![]() |
#1 |
![]() Partiniz kapatılırken, partinizin kapatılmasını etekleri zil çalarak kutlayacak olanlarla yan yana görünüyor izlenimi vermek var, bir de “Halkımla zıtlaşan güçlerle ittifak yapmam” demek var. Yaşanan süreç kaygan bir zemini andırıyor.
Ben, yeni düşünce açılımları yapan insanlara, ulaştığı sonuçları yazıya dökmesini tavsiye ederim. Çünkü yazılı düşünce, aynı zamanda bir tasfiye - arınma süreci yaşar. Söz safhasında üst üste oturtmaktan heyecan duyduğunuz düşünceleri, yazı hâline getirmeye başladığınızda her tarafından sarkmalar olduğuna hayretle şahit olursunuz. Söz safhasında başkalarına yönelik kolay yargılarınız, yazı hâline gelirken, sizi de sorgulamaya başlar ve kendinizi “Ben olsaydım ne yapardım sanki?” sorusunu sormaktan alıkoyamazsınız. Bir ara, “Sistemle nüfus cüzdanı dâhil tüm alakayı kesmek lazım” diyen, bunu, çok radikal bir söylem olarak ürettiğini düşünen ve Boğaz’da bir yerlerde oturan bir tanıdığıma, “Siz, dedim, hiç bu şekilde Boğaz’daki evinizden Cağaloğlu’na kadar geldiniz mi, çevirip kimlik soran emniyet görevlilerini nasıl ikna ettiniz?” Yeni siyaset arayışlarında da çok oluyor bu yazısız tasarımlar... Üret üretebildiğin kadar... O tasarımlar içinde mevcut tüm yapıları bitiriyor ve kendinizi iktidara en yakın bir ekibin başında görebiliyorsunuz. Bir ara, böyle bir “lider adayı” beni istişareye davet etmişti. Ak Parti iktidarının askerlerle iyi geçinmeyi başaramadığını, askerlerle ilişkide din konusunun problem hâline getirildiğini, oysa daha sağlıklı bir iletişimle, askerlerle pekâlâ birlikte hareket edilebileceğini söylemişti. Görüştüğü isimler arasında bugünün tanınmış askerî simaları da vardı. Ben, askerlerle sağlıklı iletişimin iyi bir şey olduğunu, ama bunun bütün vebalinin, sivil siyasetçilere fatura edilmesinin doğru olup olmayacağını tahlil edecek oldum. Şöyle bir soru sordum: Görüştüğünüz askerlerden, mesela, başörtüsünün okullarda serbest olmasına dair bir beyanat vermelerini isteseniz. Bunun asker açısından makul sebepleri de sıralanabilir: Bir kere başörtüsü yasağının yükü askere fatura ediliyor, bundan kurtulmuş olurlar. Ve başörtüsü bir siyasi istismar alanı ise, o önlenmiş olur, dedim. Düşündü, taşındı, asker kişiler bunu yapar mıydı? Yoksa asker ile iletişime soyut iyi niyetlerle başlayıp devam etmek mi gerekirdi? Asker bir gün çıkıp “Bizden bu kadar, siz yoldan çıktınız” der miydi? Sonra ne mi oldu? Sonra o “siyasi lider!” adayımızın eşi başını açtı ve “Oh, hayat varmış” diye mülakat verdi. Abdüllatif Şener’i uzaktan izliyorum. Şu yukarıda yazdıklarımı daha çok onu düşünerek yazdım. “Nereye koşuyor?” sorusu kendi içimde en çok sorduğum, bana da en çok sorulan sorular arasında... Amaç, başarılı bir siyaset inşa etmekse, bence Abdüllatif Şener’in şansı, hâlâ mümkün mü bilmiyorum ama, ancak Ak Parti liderliğinin desteğini alarak, bir anlamda onu temsil ederek yürümesine bağlı. Çünkü Ak Parti’ye oy veren geniş kesim, benim gözlemlerime göre, bazı hatalı tavırların altını çizse bile, Ak Parti liderliğine bağlılığı sürdürüyor. Artı, kapatma davasını bir haksızlık olarak görüyor ve bu dönemde “Kapatmacılar”ın yanında gözüken her türlü duruşu sevimsiz buluyor. Şu anlama gelecek bir duruşun bana göre, Ak Parti tabanına söyleyeceği söz çok azdır. Hatta böyle bir siyaset, muhalif camiada seçmen arayışına girmiş gibi kabul edilebilir. İşte, şu andaki siyasi arenada yanlış iletişimin ipuçları: -Partiyi kapatma noktasına getiren bu yönetimdir. -Bu duruşla kapatılmayı hak etmişlerdi. -Böyle yürünemeyeceğine dair ben de uyarılarda bulunmuştum. -Zaten yanlış gittikleri için kenara çekildim. Onları yanlışlarıyla baş başa bıraktım ve parti içinde kalarak bir farklı yapı oluşturmaya yöneldim. -Ak Parti yönetimine yönelik itirazlara hak vermemek mümkün değil. -Ben, farklı hayat tarzlarına saygılıyım. Eşim, isterse başını açabilir. Bu yaklaşımın problemli yanı, kapatma davasının sırf Ak Parti’nin sözü edilen hatalı davranışları sebebiyle devreye girdiği görüşüdür. Oysa toplum da öyle bakmıyor davaya, geçmişten geleceğe Türkiye siyasetinin akış seyrini doğru izleyen hiçbir siyasetçi de böyle bakmaz. Bu çok safiyane yaklaşım, ne yazık ki Türkiye siyasetinin kurtlar sofrasına pek uymuyor. “Sayısal ağırlık - Siyasal ağırlık” söyleminin bir siyaset çizgisine egemen olduğu, ve sandıktan ne çıkarsa çıksın ona iktidarın ancak sınırlı ölçüde verilebileceği düşünülen bu ülkede, birlikte yola çıktığı arkadaşlarını kurban verme şeklinde yorumlanır. “Toplumun her kesimi ile iletişime özen gösterme” duyarlılığını önemsememek mümkün değil. Ak Parti’nin Refah’la ayrışmasında bunun altının çizildiğine yönelik vurgu da yabana atılamaz. Ama Türkiye, “Hırsızın hiç mi suçu yok!” sorusunu sormamayı da siyasi basiret olarak görmüyor. Hiç göbek altı vuruş yok. Hiç faullü vuruş yok! Asılanlar gerektiği için asıldı! Parti kapatmalar hak edildiği için oldu. Siyasi yasaklar, siyasetçinin günahının sonucu! Ben, diyelim Abdüllatif Şener’in liderliğini yapacağı ve iktidara gelecek bir partinin, mesela “İnanç özgürlüğü” konusunda bazı adımlar atmak istediğinde nasıl bir dirençle karşılaşacağını görebiliyorum. Ve o direncin, bugün Tayyip Erdoğan’ın gördüğü dirençten farklı olmayacağını adım gibi biliyorum. Şener’in hangi hüneri, kendisini rahmetli Menderes’ten, Adalet Partisi hükümetlerindeki Demirel’den, Özal’dan farklı kılacak ki... 28 Şubat sürecinde Demirel, bir çevre ile iletişimi sağladı, ama halkla iletişimi kopardı. Böyle durumlarda medyanın ilgisi de önem kazanır. İnsanlar medyanın kendisi ile ilgisine bakarak “Beni keşfettiler, benim önemimi anladılar” duygusuna kapılır. Oysa verilen önem, bir düşmanı yok etmeye ne kadar elverişli olduğu ile bağlantılıdır. Bir medya patronu, Refahyol iktidarını yıkma sürecinde, 6 arkadaşı ile birlikte hemen hiçbir pazarlık yapmadan bu iktidara destek veren BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na, “Desteği kesin, yolunuzu açalım, yeni hükümette başbakan yardımcılığı ve bakanlıklar dahil her imkân size sunulabilir” teklifinde bulunulur. Yazıcıoğlu’nun buna cevabı şöyle olur: “Ben halkımla zıtlaşan güçlerle ittifak yapmam.” Yazıcıoğlu, işte bu söylemiyle Türkiye siyasetinde bir onur adamı olarak duruyor. Partiniz kapatılırken, partinizin kapatılmasını etekleri zil çalarak kutlayacak olanlarla yan yana görünüyor izlenimi vermek var, bir de “Halkımla zıtlaşan güçlerle ittifak yapmam” demek var. Yaşanan süreç kaygan bir zemini andırıyor. Ben, Abdüllatif Şener’in, Tayyip Erdoğan’ın yanında, uyarıcı bir dost olarak siyaset yapmasını önemserim. Uyarmaktan çekinmeyecek dostlar önemlidir. Ben, Ak Parti’nin kurucu liderliğindeki kopuşu çok endişe verici bulduğumu daha önce ifade ettim. O birliktelik önemliydi. Ayrı ve birbiriyle çelişen bir yürüyüşün ne Erdoğan’a ne de Şener’e faydası dokunacağını düşünüyorum. Ahmet TAŞGETİREN AKSİYON
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|