10-05-2008, 00:29 | #1 |
Kadim zaman aşkları
Kadim zaman aşkları Klasik zamanların aşk u alaka bahsinde bugünden farklı olarak iki husus dikkat çekicidir: İlki, gizlilik; ikincisi de edep. "Yalnızca bir türlü aşk vardır; ama taklitleri binlercedir." diyen bilgenin sözüne bakılırsa İlahi, tasavvufi, platonik veya beşeri olsun bütün aşkların temeli aynı nurdan beslenir. Aşıkın gözünden başka herkese gizli olan o nurun, aşka adanmış bütün gönüllerde bir saygı ve ihtiram hissi doğuracağı tabiidir. Aşkın muhtelif boyutlarında ortak olan bu gizlilik ve edep hissi, ister istemez atalarımıza ait beşeri aşka da yansımış ve aşıka özgü bir tavır geliştirilmesine yol açmıştır. Aşkın kayda geçirilmemiş yasası demek olan bu tavır, daha ziyade aşıkı ilgilendirir. Aşık, sevdiği insanın adına halel getirmemek için sevda bahrinin merkezine kendisini koyar ve aşkın bütün acılarına talip olur. Ona göre aşk, her şeyden evvel bir sır -ki bu uğurda ser verilir- olup neticesi de elemdir. Elem çekmeyince -ki o da aşkın yegane gıdasıdır- aşk, yalnızca bir ilgi olarak kalır. Elemin ibtidası, içe yönelmek,başkalarından ayrı bir hayal dünyası kurup orada sevgiliyle birlikte olmaktır. Buna ister melal diyelim, ister melankoli, her hal ü karda aşkın yolu bir özgelikten, ayrıcalıktan ve dolayısıyla gizlilikten geçer. Aşık, sevgilinin haberi olsun yahut olmasın, kendi kozası içinde medd ü cezirler yaşadıkça, aşkı ve dolayısıyla özlemi artacak ve sevgili uğruna can-fedaya kadar gidecektir. Şimdilerin telefonlu, randevulu ve uluorta aşklarına nazaran kadim zaman aşıklarının yegane vuslat zevkleri, sevdiklerini teşehhüd miktarı görmekten ibarettir. Bazan bir çarşı-pazarda, bazan bir sokakta, bazan bir tanıdığın evinde vs. sevdiği insanı bir kerre görebilmek ve eğer mümkün ise -bir hareket, bir bakış, bir mektup, bir çiçek, bir mendil vs. ile- halini ona anlatabilmek, onun için yaşanabilecek en büyük aşk macerasıdır. Artık saba yeli sevgilinin kokusunu getirmeye, mehtap onun nurunu taşımaya, nağmeler onun sesini taklid etmeye, çiçekler ondan renk çalmaya başlayacak ve aşık, çevresindeki her şeyde onu görmeye, hissetmeye, duymaya başlayacaktır. Gözünün önündeki her şey sevgilinin bir hayalinden, daha doğrusu sevgili bir hayalden ibarettir artık. Zaten istese de hakikatini görmesi, konuşması mümkün değildir. Çünki içinde yaşadıkları İslam toplumunun genel ahlak ölçüleri buna müsaade etmez. Aşık, sevgilisini ancak, "Küçüksu'da gördüm seni / Gözlerinden bildim seni" diyebilecek kadar tanır. Bir aşık için, değil bir arkadaşına sevgilisinden bahsetmek, sevgili adının başka bir dudaktan duyulması bile tahammül edilmez acıları getirir. Bu da yine aynı toplumsal yapının ahlak ölçüleriyle izah edilebilir. Bu bakımdan eski aşıkların sevgililerine nezaketin son perdesinden "Sana ey canımın canı efendim / Kırıldım küstüm incindim gücendim" diye sitem etmelerini bile cür'etkarlık kabul eden o anlayış ile şimdilerin adına aşk evliliği denilip de bir yıl sonra küfürler, kavgalar, sille-tokat trajedilerle sona eren birlikteliklerini aynı aşkın görüntüleri kabul etmek çok zordur. Eski aşkları asil yapan, sanırız biraz da aşk u alakanın gizliliği ve daima edep sınırlarında kalmasıymış. Hani senedisahih olmasa da bir hadis-i şerifte buyurulmuştur ya: "Aşık olup da aşkını gizlemekle beraber iffetini muhafaza ederek ölen, şehittir." Bu bakımdan Şark'ın klasik aşıkları, şimdilerin "Nereni nereni.." ile başlayan şarkılarla ilan-ı aşk eden gençlerine göre birer aşk şehididirler. İskender Pala
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|