlar 250 bin kişilik Rum ordusunu büyük bir hezîmete uğrattı.Amr bin Âs, Ecnadin'de büyük bir Rum ordusunu bozguna uğrattı. Bütün Filistin ve Ürdün'ü elegeçirdi. Hz. Ömer'in halîfeliği sırasında Filistin vâliliğine ta'yin edildi.Bir süre sonra Amr bin Âs, halîfe Hz. Ömer'den Mısır'ın fethi için izin istedi. İzin verilmesi üzerine hazırlıklara başladı. Yezid bin Ebû Süfyân, Amr bin Rebîa ve Müslüman olan Haleb'in eski vâlisi Yukanna da, 4.000 kişilik kuvveti ile İslâm ordusuna katılmıştı.Amr bin Âs, ordusuyla önce Ferema şehrini fethetti. Sonra Bilbis'i ele geçirdi. Sonra, Tendonyas şehrine yürüdü. Şehrin yakınına vardıkları zaman, Mısır veliahtından elçi geldiğini gördüler. Gelen elçi, veliahtın kendisine elçi gönderilmesini, böylece sulh yapabileceğini söyleyince; Amr bin Âs birkaç lisan bilen Verdân adındaki Remleli hizmetçisini alarak yola çıktı. Saraya varınca, zırhlı ve silahlı askerlerin saf tuttuklarını gördü.Amr bin Âs, kılıcını kuşanmış ve at üzerinde içeri girmek isteyince, nöbetçiler mâni olmaya kalkıştılar. Bu durum karşısında Amr bin Âs dedi ki:- Veliahtınız bu şekilde kabûl ederse ne âlâ, yoksa geri dönüp giderim. Biz Müslümanlar müşrikler için atımızdan inmeyiz. Buraya gelmemizi veliaht istedi. Değilse bizim herhangi bir isteğimiz yoktu. Askerler, Amr bin Âs'ın sözlerini haber verince, Veliaht Arsütalis emir verdi:- Bırakınız, istediği gibi girsin!

Birkaç dünya menfaati

Nöbetçiler, Amr bin Âs'a, ne şekilde isterse öyle girebileceğini söylediler. Amr bin Âs, veliahtın bulunduğu avluya atı üzerinde girdi. Burada nöbetçilerin, kumandanların ve veliahtın tahtının bulunduğunu gördü. Hepsi gâyet güzel ve zînetli giyinmişlerdi. Amr bin Âs onları böyle görünce tebessüm ettiSize dünyada verilen şeyler, tekrar geri alınacak birkaç dünya menfaatidir. Hâlbuki Allahü teâlânın vahdaniyetine îmân edip işlerinde O'na tevekkül edenler için, Allahü teâlâ indinde olan şeyler daha hayırlı ve bâkidir, dâimidir) [Şurâ: 36] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve atından indi.Bir eli atının dizgininde, diğeri de kılıcında idi. Yanlarına yürüyerek dört bir taraftaki süslere bakıp;(Eğer insanlar kâfirlerin dünyadaki refahına bakarak hırslanmasalar ve bu yüzden küfre rağbet etmeseler ve böylece tek bir ümmet hâline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler yapardık) [Zuhrûf: 33] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.Amr bin Âs veliahtın huzûruna girince, veliaht dedi ki:- Ey Arab kardeş! Siz bizden ne istiyorsunuz? Bize kasdedenler dâimâ elleri boş olarak, hezîmete uğrayarak dönmüşlerdir. Hem bize başka yerlerden de yardım gelecektir.

Biz ordulardan korkmayız

Amr bin Âs buna karşı şu cevabı verdi:- Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız. Çünkü Allahü teâlâ, bize yardımını, zaferi ve bizi yeryüzünün vârisleri kılacağını vâdeyledi. Şimdi sizi şu üç şeye da'vet ediyoruz: Ya Îslâmı kabûl edersiniz, ya cizye verirsiniz, yâhut muhârebe ederiz.- Biz melik Mukavkıs'la meşveret etmedikçe bir işe karar vermeyiz. Fakat, ey Arab kardeş! Senin arkadaşların arasında senden daha cesûr ve lisânı daha fasih birisinin olacağını zannetmiyoruz.- Arkadaşlarım arasında en fasih konuşamayan benim. Eğer onlardan birisinin konuşmasını görseydiniz, benimle aslâ mukâyese kabûl etmeyecek kadar ilerde olduğunu görürdünüz.- Bu mümkün değil. Onlar arasında senin gibi birisi bulunamaz.- Ben melik'e, onlardan on tanesini getirebilirim. Ancak onlar mektupla gelmezler. Melik isterse, ben gider onları getiririm.Veliaht, Amr bin Âs'ın bu sözleri üzerine yanındakilere dönerek Kıptî diliyle dedi ki:- Onlar geldiklerinde hepsini yakalar, salmayız. Böylece on bir kişi yakalamak, bir kişiyi yakalamaktan daha iyidir.Amr bin Âs'ın hizmetçisi Verdân, başka bir lisân ile konuşulanları Amr bin Âs'a anlattı. Bu arada durum melik'e bildirildi. Melik; Amr bin Âs'a dedi ki:- Git, gecikmeden gel.Amr bin Âs atına bindi ve hızla şehrin dışına çıktı. Amr bin Âs'ın selâmetle dönmesinden dolayı mücâhidler Allahü teâlâya hamd ettiler.Ertesi sabah veliahtın elçisi gelip;- Seni ve diğer on kişiyi veliaht bekliyor, dedi.Bunun üzerine Amr bin Âs hazretleri buyurdu ki:- Hâinlik, onu ve ehlini helâk edecektir. Azgınların ve haddini aşanların başına çok belâ ve musîbet gelir. Melikinize yazıklar olsun. Hem bizden elçi istedi, hem de yanına gidince, beni öldürmek istedi. Hakkımda şöyle şöyle konuştu. Şimdi, seni öldürmek istesem, öldürürüm. Fakat biz hâinlerden değiliz. Sâhibine dön. Ona hakkımda konuştuklarının hepsinden haberdâr olduğumu söyle. Artık aramızda harbden başka yapılacak bir şey kalmadı.

En üstün ve kıymetli şey

Elçi, melikin yanına döndü. Amr bin Âs'ın dediklerini olduğu gibi anlattı.Bundan sonra yapılan savaşlar neticesinde Mısır'ın tamamı, İslâm topraklarına katıldı. Sonra, Kuzey Afrika'ya yönelerek, Trablusgarb ve Siyre'yi feth etti ve Mısır vâlisi tâyin edildi. Hz. Osman zamanına kadar bu vazîfede kalan Amr bin Âs, sonunda halîfenin müşâviri oldu.Amr bin Âs hazretlerinin, 664 senesinde, ölüm döşeğinde son sözleri şunlar oldu:Allahım! Sen emrettin, biz emrine isyân ettik. Sen nehyettin biz tersini yaptık. Affına sığınırız. Allahım! Sen bize yardım et. Suçluyum. Özürümü kabûl et. Senden af diliyorum. Senden başka ilâh yoktur.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:23   #28
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Arıların koruduğu sahâbî: ÂSIM BİN SÂBİT

Asr-ı saâdette küfür ve şirk karanlıklarından kurtulup, İslâm nûruna kavuşanların hayatlarında, tamamen bir değişiklik oluyor ve eski hayatlarıyla alâkalı her şeyi terk ediyorlardı. Müslüman olmadan önceki hayatlarını hatırlatan bir hâdise onlara büyük bir ızdırap veriyordu. Bu durum Akabe bî'atından önce Müslüman olan Medîneli Âsım bin Sâbit'te de kendini göstermişti.Âsım Müslüman olduktan sonra, hiç bir müşrike dokunmamaya ve müşriklerden hiçbirini de kendine dokundurmamaya karar vermişti. Bu kararında sâbit olması için de devamlı olarak Allahü teâlâya duâ ediyor, yalvarıyordu.

Taşla saldırırız

Âsım bin Sâbit Bedir savaşına katılmış, büyük kahramanlık göstermişti. Peygamber efendimiz, Bedir gazâsının gecesinde Eshâb-ı kirâma nasıl harp edileceğini, harpte hangi usûlü takip edeceklerini sordu. Asım bin Sâbit eline yayı ve oku alarak dedi ki:- Yâ Resûlallah, Kureyş kavmi 100 metre veya daha yaklaştıkları zaman yayla okları kullanırız. Kureyşliler, bize taş yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman taşla mücâdele ederiz. Mızrak yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman, mızrak kırılıp parçalanıncaya kadar mızrakla mücâdele ederiz. Kırılınca mızrağı bırakır, kılıçlarımızı sıyırır ve kılıçla çarpışmaya tutuşuruz.Peygamber efendimiz bunu beğendiler ve buyurdular ki:- Harbin îcâbı budur. Bu tarzda çarpışılması lâzımdır. Çarpışan ve vuruşan Âsım'ın çarpışması gibi çarpışşın! Bedir harbi bu şekilde yapıldı ve meleklerin de yardımıyla Allahü teâlâ zafer ihsân eyledi. Âsım bin Sâbit bu gazâda Kureyş'in ileri gelenlerinden Ukbe bin Muayt'i öldürdü. Bu Ukbe Mekke'de Peygamberimizi boğmaya kalkmış ve hayatına son vermek için çalışmış azıl müşriklerden idi.Peygamberimizin hicreti üzrerine:- Ey Kusvâ (Peygamberimizin devesinin adı) adındaki devenin binicisi! Hicret edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı size saplayıp, onu kanınızla sulayacağım. Kılıçla hiç örtülü yerinizi bırakmayacağım, ma'nâsına gelen beytler söyledi.Peygamberimiz onun bu sözlerini işitince:- Allahım! Onu yüzü koyun, burnunun üzerine düşür! diyerek duâ etti.Ukbe bin Ebi Muayt, Bedir'de Kureyş ordusunun yenildiği anladığı zaman, kaçıp kurtulmak için atını sürdü. Fakat hayvan hiçbir şey yokken birden ürkmüş ve Onu yere vurmuştu. Resûlullahın duâsı gerçekleşmişti. Abdullah bin Seleme de onu esir etmişti.

Bir tek ben öldürülüyorum

Peygamberimiz Âsım bin Sâbit'e Ukbe'nin cezâlandırılmasını emretti. Ukbe dedi ki:- Yazıklar olun sana ey Kureyş cemâ'atı. Şunlar arasında neden bir tek ben cezâlandırılıyorum?Peygamberimiz buyurdu:- Allah ve Resûlüne olan düşmanlığından dolayı cezâlandırılıyorsun. - Yâ Muhammed! Kavminden herkese yaptığını bana da yap. Onları öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver. Onlardan kurtulmaları için para alırsan, onlar gibi benden de al. Yâ Muhammed! Sen beni öldürürsen, küçüklere kim bakacak?- Onları Allaha bırak. Ey Âsım git onun cezâsını ver! Âsım bin Sâbit gidip Ukbe'nin cezâsını verince Peygamberimiz buyurdu ki:- Vallahi; Allahı, Resûlünü ve Kitâbını inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye uğratan senden daha kötü bir adam bilmiyorum. Âsım bin Sâbit, Uhud'da da bulundu ve Resûlullahın has okçularından idi. Bu savaşta Resûlullahın yanından bir an bile ayrılmayan, O'nunla beraber sebât eden bahtiyarlardandı. Bu gazâda müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talhâ ile kardeşi Hâris bin Talhâ'yı ok ile öldürdü.Bunların anneleri Sülâfe binti Sa'd, Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemîn etti ve Onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.

