12-03-2012, 13:51 | #1 |
Mursi'nin, 'derin' savaşı
Mursî, vazifeye başlayalı henüz 5 ay oluyor.. Bu 5 ay içinde, herhalde, onu çok yakından tanıdığını söyleyenlerin bile beklemediği bir performans sergiledi.. Muhammed Mursî, B. Amerika'nın Feza / Uzay araştırma ve faaliyetlerinin merkezi olan NASA'da çalışan bir teknokrat idi... Ve Mısır'da da ‘İkhvan-ul'Muslimîyn (Müslüman Kardeşler)'in seçkin isimlerindendi.. Ancak, İkhvan, Kral Farûq'un ülkeden kovulduğu 1952 Devrimi'nden beri bu üllkeyi 60 yıl boyunca yöneten Nasır, Sedat ve Mubarek çizgisindeki yönetim mekanizmasından ve onların kendi ideolojilerine göre oluşturduğu 'Derin Devlet' kadrolarının zalimane uygulamalarından hep en ağrı darbeleri yediği için... 30 yıllık yumuşak diktatör Husnî Mubarek'in, bir halk patlamasıyla başlayan ayaklanma sırasında ölümler 1400'leri bulunca iktidardan ayrılmak zorunda kalıp, yetkilerini Ordu'ya devrederek kenara çekildiği 10 Şubat 2010 tarihinden sonra gelişen siyasi yapıda, önceleri tedirgindi.. Bunun için de, kendilerinin yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde adayı göstermiyeceklerini ve yakın buldukları bir ismi destekleyeceklerini, aynı şekilde, siyasî bir parti halinde de teşkilanmıyacaklarını, ve kendilerine yakın partilere destek vereceklerini açıklamışlardı.. Ama, kısa zamanda anlaşıldı ki, halk kitleleri, elini taşın altına koymayanlara itibar etmiyor.. O zaman seçimlere girmek için bir parti de kurdular, ve Cumhurbaşkanlığı için aday da gösterdiler.. İkhvan'ın adayı, halk arasında çok sevildiği söylenen Hayrat Şatır idi, ama, Şatır'ın annesinin Amerika'lı olması gerekçe gösterilerek, onun Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimine aday olarak katılamıyacağı, iktidar yetkisini kullanan -76 yaşındaki- Mareşal Huseyn Tantavî başkanlığındaki rejimin yargı organı tarafından açıklanınca.. İkhvan, Şatır'ın yerine Mursî'yi göstermişti.. Mursî, ılımlı, kavrayış gücü vasatın üstünde birisi olarak bildiriliyordu.. Ve o seçimi, Mubarek döneminin son başbakanı olan rakibi Ahmed Şefiq karşısında yüzde 49,5'a karşı, yüzde 51,5'la kılpayı kazanmıştı, Mursî.. Ancak, Mısır'da yürürlükte olan anayasa gereğince, yarı başkanlık sistemi denilebilecek bir uygulama ve bunun sonucu olarak cumhurbaşkanının çok geniş yetkileri bulunduğundan ve de Mubarek, iktidardan çekilmek zorunda kalırken, yetkilerini Ordu'ya devrettiğinden, Ordunun yüksek komuta kademesi, kendisinde Cumhurbaşkanı'nın sahib olduğu bütün yetkileri görüyordu ve Mursî'nin cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Mareşal Huseyn Tantavî başkanlığındaki Yüksek Askerî Şûra, geleceğin Cumhurbaşkanı'nın hemen bütün yetkilerini sınırlamış, adeta ‘kukla bir cumhurbaşkanı' istediklerini ortaya koyan kanûnî değişiklikleri yapmıştı.. En başta da, Cumhurbaşkanı'nın Ordu üzerinde, komutanların tayin ve azlinde ve ordunun savunma planlarının hazırlanmasında hemen hiçbir tasarruf yetkisi kalmamıştı. Cumhurbaşkanı, savaş ve barış kararları almaktan ve diğer bir çok temel konularda inisiyatif kullanmaktan bile mahrum bırakılmıştı. Bu açıdan, son zamanlara kadar Türkiye'de TSK'nın dokunulmazlığını hatırlatan bir uygulamanın etrafına yeni hisarlar örülmüştü.. Mursî'nin işinin çok çetin olacağı ve bu engelleri aşamıyacağı düşünülüyordu. Mursî, 30 Haziran 2012 günü Mısır Anayasa Mahkemesi huzurunda yemin ederek başlamıştı, vazifesine.. Onu seçen halk kitleleri adına görüş açıklayan çevreler, Mursî'nin kendisini kuşa çeviren bir sistemin Anayasa Mahkemesi önünde gidip yemin etmemesi gerektiğini, bunun o sisteme bütünüyle teslimiyet manası taşıyacağını açıklıyor; bunun yerine gidip, Tahrîr Meydanı'nda milyonların huzûrunda yemin etmesini istiyorlardı. Mursî, bu söylenenleri dinledi ve bir orta yol buldu.. Önce gitti, kanûnen yapması gereken yemini Anayasa Mahkemesi huzurunda etti ve arkasından da, Tahrîr'de yüzbinlerin huzurunda ve İslam inancının çerçevesi içinde hareket edeceğine dair söz vererek ayrı bir yemin etti.. Birincisi kanunî gereklilik idi; ikincisi, fiilî durumu yansıtıyordu. Ancak, bu iki durum arasındaki çelişkinin ortaya çıkaracağı derin zıdlaşma ve çatışmalar nasıl giderilecekti, işin bu tarafı bilinmiyordu. Mursî, işe başlar başlamaz, bir mühendis olan Hişam Kandil'i başbakanlığa getirdi ve Tantavî'yi de Savunma Bakanlığı'na.. Ne var ki, işe başlaması üzerinden henüz 40 gün geçmekteyken, Sina Yarımadası'nda henüz de aydınlatılamıyan bir terör saldırısı gerçekleşti ve 16 polis katledildi.. Kamuoyu şaşkınlık içindeyken, Mursî beklenmiyen bir kararlılık gösterdi ve hemen Tantavî'yi emekliye sevketti, ordunun -başta istihbarat başkanı olmak üzere- bir çok komutanlarını da azletti... Mursî, inisiyatifi ve dizginleri ele geçirmiş, kendisine anayasa'dan bir dayanak bulmuştu.. Ve askerlerin kendisini bağlama taktiklerine, yine aynı anayasaya dayanarak başka imkanlarla karşılık vermişti.. Önce bir derin şaşkınlık ve sonra, kamuoyunun kendisine geniş çapta güven duymaya başlaması.. Mursî, vazifeye başlayalı henüz 5 ay oluyor.. Bu 5 ay içinde, herhalde, onu çok yakından tanıdığını söyleyenlerin bile beklemediği bir performans sergiledi.. İlk dış gezisini Amerika'ya değil, Çin ve diğer ülkelere yaparak dikkatleri üzerine çekti.. Arkasından İran'da tertib olunan Bağlantısız Ülkeler Toplantısı'na katıldı ve orada yaptığı konuşma ve sergilediği vakûr tavrıyla, yeni bir ilgi ve tartışma odağı oldu.. Sonra, Ankara'da AK Parti Kongresi'ne gelip Tayyîb Erdoğan'la uyumlu bir çalışma başlatacağının işaretlerini yansıtması.. Ki, Mursî'nin o kongrede yaptığı konuşmada ‘Osmanlı hakimiyetinde geçen uzun asırların ortak hatırasını iftiharla koruduklarını' belirtmesi, Mısır'daki arabçı cereyanlara karşı bir reddiye mahiyeti taşıması açısından ilginçti.. Mursî, İsrail rejimine karşı da soğuk bir tavır belirtmeye ve 1979 Martı'ında Mısır- ile İsrail rejimi arasında imzalanan Camp David Andlaşması'nın -o andlaşmada yazıldığı üzere- halkın oyuna, referanduma sunulacağını dile getirince, Amerika tarafından ikaz edildi.. Buna rağmen, Mursî, en azından, Mubarek zamanında yıllardır kapalı tutulan Refah sınır kapısını açarak, İsrail rejimi tarafından kesin bir muhasara, abluka altına alınmış olan Gazze halkının rahat nefes almasına yardımcı oldu.. Kasım ayı içinde İsrail rejiminin Gazze'ye yaptığı ve 160 insanın ölümü ve Gazze'nin hemen bütün alt yapısının ve kamu binalarının tahribiyle sonuçlanan ağır bombardıman sırasında ‘ateş-kes' sağlanmasında da oldukça aktif roller ifa etti. Ama, 90 milyonluk nüfusu ve ağır ekonomik problemlerle boğuşan bu ülkede halkın Mursî'den çok daha fazla beklentileri vardı.. Ama, -Mısır'ın Ergenekon'u sayılabilecek- ‘Derin Devlet' kadroları, laikleri, nasıristler, liberaller, ulusalcılar, firavuncular tek cebhe halinde, eski rejimin kendilerine sunduğu kazanımları yitirmemek için her türlü direnişi sergilemek kararlılığındaydılar.. Bunun için de başta yargı organları olmak üzere eski rejimden kalma kadrolar alışkanlıklarını sürdürmeye ve eski statülerini korumaya, giderek daha bir kesin kararlı gözüküyorlardı.. Dahası, temel konularda aldığı hemen her karar, mahkemelerden dönüyordu.. Geçmişte, Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan ceberrrut kimselerin karşısında hemen hiçbir direnme işareti gösterememiş olan yargıçlar, ‘arab baharı'nın özgürlükçü rüzgarlarından kendilerinin de istifade edebileceklerini sergilemenin heyecanı içindeydiler adeta.. Ve bu duruma bir son vermek isteyen Mursî, Ekim ayı ortasında Başsavcı'yı Vatikan Büyükelçiliği'ne tayin eden bir kararname yayınlayınca, ipler tamamen koptu.. Çünkü, Başsavcı yeni vazifesine gitmeyeceğini, başsavcılığını devam ettireceğini, Cumhurbaşkanı'nın kendisini azletmek veya değiştirmek gibi bir kanunî yetkisinin bulunmadığını iddia ediyordu.. Mursî, bir kanunî engelle daha karşılaşınca.. Durumu değerlendirdi ve başsavcı'yla bir görüşme yaptıktan sonra, onun hakkındaki büyükelçilik kararnamesini ibtal ederek vazifesine iade etti.. Mücadele, eski düzenin ‘Derin Devlet' güçlerinin zaferi olarak yorumlanacaktı tabiatiyle ve öyle de oldu.. Ama aradan bir buçuk ay kadar bir zaman geçince.. Kasım ayının son haftasında, Mursî, anayasadaki bazı boşlukları ve yorum farklılıklarını kendi anlayışına göre yorumlayarak yeni bir kararname yayınladı ve yeni anayasa hazırlanıncaya kadar, cumhurbaşkanı'nın yayınladığı kararnamelerin mahkemelerce ibtal edilemiyeceğine dair bir kararname yayınladı ve hemen ardından da daha önce azledip makamına iade etmek zorunda kaldığı Başsavcı'yı da azletti. Artık, o eski büyükelçilik yolu da tıkanmıştı... Dahası, Mubarek döneminden kalma yüksek bürokrataların yargılanamıyacağı şeklindeki kanunî dokunulmazlıkları da kaldırdı ve sahnedeki yerini daha güçlü olarak almış oldu.. Ama, bu durum açıklanır açıklanmaz, artık kaybedecek fazla bir şeylerinin kalmadığını düşünen bütün laikler, liberaller, ulusalcılar, batıcılar, sosyalistler, firavuncular, nasıristler, Mubarek'i deviren dev gösterilerin yapıldığı ünlü Tahrir Meydanı'nı doldurdular.. Gösterileri günlerce devam etti.. Mahkemeler de Mursî'nin kararlarını protesto etmek için çalışmalarını durdurdular.. Meclis'deki İslamcı kanada muhalif kanat da Meclis çalışmalarını boykot kararı almıştı. Ne var ki, Mursî, bu kararından geri adım atmamakta kesin kararlıydı.. Muhalifler, Mısır halkın onyıllar boyunca kendi tahakkümleri altında ezmiş olan eski rejimin tarafdarları, pankartlarında, Mursî'ye ‘Yeni Fir'avun' yakıştırmasında bulunuyorlardı. ‘Mursî ve İkhvan ülkemizi çaldı!' gibi, geçmişte kendi yaptıklarını şimdi Mursî'ye nisbet eden beyanlar da cabası.. Ki, bu iddialar da bulunanlar, henüz 5 aylık bir cumhurbaşkanı'na bile tahammül etmek istemezken, kendilerinin, ülkenin kaderinde 60 yıl boyunca saltanat sürdüklerini hatırlamak bile istemiyorlardı. Bu arada, İkhvan-ul Muslimiyn tarafdarları da Mursî'ye destek gösterisi yapmak istedilerse de; Mursî onlardan, gerilimin tırmanmaması adına, bu teşebbüslerini ertelemelerini istedi ve nihayet, yeni anayasa metni de, 29 Kasım gecesi, 508 sandalyeli Mısır Meclisi'nden oturuma katılan 364 m. vekilinin oybirliğiyle kabul edildi ve referanduma sunulmak üzere Mursî'ye gönderildi. Mursî de bu anayasa metnini 15 Aralık'ta referanduma sunmak kararı aldı.. Anayasa, İslamî prensipleri esas alan bir kamu düzenlemesini öngörmekte.. Bu anayasanın halk tarafından kabul edileceği kanaati giderek artıyor.. Çünkü, halk kitleleri, Mursî'nin kesin kararlı ve tedbir ehli bir yönetici olduğuna dair kanaatlerini daha bir pekiştiriyor.. Nitekim, 1 Aralık günü, Mursî muhaliflleri Tahrir'de bir daha dev bir protesto mitingi için toplandıklarında, İkhvan da, aynı meydanda, ayrı bir mitingle Mursî'ye destek vermek isteyine, Mursî onlardan mitinglerini Kahire'nin ayrı bir meydanında yapmalarını rica etti ve bu isteğe uyan yüzbinler Nahda Meydanı'nı ve çevresini doldurunca, Tahrir'de toplananların 3-5 binlik küçük bir grup olarak kaldığı gözlendi ve moralleri bozuldu.. Ama, onlar yitirecekleri başka bir şeylerinin kalmadığını düşünerek, daha da şirretli ve şiddetli gösteri çağrılarında bulunuyorlar. Ne var ki, sessiz çoğunluğun Muhammed Mursî'nin yanında harekete geçmesi ve hele yeni anayasanın referandumda kabul edilmesiyle, muhalifler şirretliklerini arttırmak isteseler bile, onların gücü ve umudu daha da zayıflayacaktır.. Mısır'da eski rejimin Derin Devlet yapılanmasının direnme çabalarına karşı, Mursî'nin ve büyük halk kitlelerinin temelden yeni yapılanmaları getirecek azimli yolculuklarının müslüman halkın hayrı yönünde gelişmesi dua ve temennisiyle.. Haksöz Haber
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|