AK Gençliğin Buluşma Noktası
~ Nur-u Muhammediye ~ Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) hakkında herşey..



 
Stil
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 07-15-2008, 15:10   #1
Kullanıcı Adı
ümitli_bekleyis
Standart Peygamberimiz (s.a.s.) ve Söz



Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), mektep-medrese görmemiş bir mürşid-i kâmildi. Maddî-mânevî yapısının sağlamlığı, duygularının duruluğu, düşüncelerinin rasâneti ve maaliyâta açık vicdanının enginliğiyle, Hakk’ın mesajlarını olduğu gibi almaya, alıp orijinini koruyarak insanlığa aktarmaya müsait ve müstaid bir fıtratta yaratılmış, özü ve ruh safveti korunmuş, beşerî talim ve terbiyenin, talim ve terbiyedeki beşerî sistemlerin tesirine karşı kapalı kalmış, sonra da vahiyle donatılarak insanlığa gönderilmiş olma mânâsında mektep-medrese görmemiş bir mürşid-i kâmil-i mükemmeldir.

O’nun tabiat ve seciyesi, zâhir ve bâtın duyguları, akıl ve muhâkemesi, peygamberlik vazifesiyle o denli münasebet içindeydi ki, Hak’tan gelen hiçbir mesaj, hiçbir ilham esintisi en küçük bir değişikliğe uğramadan, kırılmadan, O nurdan menşurun mâhiyet-i nuraniyesinde billûrlaşır, sonra da tenezzülât dalga boyunda gelir hedefine ulaşırdı.

Bu en temiz kaynaktan fışkırıp akan ve gelip temizlerden temiz bir gönüle boşalan, sonra da en latîf, en nazîf, en fasîh bir lisanla beşerî idrake göre seslendirilen her türüyle ilâhî mesaj; O’nun peygamberliğinin emaresi, risaletinin delili olduğu gibi, yürüdüğü o çetrefilli yollarda da zâdı-zahîresi, ışığı-burağı ve hasımlarına karşı hücceti ve burhanıydı: O, muhataplarına Hakk’ın mesajlarını sunarken, aynı zamanda peygamberliğini de haykırır ve elçiliğini ilan ederdi. Keza O, muhataplarının müşkillerini halledip ihtiyaçlarını karşılamada vahyin o sırlı, sihirli cevher hazinelerini kullandığı gibi, hasımlarını ilzam edip susturmada da yine aynı elmas kılıcı istimal ederdi.

Kur’ân O’nun için her şeydi; hava idi, su idi.. silah idi, zırh idi.. kale idi, burç idi.. ve burçlarda dalgalanan bayrak idi... O, Kur’ân’la soluklanır.. onunla bulutlar gibi göklere kadar yükselir.. onunla rahmet damlaları gibi yeniden yerdeki varlıkların imdadına koşar.. onunla zulmetlerle savaşır, onunla şerlerden ve şerîrlerden korunur.. onunla gürler ve onunla ışık olur her yana yağardı.

Ancak hikmetin lisan-ı fasîhi o Beyan Sultânı; hiçbir zaman bitip-tükenme bilmeyen o kenz-i ilm-i ilâhînin yanında kendine teveccüh eden pek çok sual, halledilmesi gerekli olan pek çok müşkil, ümmetiyle alâkalı dinî, içtimâî, iktisadî, siyasî pek çok mesâil vardı ki, sonsuz ilmin mir’ât-ı mücellâsı ve vâridât-ı sübhâniyenin mehbiti, menzili, merkezi, meşçereliği sayılan kalb-i pâk-i Ahmedî ve lisân-ı nezîh-i Muhammedî ile cevaplayıp müşkilleri hall, müphemleri şerh eder ve Kur’ân’la gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, hususîyi tâmim, umumîyi de tahsîs buyurarak, Kur’ân mesajının yanında kendi ifade ve beyanlarının rükniyetini ihtarda bulunurdu. Zaten cihanşümul peygamberliği ile bütün insanlığı muhatap alan ve bütün insanlara muhatap olan bir mübelliğ, bir mürşid, bir muslih ve bir müceddidin başka türlü olması da düşünülemezdi.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); peygamberlikle serfiraz kılındığı dönemde, ilk muhatapların “çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaçta olan meta, fesahat ve belâgat metaıydı.” Daha sonraki dönemlerde, zekâ, söz ve beyan üstünlükleriyle dünyaya hükmeden ve cihanı hâkimiyetleri altına alan bu edip ve zeki millet; ilâhî mesajın o mübarek ve münevver mümessiline karşı, ister “vahy-i metlüvv-ü Kur’ân” olsun, ister onun dışındaki mesaj, irşad, hutbe, nutuk ve talimat gibi şeylerde hep hayranlık duymuş ve O’nu takdir etmişler; O da her zaman kendini dinletmiş, kabul ettirmiş ve hiçbir zaman onlardan tenkit almamıştır. Şayet O’nun söz, beyan ve düşüncelerine karşı en küçük bir tenkit, en önemsiz bir itiraz vuku bulmuş olsaydı, bugüne kadar gelen O’nun düşmanları, böyle bir şeyi değerlendirecek, allayıp pullayacak, köpürtüp abartacak; herkese ve dünyanın her yanına onu ulaştırarak binbir velvele koparmak isteyeceklerdi. İsteyeceklerdi; zira böyle bir durum, O’nu sarsmak, yıkmak, nazardan düşürmek ve çürütmek için en utandırıcı iftiralara kadar, her vesileyi meşru sayanların arayıp da bulamadığı bir şeydi. Oysaki O’nun ifade, beyan ve kelâm gücü hakkında, Firavun’un, Seyyidinâ Hz. Musa için söylediği kadar dahi bir şey söylenmemişti, söylenememişti ve söylenemezdi de...

O’nun “eddebenî rabbî feahsene te’dîbî”1 zirvesinden yükselen öyle gürül gürül bir sesi ve soluğu var idi ki, dost da düşman da o sese ve soluğa hayranlık duyuyor ve o insanüstü beyan karşısında iki büklüm oluyorlardı.

Ashab-ı Kiram arasında; Hz. Lebîd, Hansâ, Ka’b, Hassân ve İbn Revaha gibi yüzlerce söz üstâdı, Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ali, Muâviye, Amr b. As ve İbn Abbas gibi yüzlerce hatip, yüzlerce hukukşinâs ve yüzlerce hikmet erbabı hemen her meselede O’nu üstad, mürşid ve rehber kabul ettikleri gibi, daha sonraki asırlarda hadisin devâsâ hafız ve yorumcuları, tefsirin müdakkik dâhi imamları, fıkhın emsalsiz, beşerüstü müçtehidleri, dinin çağları aşan eşsiz müceddidleri, mâneviyât ikliminin binlerce evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîni, kelâmın, mantık, muhâkeme ve fünun-u müspete allâmeleri ve daha yüzlerce değişik sahada binlerce fen ve ilim adamı, O’nun deryalar gibi beyan cevherlerini, her zaman en feyyaz, en bereketli, en duru, en aldatmaz bir kaynak bilmiş, O’na müracaatta bulunmuş, O’na sığınmış ve açlıklarını, susuzluklarını, o semavî sofrada gidererek itmi’nana, doygunluğa ulaşmışlardır.

Evet, O’nun sünneti, dünden bugüne müçtehitlerin en yanıltmaz me’hazi, mârifet semasında pervaz edenlerin en güçlü kanadı, ilim adamlarının en duru kaynağı, evliyâ ve asfiyânın da en nuranî vâridât menbaı olmuştur. Şeriatın müteaddit ilimleri, tasavvufun muhtelif yolları, kevnî ve enfüsî ilimlerin özü ve hulâsası, hep O’nun o nuranî söz cevherinden fışkırıp çıkmıştır.

O, varlığın bidayetinden nihayetine, insanoğlunun yaratılışından, gidip Cennet veya Cehennem’e ulaşmasına, vicdanların mârifet-i rabbaniyeye uyanmasından, ötede Cemâlullah’ı müşâhede etmelerine, iman ve itikattan, ibadetin en ince teferruatına kadar pek çok mevzuda ve her mevzunun gerektirdiği dil ve eda ile her şeyi o kadar mükemmel anlatmıştır ki, Kur’ân istisna edilecek olursa, O’nun beyanına denk başka bir beyanın bulunduğunu söylemek mümkün değildir.

Allah’ı, zât, sıfât ve isimleriyle, hem de mevzunun gerektirdiği incelik ve hassasiyetle fevkalâde bir muvazene içinde; kıyamet ve haşr ü neşri, hesap ve Cennet ü Cehennem’i, ümitle gürleyen bir ürperticilik ve hazza inkılap eden bir dehşet içinde; melâike, ruh, cin ve şeytanı, gaybın esrarengizliği ve buğulu bir kristal arkasında; imanı, ameli, amelde ihlâsı, tohumun istidadı, toprağın kuvve-i inbatiyesi, yağmurun hayatiyeti ve baharın renklerle soluklanışı şeklinde öyle bir resmeder ki, insan O’nun çizdiği o muhteşem tabloları seyrederken, temiz fıtratların imanla nasıl neşv ü nemaya hazırlandığını, İslâm’la nasıl boy atıp geliştiğini, ihlâsla nasıl bir Tûbâ-i Cennet hâlini aldığını âdeta görür gibi olur.

O’nun beyanlarında namaz; oturup-kalkan, insana arkadaş ve yoldaş olan, onun yalnızlığını gideren ve ışığıyla onun yollarını aydınlatan.. abdest; can gibi, kan gibi insanın damarlarında dolaşan, ırmaklar gibi onun kapısının önünde akan, akıp akıp her türlü isi-pası temizleyen.. ezan-kamet; selviler gibi boy atıp salınan, ses şoku yapıp şeytanların ödünü koparan ve bir revh u reyhan olup namaza gidenlerin ruhlarını saran.. zekât-sadaka; tıpkı birer köprü gibi birbirinden kopmuş yığınları bir araya getiren, sağlam bir lehim gibi parçaları bütünleştiren.. oruç; bir kalkan gibi sahibini koruyan, onun Cennet’e girmesine yardım için Cennet surlarında sırlı bir kapı hâline gelen ve elinde kâsesi bir sâki gibi ona kevserler sunan.. hac; bir terzi gibi yırtıkları yamayan, bir gassal gibi lekeleri yıkayan ve umumî bir meşveret meclisi gibi bütün inananları bir araya getiren.. cihad; bir fedai gibi göğsünü gerip Cehennem’e giden yolları kapayan, bir teşrifatçı gibi Cennet yollarını açıp insanları “buyur” eden ve şefkatli bir baba gibi inat edenleri zincirlere vurup Firdevslere doğru sürüyen.. zikir-dua; telsiz, telefon gibi Yaratan’la yaratığı birbiriyle buluşturan, birbiriyle konuşturan.. emr-i bil-mârûf nehy-i ani’l-münker; birer trafik memuru, birer kapıcı gibi yol başlarını, kapı önlerini tutup, yoldan geçip geçmeme, kapıdan içeriye girip girmeme işlerini idare eden.. sıla-i rahim; bir anne gibi kucağını açıp bekleyen, insanlarla davalaşan ve murafaa olan, onlarla konuşan, vaadlerde bulunan, inhiraf edecekleri endişesiyle onları tehdit eden, yakasından tutup hırpalayan birer canlı motif hâline gelir ve dinleyenleri âdeta büyüler.

Evet, O’nun bütün bu hususları bir kanaviçe gibi tasviri, tasvirde kullandığı malzemenin hususiyetleri; beyanındaki hareket, işaret, resim ve mûsıkî gücü, bütün edebî sanatları tekellüfsüz ve yerli yerinde kullanması, sözlerindeki muhteva derinliği, beyan gücü ve ifade rasaneti… her biri başlı başına birer mücellet isteyen mevzulardır.

*Bu yazı, Yeni Ümit dergisinin Temmuz-Ağustos-Eylül 1991 tarihli 13. sayısından alınmıştır.

 

ümitli_bekleyis isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi