08-11-2011, 04:08 | #1 |
Suriye Hadiseleri Konusunda Kafa Kurcalayan Noktalar
Ortadoğu’da, ABD politikaları duvara çarpmışken, su alan gemiyi kurtarmak niyetinde olan birkaç kişi ha bire ellerinde kova su tahliyesi yapıyor. Burada garip olan ise su boşaltan kişilerin arasında bir sürü “iyi insan”ın da olması. Ben bu durumu şöyle yorumluyorum. Bir yangın yeri var orda gayretli çalışan bir gurup, iyi insanlar oradan geçerken birileri haydin ne duruyorsunuz suyu boşaltalım diye haykırınca bizim iyi inanlarda; “bu ne yangını, mahiyeti ne, boyutu ne?” demeden işe başlamışlar gibi. Yarın fırtına, sonucu iyi veya kötü dindiğinde anlayacaklar, ama iş işten geçmiş olacak. Bazıları belkide yıllardır bekledikleri değişim için bu durumu fırsat bilip yanlışları üzerine devam edecek, bazıları kuru bir inatla. Allahtan hayırlısı!
Eskiden gök gürültüsünden “komplo” çıkarır ve suçluyu ilan ederdik. Alakası olmayan eylemlerde bile “Kahrolsun ABD” sloganları atmamız çıbanbaşı olarak onu gördüğümüzdendi. AK Parti dönemi ile değişen rüzgârın yönü, önce usuldan reflekslerimizi aldı, ardından tepki konularımız değişti. Kuran kurslarında yaş sınırlandırması kararname ile halen yürürlükte iken başörtüsü eylemi yapıyoruz diye en fazla tepkiyi başörtülü bayanlardan aldı. 2005’te Ankara Sıhhiye meydanında yapılan eyleme sadece 420 araç dışarıdan gelmişti, buna rağmen Samanyolu haber meydana toplanan kalabalığı kısa bir haber metnine sığdırmış ve sayıyı 8 bin olarak vermişti. Kanal 7 hiç görmemiş, diğer muhafazakâr basında gereken alakayı göstermemişti. Sayın Başbakan; “BOP’un stratejik ortağıyız, proje askıya alınmamıştır, hatta genişletilmiştir” diye konuştuktan sonra; anormal bir şekilde dış politikamız olumlu yönde gelişmiş, bölgede söz söyler ve sözü dinlenir bir ülke haline gelmiştik. ABD ile dostluğu olanlar bizim şemsiyemiz altına toplanırken, ABD ile suyu bir akmayanlar da bizimle kötü olmanın yararsız olacağı kanaati ile bize yakınlaşmıştılar. Obama ile sert ABD politikasının yumuşama sinyallerine, yumuşak inişler için kullanılan atlama minderi boyutunda bölgede görev alan ülkemiz, çok ciddi diplomatik başarılar elde etti. Bazı konularda ABD ile ters düştü ama hiç kötü olmadı. Enteresan gelişmeler yaşandı. Biz, hep rayına oturan bir Türkiye’nin bunu becerecek yeteneği vardır diye düşündük. Düşünüyoruz da. Akıl karmaşası burada başlarken, anti Siyonist ve emperyalist muhafazakâr cephede değişikliklerde kendini hissettirir hale gelmişti. Muhafazakârlar için birçok politik gelişme, var oluş gerekçelerine ters olmasına rağmen, muhalefet etmekte çekingen bir tavır almalarının altında; hükümetin yıpranma payı sürekli göz önünde tutuldu. Toplum, kendi kendine muhalefetle, dönüştürülmeye başlamıştı. Basının kitleler üzerinde ki etkisi çok iyi bir şekilde kullanılıyor ve başarı gecikmiyordu. Tamamen politik bir hesap diye Sayın Başbakanı töhmet altına almak istemiyorum. Ama satır araları bana bu okumayı getirmektedir. “one minute” söyleminden hemen sonra açıklamasında, sert tavrının toplantıyı yöneten şahsa olduğunu ifade etmiş sözlerinin yanlış izah edildiğini bizzat açıklamıştı. (Her şeye rağmen bu çıkışlar bizi mutlu eden çıkışlardır.) Ardından Mavi Marmara olayının gelişmesi dikkat çekicidir. İHH, hükümetin onayı ile almış olduğu kararı, yine hükümetin istediği bir tarihte yola çıkarmış, gemiye binmesi beklenen bazı milletvekilleri ise daha sonra vaz geçmişlerdi ! Sonrası malum İsrail ve AK Parti bu işten karlı çıkmıştı. Kafa kurcalayan bazı soru işaretleri beynimize kemire dursun, Mavi Marmara saldırısında aslında diplomasi maskarası olmamıza rağmen, diplomatik zafer ilan etmiştik. Basın her şeyi manipüle edebiliyordu ve işin içinde artık duygusal bir ortam da mevcuttu. O tarihlerde Sayın Fethullah Gülen’in herkesi öfkelendiren “otoriden izin alınmalıydı” şeklindeki açıklaması aslında bu cümlede dikkatli okunması gereken ipuçları saklamakta idi! Mavi Marmara’nın biraz da evveli vardır. Mayıs ayının başında İsrail, TC hükümetinin oyları ile “meşruiyet” alanında ciddi yol kazandığı OECD üyeliğine alınmış, sonraki süreçte ise ilişkilerimiz hiç kötü olmamıştı. Eğer bu gemi bir hafta önce yola çıksa idi OECD üyeliği konusunda kamuoyuna aleni hesap vermesi gerekirdi. Oysa Mavi Marmara olayından sonra ki tarihlerde Başbakan yardımcısı İsrail’le askeri tatbikatlar yaptıklarını ama artık yapamayacaklarını bildirmişti. Hali hazırda da ilişkilerimiz çok normaldir. Konumuz aslında Suriye ve bölgedeki değişimler. Ama ülkemizdeki algılanma ve oluşturduğu hava için aklıma gelen bu ince ipuçları ile şimdi ki ortaya konan tavrı bir araya getirince, labirentin yollarının bir yerlerde kesiştiğini düşünmeye başlıyorum. Mavi Marmara olayında Zaman gazetesi o kadar şehide ve diplomatik krize rağmen hükümet adına 2zafer” başlıkları atarken hocaefendinin açıklamasını ise tevil ediyorlardı. O zaman otoriteden izin alınması” fıkhı bir zorunluluk” iken, Suriye halkına dönüp “eylem koyacaksanız otoriteden müsaade alın, aksi halde bir rejim veya hükümet kendini savunma hakkına sahiptir” demiyorlar. Hakeza AK Parti hızlıca değişen Ortadoğu’da alacağı rolü ne hikmetse ABD veya İsrail’in hoşuna gidecek şekilde belirliyor. Hatta onların silahla yapmak isteyip yapamadıklarını, “one minute”nin rüzgârı ile tatlı dille yapıyorlar. Olayların olduğu ülkelere göre tavır belirlemesi, eskiden dedikleri ile şimdiki tutumları, bir ülkenin iç sorununda gidip muhaliflerle oturmaları, (Davutoğlu seçimlerden hemen sonra Bingazi şehrine gitmişti.) Muhaliflere Suriye’de her türlü destek vermek normal olurken, İran veya Hizbullah’ın yönetime destek vermesi anormal karşılanmaktadır. Örneğin yıllarca biz “PKK’ya destek verdi” diye Suriye’yi “düşman” ilan etmedik mi? Şimdi Esat’a göre onların” terörist”lerine biz destek veriyoruz.( Burada kastım ülkede rejim karşıtı sivil gösteri düzenleyenler değil, dış destek ve silahlandırmalarla Suriye asker ve polislerine karşı silahlı saldırı düzenleyen güçlerdir.) Her nerede olursa olsun toprak bütünlüğü içerisinde hükümet güçlerini şehre sokmak istemeyen ve onlara silahla karşılık veren kişilerin durumu tartışılmalıdır. Bu tavırın hizmet ettiği mantıkta tartışılmalıdır. Evet Suriye’deki düzen hukuk ve adalet normlarına üzerine kurulu değil, ama bu zalimliği askeri güçlerine karşı silahlı eylem başlatan şaibeli odaklara başka bir ülkeninlojistik destek sağlamasını gerektirmez ve bu şık da değildir. Siyasi olarak AK Parti bölgesel dönüşüm projesi olan BOP veya GOP’un ortağı olabilirler, kamuoyuna yönelik tartışılmadan ve bilinmeden yürüyen bu harekete dün muhalif olan muhafazakar camianın, bugün eleştirmeden müsaade etmesi hatta bu değişime sözlü ve yazılı destek vermelerini gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Bu proje inşat projesi gibi belli bir düzen üzerine yürüyen bir proje değildir. Neticede sabiteleri olmayan insan denen varlık üzerinde oynanan siyasi olaylardır. Ergenekonvari ve içerisinde Andıçtan tutun da, sarıkız vb. darbe eylemleri ve “AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planları” gibi planları olduğu, bazılarının hayata geçtiği, bazıların ise geçmediği kocaman bir olaydır. Andıç olayı ülke konjonktüründe suç ise ki suçtur. O zaman (BOP) bölgenin değişim sürecinde ortaya konan siyasi uygulamaların suç ve çirkin olduğuna kim karar verecektir. Ülkelerin karar vermesi siyasidir, buna kararı kamuoyu vicdanı vermelidir. Ama ülkemizde bu sorgulama enteresan bir şekilde ortakların birinin yanında durarak karar verme aşamasına gelmiştir. Bu durum yanlış olmayabilir ama mahkemede hâkimin yanına oturan iddia makamı savcının adalet üzerinde etkisi tartışılırken bu durum nasıl izah edilmelidir. O zaman bu projede yaşanan tartışmalara bakılınca şu sonuca doğru gidildiği görülmektedir. Sadece ülkelerin siyasi ortamı değişmiyor, Türkiye, Müslüman ülkeler için sadece “model ülke” değildir. Toplumlar arasında düşmanlık imarı süratle yapılmaktadır. BOP bir “kardeşlik ve barış projesi” değildir. Gelecek içinde 2kan ve gözyaşı” demektir. Bunun göstergesi Suriye ile patlak veren olaylarda “suçlu”nun, İran ve Hizbullah olarak sunulması, bilinen ve yaşanmış “Baas zihniyeti “ değil de suçlu olarak sürekli “Alevi”, “Nusayri” veya “Şii” yakıştırmaları adı altında Esat’a yüklenilmesi çok acı bir sürecin başladığının bir göstergesidir aynı zamanda. Bahreyn olaylarında resmen işgale sessiz kalınırken, Bahreyn de katliamlar yapan ABD kuklası Suudi kralının Suriye’yi "kan akmasının durması” yönünde ikaz etmesi ise bu halklara açıktan küfür etmektir. İslami basın ve dernek ve vakıfların tutumu ise başka bir soru işareti. Örneğin iki yıl önce yayınlanmış bir videonun şimdiki oyunda nasıl kullanıldığını bizzat ben yaşadım. Irak’lı bir arkadaşla dikkatli incelenen videonun içinde geçen “korkak mehdi ordusu” ifadesi ve katliamı yapanların üzerilerindeki elbise gibi detaylar bile incelenmeden aceleye getirilmiş bu haberlerin maksadı bence çok açıktır. Bunun gibi başka örnekler de verebiliriz. Tavır ve tepki belirlerken önce bu çerçeveden bakmak daha doğru bir yaklaşımdır. Dün2 zalim” olan kişinin yüzüne denmeyen “zalimsin” sözü bu gün en yüksek şekilde haykırılıyorsa “garip bir durum var” demek gerekiyor. Yaşasın zalimler için cehennem!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|