Öğretmenler heyeti

Uhud savaşında ba'zı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de plânı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medîne'ye giderek Resûlullahın huzuruna çıkıp ricada bulundular:- Yâ Resûlallah! Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'ân-ı kerîmi öğretecek kimseler yollar mısınız?Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabîlesi topraklarında, Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar...Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabîlesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip haber verdi.Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkıyâ oradaydı. "Bize öğretmen lâzım!" diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar...Lıhyanoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, "Teslim olun! Canınızı kurtarın!" teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine demişlerdi ki:- Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz!

Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Bükeyr:- Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akidlerini kabûl ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler.Âsım bin Sâbit dedi ki:- Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.Sonra ellerini açarak şöyle duâ etti:- Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdâr et!

Ölmekten korkmayız

Allahü teâlâ, Hz. Âsım'ın duâsını kabûl buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu.Âsım bin Sâbit müşriklere haykırdı:- Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dînimizde basiretliyiz. Ölünce şehîd olur Cennete gideriz!

Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyân bağırdı:- Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zâyi etme, teslim ol!Âsım bin Sâbit ok atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken:- Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir. Mukadderâtın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir. Eğer ben sizinle çarpışmazsam anam üzüntüsünden aklını kaybeder, ma'nâsında şiirler söylüyordu.

Senin dînini korudum

Hz. Âsım'ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, "ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacığım" ma'nâsına gelirdi. Sonra da şöyle duâ etti:- Allahım! Ben bugüne kadar senin dînini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyâz ediyorum. Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki kardeş olan Hâris ve Müsâfi' bin Talhâ'nın anneleri Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeye yemîn etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı.Âsım bin Sâbit'in ve diğer Eshâbın Allah Allah nidâları, dağları inletiyordu. İkiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezâsını görüyorlardı. Âsım bin Sâbit en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kâfirler, Âsım bin Sâbit'ten o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehîd ettiler.O gün orada mevcut bulunan on sahâbîden yedisi şehîd oldu, üçü esir edildi. Lıhyanoğulları Sülâfe binti Sa'd'a satmak için Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbit'in duâsını kabûl buyurdu ve mübârek cesedine müşrikler el süremediler.Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı.- Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız, dediler.Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar.Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular. Sonunda O'nu da şehîd ettiler. Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desinne'yi Mekkelilere sattılar. Onlar da bu iki sahâbîyi asarak şehîd ettiler.

Allah kulunu korur

Arıların, Âsım'ı korudukları hâdisesi zikredildiği zaman Hz. Ömer buyurdu ki:- Allahü teâlâ elbette mü'min kulunu muhâfaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhâfaza edip müşriklere dokundurmadı.Bunun için Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılırdı.Eshâb-ı kirâmın muhâriblerden olan Âsım'ın, babası Sâbit, künyesi Ebû Süleymân'dır. Annesi Şemûs binti Ebî Âmir'dir. Doğum tarihi belli değildir. Âsım, hicretten önce îmân etmiştir. Ensârdan, ya'nî Medînelidir.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:23   #29
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Kıblenin değiştiğini haber veren sahâbî: BERÂ BİN ÂZİB

Berâ bin Âzib, Resûlullahın hicretinden önce Medîne-i münevverede küçük yaşta iken Müslüman oldu. Babası Âzib de Sahâbî idi. Dînî hükümleri Peygamberimizden önce hicret eden Eshâb-ı kirâmdan ve babasından öğrendi. Hz. Berâ, Resûlullahın ve diğer sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor:

Medîne halkının sevinci

"Resûlullahın Eshâbından Medîne'ye ilk gelenler, Mus'ab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmi Mektûm idi. Bunlar Medîne'deki Müslümanlara Kur'ân-ı kerîm okutuyorlardı. Sonra Bilâl-i Habeşî, Sa'd bin Ebi Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer yirmi kişi ile birlikte geldi.Nihayet Resûlullah efendimiz Medîne'ye hicret ettiler. İşte bu anda Medîne halkının Resûlullahın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim. Ben de Peygamberimiz gelmeden az önce uzun sûrelerden sayılan sûrelerle beraber "Sebbihisme Rabbike'l-a'lâ" sûresini okumuştum."Berâ bin Âzib, Resûlullah ile beraber onbeş savaşta bulundu. Bedir harbinde çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi demiştir ki:- Resûlullah efendimiz ben ve İbni Ömer küçük yaşta olduğumuz için bizi Bedir savaşına göndermedi.Hz. Berâ, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesini bildiren sahâbîdir. Şöyle anlatıyor:Resûlullah efendimiz Medîne'ye teşrif ettikleri zaman onaltı veya onyedi ay kadar Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kıldı. Allahü teâlânın emriyle kıble Ka'be'ye doğru oldu. Peygamberimizin Ka'be-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi.Peygamberimizle namaz kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir mescidde cemâ'atle namaz kılanlara rastladı ki, onlar rükü'da idiler. Onlara:- Resûlullah efendimizle beraber Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim, deyince, namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka'be-i Muazzamaya döndüler.Peygamberimiz Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılarken Yahûdîlerle diğer Ehl-i Kitâb bundan hoşlanırdı. Kıble değişip yüzünü Beyt-i şerîfe doğru döndürünce bunu beğenmediler.Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılıp, vefât eden kimseler vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ; "Allah sizin îmânınızı, ibâdetinizi boşa çıkarmaz" [Bekara:143] meâlindeki âyet-i kerîmeyi indirdi.

Önce Müslüman ol

Hz. Berâ, Uhud harbinde meydana gelen bir hâdiseyi şöyle naklediyor:Uhud harbinde yüzü zırh ile örtülü bir kişi Peygamber efendimize gelerek arz etti:- Yâ Resûlallah! Şimdi harb edeyim de sonra mı Müslüman olayım, yoksa hemen mi?Resûlullah buyurdu ki:- Önce Müslüman ol, sonra harb et!

O kimse Müslüman oldu. Sonra harbe girerek şehîd oldu. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz:- Az iş yaptı, fakat çok sevâb kazandı, buyurdu.Berâ bin Âzib buyuruyor ki:Birgün Resûlullah efendimiz ile beraber Ensârdan bir zâtın cenâzesine gitmiştik. Resûl-i ekrem mübârek başı öne eğik olarak mezarın başına oturarak üç defa;- Yâ Rabbî! Kabir azâbından sana sığınırım, dedikten sonra şunları anlattılar:

Bütün kapılar açılır

Mü'min öleceği zaman Allahü teâlâ, yanlarında kefen ve güzel koku bulunan, yüzleri güneş gibi parlayan melekleri gönderir. Onlar bu mü'minin göreceği bir yerde beklerler. Rûhunu teslim ettiği zaman yer ile gök arasındaki ve göklerdeki bütün melekler onun için istigfâr edip, Allahü teâlâya, onun bütün günâhlarını affetmesi için duâ ederler. Göklerin bütün kapıları kendisi için açılır, her kapı kendisinden geçmesini ister.Rûhu Allahü teâlânın huzuruna çıktığı zaman, melekler derler ki:- Yâ Rabbî! Bu filân kulunun rûhudur.Allahü teâlâ buyurur ki:- Onu geri çevirin ve onun için hazırladığım mükâfât ve ihsânları kendisine gösterin. Çünkü ben ona vâdettim: (Sizi topraktan yarattım ve tekrar toprak yapacağım, tekrar topraktan çıkaracağım.) [Tâhâ: 55]Rûh kabrine döner ve hattâ kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini dahî duyar. Meleklerle aralarında şu konuşma geçer:- Rabbin kimdir?- Rabbim Allahtır.- Dînin nedir?- Dînim İslâmdır.- Size doğru yolu göstermek üzere Allah tarafından gönderilen zât kimdir?- O zât Muhammed aleyhisselâmdır.Bu cevabı verince birisi:- Doğru söyledin, der.İşte bu, Allahü teâlânın buyurduğu, (Allah îmân edenlere dünya ve âhiret hayâtında o kararlı sözlerinde dâimâ sebât ihsân eder) [İbrahim: 27] sözün ma'nâsıdır.Sonra karşısına yüzü, elbisesi ve kokusu güzel birisi gelir ve der ki:- Ni'metleri devamlı olan Allahü teâlânın Cennet ve rahmeti ile sana müjdeler olsun.

Cennetten kapı açın

Mü'min kimse sorar:- Allah sana hayırlı karşılıklar versin, sen kimsin?- Ben senin dünyadaki iyi amellerinim. Sen dâimâ Allaha ibâdet etmek için koşar, isyâna ise, yaklaşmazdın. Bunun için Allahü teâlâ seni hayırlı, güzel ni'metlerle mükâfatlandırdı.Bundan sonra birisi der ki:- Buna Cennetten bir döşek getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın.Bir döşek getirilir ve Cennete doğru bir kapı açılır. O mü'min de der ki:- Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk getir de bir an önce âileme, çocuklarıma kavuşayım.Kâfirler, dünyadan alâkasını kesip öleceği zaman, şiddetli azâb yapan melekler, ateşten elbise ve katrandan gömleklerle karşısında dururlar. Rûhu çıktığı zaman yer ve gökteki bütün melekler kendisine la'net ederler. Göklerin kapıları kapanarak hiçbir kapı onun habis, kötü rûhunun kendisinden geçmesini istemez. Böylece rûhu geri döndürülür.

Büyük azâbı gösterin!

Melekler derler ki:- Yâ Rabbî! Bu falan kulunun rûhudur, yerler ve gökler bunu kabûl etmiyorlar.Allahü teâlâ buyurur ki:- Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük azâbı gösterin. Çünkü ona da; "Sizi topraktan yarattım, yine toprağa iade edeceğim ve tekrar topraktan çıkaracağım" diye va'dettim.Sonra rûhu mezarına götürülür. Hattâ mezarının yanından dağılmakta olanların ayak seslerini de işitir. Ona da melekler sorar:- Rabbin kim, Peygamberin kim ve dinin nedir?O kâfir kimse de der ki:- Bilmiyorum.Bundan sonra çirkin elbiseli, pis kokulu ve vahşi yüzlü birisi gelip karşısına dikilerek der ki:- Allahın gadabı ve sonsuz azâbı sana müjde olsun.- Sen kimsin?- Ben senin dünyada iken yaptığın çirkin amelinim. Sen kötülüğe, Allahü teâlâya isyâna koşa koşa giderdin, fakat ibâdete ve tâate gevşek davranır, yapmazdın. İşte bugün Allahü teâlâ kötülüğünün ve küfrünün cezâsını sana çektirecek.Sonra gözleri görmeyen, konuşamayan ve kulakları duymayan bir melek onu yakalar. Onun için demirden bir tokmak hazırlanır. Bütün insanlar ve cin toplansalar onu yerinden kaldıramazlar. Hattâ dağlara vurulsa, kül ve toprak hâline getirir. Bununla kendisine bir kere vurulduğu zaman parçalanır, kül hâline gelir. Tekrar dirilir ve alnına öyle şiddetli vurulur ki, insan ve cinden başka yeryüzündeki bütün mahlûklar onun bağırmasını işitirler. Sonra bir melek seslenir:- Buna ateşten iki demir levha getirin ve mezarından da Cehenneme doğru bir kapı açın!

Hemen onun kabrine ateşten iki demir levha döşenir ve Cehennemden de bir kapı açılır.

Cennete götüren amel

Berâ bin Âzib diyor ki:Bir köylü, Resûlullaha gelip dedi ki:- Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürecek bir ameli bana öğret.Peygamberimiz bunun üzerine buyurdu ki:- Aç kimseleri doyur, susuz olana su ver, emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yap, ya'nî Allahü teâlânın emirlerini, iyi amelleri insanlara öğret, harâm ve yasak olan kötü şeyleri de insanlardan men et. Bunlara gücün yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden dilini sakındır.Berâ bin Âzib, Medîne'nin etrafına harb için hendek kazılırken, Resûlullahın hâlini şöyle anlatır:Resûl-i ekremi hendek kazıldığı esnâda bizimle birlikte toprak taşırken gördüm. Kucağında taşıdığı toprak, mübârek karnının beyazlığını örtmüştü. Bu sırada Abdullah bin Revâha veya Âmir bin Ekva'nın bir şiirini söylüyordu."Yâ Rabbî! Sen bize hidâyet etmemiş ve doğru yolu gösterip bize rahmet etmemiş olsaydın, biz muhakkak dalâlette kalırdık. Üzerimize hücum eden kâfirler, sakındığımız fitne ve fesâdı bize ulaştırmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, Sen bizim kalblerimize sabır ve rahatlık ver, bizi onlara karşı güçlü yap!"

Su fışkırdı

Yine Hz. Berâ, Peygamberimizin Hudeybiye'deki mu'cizesini şöyle bildiriyor:Hudeybiye'de bir kuyu vardı. Biz buraya gelince kuyunun suyunu tamamen çekerek bir damla su bırakmamıştık. Bu hâl, Resûlullaha arz edilince kuyunun yanına gelip kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldı. Sonra ağzını çalkaladı. Yavaşça duâ edip, abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Kuyuyu Resûlullahın emri ile kısa bir müddet bu hâlde bıraktık. Bir müddet sonra kuyuda istediğimiz kadar su hâsıl oldu. Biz ve hayvanlarımız gidinceye kadar suya kandık.Hz. Berâ buyurdu ki:Resûlullahı yatsı namazında Tin sûresini okurken dinledim. Daha önce ondan güzel sesli hiçbir kimseyi dinlememiştim.Bir defasında Resûlullah efendimiz Berâ bin Âzib'e buyurdu ki:- Yatacağın zaman önce abdest al. Sonra sağ tarafına uzanıp yat ve şöyle duâ et: Allahümme innî eslemtü vechî ileyke ve fevvedtü emrî ileyke ve elce'tü zahrî ileyke ragbeten ve rehbeten ileyke lâ melcee velâ mencâ minke illâ ileyke. Âmentü bikitâbikellezî enzelte ve binebiyyikellezî erselte.Yâ Berâ! Bunlar son sözün olsun. Şâyet bu gece içinde ölecek olursan Müslüman olarak ölmüş olursun.

Yedi şeyi emretti

Berâ bin Âzib buyurdu ki:Resûlullah efendimiz bize yedi şeyi emredip, yedi şeyi de yasakladı. Emrettikleri:Birincisi, cenâzeye katılıp kabre kadar gitmek. İkincisi, hastaları ziyâret etmek. Üçüncüsü, da'vete icâbet etmek. Dördüncüsü, mazluma yardım etmek. Beşincisi, yeminin gereğini yapmak. Altıncısı, selâma cevap vermek. Yedincisi, aksırdığında Elhamdülillah diyene, Yerhamükellah demek. Yasakladıkları:Birincisi, gümüş kap kullanmak. İkincisi, altın yüzük takmak. Üçüncüsü, erkeklerin ipekli elbise giymesi. Dördüncüsü, erkeklerin ipekli dîbâ giymeleri. Beşincisi, erkeklerin ipek ibrişimli elbise giymeleri. Altıncısı, kalın ipek kullanmak. Yedincisi, ipek yatak kullanmak.Berâ bin Âzib hayatının son zamanlarında Kûfe'ye yerleşti. 691 yılında Mus'ab bin Zübeyr zamanında burada vefât etti. Ölünceye kadar burada fıkıh ve hadîs-i şerîf öğretti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-05-2011, 06:24   #30
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Hz. Ebû Bekir'e ilk bîât eden sahabî: BEŞİR BİN SA'D

Beşir bin Sa'd Medîneli Müslümanlardan idi. İkinci Akabe Bîâtine katılmış, her türlü tehlikeye karşı, Resûlullahı koruyacağına dâir orada söz vermişti. Resûlullahın bütün savaşlarına katılmış, büyük fedâkarlıklar göstermişti.

Yedikçe artan hurma

Beşîr bin Sa'd'ın kızı anlatır:- Hendek savaşının yapıldığı günlerdi. Eshâb-ı kirâmın yiyecek bulamadığı, başta Peygamber efendimiz olmak üzere açlıktan karınlarına taş bağladıkları zamandı. Annem, Amre binti Revâha beni çağırdı. Bir avuç hurma verdi.- Kızım! Bunun babana ve dayın Abdullah bin Revâha'ya götür yesinler, dedi.Ben de alıp götürdüm. Yolda Resûlullaha rastladım. Buyurduki:- Kızım! Yanındaki nedir? - Yâ Resûlallah! yanımdaki hurmadır, annem, babamla dayımın yemesi için gönderdi.- Getir onu!

Ben de hurmaları iki avucuna döktüm, avuçlarını bile doldurmamıştı. Sonra bir bez getirilmesini emretti. Bez getirildi ve yere serildi. Resûlullah efendimiz bezin üzerinde hurmaları dağıttı. Sonra yanında bulunanlara- Kumanyaya geliniz, diye Hendek halkına sesleniniz!

Orada bulunanlar ve Hendek halkı bezdeki hurmadan yedikleri hâlde hurmalar bitmedi.Ebû Mes'ûd şöyle anlatır:- Biz Sa'd bin Ubâde'nin meclisinde idik. Resûlullah efendimiz yanımıza geldi. Beşîr bin Sa'd kendisine suâl etti:- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ bize, sana salevât getirmenizi emretti. Acaba sana nasıl salevât getireceğiz?Resûlullah efendimiz sükût edip cevap vermediler. Biz de,- Keşke, Beşir sormamış olsaydı, diye temenni ettik.Biraz sonra Resûlullah efendimiz Salli bârik duâlarını okuyarak böyle duâ etmemizi emrettiler.

Hizmet şerefini kazandık

Peygamber efendimiz âhırete teşrif edince Eshâb-ı kiram, Benî Said gölgeliğinde toplanmış, halifenin seçilmesi mes'elesi üzerinde duruyorlardı. Ensardan olan Müslümanlar, Sa'd bin Ubâdeyi halife seçmek istiyorlardı. Hz. Beşîr ayağa kalkıp:- Ey Müslümanlar! Muhammed aleyhisselâm, Kureyş kabîlesindendir. Halîfenin de, Onun kabîlesinden olması dahâ uygundur. Yerinde bir iştir. Evet biz önce Müslüman olduk. Malımızla, canımızla, İslâma hizmet şerefini kazandık. Lâkin bunları Allah ve Onun Resûlünü sevdiğimiz için yaptık. Bu hizmetimiz için dünyâda bir karşılık beklemiyoruz, dedi.Hz. Ebû Bekir ise halifelik için Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde'den birinin seçilmesini tavsiye buyurmuş, fakat her ikisi de bundan kaçınmışlardı. Hatta Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e bîât etmek isteyince, Beşir bin Sa'd daha süratli hareket ederek ondan önce Ebû Bekir'in elini tuttu. Biat etti.Beşir bin Sa'd hazretleri, Hz. Ebû Bekir'in hilafeti zamanında Ayn-ül-Temr muharebesinde şehid düştü.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
eshabi kiram, hz. ebubekir, hz. hatice, hz.ali, hz.bilal, hz.hamza, hz.hasan, hz.huseyin, hz.omer, hz.osman


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi