AK Gençliğin Buluşma Noktası
Dini Konular Dinimiz hakkında öğrenmek ve paylaşmak istediğiniz herşey.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-08-2008, 19:09   #1
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş
Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş


Sidretülmüntehâ’nın yanında bulunan Cennetü’l-Me’va; Arş’ın sağında olup, şehidlerin ruhlarının durağıdır. Yedi kat gökler ve yerler; Kürsî karşısında çöl ortasında atılmış bir halka gibi kalmaktan fazla bir şey değildir. Kürsî de, Arş karşısında çöl ortasına atılmış bir halka gibi kalmaktan fazla birşey değildir. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz dünya semâsında, kendisini güler yüzle karşılayan Melekler arasında yüzü hiç gülmeyen Cehennem’in bekçisi Mâlik adındaki bir Melek ile de karşılaşmıştı. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz O’nun kim olduğunu, Cebrâil (A.S)dan sorup öğrenince, Cebrâil (A.S)a:

- Cehennemi bana göstermesini ona emretmez misin? diye sordu. Cebrâil (A.S):

- Olur! dedi ve Cehennemin Bekçisi Mâlik’e:

- Ey Mâlik! Muhammed’e, Cehennem’i göster! dedi. Mâlik, Cehennem’in üzerinden örtüsünü açınca, Cehennem öyle kaynamaya ve yükselmeye başladı ki, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz gördüğü her şeyi, O’nun yakalayıp yakıvereceğini sandı! Hemen, Cebrâil (A.S.)a:

- Ey Cebrâil! Mâlik’e emret de, onu yerine geri çevirsin! buyurdu. Cebrâil (A.S.) da, Cehennemi yerine çevirmesi için Mâlik’e emretti. O da Cehennem’e:

- Sâkin ol! dedi. Cehennem çıkmış olduğu eski yerine girince, Mâlik O’nun üzerine örtüsünü tekrar örttü. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Cehennemdeki azap susuzluklarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini ve oradaki azaplardan daha bazılarını da gördü. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bir gün Cebrâil (A.S.)a:

- Ben ne için Mikâil’i hiç güler görmüyorum? diye sormuştu. Cebrâil (A.S.):

- Cehennem yaratılalıdan beri, Mikâil hiç gülmemiştir! dedi. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Vallâhi! Ey Ümmet-i Muhammed! Benim bildiğimi, sizler de bilseydiniz, muhakkak ki, çok ağlar, pek az gülerdiniz! Canım, kudret elinde bulunan yüce ALLAH’a yemin ederim ki; benim gördüğüm şeyi, sizler de görmüş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız! buyurmuştu.

- Yâ Resûlellâh! Sen ne gördün? diye sordular. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Cenneti ve Cehennemi gördüm! buyurdu.

Mîrac gecesinde Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin diğer müşahedeleri:

Enes (R.A)den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Mîrac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı.

- Ey Cebrâil! Bunlar da kim?” diye sordum.

- Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını, şereflerini payimal edenlerdir.”


Ebû Hureyre (R.A.)den rivayete göre, Mîrac gecesinde Resûlullah (S.A.V.) efendimizin:

Eken ve hasad yapan bir kavme rastladığı, hasadı tamamlar tamamlamaz, olduğu gibi ekinin yerine geldiği, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bunlar mücahidlerdir” haberini verdiği; Sonra: Başlarını taşla ezen bir kavme rastladığını, başı ezildikçe eski haline döndüğünü, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bunlar başları namaza gitmeyen kimselerdir” dediğini; Sonra: Avret yerlerinde bir yama ile hayvanlar gibi otlayan bir kavme rastladığı, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bunlar zekâtlarını vermeyenler” dediğini; Sonra: Pis bir eti çiğ çiğ yiyen fakat pişmiş temiz et isteyen bir kavme rastladığını, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bunlar zina yapanlardır” dediğini; Sonra: Bir demet odun toplayan fakat taşıyamayan bir adama rastladığını, adamın bu demete yeni ilaveler yaptığını, Hz.Cebrail (A.S.)ın: “Bu, nezdinde emânet olup, emaneti eda etmeyen, başka emanet talep eden kimsedir” dediğini; Sonra: Dil ve dudakları kesilen ve her kesilişte tekrar eski haline dönen bir kavme rastladığını, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bunlar insanları fitneye çağıran kimselerdir” dediği; sonra: Küçük bir delikten çıkan büyük bir öküze rastladığı, bu öküzün o delikten tekrar geri gitmek isteyip muktedir olamadığı, Hz. Cebrail (A.S.)ın: “Bu, söz söyleyip pişman olan fakat, istediği halde sözünü geri alamayan kimse olduğu” kaydedilir. Ebû Said el-Hudri (R.A.)den rivayete göre, Mîrac gecesinde Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:

- Ey Cebrail! Kimdir, bu? Diye sordu. Cebrail (A.S.) da:

- Bu, baban Hz. Adem (A.S.)dır, dedi. Hz. Adem (A.S.), bana selâm verdi, merhaba dedi, hayır duada bulundu. Bana:

- Merhaba, ey salih peygamber, ey salih oğul! Dedi. Daha sonra baktım, bir toplum gördüm ki, dudakları deve dudağı gibiydi. Onlara bir takım memurlar görevlendirilmişti, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar, bu taşlar mak’adlarından çıkıyordu.

- Ey Cibril! Bunlar kimler? dedim. Cebrail (A.S.):

- Onlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir, dedi. Sonra baktım bir toplum vardı ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor. Ve yediğiniz gibi yiyiniz deniliyor. Ve bu onlara en iğrenç bir şey oluyor.



Mehmet TALÛ

 

HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 08-08-2008, 19:09   #2
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -2-
Ey Cibril! Bunlar kimler? dedim. Cebrail (A.S.): - Bunlar o koğucular, fitnecilerdir ki, insanların etlerini yerler ve sövmek ile ırz ve namuslarına saldırırlar, dedi. Sonra baktım, bir toplum var ki, önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var, etraflarında da leşler var. Onlar, o güzel etleri bırakıp bu leşlerden yemeye başladılar.

- Bunlar kim? Ey Cebrail! dedim. Cebrail (A.S.):

- Bunlar zinakârlar, ALLAH’ın helal kıldığını bırakırlar da haram kıldığını yerler, dedi. Sonra baktım bir toplum var ki, karınları evler gibidir. Bunlar Firavun ailesinin yolu üzerinde bulunuyor. Firavun ailesi sabah ve akşam ateşe atılırken bunlara uğruyor, uğradı mı bunlar bir fırlıyorlar, fırlayınca her biri karnının ağır basması ile düşüyor ve bunun üzerine Firavun ailesi bunları ayaklarıyla çiğniyorlar.

- Ey Cibril! Bunlar kimler? dedim... Cebrail (A.S.) dedi ki:

- Bunlar, karınlarında faiz yiyenlerdir. Sonra bir takım kadınlar memelerinden asılmış ve birtakım kadınlar baş aşağı ayaklarından asılmış.

- Ey Cibril! Bunlar kimler? dedim. Cebrail (A.S.):

- O bunlar zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır, dedi.

Ve daha bir çok müşahedeler… Neler, neler… Özetlersek: Mirâc gecesi Resûl-i Zîşân (S.A.V.) Efendimiz yüksek makamlara çıktı. Melekût âlemini seyretti. Bunda maddî şartlar, zaman ve mekân kaydı ortadan kalktı. Gökler kademe kademe açıldı, nûrdan yaratılmış olan melekler mevkibi ile lâhût âleminde dolaştı. Mâverâ göründü. İlâhî nûr, Rahmânî feyz dalgaları içinde yüzdü. Arş’ı, Ferş’i seyretti. Sidre-i Müntehâ’ya ulaştı. Makam-ı Mahmûd’a erişti.

Peygamberler içinde en yüksek makam olan “Makam-ı Mahmûd” Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimize nasib olmuştur. Nasıl ki semavî kitaplar içinde en mükemmel ve mukaddes olan Kur’an-ı Kerim, kendisine nazil olmuştur. Mirâc, ALLAH Teâlâ’ya yakınlığın en üstün derecesidir. Her ne kadar Peygamberlerden bâzılarına Meleküt âleminin sırlarının gösterildiğini Kur’an-ı Kerîm haber vermişse de, cismiyle bu makamlara yükselen tek Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) olmuştur.

Hiçbir mukarreb melek ve mürsel nebinin ulaşamadığı bu makamlara yükselmek, her şeyi arkada bırakıp O’nun mânevi zevkine ermek için ALLAH Teâlâ’nın dâvetlisi olmak şerefi O’na nasip olmuştur. Zaman ve mekân ufkunu aşarak Meleküt âlemine yükselen ve âlemin cilvesine eren tek yaratık: O büyük insandır.

Mirac, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizin risaletinin umumiliğini ifade ve isbat eder. İlahî saltanatın mülkü durumunda olan yedi kât semada O’nun gezdirilmesi, oraların ruhanî ahalisine O’nun gösterilmesi, ALLAH Teâlâ katındaki makamının yüceliğinin izharıdır. Mahlukat içinde mükerrem kılınan insanlığın en müntehab, en seçkin ferdinin O olduğu böylece ifade edilmiştir.

Bu seyahatin sonunda Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz büyük melek Cebrail (A.S.)ın dahi ulaşmaya mezun olmadığı bir yakınlığa, ilahi kurbiyete ermiş, ALLAH Teâlâ’nın cemalini görmüş, her çeşit vâsıtadan, aracıdan mücerred olarak doğrudan ilahî kelâma mazhar omuştur. Böyle bir yücelik, O’ndan başka hiçbir kimseye nasip olmamıştır ve olmayacaktır da. Biz böyle bir peygambere ümmet olmakla iftihar ediyor, bizi de Fahr-i Kâinat’a ümmet olma şerefine erdirdiği için Rabbimize şükranlarımızı, hamdlerimizi arz ediyoruz ve diyoruz ki: Biz Müslümanlar, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize bahsedilmiş olan ilâhi mesajları doğru algılayıp, hayatımıza düstur edinirsek kemâle, olgunluğa, ruhî yükselişe, manevî miraca biz de ulaşabiliriz. Yeter ki: ALLAH’a kul, habibine ümmet olalım.

Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin İsrâ gecesi beş biniti vardı. Bunlardan birincisi Beyt-i Makdis’e kadar Burak; İkincisi: Dünya semasına kadar Mirac; Üçüncüsü: Yedinci semaya kadar meleklerin kanatları; dördüncüsü Sidre-i Münteha’ya kadar Cebrail (A.S.), Cebrail’in kanadı; beşincisi: Kab-ı Kavseyn’e kadar Refref.

Gerçi ilâhi kudrete nazaran bu vasıtalara lüzum yoktur. ALLAH Teâlâ, istediğini bir anda dilediği bir yere ulaştırmaya kadirdir. Fakat bütün bunlardan maksat Resûlullah (S.A.V.) Efendimize yapılan ikramı, âyetler göstererek açıklamaktır. Çünkü:

“O’na (Muhammed’e) âyetlerimizden nice şaşkınlık verici şeylerden bazısını gösterelim diye yaptırdık.” âyet-i kerimesi11 gereğince, İsrâ’nın hikmeti: ALLAH Teâlâ’nın: Kudret ve azametine delalet eden âyetlerini, delillerini göstermesidir.

Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; Mekke-i Mükerreme’ye dönmek üzere, Beytülmakdis Mescidinin kapısına bağlamış olduğu Burak’a binip Mekke-i Mükerreme’ye döndü.

Ebû Talib’in kızı Ümmühânî hatunun bildirdiğine göre: Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; onların evinde, fecirden biraz öncesine kadar uyuyup ev halkını uyandırdı. Sabah Namazını kıldı. Ev halkı da kendisiyle birlikte kıldılar. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Ey Ümmühânî! Senin de gördüğün gibi, şu vadi’de sizinle birlikte yatsı vakti sıraları Beytülmakdis’e gittim ve O’nun içinde namaz kıldım. Sonra da şimdi gördüğün gibi sabah namazını da sizinle kıldım!” buyurdu. Gitmek için ayağa kalktı. Ümmühânî hatun Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Ridasının ucundan tuttu:

- Ey Amcamın Oğlu! Ey ALLAH’ın Peygamberi! Sana and veriyorum. Bunu halka söyleme! Onlar seni yalanlarlar ve üzerler!” dedi. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Vallâhi! Ben bunu onlara söyleyeceğim! buyurdu. Ümmühânî hatun, Habeşli câriyesine:

- Yazık sana! Resûlullâh (S.A.V.) Efendimizin arkasından git de, O, halka ne söylüyor; halk O’na, ne söylüyor? Göz kulak ol! dedi. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; İsrâ ve Mirâc’ını, Kureyş müşriklerine gidip haber vereceği zaman:

- Ey Cebrâil! Kavmim beni tasdik etmezler! buyurdu. Cebrail (A.S.):

- Ebû Bekr, seni, tasdik eder. O, sıddîk’dır!” dedi. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; Kâbe’nin Hıcr, Hatim diye anılan mahalline gidip ayakta durdu. Kureyş müşriklerine, İsrâ hâdisesini, haber verince, onlar şaştılar.

- Doğrusu! Biz, şimdiye kadar bunun gibisini hiç işitmedik! Bu, şaşılacak, inanılmayacak şey! Vallâhi! Deve Mekke’den Şam’a gidişte bir ayda, dönüşte de bir ayda sürülüp götürülür. Muhammed, bir tek gecenin içinde oraya gider de, Mekke’ye dönebilir mi?! Biz, Beytülmakdis’e devemizin ciğerlerine, böğürlerine vura vura bir ayda varırız. O, oraya bir gecenin içinde gitmiş ha!? Ey Muhammed! Buna, delilin nedir? Dediler ve yalanladılar.

Kureyş müşrikleri, İsra ve Mîrac haberine hem hayret etti, hem de sevindi. Sevindi, çünkü, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizin yalancılığı konusunda açık bir delil bulduğunu zannetti. Onlara göre bu hadise, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimize inananları çözecek, O’nun etrafından ayrılmalarına sebep olacaktı. Ayrıca İslâm’a girip girmemekte tereddüt edenler de bu hadise yüzünden Müslüman olmaktan vazgeçeceklerdi.
HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-08-2008, 19:09   #3
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -3-
Çok geçmeden Kureyş’in boş hayallere kapıldığı anlaşıldı. Bazıları koşarak Hz. Ebû Bekir (R.A.)ya gidip:

- Ey Ebû Bekir! Muhammed’in söylediklerini tasdik edecek misin? O, Beyt-i Makdis’e götürüldüğünü, oradan da göğe yükseltildiğini, sonra aynı gece içerisinde geri döndüğünü söylüyor” dediler. Hz.Ebû Bekir (R.A.), hiç tereddüt etmedi ve:

- Şayet Hz.Muhammed (S.A.V.) Efendimiz bunu söylemişse, O mutlaka doğrudur, dedi. Kureyş:

- Ey Ebû Bekir! Bu konuda da O’nu tasdik edecek misin? diye üsteleyince Hz.Ebû Bekir (R.A.):

- Ben bundan daha ötesini tasdik etmişim. O’na gökten vahiy geldiğine inanıyorum, diyerek tartışmayı noktaladı. Böylece Kureyş’in, Ebû Bekir ve diğer Müslümanlarla ilgili emelleri yıkıldı. Bununla beraber, Kureyş, İsrâ ve Mîrac hadisesini, İslâm davetini engellemek için istismar etmeye devam etti. Fakat onların bu tavrı aksi tesir gösterdi. Onlar İslâm’a saldırdıkça, insanlar Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizi daha çok merak edip O’nunla tanışmak istiyorlardı. Müşriklerden o beldeleri gezmiş ve Beytülmakdis Mescidini görmüş olanlar, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize:

- Sen Beytülmakdis Mescidini bize târif ve tavsif edebilir misin? diye sordular. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: - Gittim! buyurdu ve târif etmeye başladı. Bazı noktalarda, tereddüde düşünce, Beytülmakdis Mescid’i, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin gözünün önüne getirildi ve O’na bakarak, müşriklerin sorularını cevaplandırdı. Müşrikler:

-VALLAHi! Târif ve tavsifde isâbet etti! dediler.

Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu hususu şöyle anlatır: “Kureyşliler; gezdiğim yerler, husûsile Beytülmakdis hakkında bana, bir çok sorular sormaya başladılar ki, ben İsrâ gecesi, onları zihnimde iyice tesbit etmiş değildim. Bunun için, o kadar sıkıntılanmıştım ki, böyle bir sıkıntıya hiç düşmemiştim. Derken, yüce ALLAH benimle Beytülmakdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, ne sordularsa, ona bakarak sorularını birer birer cevaplandırdım. Bana:

- Beytülmakdis’in kaç kapısı var? diye sordular. Beytülmakdis Mescid’i gözümün önüne dikilince, ona bakıp kapılarını birer birer sayarak onlara bildirdim. Evet, sordukları bütün bu soruların cevapları doğru çıkmış olmasına rağmen, bir çoğu Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi yalanlamaktan geri kalmamış, yine eski halleri gibi alay etmişler, sihir demişlerdir. Bu arada imanları zayıf bazı insanlar da dinden dönmüştür. Kureyş müşrikleri:

- Ey Muhammed! Sen, bize kervanımızdan haber ver! O, bizim için Beytülmakdis’den daha önemlidir. Sen, onlardan bir şeye rastladın mı? dediler. İçlerinden birisi de:

- Yâ Muhammed! Sen, şu şu yerdeki develerimize rastladın mı?” diye sordu. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Evet, VALLAHi! Filan oğullarına rastladım. Onlar, bir deve kaybetmişler ve onu aramaya gitmişlerdi. Konak yerlerinde de, onlardan hiç kimse yoktu. Susamıştım. Onların içinde su bulunan bir kabları vardı ki, O’nun üzerine bir şey örtmüşlerdi. Örtüsünü açtım ve içindeki suyu içtim. Sonra, üzerini yine eskisi gibi kapadım. Onların kafilesi, şimdi Beyza’dan Ten’im yokuşundan iniyordur. Kafilenin önünde boz, siyah renkli erkek bir deve, devenin üzerinde de birisi siyah, birisi alaca iki çuval vardır! Buyurunca, Velîd b.Mugîre:

- Sihirbaz! dedi. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, sözlerine devamla:

- Geldikleri zaman, onlara, sorunuz! Kablarındaki suyu bulmuşlar mı? buyurdu. Müşrikler:

- Lât ve Uzzâ’ya and olsun ki, bu, bir delildir! dediler. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

- Ben; şu şu vâdide filan oğullarının kafilesine de rastladım. Onları, bir hayvanın gizli sesi ürkütmüş, bir develeri kaçmış. Ben, kaçan develerinin yerini onlara gösterdim” buyurdu. Kureyş müşrikleri, Ten’im yokuşuna doğru hızla gittiler. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin verdiği haberleri yalana çıkarmak umuduyla kervanı gözlemeye başladılar. Kervan görününce:

- VALLAHi! İşte kervan geliyor! Boz deveyi de en öne düşürmüşler! dediler. İlk karşılaştıkları deve, kendilerine târif edildiği gibi idi. Kafileye, su kabından sordular. Onlar da, onu su dolu olarak bıraktıklarını, üzerini örttüklerini, fakat sonradan örtüsünü açtıkları zaman, içinde su bulamadıklarını haber verdiler. Kureyş müşrikleri, diğer kafilelere de soracaklarını sordular.

- Doğrudur! VALLAHi! Kendisinin, anmış olduğu vâdide ürkütüldük ve bir devemiz de kaçtı. Bir adamın sesini işittik ki, O, bizi devemize çağırıyordu. Deveyi, O’nun çağırdığı yerde bulduk ve tuttuk! dediler.

Kureyş müşriklerinin; kervanlarındaki develerinin ve hattâ çobanlarının sayısına varıncaya kadar, sormadıkları ve Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizden doğru cevaplarını almadıkları bir şey kalmadı. Kureyş müşrikleri; kendilerine verilen bütün haberlerin doğru çıktığını gördükleri halde imân etmediler.

- Bu, açık bir sihirdir! Velîd b. Mugîre’nin dediği doğru imiş! dediler.
HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-08-2008, 19:10   #4
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -4-
Bütün bu izahatlardan anlaşılmış oldu ki: Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin “Semaya uruc’tan önce Beytu’l-Makdis’e götürülmesindeki hikmet: Hakk’ı gizlemeye çalışanlara karşı onu izhar etme gayesini güder. Zira, Mirac’a Mekke-i Mükerreme’den gitmiş olsaydı, hakkı inkâr eden düşmanlara beyan ve izah fırsatı olmayacaktı. Nitekim Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Beytu’l Makdis’e geceleyin götürüldüğünü söyleyince, Beytu’l-Makdis’le ilgili bazı bölümleri tarif etmesini istediler. Onlar gördükleri için bunları biliyorlardı ve yine biliyorlardı ki, Muhammed O’nu daha önce görmemişti, bilemezdi. Soruları üzerine, açıklayıp haber verince, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bir gecede Beytü’l-Makdis’e yaptığını söylediği diğer hususlardaki doğruluğu tahkik edilmiş oldu. Bu husustaki haberi sahih olunca, diğer söylediklerinde de sadık olduğunu tasdik etmek gerekir. Bu durum mü’minlerin imanını artırdığı gibi, inkâr edenlerin de şekâvetini artırır. Gecenin kısa bir ânında, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksa’ya oradan da Sidre-i Müntehâ’ya kadar götürülüp getirilmesine, yirminci asrın zavallı insanından bâzıları akıl erdirememektedirler. Tıpkı câhiliye devri insanları gibi. Bu akıl erdirememenin sebebi araştırılacak olunursa, bu gibi insanların imanlarından şüpheye düştükleri görülür. Her şeyi maddî olaylara bağlayan bu insanlar, Mîrâc’ın insan idrâkinin üzerinde bir hadise olduğunu nereden bilsinler? O mübârek gecede de, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin gözleri önüne serilen, dillerin anlatamayacağı, akılların kavrayamayacağı binlerce hakîkatleri, îman şerbetinden mahrum olan akıllarıyla nasıl kabûl etsinler?

Akıllarını, imanlarıyla süsleyen gerçek mü’minlere gelince; değil Mirâc’ı inkâr etmek, değil Mîrâc olayı karşısında şüpheye düşmek, aksine olarak Mîrâc mu’cizesiyle, îmanları bilhassa tâzelenmekte ve bilhassa kuvvetlenmektedir. İşte Ebû Bekir (R.A.) hazretleri bunun canlı misâlidir. Şüphesiz ki, Mîrâc hâdisesi, bizim bildiğimiz ve tâbi olduğumuz tabiat kanunlarına uymaz. Ama, her şeyi yaratan, kudreti ile kâinâtı kuşatan yüce ALLAH’ın güç ve tasarrufunun dışında değildir.

ALLAH Teâlâ, kullarından dilediğine dilediği üstünlüğü ihsan eder, onu hiç kimsenin ulaşamıyacağı nimetlere erdirir. İşte Mîrac da yüce Mevlâmızın, Sevgili Peygamber’ine ihsanının zirvesi olan ve gün geçtikçe de tazeliği artan bir mûcizedir. Haddizatında Mi’râc gerçeğine inanmak, asrımız insanı için dünün insanlarına nisbetle daha kolaydır. Çünkü ayın keşfedildiği, uzayın parsellendiği, radyo ve televizyon dalgaları ile insan zihnini okuma imkânına kavuşulduğu, ilim ve teknolojinin hızla geliştiği asrımızda, insanoğlunun kavrayışı düne nisbetle daha da gelişmiştir. İlim ve teknolojik gelişmeler, insanoğlunun ufkunu açmış, onu isbatlı imana ulaştırmıştır. Aslında ilim, ne denli ilerlerse ilerlesin Kur’an-ı Kerim’i geçemez. O’nun onbeş asır önce bir öz hâlinde insanlığa sunduğu gerçekleri açıklığa kavuşturur. Bu kısa açıklamadan gaye: Mîrâc mucizesini modern ilmin mahsulleri ile mukayese yapmaktan çok, ilâhî hikmetleri kavramada ilmin bize olan yardımını açıklamaktır. Yoksa akıl denen küçük terazi, Mîrac mucizesinin ağır hikmetlerini çekmekten uzaktır. Bir yaratık olan insan, bu ilmî buluşları gerçekleştirir ve eşyayı emri altına alırsa; ya onu yoktan var eden ALLAH Teâlâ ne yapamaz? O, her şeye kâdirdir, O’nun kudreti kâinâtı kuşatmıştır. Mi’râca imân, bu hükmün ışığı altında kuvvet bulmalıdır. İlim ile dinin metod yönünden ayrıldığı bazı noktalar mevcuttur. İlmin deneye, dinin de imana dayanması hususu bunların başında gelir. Müsbet ilmin konuları nasıl iman ile incelenemezse, dini mevzular da deneyle incelenemez. Mucize, bu konuların başında gelmektedir. Mucize, insan kudretini ve idrakini âciz bırakan olağanüstü bir tezahürdür. Her Peygamberin mucizesi vardır. Bizim Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimi-zin de birçok mucizeleri mevcuttur. Bunların en büyüklerinden birisi de Mîrac mucizesidir. Bu olay, deneyin dışında kalan bir iman meselesidir. Herşeyi, tabiat kanunlarının dar çerçevesi içinde mütalâa ederek bu ölçünün dışındaki fevkalâde hâdiseleri inkâr etmek insafsızlıktır. Cenab-ı Hakk’ın, tabiat kanunlarını içine alan bir takım ilâhî kanunlarının da olduğunu kabul etmemiz gerekir. İşte Mîrac mucizesi de böyle bir ilahi kanun çerçevesi içinde cereyan etmiştir. Kâinatı yoktan var eden, ona nizam veren, onun her zerresi üzerinde hükmünü yürüten, mutlâk kuvvet ve kudret sahibi Cenab-ı Hakkâ inanmış bulunanlar, O’nun her istediğini yapabileceğine de inanmakta tereddüt etmezler.

Mucizeler, insanların mahiyetini idrakte acze düştüğü, fizik alemiyle ifadesi mümkün olmayan ilahi tasarruflardır. Bu hadiseler, mutlak kudret sahibi Yüce ALLAH’a inananların imanını güçlendirdiği gibi O’nun; varlığının da apaçık delillerini oluşturmaktadır. Yeni bir bin yılın ilk yıllarını yaşadığımız bu günlerde beşer aklının ulaştığı icat ve keşifle, baş döndürücü teknolojik gelişmeler iletişim alanında ki yenilikler sayesinde mucizelerin mahiyetini kavramamız daha da kolaylaşmaktadır. İnsana düşen kendini ve kainatın tüm varlıkları yaratan sonsuz kudret sahibini mutlaka idrak etmesi ve ona kulluktan asla ayrılmamasıdır.
HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-08-2008, 19:10   #5
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -5-
Peygamberlerin yaşadıkları ve gösterdikleri mucizeler, kendi dönemlerindeki anlamlarından öte, bütün insanlar için de önemli mesajlar içerir. Bizler hem zihinsel hem duygusal varlıklarız. Kimi zaman zihinsel kimi zaman da duygusal karakterimiz ön plandadır. Tüm eylemlerimiz, algılarımız, ilişkilerimiz ve inançlarımız bu iki özelliğimizden süzülerek ortaya çıkar. İnsanlığımızın değeri de zihinsel ve duygusal melekelerimizi ne derece buluşturduğumuzla doğru orantılıdır. Bu durum, dinî inançlarımız ve davranışlarımız, yani dindarlık şeklimiz için de geçerlidir. Dinî inanç, insanın ahenkle kaynaşan tüm ruhi melekeleriyle ALLAH’a dönmesi ve derin bir tutkuyla ona bağlanması ile gerçekleşir. Bunun için dinî hayatta zihin ve bilgi kadar kalp ve duygu da önemlidir.

Bilgi ile duyguyu buluşturamayan bir iman ve dindarlık şekli eksik kalmaya mahkumdur. İnsan, aklı ile dinin ve ALLAH’ın varlığının bilgisini edinirken duygularıyla dinin gereklerini içselleştirir, onları benimseyerek yerine getirir ve ALLAH’a bağlılığını sürdürür. Diğer bir ifade ile insan, aklıyla başladığı bu yolculukta duygularından güç alarak ilerler. İman olgusunda kimi zaman ikisi de devrededir; kimi zaman da aklın ötesine geçen bir duygu ile Yüce Yaratan’a bağlanma söz konusudur. Ahiret, kıyamet, cennet, cehennem ve benzeri konulardaki bilgilerimiz nakil yoluyla elde ettiğimiz, yani Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten öğrendiğimiz, duygu dünyamızda derinlik kazandırdığımız ve iman konusu yaptığımız bilgilerdir. İsra suresinin ilk ayetinde anlatılan Mîrac olayını anlamamız da böyle bir yolla mümkün olmaktadır. Mîrac, varlığın özüne ve anlamına yolculuktur. Bu gecede farz kılınan günde beş vakit namaz iç dünyamızdaki yükselişi ve arınmayı temsil eder. Mîrac, toplumsal hayatımızda, çalışarak ve başararak gelişmenin, ahlak ve hikmetin terbiye ettiği bilgiyle ilerlemenin imkanı olmalıdır.

Mîrac bizlere hem kendimiz, yakınlarımız ve bütün insanlığın barış ve esenliği için dua etmemiz gerektiğini, hem de ilahi rahmete ancak, nimet ve külfeti insanca paylaşarak, her birimiz görev ve sorumluluğumuzu en iyi şekilde yerine getirerek, çevremizde ve dünyada akan gözyaşını dindirerek, sonu gelmez ihtirasların yol açtığı hak ihlallerini, şiddet ve savaşı durdurarak ulaşabileceğimizi hatırlatmaktadır.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, Rabb’inin huzuruna yükseldiği en manalı ve en büyük mucizelerden biri olan Mîrac; Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir yükseliş ufkudur. Bu hadise; maddi ve manevi yükselişe, bütün süfli duygulardan, her türlü kötülüklerden arınarak gerçek kulluğa , en yüce mertebeye erişmeye işaret vardır. Mîrac’ta; çalıştığı zaman insanın maddi ve dünyevi mesafeleri kısaltabileceği, yerlere, göklere ve denizlere hakim olabileceği mesajları mevcuttur.

ALLAH’ın varlık alemine koyduğu ilahi düzen, inanan ve inanmayan insana göre değişiklik arz etmez. Çalışan hangi dinden olursa olsun yükselir, tembel olan mümin de olsa zelil olur. Milletlerin yükseliş ve düşüşleri bu ilahi kural üzere cereyan etmektedir. Nitekim yüce ALLAH Kur’an-ı Kerim’de bu gerçeği şöyle ifade etmiştir. “Bu böyledir. Çünkü ALLAH Teâlâ, bir millete ihsan ettiği nimeti, onlar kendi özbenliklerindeki güzel ahlâkı, yaşayış ve davalarını değiştirmedikçe, değiştirici değildir. Ve şüphesiz ALLAH Teâlâ herşeyi hakkıyla işitici, kemaliyle bilicidir.” Aynı mealde Rabbimiz şöyle buyurur: “Bir millet, özlerindeki güzel hal ve ahlâkı değiştirip bozuncaya kadar ALLAH Teâlâ şüphesiz ki, O’nun halini değiştirip bozmaz.

Bu gecede, insanların dünyada ve ahirette ebedi mutluluğunu gaye edinen yüce İslam dininin ilmi, çalışmayı, kalkınmayı, güzel ahlakı vb. evrensel nitelik taşıyan tüm değerleri emretmiş olmasına rağmen bugünkü Müslümanların içinde bulundukları konumun değerlendirmesini iyi yapmalıyız. İslam aleminin tefrika sebebiyle içine düştüğü perişanlığı, geri kalmışlığı, dünyanın en yoksul ülkelerinden birinde yaşanan trajik ve buna karşın Müslüman olmayan bazı ülkelerin bir çok yönden kalkınmış olması bu gece bizleri derin tefekkürlere sevk etmelidir. Mîrac’ın her safhası âdet ve tabiat haricinde cereyan eder. Evet, o zamanki Mekke müşrikleri ve bir kısım imanı zayıf mü’minler, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin Cenab-ı Hakk’ın daveti ve bahşettiği imkanlar ile yapmış olduğu İsra ve Mîrac yolculuğunu imkansız görmüşler ve inkâr etmişlerdi. Nihayet gün geldi. Bugün biz bir beşer olarak, yine bizim gibi bir beşerin sağladığı imkânlarla İstanbul-Cidde arasını üç saatte alabiliyoruz. Yarın ne olacak bilemiyoruz. Ancak şu kadar var ki, hakikatler idrak edilmezse de inkâr edilmemelidir. Mîrac, aslı ve esası itibarıyla bir mucize olduğundan; Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir gecede hattâ bir gecenin çok kısa bir zamanında Mescid-i Aksa’ya nasıl geldi? Oradan semalara nasıl çıktı? Mekân’dan münezzeh olan, her yerde hazır ve nazır olan ALLAH Teâlâ’yı görmesi için semalara çıkmasına ne lüzum vardı?, gibi sorular üzerinde düşünceyi zorlamamak, Mîrac hadisesini ilmin dar kalıplarına sokarak aklî ve mantıkî izahını yapmamak gerekir.
HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi